leylinur
ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Kadına En Büyük Şiddet, Demokrasidir!
Abdullah HAKTANKAÇMAZ / 05.03.12
Uzun solukta kadına şiddeti engellemekle alakalı konular hiç düşmüyor gündemden. 24 Şubat 2012 Cuma günü TBMM’ne “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi”ne dair kanun tasarısı sunuldu. Tasarıda birçok ilgi çekici nokta var.
Örneğin;
a) Boşanmış ve nikâhsız birlikteliği olan kadınları koruyamayan Aile Koruma Kanunu tarih oluyor.
b) Bu kanun kapsamında Kadın ve çocuklara şiddet uygulayanlar, Hâkim tarafından gerekli görülmesi halinde tedavi için hastaneye yatırılabilecek.
c) Erkekler, sadece şiddet uyguladığı kadına değil, çocuklarına, kadının tanıklarına da yaklaşmaktan men edilecek.
d) Şiddet uygulayan erkekler evlerinden olacak ve mağdur kadının rızası olmadan da kendi sahip olduğu evini satamayacak.
e) Şiddet uygulanan kadına “evine dön” denmeyecek kendisine barınacak yer tahsis edilecek.
f) Hâkimler faile yönelik tedbir ve mağdur kadına yönelik koruma kararlarını duruşmasız\muhakemesiz tamamen dosya üzerinden karara bağlayabilecek.
g) Erkeklere öfkelerini kontrol etme programları uygulanacak.
h) Televizyonlar ayda 90 dakika şiddetle alakalı filmler yayınlayacak.
İşte kanun tasarısının içeriği böyle… Yalnız, bu kanun tasarısını dikkatlice ve derinlemesine inceleyenler görürler ki; bu tasarı, kadına şiddet sorununu çözmekten çok uzaktır. Tasarı sorun ortaya çıktıktan sonraki durumla alakalı. Oysaki sorun, uzman bir doktor titizliğiyle incelenmeli, sorunun kökenine inilmeli, sorunun neden ve nasıl oluştuğu teşhis edilmeli ve böylece sorun daha ortaya çıkmadan önlenmeliydi. Sorun ortaya çıktıktan sonra onu çözmeye çalışmak, macera aramaktır başka değil.
Cumhuriyet tarihinde karşımıza çokça çıkan bu ve buna benzer kanunlar, hiçbir zaman çözüm getiremeyeceği gibi, sorunun içinden çıkılmaz bir hale dönüşmesine de sebep olacaktır. İşte bu kanunların ne kadar fasit ve kadına şiddetin engellenmesinden ne kadar uzak olduğunu ispatlayan bir örnek… Kadının kendi ağzıyla aktaralım: “Kocamdan geçim sıkıntısından dolayı bir tokat yedim, aslında kabahat benimdi. Kocam işsiz olduğundan dolayı ona çok söyleniyordum, gururuma yediremedim ve kocamı karakola şikâyet ettim. Kocamı nezarete aldılar o gece yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu anladım, karakola gidip şikâyetimi geri aldım, kocamı mahkemeye sevk edeceklerini, artık çok geç olduğunu söylediler. Mahkeme günü çok pişman olduğumu hâkime bir bir anlattım. Hâkim ise 10 yıla hükmetti. Kocamın yüzüne bakıp hâkime şöyle dedim: İki çocuğum var, şimdi onlara kim bakacak, siz bu verdiğiniz kararla benim yuvamı dağıttınız.”
Hem bu vaka, hem de 14 yıl önce yürürlüğe konulan Aile Koruma Kanunu’nun tarih olması bizi tasdikler, doğrular nitelikte. Demokrasiyle/Laiklikle yönetilen bir ülkede sorun ortaya çıkmadan engellemek, Demokrasinin esasına ters düştüğünden yani özgürlükleri kısıtlayacağından dolayı imkânsızdır. Peki, ama bu sorunun kesinlikle bir çözümü yok mu? Var! Evet, kesinlikle var. Sadece kadına şiddetin engellenmesi sorunu değil, insanın hayatında karşılaşabileceği bütün sorunları, insanları tatmin ederek, kalplerine güven vererek ve de yaratılışlarıyla örtüşür bir şekilde çözecek olan yegâne çözüm İslam’dır; O’nun devletidir yani İslam Hilafet Devleti’dir.
Nasıl mı?
Çözümün nasıllığını izah etmeden önce, çözümün net bir şekilde anlaşılması için konumuza ışık tutacak bazı tarihî malumatlara bakalım…
Kadınların varlığı, ilk insan ve ilk nebi olan Âdem Aleyhi’s-Selam’a eş olarak yaratılan Havva validemizle başlayıp günümüze kadar gelmiştir. Bu süreç içerisinde birçok kez ve farklı farklı konumlarda karşımıza çıkmıştır, kadın... Mesela, Antik Yunan dönemlerinde bazen tanrıları memnun etmek için adak edilirlerken bazen de tanrıça olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine 1300’lü yıllarda hüküm süren papazlar ve kardinaller, o zaman ki Hristiyanlara şöyle sesleniyorlardı; Âdem, Havva’ya aldandığından dolayı dünyaya sürgün edilmiştir, o bir kadındır ve kadınlar sizi aldatabilirler, onlar uğursuzdur. İşte sizin bu uğursuzluktan kurtulabilmeniz için, evleneceğiniz kadınların evvelce bizim gibi din adamlarının yataklarından geçmesi lazımdır ki bu uğursuzlukları ortadan kalksın. Buna itiraz eden kadınları herkesin gözü önünde aforoz etmekle tehdit ediyorlardı, Bazen bu tehditlerini fiili olarak icra da ediyorlardı, Daha sonraları 1789 Fransız ihtilalinden sonra ortaya çıkan laiklik fikrini insanlara enjekte etmek için kullanıldılar kadınlar.
Kâfir Batı’da bunlar yaşanırken, Arap Yarımadası’nda da bu gibi durumlar yaşanıyordu. Mekke müşrikleri başta olmak üzere tüm Arap Yarımadası içinde bulundukları vahşi durumdan dolayı kız çocuklarını bir utanç vesilesi olarak görüp diri diri toprağa gömüyorlardı. Çünkü o zaman ki yöneticiler, Daru’n-Nedve sakinleri, kadınları bir meta gibi görüp bu benim olacak diye sahiplenebiliyorlardı. Kadınları kendi şehvetleri için bir paçavra gibi kullanıyorlardı.
İşte Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem, kadınları ve kızları bir eşyadan farklı görmeyen böyle bir topluma geldi. Ve kadınların utanç kaynağı yada eşya olmadığını bilakis; erkeklerin eksik yanlarının olduğunu ve kadınların bu eksik yanları tamamladığını anlattı. “Kızlarınızı diri diri toprağa gömmeyin onlar size Allah’ın birer emanetidir” diyerek kadına gereken en iyi değeri başta bizzat kendisi verdi.
Hatta Medine’de İslam Devleti kurulduktan sonra Rasulullah ve Sahabeler bir seriyeden dönerlerken, Medine’de bir Yahudi, Müslüman bir kadının eteğini arkadan kaldırmış bunun üzerine bir Müslüman kardeşimiz o lanet olasıca Yahudi’yi katletmiş daha sonra bu melun Yahudi’nin akrabaları da Müslüman kardeşimizi şehit etmişlerdir. Bu haber Rasulullah’a ulaşınca, olanca heybetiyle ve ordusuyla o melun Yahudi kabilesinin üzerine yürümüş ve onları Medine’den söküp atmıştır.
İşte Rasulullah ve kadınlara verdiği değer. Allah’a iman etmiş olan bir kadın için gerekirse orduyu bile seferber edebiliyor. Bunun gibi örnekleri saymakla bitiremeyiz. Ama biz İslam’ın Demokrasi vb.den fersah fersah üstün olduğunu -gerek kadına verdiği değer, gerekse de diğer bütün konularda- daha iyi anlatmak için birkaç örnek daha vereceğiz.
Örnek 1) Ömer RadiyAllahu Anh halifeliği sırasında, Cuma namazı öncesi bir hutbede kadınların artan mehir taleplerine değinir. Gençlerin hak olan mehirlerin ağırlığından dolayı evlenmekte zorluk çektiklerini ve bu yüzden de kadınlardan mehirlerini çok yüksek tutmamalarını ister. Ömer RadiyAllahu Anh’in hutbesinde şöyle bir ifade de geçer: “Kadınların mehri yüz altın kadar olsun.”
İşte tam bu sırada ihtiyar bir kadın ayağa kalkıp şöyle der: “Sen kim oluyorsun ya Ömer Dilersem Allah’ın izniyle develer yüküyle alabileceğim mehri, sen nasıl yüz altın olarak belirlersin.” Ömer RadiyAllahu Anh aldığı bu tokat gibi cevabın ardından, başını önüne eğerek şöyle der; “Ömer yanıldı, kadın doğruyu söyledi.”
Sözlerin, anlatımda kifayetsiz kaldığı mükemmel bir İslamî atmosfer... İşte Ömer RadiyAllahu Anh, işte onu muhasebe eden ihtiyar kadın...
Örnek 2) İslam Devleti Halifelerinden Halife Mutasım Billah, ordusuyla birlikte Suriye’yle cihad halindedir. O sıralarda bugünkü Ankara civarında Müslüman bir kadının başörtüsüne el uzatılır. Kadın “Ya Mutasım, nerdesin? burada Müslümanların namuslarına el uzatıyorlar.” diye bağırır. Bu haber, Halife Mutasım’a ulaşır. Halife, derhal Suriye’yle cihada ara verip, Ankara üzerine yürür ve Ankara’yı fetheder. İşte benzerini ancak İslam Devleti tarihinde okuyacağımız ve hepimizin “Allah senden razı olsun, ya Mutasım!” dediğimiz müthiş bir sonuç...
Örnek 3) Bir anne, evladını Pakistan sokaklarında satmak için dolaştırıp durmaktadır. Onu görenler nefretle ve şaşkınlıkla sorarlar: “Allah tan korkmuyor musun? Niçin evladını satıyorsun?” Cevap bir o kadar hayret vericidir: “Evladımı Osmanlı için satıyorum, duydum ki Halife zordaymış, hiç param yok. Ben de evladımı satıp parasını Osmanlı’ya göndereceğim.” İşte bir anne, işte uğrunda evlatlar satılan Hilafet ve işte sözün bittiği yer: Hilafet varsa izzet, şeref, haysiyet var; sorun yok! Hilafet yoksa zillet, sefalet, rezalet var; sorun çok!
Kadınlara şiddetin önüne geçmek Hilafetle mümkündür. Çünkü Hilafet; Halkının bütün sorunlarını, Kur’an ve Sünnet’ten istinbat ettiği hükümlerle çözüme kavuşturur. Bu çözümlerde herhangi bir mütenakıslık söz konusu olmaz. Raiyeye itminan verir, güven verir. Hâsılı kadına şiddetin önlenmesi ve bütün sorunlara yegâne çözüm, İslam Hilafet Devleti’dir.
Demokrasinin kadına şiddeti engellemediğini bilakis şiddetin oluşması için bütün sebepleri içinde barındırdığını, bir kadın Yazar şöyle ifade ediyor: “Ne zaman bir fuara gitsem, bacaklarını açıp son model arabaların üstüne oturmuş mini etekli mankenleri görsem içim kalkıyor, midem bulanıyor. Ve şaşırıyorum iyi-kötü birer kişilikleri olan bu kadınlar, orada öylece oturup o arabaların birer aksesuarları gibi pazarlanmayı nasıl içlerine sindiriyorlar? Hem kadın cinsini bu kadar aşağılatan o kadınlara karşı, hem de onları oraya oturtup müşteriyi kandırarak mal satmaya çalışanlara karşı öfke doluyor içim…”
Şimdi Müslüman kadınlara sesleniyorum:
Demokrasi kadına şiddeti engellemez, daha da çoğaltır. Çünkü demokrasi bir kâfir icadıdır. Yıllar önce Irak’a “Demokrasiyi getireceğiz” diyen kâfirlerin, Müslüman kardeşlerimize yaptıkları hâlâ unutulmamıştır. Irak’ın şuan ki durumu da ortadadır. Bu kâfirler, daha geçen günlerde Afganistan’da Kur’an-ı Kerim’i yaktılar. Mısır, Tunus, Libya’nın hali ortadadır. Suriye’de zalim Esad’ın eliyle her gün onlarca Müslüman kardeşlerimizi perişan eden yine bu kâfirler ve onların satılık uşak yöneticileridir. Allahu Teâlâ, bu kâfirler ve onların satılık uşak yöneticileri hakkında şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Siz Müslümanlardan başkasını (kâfirleri) sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size şer ve fesat çıkarmada ellerinden geleni artlarına bırakmazlar. Dâima sizin sıkıntıya düşmenizi isterler. Size olan düşmanlıkları, zaten ağızlarından taşıp meydana çıkmıştır. Kalplerinin gizlediği düşmanlık ise daha fazladır.” (Âl-i İmran 118)
“…Onlar sizi sevmezler. Hem huzurunuza geldiler mi “âmenna!” biz de “inandık!” derler. Aralarında baş başa kaldıkları vakit de, size duydukları kin ve düşmanlık sebebiyle, parmaklarını ısırırlar.” (Âl-i İmran 119)
“Size bir ferahlığın, bir nimetin ulaşması onları tasalandırır. Bir fenalığın gelmesine ise, âdeta bayılırlar.” (Âl-i İmran 120)
Ey Müslüman kadınlar! Sizler, biz Müslümanların bacıları, kızları, anneleri, teyzeleri, halaları ve kardeşlerisiniz. Kâfirler ve onların satılık uşak yöneticileri sizleri ve bizleri İslam’dan uzaklaştırmak istiyorlar. Daha önce yaptıkları bütün kanunlara bakın, hiç biri size huzur getirmedi, getirmeyecek de… İslam, ona iman etmiş biz Müslümanlara, tüm şiddetlere karşı güvende olacağımızı vaat ediyor. Allahu Teâlâ’nın gönderdiği din, insanlığa huzur ve güven getirecek yegâne dindir. Ve Müslüman, bu emana ve huzura en layık olandır.
“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve: “Şüphesiz ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fusillet 31)
Abdullah HAKTANKAÇMAZ / 05.03.12
Uzun solukta kadına şiddeti engellemekle alakalı konular hiç düşmüyor gündemden. 24 Şubat 2012 Cuma günü TBMM’ne “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi”ne dair kanun tasarısı sunuldu. Tasarıda birçok ilgi çekici nokta var.
Örneğin;
a) Boşanmış ve nikâhsız birlikteliği olan kadınları koruyamayan Aile Koruma Kanunu tarih oluyor.
b) Bu kanun kapsamında Kadın ve çocuklara şiddet uygulayanlar, Hâkim tarafından gerekli görülmesi halinde tedavi için hastaneye yatırılabilecek.
c) Erkekler, sadece şiddet uyguladığı kadına değil, çocuklarına, kadının tanıklarına da yaklaşmaktan men edilecek.
d) Şiddet uygulayan erkekler evlerinden olacak ve mağdur kadının rızası olmadan da kendi sahip olduğu evini satamayacak.
e) Şiddet uygulanan kadına “evine dön” denmeyecek kendisine barınacak yer tahsis edilecek.
f) Hâkimler faile yönelik tedbir ve mağdur kadına yönelik koruma kararlarını duruşmasız\muhakemesiz tamamen dosya üzerinden karara bağlayabilecek.
g) Erkeklere öfkelerini kontrol etme programları uygulanacak.
h) Televizyonlar ayda 90 dakika şiddetle alakalı filmler yayınlayacak.
İşte kanun tasarısının içeriği böyle… Yalnız, bu kanun tasarısını dikkatlice ve derinlemesine inceleyenler görürler ki; bu tasarı, kadına şiddet sorununu çözmekten çok uzaktır. Tasarı sorun ortaya çıktıktan sonraki durumla alakalı. Oysaki sorun, uzman bir doktor titizliğiyle incelenmeli, sorunun kökenine inilmeli, sorunun neden ve nasıl oluştuğu teşhis edilmeli ve böylece sorun daha ortaya çıkmadan önlenmeliydi. Sorun ortaya çıktıktan sonra onu çözmeye çalışmak, macera aramaktır başka değil.
Cumhuriyet tarihinde karşımıza çokça çıkan bu ve buna benzer kanunlar, hiçbir zaman çözüm getiremeyeceği gibi, sorunun içinden çıkılmaz bir hale dönüşmesine de sebep olacaktır. İşte bu kanunların ne kadar fasit ve kadına şiddetin engellenmesinden ne kadar uzak olduğunu ispatlayan bir örnek… Kadının kendi ağzıyla aktaralım: “Kocamdan geçim sıkıntısından dolayı bir tokat yedim, aslında kabahat benimdi. Kocam işsiz olduğundan dolayı ona çok söyleniyordum, gururuma yediremedim ve kocamı karakola şikâyet ettim. Kocamı nezarete aldılar o gece yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu anladım, karakola gidip şikâyetimi geri aldım, kocamı mahkemeye sevk edeceklerini, artık çok geç olduğunu söylediler. Mahkeme günü çok pişman olduğumu hâkime bir bir anlattım. Hâkim ise 10 yıla hükmetti. Kocamın yüzüne bakıp hâkime şöyle dedim: İki çocuğum var, şimdi onlara kim bakacak, siz bu verdiğiniz kararla benim yuvamı dağıttınız.”
Hem bu vaka, hem de 14 yıl önce yürürlüğe konulan Aile Koruma Kanunu’nun tarih olması bizi tasdikler, doğrular nitelikte. Demokrasiyle/Laiklikle yönetilen bir ülkede sorun ortaya çıkmadan engellemek, Demokrasinin esasına ters düştüğünden yani özgürlükleri kısıtlayacağından dolayı imkânsızdır. Peki, ama bu sorunun kesinlikle bir çözümü yok mu? Var! Evet, kesinlikle var. Sadece kadına şiddetin engellenmesi sorunu değil, insanın hayatında karşılaşabileceği bütün sorunları, insanları tatmin ederek, kalplerine güven vererek ve de yaratılışlarıyla örtüşür bir şekilde çözecek olan yegâne çözüm İslam’dır; O’nun devletidir yani İslam Hilafet Devleti’dir.
Nasıl mı?
Çözümün nasıllığını izah etmeden önce, çözümün net bir şekilde anlaşılması için konumuza ışık tutacak bazı tarihî malumatlara bakalım…
Kadınların varlığı, ilk insan ve ilk nebi olan Âdem Aleyhi’s-Selam’a eş olarak yaratılan Havva validemizle başlayıp günümüze kadar gelmiştir. Bu süreç içerisinde birçok kez ve farklı farklı konumlarda karşımıza çıkmıştır, kadın... Mesela, Antik Yunan dönemlerinde bazen tanrıları memnun etmek için adak edilirlerken bazen de tanrıça olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine 1300’lü yıllarda hüküm süren papazlar ve kardinaller, o zaman ki Hristiyanlara şöyle sesleniyorlardı; Âdem, Havva’ya aldandığından dolayı dünyaya sürgün edilmiştir, o bir kadındır ve kadınlar sizi aldatabilirler, onlar uğursuzdur. İşte sizin bu uğursuzluktan kurtulabilmeniz için, evleneceğiniz kadınların evvelce bizim gibi din adamlarının yataklarından geçmesi lazımdır ki bu uğursuzlukları ortadan kalksın. Buna itiraz eden kadınları herkesin gözü önünde aforoz etmekle tehdit ediyorlardı, Bazen bu tehditlerini fiili olarak icra da ediyorlardı, Daha sonraları 1789 Fransız ihtilalinden sonra ortaya çıkan laiklik fikrini insanlara enjekte etmek için kullanıldılar kadınlar.
Kâfir Batı’da bunlar yaşanırken, Arap Yarımadası’nda da bu gibi durumlar yaşanıyordu. Mekke müşrikleri başta olmak üzere tüm Arap Yarımadası içinde bulundukları vahşi durumdan dolayı kız çocuklarını bir utanç vesilesi olarak görüp diri diri toprağa gömüyorlardı. Çünkü o zaman ki yöneticiler, Daru’n-Nedve sakinleri, kadınları bir meta gibi görüp bu benim olacak diye sahiplenebiliyorlardı. Kadınları kendi şehvetleri için bir paçavra gibi kullanıyorlardı.
İşte Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem, kadınları ve kızları bir eşyadan farklı görmeyen böyle bir topluma geldi. Ve kadınların utanç kaynağı yada eşya olmadığını bilakis; erkeklerin eksik yanlarının olduğunu ve kadınların bu eksik yanları tamamladığını anlattı. “Kızlarınızı diri diri toprağa gömmeyin onlar size Allah’ın birer emanetidir” diyerek kadına gereken en iyi değeri başta bizzat kendisi verdi.
Hatta Medine’de İslam Devleti kurulduktan sonra Rasulullah ve Sahabeler bir seriyeden dönerlerken, Medine’de bir Yahudi, Müslüman bir kadının eteğini arkadan kaldırmış bunun üzerine bir Müslüman kardeşimiz o lanet olasıca Yahudi’yi katletmiş daha sonra bu melun Yahudi’nin akrabaları da Müslüman kardeşimizi şehit etmişlerdir. Bu haber Rasulullah’a ulaşınca, olanca heybetiyle ve ordusuyla o melun Yahudi kabilesinin üzerine yürümüş ve onları Medine’den söküp atmıştır.
İşte Rasulullah ve kadınlara verdiği değer. Allah’a iman etmiş olan bir kadın için gerekirse orduyu bile seferber edebiliyor. Bunun gibi örnekleri saymakla bitiremeyiz. Ama biz İslam’ın Demokrasi vb.den fersah fersah üstün olduğunu -gerek kadına verdiği değer, gerekse de diğer bütün konularda- daha iyi anlatmak için birkaç örnek daha vereceğiz.
Örnek 1) Ömer RadiyAllahu Anh halifeliği sırasında, Cuma namazı öncesi bir hutbede kadınların artan mehir taleplerine değinir. Gençlerin hak olan mehirlerin ağırlığından dolayı evlenmekte zorluk çektiklerini ve bu yüzden de kadınlardan mehirlerini çok yüksek tutmamalarını ister. Ömer RadiyAllahu Anh’in hutbesinde şöyle bir ifade de geçer: “Kadınların mehri yüz altın kadar olsun.”
İşte tam bu sırada ihtiyar bir kadın ayağa kalkıp şöyle der: “Sen kim oluyorsun ya Ömer Dilersem Allah’ın izniyle develer yüküyle alabileceğim mehri, sen nasıl yüz altın olarak belirlersin.” Ömer RadiyAllahu Anh aldığı bu tokat gibi cevabın ardından, başını önüne eğerek şöyle der; “Ömer yanıldı, kadın doğruyu söyledi.”
Sözlerin, anlatımda kifayetsiz kaldığı mükemmel bir İslamî atmosfer... İşte Ömer RadiyAllahu Anh, işte onu muhasebe eden ihtiyar kadın...
Örnek 2) İslam Devleti Halifelerinden Halife Mutasım Billah, ordusuyla birlikte Suriye’yle cihad halindedir. O sıralarda bugünkü Ankara civarında Müslüman bir kadının başörtüsüne el uzatılır. Kadın “Ya Mutasım, nerdesin? burada Müslümanların namuslarına el uzatıyorlar.” diye bağırır. Bu haber, Halife Mutasım’a ulaşır. Halife, derhal Suriye’yle cihada ara verip, Ankara üzerine yürür ve Ankara’yı fetheder. İşte benzerini ancak İslam Devleti tarihinde okuyacağımız ve hepimizin “Allah senden razı olsun, ya Mutasım!” dediğimiz müthiş bir sonuç...
Örnek 3) Bir anne, evladını Pakistan sokaklarında satmak için dolaştırıp durmaktadır. Onu görenler nefretle ve şaşkınlıkla sorarlar: “Allah tan korkmuyor musun? Niçin evladını satıyorsun?” Cevap bir o kadar hayret vericidir: “Evladımı Osmanlı için satıyorum, duydum ki Halife zordaymış, hiç param yok. Ben de evladımı satıp parasını Osmanlı’ya göndereceğim.” İşte bir anne, işte uğrunda evlatlar satılan Hilafet ve işte sözün bittiği yer: Hilafet varsa izzet, şeref, haysiyet var; sorun yok! Hilafet yoksa zillet, sefalet, rezalet var; sorun çok!
Kadınlara şiddetin önüne geçmek Hilafetle mümkündür. Çünkü Hilafet; Halkının bütün sorunlarını, Kur’an ve Sünnet’ten istinbat ettiği hükümlerle çözüme kavuşturur. Bu çözümlerde herhangi bir mütenakıslık söz konusu olmaz. Raiyeye itminan verir, güven verir. Hâsılı kadına şiddetin önlenmesi ve bütün sorunlara yegâne çözüm, İslam Hilafet Devleti’dir.
Demokrasinin kadına şiddeti engellemediğini bilakis şiddetin oluşması için bütün sebepleri içinde barındırdığını, bir kadın Yazar şöyle ifade ediyor: “Ne zaman bir fuara gitsem, bacaklarını açıp son model arabaların üstüne oturmuş mini etekli mankenleri görsem içim kalkıyor, midem bulanıyor. Ve şaşırıyorum iyi-kötü birer kişilikleri olan bu kadınlar, orada öylece oturup o arabaların birer aksesuarları gibi pazarlanmayı nasıl içlerine sindiriyorlar? Hem kadın cinsini bu kadar aşağılatan o kadınlara karşı, hem de onları oraya oturtup müşteriyi kandırarak mal satmaya çalışanlara karşı öfke doluyor içim…”
Şimdi Müslüman kadınlara sesleniyorum:
Demokrasi kadına şiddeti engellemez, daha da çoğaltır. Çünkü demokrasi bir kâfir icadıdır. Yıllar önce Irak’a “Demokrasiyi getireceğiz” diyen kâfirlerin, Müslüman kardeşlerimize yaptıkları hâlâ unutulmamıştır. Irak’ın şuan ki durumu da ortadadır. Bu kâfirler, daha geçen günlerde Afganistan’da Kur’an-ı Kerim’i yaktılar. Mısır, Tunus, Libya’nın hali ortadadır. Suriye’de zalim Esad’ın eliyle her gün onlarca Müslüman kardeşlerimizi perişan eden yine bu kâfirler ve onların satılık uşak yöneticileridir. Allahu Teâlâ, bu kâfirler ve onların satılık uşak yöneticileri hakkında şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Siz Müslümanlardan başkasını (kâfirleri) sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size şer ve fesat çıkarmada ellerinden geleni artlarına bırakmazlar. Dâima sizin sıkıntıya düşmenizi isterler. Size olan düşmanlıkları, zaten ağızlarından taşıp meydana çıkmıştır. Kalplerinin gizlediği düşmanlık ise daha fazladır.” (Âl-i İmran 118)
“…Onlar sizi sevmezler. Hem huzurunuza geldiler mi “âmenna!” biz de “inandık!” derler. Aralarında baş başa kaldıkları vakit de, size duydukları kin ve düşmanlık sebebiyle, parmaklarını ısırırlar.” (Âl-i İmran 119)
“Size bir ferahlığın, bir nimetin ulaşması onları tasalandırır. Bir fenalığın gelmesine ise, âdeta bayılırlar.” (Âl-i İmran 120)
Ey Müslüman kadınlar! Sizler, biz Müslümanların bacıları, kızları, anneleri, teyzeleri, halaları ve kardeşlerisiniz. Kâfirler ve onların satılık uşak yöneticileri sizleri ve bizleri İslam’dan uzaklaştırmak istiyorlar. Daha önce yaptıkları bütün kanunlara bakın, hiç biri size huzur getirmedi, getirmeyecek de… İslam, ona iman etmiş biz Müslümanlara, tüm şiddetlere karşı güvende olacağımızı vaat ediyor. Allahu Teâlâ’nın gönderdiği din, insanlığa huzur ve güven getirecek yegâne dindir. Ve Müslüman, bu emana ve huzura en layık olandır.
“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve: “Şüphesiz ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fusillet 31)