Kadın ve şeriat isimli uluslar arası kadınlar konferansı

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11045312_776147502477281_768357506417178638_n.jpg

Peygamberimiz (sav)’in hayatında meydana gelmiş en önemli olaylardan bir tanesi Mekke’den Mediney’ye hicreti olmuştur. Bu olay Mü’minlerin geçmişleriyle alakalı tüm bağlarını kopartmaya yönelik isteklerinin sınanması ve kalplerindeki imanı artık bir yaşam tarzı, yeni bir toplumsal düzen inşa etmek üzere hayata geçirmek olmuştur. İşte bunun için Hicret olayı, İslam çağının başlangıcı olarak bilinmektedir. Birçok kadın bu sınavı geçtiler; bazıları kocaları ve aileleriyle birlikte hicret ettiler, bazıları yalnız ve korumasız olarak…

Ümmü Gülsüm bint Ukbe; küfrüyle ve İslam’a düşmanlığı ile tanınmış bir ailedendi. Ümmü Gülsüm, tek başına hicret etti. Kardeşleri Velid ve Umare, Medine’ye kadar izlerini takip ettiler ve ertesi gün ardından Medine’ye ulaştılar ve Ümmü Gülsüm’ün kendilerine teslim edilmesini istediler. Ümmü Gülsüm: ““Ya Rasûlallah! Ben, dinim uğrunda hicret ederek sizin yanınıza geldim. Beni koruyun. Müşriklere geri çevirmeyin. Onlara iâde ederseniz, bana işkence ederler. Dinimden döndürmeye çalışırlar. Ben nihâyet bir kadınım. Bilirsiniz ki, kadınların hâli zayıfların hâline benzer.” dedi. Ve bunun üzerine Mümtehine Suresinin o muhteşem ayeti inzal oldu. (Mümtehine 10):
“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar.”
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
Hiç şüphesiz, bizler Müslümanlar olarak, ‘laik sistem’in aracı olan ‘laik medya’nın etkisi altındayız. Laik medyanın ürettiği programlar, Müslüman kadınlarda, yaşam tarzlarını, davranışlarını, kıyafetlerini; İslami ölçüler yerine Batının beklentilerine göre şekillendirmelerine yol açmaktadır. Ortaya çıkan manzaralar ise her gün toplumu da siyaseti de çaresiz bırakmaktadır ki bu programlar aynı zamanda tüm İslam dünyasına da satılmaktadır.
Sadece günümüz yaşantısını olumsuz etkilemekle kalmayıp İslam’ın yüce tarihine bakışımızı ve duygularımızı da bozmaya çalışan laik oryantalist zihniyetli Medya, Müslüman kadınları, gerçek tarihlerinden soğutmayı, ona sırt çevirmelerini ve tepki göstermelerini de amaçlamaktadır.
Bu Video, Hizb ut-Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadınlar Kısmı tarafından düzenlenen “Kadın ve Şeriat: Hakikati Kurgudan Ayırmak” adlı kampanya ve konferansın bir parçasıdır.
Bu videoda ortaya konulan hususlar ve Hizb ut Tahrir’in uluslararası “Kadın ve şeriat” kampanyası ve konferansı hakkında daha fazla bilgi için, lütfen irtibata geçin:
[email protected]
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
10440921_775751902516841_4511926154861343028_n.jpg

Osmanlı Hilafeti'nde Kadın: Efsanelere Meydan Okumak

Giriş
İslam'a karşı yürüttüğü fikri savaş esnasında, Batılı laik kapitalist dünya; İslam'da kadının konumu ve hakları meselesine her zaman ayrı bir ehemmiyet vermiştir. Zorla evlilik ve namus cinayetleri gibi zulümlerin sebebini Şeriat ile bağdaştırmış ve onu çeşitli Müslüman toplumlarda kadınların eğitimden, sosyal hayattan ve siyasetten dışlanmasından sorumlu tutmuştur. Cinsiyet eşitliği veya liberal özgürlükler gibi Batılı ideallerle çelişen İslami hükümler, Batılı kapitalist dünya için en önemli saldırı alanını teşkil etmiştir. Feministler ve laik liberal politikacılar, medya ve kuruluşlar; bıkmadan usanmadan belirli İslami sosyal ve aile hükümlerine saldırmışlar ve İslam'ı ve İslam'ın kurallarını kadına karşı ayrımcı ve adaletsiz olmakla yaftalayarak kadın düşmanı ilan etmişlerdir. İslami yönetimin son merkezi olan Osmanlı Hilafeti'ndeki kadınların konumlar hakkındaki birçok efsaneler ve yanlış bilgiler, laik ve Batılı Oryantalistler, feministler ve siyasetçiler tarafından kasıtlı olarak yayılmıştır. Batı'da ve İslam dünyasında birçok insanın aklına kazınacak öylesine bir anlatı yaydılar ki bu da sonuç olarak insanların Şeriat'ta kadının konumuna bu yalanlar üzerinden bakmalarına neden olmuştur. Kadınların Osmanlı İslam hâkimiyeti altında her türlü haktan yoksun oldukları ve köle, meta gibi muamele gördükleri yalanını yaydılar. Tüm bunlar, Müslümanların içinde İslami kültürlerine ve miraslarına karşı nefret oluşturup, onlara laik liberal değer ve sistemleri kabul ettirmeyi ve Şeriat'ın bir Hilafet devletinde yeniden tatbik edilmesini desteklemekten uzak durmalarını sağlamayı amaçlamıştır.

Bu yalanların çoğu, Osmanlı döneminde yaşamış, fakat devletin tatbik ettiği katı cinsiyet ayrımı kurallarından dolayı hiçbir zaman Osmanlı kadınlarıyla bir etkileşimde bulunamamış erkek Oryantalistlerden çıkmıştır. Osmanlı Hilafeti'ndeki evlerin içinde kadınlara ait yaşam alanları, yani Haremler, kadınların köleleştirilmesi, sömürülmesi ve baskı altında olmasına dair birçok Batılı fantezilerin konusu olmuştur. Buralar, kadınların hapsedildikleri ve erkeklerin eğlendiren basit nesneler olarak kullanıldıkları, cinsel azgınlıkların mekanları olarak tasvir edilmişler. Ne var ki, harem kurumlarına, kadının kocası veya baba, erkek kardeş veya oğul gibi yakın kan bağı olan akrabalarının dışındaki erkeklerin girmesi yasaktı. Bundan dolayı, bu erkek Batılı Oryantalistlerin, Osmanlı Hilafeti'ndeki kadınların hayatlarına dair birinci elden bilgi vermeleri imkânsızdı.
Onun için, Osmanlı kadınına dair birçok Batılı tasvir, ancak Avrupalı hayal gücü ve fanteziden doğmuştur. Buna rağmen, onların Osmanlı Hilafeti'ndeki İslami hükümler altında kadının aşağılanması, ezilmesi ve hapsedilmesine dair yalan anlatıları, asırlar boyunca sonsuz defa tekrarlanmış durmuştur. Akabinde bu anlatı modern günümüz laik tarihçiler, feministler ve yazarlar tarafından benimsenip yayılmıştır. Sonuç olarak Osmanlı kadınları ile ilgili bu bakış açısı, hem Batı'nın hem de birçok Müslümanların da zihinlerine kök salmış oldu. Bu Batılı tasvirler çoğu zaman; Batının diğer milletlerden üstün olduğunu kanıtlamak isteyen Oryantalist düşünceleri güçlendirmek için üretilmişler ve Batılı emperyalist devletlere, İslam beldelerinin işgali için ahlaki bir gerekçe sunarak, bölgedeki siyasi ve iktisadi menfaatlerini güvence altına almak için kullanılmışlardır.

Ancak, incelenen Osmanlı Hilafeti'ndeki Şer'i Siciller, Hilafet'in tatbik ettiği İslam kanunları altında kadınların hayatlarına dair çok farklı bir resim çiziyorlar. 1970'li yıllarda Amerikalı tarih profesörü R.C. Jennings; Anadolu"dan, çoğunluğu Kayseri'ye ait, 10 binden fazla Osmanlı Şer'iyye sicilleri üzerinde kapsamlı bir araştırma yapmış. Bu kayıtlar ve o dönemi kadınları tarafından mahkemeye iletilen davaların çeşitleri, onların Şeriat altındaki statülerine, gördükleri muameleye ve nail oldukları haklara dair bir fikir vermektedirler. Jennings'in çalışmalarından esinlenerek, 1980'lerden sonra Haim Gerber, Abraham Marcus, Afif Marsot, Judith Tucker ve Suraiya Faroqhi gibi daha fazla araştırmacı, Osmanlı kadınlarının farklı tecrübelerini Osmanlı topraklarının birçok bölgesindeki Şer'iyye sicil ve tereke kayıtlarıyla ortaya koymuşlar.

Bu kayıtlar, Osmanlı Hilafeti'nin İslami yasaları altında kadınların şiddetten ve zorla evlilikten korunduklarını, maddi geçimlerinin kocaları ve aileleri tarafından sağlandığını, ayrıca boşanma talep edebildiklerini ve mehir ve miras haklarına sahip olduklarını göstermektedir. Üstelik erkeklerle aynı ekonomik haklara sahip oldukları gibi kendi mal varlıklarını ve iktisadi işlerini erkek akrabalarından bağımsız olarak yürütebiliyorlardı. Buna, mülk alıp satmak hakkı, işyeri yönetmek, sözleşmeler yapmak, kendi parasıyla yatırım yapmak ve başkalarının yönettiği şirketlerde yöneticilik yapmak da dâhildi.

Osmanlı Hilafeti'nde kadınların sahip olmuş oldukları yüksek statü ve haklar, Osmanlı Müslüman kadınlarıyla yakın irtibata geçebilen ve zaman zaman haremlere girmelerine izin verilen Batılı kadın seyyah ve yazarların yazılarıyla da tekrar ortaya koyulmuştur. Dolayısıyla onlar, devletin içinde yaşayan kadın hayatının tabiatına doğrudan şahit olabilmişlerdir. Nitekim bu kadın Batılı yazarların çoğu, kulaktan dolma yazıları ve fantezileri eleştirmişlerdir. Örneğin Lady Montague; 18. yüzyılda Osmanlı Hilafeti'nde İngiliz Büyükelçisi'nin eşi olarak bulunmuş ve bir arkadaşına yazdığı mektuplarından birinde şöyle demiş:"Bilmediği şeyden konuşmaya pek düşkün ortalama seyahat yazarlarının bellettiklerinden çok farklı bir gerçek duyunca belki şaşırabilirsiniz."

Bu kadın yazarlar; Osmanlı kadının hapsedildiği, köleleştirildiği ve değersiz görülmüş insanlar olarak tanımlanması fikrini reddediyorlardı; aksine onlar tam tersine şahit oluyorlardı. Julia Pardoe, örneğin, bir İngiliz şair, tarihçi ve gezgin kadın, "1836'da Sultan'ın Şehri ve Türklerin Adetleri" adlı kitabında, şunları yazmış: "Hepimizin inanmaya yatkın olduğu üzere, özgürlük mutluluksa, Türk kadınları en mutlu kadınlardır çünkü tüm imparatorluktaki en özgür insanlar onlardır. Doğu'nun kadınlarına acımak Avrupa'da moda halindedir ama bu kadar yanlış bir duygu gösterisi olsa olsa onlara acıyanların kendi cehaletindendir." Benzer şekilde, yine gezgin ve yazar İngiliz Lady Craven, 1789'da yayınlanmış, "Kırım'dan Konstantinopolis'e Yolculuk" adlı kitabında şunları ifade etmiştir: "Türk kadınlarının gördüğü muamele bütün milletlere emsal teşkil etmelidir... - ve onların (Türk kadınlarının) yaşam tarzlarıyla, nefes alan en mutlu varlıklar olduklarına inanıyorum."

Ayrıca bu Avrupalıkadınlar; haremlerin kadınların hapsedilip sömürüldüğü ve cinsel azgınlık yuvaları oldukları iddialarını da ortadan kaldırdılar ve sadece evler içinde kadınlara has kısımlardan ibaret mekanlar olduklarını ve Türk Müslüman erkeklerinin kadınlara karşı göstermiş oldukları büyük saygının ifadesi olarak tarif etmişlerdir. Örneğin, Lucy M.J. Garnett, 19. yüzyıl İngiliz halkbilimci, 'Türkiye'nin Kadınları ve Örf ve Adetleri - 1890-1891' adlı kitabında şöyle yazmış: "Müslüman kadınların erkeklerden ayrı tutulması, genellikle zannedildiği gibi, 'aşağılanmış pozisyonları'nın bir sonucu olmak yerine; bu milletin erkeklerinin, kadınlarına karşı besledikleri büyük saygı ve hürmetin bir sonucudur."
Ancak, tüm bu çeşitli yazılar ve kayıtlara rağmen, Osmanlı Hilafeti'nde tatbik edilen İslami hükümler altında kadınların sömürüldüğü ve ezildiğine dair meşhur Batılı anlatılar; Batılı laik kuruluşlar, feministler ve yazarlarca yayılmaya devam etmektedir. Bunların amacının, hem Müslümanları ve hem de gayri Müslimleri sadece İslam'la yöneten bir Hilafet Devleti'nin tekrar kurulmasından korkutmaya devam ederek, İslam'a karşı ideolojik bir savaşı kazanmak olduğu apaçıktır.

Tabii ki Osmanlı Hilafeti kadınlar için ütopik bir devlet değildi. Bilhassa devletin son yıllarına doğru İslam'ın devlet içinde yanlış tatbik edilmesinden kaynaklanan ve Batılı fikirlerin İslam beldelerine girmesiyle birlikte, kadınları da olumsuz etkileyen çeşitli sorunlar ortya çıkmıştır. Yine de, Batı'nın Osmanlı hâkimiyetini veya İslami yönetim altındaki kadınların hayatlarını tümüyle İslam'ın anlaşılmasındaki ve tatbik edilmesindeki zaaflardan kaynaklanmış olan sorunların objektifinden göstermeye çalışması aldatıcı ve yanlıştır.
Bu nedenle, yalanların ortadan kaldırılması ve Osmanlı İslam hâkimiyeti altındaki kadınların statü ve haklarını sarmalamış olan yanlış anlamaların düzeltilmesi elzemdir. Bunu yapmak zorundayız, çünkü İslam dünyasındaki kadınlar için, gelecekteki Hilafet Devleti'nde Şeriat'ın tatbik edilmesinin ne anlama geldiğine dair kaygıları ortadan kaldırılmalıdır.

"Osmanlı Hilafeti'nde Kadın: Efsanelere Meydan Okumak" adlı bu makale dizisi, işte tam bunu başarmak istiyor.
“Türk kadınlarının gördüğü muamele bütün milletlere emsal teşkil etmelidir... - ve onların (Türk kadınlarının) yaşam tarzlarıyla, nefes alan en mutlu varlıklar olduklarına inanıyorum.”
Dan'Kırım'dan Konstantiniyye'ye Yolculuk'(1789) Lady Elizabeth Craven, İngiliz gezgin ve yazar

Hizb ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadınlar Kısmı
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
10396268_776915375733827_3053148198717961040_n.jpg

Fatıma b. Ebu el-Kasım ‘Abd el-Rahman b. Muhammed b. Galib el-Ensari el-Şerret (vefatı 1216)Fatıma b. Ebu el-Kasım, 12. asrın sonları, 13. asrın başlarında, Endülüs’te yaşayan en bilge kadınlardan biriydi. Şer’i kaynaklar, fıkıh ve aynı zamanda tasavvuf ile alakalı çalışmaları, İslami ilimlerden oluşan geniş bir yelpazeye sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Seçkin müderris Ebu el-Kasım b. El-Taylasan’ın annesi idi. Endülüs’lü alim Ebu Cafer el-Garnati (vefat 1309): “Babasının rehberliğinde, ezbere bildiği, El-Mekki’nin Tenbih, El-Kudai’nin el-Şihab, İbn Ubeyd el-Tulaytali’nin Muhtasar dahil, belli sayıda kitap ezberledi. Aynı zamanda, Abdallar (Sufizm içerisinde önemli bir mertebe) tarafından büyük sofu olarak kabul edilen Ebu Abdullah el-Medweri’nin rehberliğinde Kuran’ı hıfzetti. Bunun yanında, babası ile birlikte Sahih-i Müslim, İbn Hişam sireti, El-Mubarrad’ın El-Kamil, El-Bagdadi’nin Nawadir kitabı ve daha fazlasını öğrendi.” (Ebu Cafer Ahmed b. İbrahim el-Garnati, Silla el-Silla kitab (Beyrut,2008), sayfa 460)
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
10996389_777892235636141_8743825801094370639_n.jpg


İslam’da Evlilik Refaktaçiliktir

Bir kadın kocasının hayattaki ortağı değil, daha çok onun yoldaşıdır. Onların beraber yaşamaları bir ortaklık üzerine kurulu olmadığı gibi ve ömürlerinin sonuna kadar beraber yaşamak zorunda da değiller. İslam’da beraberlik arkadaşlık/refakatçilik üzerine kuruludur ve eşler tamamıyla ve her açıdan birbirlerinin refakatçisi olurlar. Refakatçilik kişinin yanındakinde dayanak ve sükûnet bulduğu yerdir.

Allah (st) evliliği her iki eş için sükûnet kaynağı kıldığı yerdir ve şöyle buyurmuştur:
“Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır.” (A’raf 189)

Ve buyurdu ki:
“İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen millet için dersler vardır.“

Böylece yuva huzur ortamı olur; yani kocanın karısında huzur ve sükûnet bulduğu ve kadının da kocasında huzur ve sükûnet bulduğu yer olur ve her ikisinin de birbirlerinden kaçtıkları değil de birbirlerine meylettikleri yer olur. Böylece evliliğin esası huzur, evlilik hayatının esası huzur ve zihinlerde de huzur olur. Eşler arasında bu ilişkinin birbirlerini rahat ettirdikleri ve huzur verdikleri bir ilişki olabilmesi için, Şeriat hem kadının kocası üzerine ve hem de kocanın karısı üzerine olan haklarını ve sorumluluklarını belirleyecek şekilde açıklık getirmiştir. Buna dair ayetler ve hadisler bu konuda açıklık bırakmayacak kadar net bir şekilde gelmiştirler.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11045005_885505154825564_2317685273174966811_n.jpg

İslam'ın İçtimai Sistemine Bir Bakış: En Üstün ve Tek Seçenek
Mutlu bir hayatı temin eden ve kadın-erkek ilişkilerini doğal bir şekilde düzenleyen bir sistem; ancak ruhî temellere dayalı, kriterleri Şer’i hükümler olan ve ahlaki değerlere ulaşmayı gerçekleştirecek düzenlemeleri içeren bir sistemdir. Bu sistem ancak İslâmî içtimai sistemdir. İslam’ın fertlere bakışı – ister kadın olsun ister erkek – içgüdüleri, hisleri, meyilleri ve aklı olan bir insan olması açısındandır. İslâmî sistem, insanın hayattan tat almasına müsaade eder. Hayattan alabildiği kadar çok pay almasından dolayı onu kınamaz. Ancak; insandan talep ettiği, bunu yaparken çevresini ve toplumu koruyacak şekilde ve insanoğlunu huzura kavuşturacak bir şekilde yapmasıdır. İslâmî içtimai sistem, doğru olan tek sistemdir (başka içtimai sistemlerin de var olduğunu sayacak olursak). Bunun birkaç nedeni vardır: İslam; nevi içgüdüsünü insanlığın devamını sağlamak için gerekli görmektedir; kadın-erkek ilişkilerini isabetli bir şekilde düzenler ki böylece bu içgüdünün doğal seyriyle ilerlemesini garantiler ve böylece insan Allah’ın kendisini yaratmış olduğu gayeyi yerine getirebilsin. Aynı zamanda da kadın ve erkek arasındaki ilişkileri de düzenler ve böylece eril ve dişil yönü de bu ilişkilerin bir parçası kabul eder. Bu esnada da kadın ve erkek arasında yardımlaşmayı da çevrenin, toplumun ve ferdin hayrına teminat altına almış olur. Ve yine aynı anda, ahlaki değerlerin gerçekleştirilmesini de teminat altında alır. Allah’ın rızasına ulaşmayı bu tarz yardımlaşmaların düzenleyicisi olarak en yüce ideal kabul eder. İşte bu; iki cinsiyet arasındaki ilişkilerin düzenlenme metodu olarak takvayı ve iffetli olmayı belirlemiştir ve böylece hayat tarzlarının ve araçlarının bu metoda zıt olmasını da garantilemiş oluyor.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11042674_778342968924401_6871436765535285002_n.jpg

Kadınlar Yönetici Olabilirler mi?

İster devlet başkanı isterse onun muavini olarak olsun, ister vali, belediye başkanı veya hükmedici konumunda herhangi bir görevde olsun, kadının yönetici olması caiz değildir. Bunun delili ise Ebu Bekre’nin rivayet ettiği hadistir: “Resulullah: Farisîlerin Kisra kızını devlet başkanı yaptıklarını duyunca şöyle buyurmuşlardı: "işlerini kadına bırakan bir millet asla felah bulmayacaktır."
Bu ise kadınların hükmedici/yönetici konumunda olmasını ve (devlet) işlerini bir kadına teslim edilmesini kesinlikle yasaklamıştır. Ve otorite sahibi olmak yönetici olmaktır.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
10999517_778342758924422_8773309169103378702_n.jpg

Kadın kadına ya da erkek erkeğe olan toplantılar için herhangi sosyal bir sisteme gereklilik yoktur çünkü böyle durumlarda problemler meydana gelmez. İlgilenilmesi gereken tek organizasyon tanışmamış olsalar da aynı ülkede yaşıyor olmalarıdır. Konu kadın ve erkeğin toplantısına geldiğinde ise problem oluşturabilecek bir ilişki söz konusu olduğundan bu ilişki bir sistem tarafından düzenlenmelidir. Bu nedenle bu toplantı (ictima) sosyal istem olarak adlandırılır ve kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi düzenler.

Bu yüzden, sosyal sistem kadın ve erkeğin ilişkisini kapsamaktadır. Böylece, sosyal sistem kadın ve erkeğin toplumdaki ilgileri ile değil, onların birlikteliklerden kaynaklanan problemlerle ilgilenir. Kadın ve erkek arasındaki ticaret sosyal sistem değil, toplumun sistemidir ve bu nedenle ekonomik sistem içinde değerlendirilir. İhtilatın(kadın ve erkeğin kapalı bir oda da yalnız kalması) yasaklanması, kadının ne zaman boşanma hakkına sahip olacağı, çocukların kimde kalması gerektiği gibi meseleler sosyal sistemdir.

Bu nedenle sosyal sistem, kadın ve erkeğin birlikteliği, bu birliktelikten kaynaklanan problemler ve bu birliktelikle ilgili tüm kolları kapsayan bir sistemdir.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
10996722_778338115591553_3644750928770432639_n.jpg

Rasulallah Sallahu aleyhi ve Sellem şöyle dedi: " Kim üç kız veya üç kızkardeş veya iki kız kardeş veya iki kız yetiştirir, te'diplerini (edeplendirilmelerini) eksik etmez, onlara iyi davranır ve evlendirirse cenneti hak etmiştir." (Ebu Davud-Tirmizi)

Kız evladı yetiştirmenin fazileti/üstünlüğü

Her ne kadar yaygın bir anlayış/görüşde olsa, Müslüman bir annenin değerinin, doğurduğu ve yetiştirdiği erkek çocuğu ile ölçülmesi yanlış bir anlayıştır/görüştür. Bu düşünce İslami olmamakla birlikte, kökü, kız çocuğunun utanç kaynağı olarak görüldüğü ve diri diri gömüldüğü Cahiliye zamanının örflerine dayanmaktadır.

Oysa Allah Azze ve Celle bu tür cahiliyye uygulamalarını yasaklamaktadır. Müslüman ebeveynler için, kız çocuklarını doğru şekilde İslami terbiye ile yetiştirmek, cennete giden yollardan bir yoldur.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11050293_778325852259446_7642636433534348013_n.jpg

Hilafet’in çocukların bakımını üstlenmesi...

Ömer Radıyallahu Anh’ın halifeliği zamanında, sütten kesilen çocuğa nafaka bağlanılmasını öngören bir devlet politikası vardı.
Halife her zaman olduğu gibi, gece şehri dolaşmaya çıkmıştı. O sırada yakındaki bir evden çocuk ağlaması işitildi.Çocuğun sesi kesilmediği için, Halife evin kapısına gitti. İçeride bulunanlara, ''Küçüğü susturmalarını rica'' etti. Sonra dönüp geldi. Gece boyunca, çocuğun sesi işitildikçe, birkaç kere daha evin kapısına gitti.Çocuğun ağlaması bir türlü dinmiyordu.

Seher vakti olunca, Ömer RadıyAllahu anh son defa oraya gitti. Çocuğun annesine: “Sen ne biçim anasın! Bütün gece evlâdını ağlattın. Belli ki, açtı!” diye çıkıştı.
Kadın: “ Halimi anlamadan niçin beni azarlıyorsun?”
Ömer: “Haline ne olmuş?”
Kadın: “Halifemiz Ömer'e Cenâb'ı Hak insaflar versin.Çocuklar sütten kesilmeyince, bizim gibi bir fakire nafaka vermez.Fakirlik maaşı bağlamaz. Onun için yavrumu erkenden sütten kestim.”
Bunun üzerine Halife ağlayarak mescide girdi. Gözyaşları yüzünden namazı zorla kıldırdı. Selâm verdikten sonra cemâate döndü. Ağlayarak: “Sizin Ömer'inize yazıklar olsun!.. Sizin Ömer'inize yazıklar olsun!.. “ diyerek kendini suçladı.

Sonra bütün Medine halkına, tellallar (haberciler) çıkarttı. Onlar da bildirdiler ki: “Hangi Müslümanın oğlu veya kızı dünyaya gelirse, hemen Halifeye bildirsin.Beytülmal'dan (hazineden) nafaka (maaş) verilecektir. Hiç kimse nafaka yüzünden evladını vaktinden önce sütten kesmesin!.. O günden sonra artık Medine'de, açlık sebebiyle ağlayan çocuk sesi işitilmedi.”
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11009391_777924695632895_5602267511878888745_n.jpg

Hilafet Devleti’nde Müslüman Kadınlar

"Osmanlı kadınları, reşit oldukları andan itibaren devletin vatandaşı sayılırdı ve İslam kanunları ve gelenekleri onlara belirli hukuki hakları garanti ederdi. Mülklerini kontrol etme hakları vardı ve ne babaları ne de eşleri onların malını izinleri olmadan kullanamazlardı. (Mahkemelerde) dava açma hakları vardı ve yerel Kadı’ların huzurunda haklarını talep etme hakları vardı. Toplumun her kesiminden kadın, hem taşralı hem şehirli, sıklıkla haklarını savunmak üzere Osmanlı mahkeme sisteminden istifade ederlerdi ve bilim adamları kadıların çoğunlukla kadınların hukuksal ve mülkiyet haklarını muhafaza ettiklerini tespit etmişlerdir. Gerçekten de, gayri Müslim Osmanlı kadınları kadı mahkemelerine sıklıkla müracaat ederlerdi, çünkü bu mahkemelerin kadınların meselelerine dair daha faydalı neticeler verecek şekilde ele aldıklarının farkındaydılar. On yedinci yüzyılın başların gibi erken bir dönemden itibaren kadınlar (ve erkekler) doğrudan divan-u hümayun’a şikayette bulunabilirlerdi.

Eric R. Dursteler – The Oxford Encyclopedia of Women in World History (Dünya Tarihinde Kadınlar – Oxford Ansiklopedisi)
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
10636114_777924198966278_9033432325927306942_n.jpg

Bir Annenin Konumu Bir Şehidinkine Eştir.

İslam, anneye değer verir, onun doğum esnasında ve çocuklarını yetiştirirken çektiği sıkıntıları ve zahmetleri takdir eder. İslam şeriatı, anneye karşı saygı ve itibarı teminat altına almıştır. Hem Kur’an ve hem de hadisler bize annenin muazzam konumunu göstermekteler.

Hadisi Taberani Mu'cemu'l-kebir'de tahric etmiştir. İmam Ahmet b. Hanbel Müsnedin'de Ubade b. Samit yoluyla dedi ki:
"Rasululla h (sav) Ubade b. Samit'in hastalığında ziyaretine girdi ve buyurdu ki:
"Ümmetimden şehit kimdir biliyor musunuz?" Hepsi parmağını ısırdı (yani sustu, konuşmadı). Ubade dedi ki:
"Beni yaslandırınız". Onu yaslandırdılar. Dedi ki:
"Ey Allah'ın Rasulü! Ecrini Allah'tan bekleyen sabırlı kişidir." Rasulullah (sav.) buyurdu ki:
"O halde ümmetimin şehidleri azdır. Allah azze ve celle yolunda kati şehadettir. Taun şehadettir, suda boğulmak şehadettir, karından rahatsızlıkla ölmek şehadettir, Hamile kadını çocuğu doğumda göbeğinden kesilen şeyle cennete çeker," […]
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11043100_779218818836816_4558411071111385865_n.png

Rasulallah Sallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür. (Tirmizi)

İslam dini inmeden önce kadınlara genel olarak hayvanlardan daha kötü davranılırdı. Rasulallah Sallahu Aleyhi ve Sellem kadınların maruz kaldıkları bu zülme son vermek istiyordu. Kadınlara şefkatle yaklaşılması nasihatinde bulunurdu. Müslümanlara şöyle dedi: Kadınlar hakkında Allahtan korkunuz. Ve : Sizin en hayırlınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır. Ve: Mümin bir erkek, mümin karısından nefret etmesin. Eğer bir huyunu beğenmezse, diğer bir huyundan memnun kalır. Ve: Müminlerin iman bakımından en kâmil (olgun) olanı; ahlâkı güzel olan ve ailesine nazik davranandır.

Peygamber Efendimiz (Sallahu Aleyhi ve Sellem),Veda Haccı için orada toplanmış, 124.000 Sahabisinin karşısında, Rahmet dağı Arafatta, meşhur Hutbesini verdiğinde, Müslümanlara, kadınlarına karşı merhametli olmaları/iyi davranmaları hususundaki emrinde çok ısrarlı/vurgulu idi. Veda Hutbesinde, orada bulunan ve onlar vasıtasıyla arkadan gelecek olan tüm Müslümanlara, kadınlara karşı saygılı ve merhametli olmaya emretti. Şöyle dedi: "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim.Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emri ile helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

İslamın kadına bakışını ve muamelesini Kapitalizm ile kıyaslayacak olursak, çok ciddi/keskin farklar göreceğiz. Zira İslam kadına itibar kazandırır, şereflendirir. Müslüman erkekleri, kadını korumaya ve ona değer vermeye teşvik eder. Kapitalizm ise erkekleri, kadınları, yalnızca ihtiyaçlarını/arzularını tatmin edecek nesneler olarak görmeye teşvik eder. Kapitalist toplumlar içerisinde kadının değeri, güzelliği ve eteğinin kısalığı ile ölçüler. Nitekim, kadına yönelik bu korkunç/iğrenç bakış açısı, erkeklerin kadınların üzerlerine, tıpkı çakalların avlarının üzerine üşüşmeleri gibi, üşüşmelerine sebep oldu.

Avrupa Birliğinde yapılan araştırmalar, her 10 kadından birinin, 15 yaşından bu yana bir çeşit cinsel şiddete maruz kaldığını ve her 20 kadından birinin tecavüze uğradığını gösteriyor. Bu, sözde medeni olan Kapitalist toplumlarda meydana gelen cinsel ve fiziksel bir çok tespit içeren raporlardan sadece biridir.
Batılı Kapitalist toplumlar, İslamın içtimai sistemini ve kadına muamelesini öcü gibi göstermeye/canavarlaştırmaya devam ederken, kendi istatistikleri, İslama yönelik yaptıkları suçlamaların ikiyüzlülüğünü ortaya seriyor. Zira Batı toplumları, kadınlara yönelik işlenen en yüksek suç oranlarından sorumlular!
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11043180_779629552129076_5155163353800204064_n.png

Ebeveynin İslam’da sahip olduğu özel statü ve saygıyı birçok kişi biliyor olabilir. Fakat, Allah (st)’nın onlara o kadar yüksek bir statü tayin etmiştir ki, çoğu zaman anne ve babanın haklarını Kendi (st) haklarıyla birlikte zikrettiğini biliyor muydunuz?

Allah (st) Kur’an-ı Azim’inde şöyle buyuruyor:
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti.” (el-İsra 23)
Burada Allah (st) bizlere ana babamıza iyi davranmamızı hemen sadece kendisine kulluk etmeyi emretmesinin ardın emretmiştir. Bu ise ebeveyne güzel muamelenin önemine vurgu yapan birçok ayetten sadece bir tanesidir.

İbn Kesir, yukardaki ayetle ilgili tefsirinde, şöyle demiştir:
“Bu ise en üstün ve en önemli haktır, yani, Allah’ın sadece ve sadece Kendisine hiçbir ortak koşmadan ibadet edilmesi hakkıdır.
Bundan sonra yaratıkların ve bunların başında da ana babanın hakkı gelir. Genelde Allah (st) ana baba haklarını, Kendi haklarıyla birlikte zikretmiştir.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11046477_779573948801303_4474622196634819636_n.png

Yaşadığımız bu dönemde, laik kapitalist toplumlarda Batılı kadınların statüsü kariyerinde ne kadar itibar elde ettiği ile, ne kadar para kazandığı ile, dış görünüşüyle, bir yandan da bu kadar çok beklenti arasında ne kadar çok işi aynı anda yapabilmesiyle ve hem de ailevi işlerini halledebilmesiyle ölçülmekte. Annelik rolüne ise neredeyse hiçbir itibar ve takdir gösterilmemektedir.
Aksine, laik kapitalist toplumlarda, tam zamanlı annelik düşük statülü, kocasından aşağı derecede – çünkü ona maddi olarak bağımlı – görülmektedir.

İslam’da ise annelik bir kadının ulaşabileceği en üstün ve Cennetin kapılarını açan mertebedir. Annelik; kadının konumu ekonomik bağımlılığından dolayı hiçbir şekilde düşürmemektedir. Aksine, onun maddi geçiminin temin edilmesi, maddi olarak desteklenmesi onun hakkıdır.

Allah (st) rahmeti ile, kadın ekmek parası kazanmanın yükünden muaf tutulmuştur ve böylece birincil görevi olan annelik görevini yerine getirebilmek için serbest bırakılmıştır.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11062941_779546405470724_6147077250280556361_n.png

Peygamberimiz Muhammed (sav) iffetli ve erdemli kadınları çokça överdi. Şöyle demişti:
"Dünya nimetlerinin en kıymetlisi, saliha olan hanımdır.“
Bir gün sonraki Halife Hz. Ömer (ra) şöyle dedi: “Kişinin sahip olduğu en kıymetli hazineyi size haber vereyim mi? Saliha kadındır ki, yüzüne baktığı zaman kocasını sevindirir, emrettiğinde itaat eder, yanında olmadığı zaman kocasının haklarını korur.”
Yine başka bir vesileyle Rasulullah (sav) şöyle dedi: “Bir adamın sahip olabileceği en hayırlı mal; şükreden bir kalp, zikreden bir dil ve ahiret hususunda yardımcı olacak imanlı bir eştir” Ve yine: “Dünyanın tamamı kendisinden faydalanılacak bir meta'dır. Dünya metaının en hayırlısı ise saliha kadındır.“
Rasulullah (sav)’den daha sayısız nice hadis, kadının mukaddesliğine dair aynı duyarlılığı tekrar etmektedir. Yalnız burada vurgulanması gereken husus, bu duyarlılığın ancak İslam devletinin tatbik edilmesiyle, yani Hilafet’le, hayata geçirildiğini görebileceğimizdir.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11025777_779214005503964_2102242502447162233_n.png

Müslüman Kadın: Bir Anne ve Hayat Öğretmeni

Tarihte İslam’ın kadını anne olarak onurlandırdığı gibi hiçbir ideoloji ya da herhangi bir sistem onurlandırmamıştır. İslam kadının annelik konumunu sıkça överek, bakış açısını oldukça net ortaya koymuştur. Aslında Allah (st), kadına saygı gösterilmesini hem bir zorunluluk hem de bir erdem olarak addetmiştir. Hamilelik, doğum, çocuklarına bakım ve yetiştirme esnasında çektiklerinden ötürü ve onlara rehber ve öğretmen olmasından dolayı, annenin haklarını babanınkinden daha üstün, daha öncelikli tutmuştur. Bir anne, çocuğun hayatta karşılaştığı ilk öğretmendir ve onun samimi bir Müslüman ve izzetli bir insan olarak gelişmesindeki en büyük etkiye sahiptir.

Bu husus Kuran-ı Kerim’de birçok surede tekrar tekrar ifade edilmiştir; sadece İslam’da kadının anne olmak hasebiyle sahip olduğu özel konumu açıklamak için değil, fakat aynı zamanda hayatı idrak etmeye başladığı andan itibaren, çocuğun zihnine ve kalbine bu mefhumu yerleştirmek için:
“İnsana, anne ve babasına ihsanla davranmasını vasiyet ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Ve onun taşınması ve sütten kesilmesi 30 aydır.”(46:15)

Peygamberimiz (sav); İslam’ın anneye bu hoş ve güzel bakışını şu sözleriyle ifade etmiştir:
Bir adam Peygamber Efendimize gelip derki, “Yâ Rasulallah, en çok kime iyilik ve ihsan etmeliyim?", “Annene". "Sonra kime?", "Annene". "Sonra kime?", "Annene". "Sonra kime?" (bu dördüncü defasında), "Sonra babana."

İslam’ın anneye inanılmaz değer verdiği ve onu yüksek bir makama oturttuğu gün gibi ortadadır. Anne sadece çocuğun fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarını gideren birinci derecede koruyucusu değildir. Anne, yuvasının dört duvarı arasında ilk okulu kurmaktadır; çocuğuna edep, değerler, ve İslam’dan ve onun kültüründen doğan en temel fikirleri öğretir. Allah’ın varlığı, Peygamberlerin hayatlarını ve çektiklerini ve onların kalplerinin ve imanlarının hiçbir zaman sendelemediğini. Anne çocuğuna İslam tarihinin büyük kadın şahsiyetlerini ve onların Peygamberimiz Muhammed (sav)’in yanında savaş meydanlarında sağlam kayalar gibi durduklarını anlatır; mesela Nuseybe bint Kaab’ı anlatır. O kadınların, Allah ve Rasulü Muhammed’e olan sevgileri son derece güçlüydü.

Çocuğun kalbine ilk iman tohumunu yerleştiren, onu kök salana kadar, büyüyüp güçlü kuvvetli olana kadar besleyen annedir. Çocuğuna sahabenin muhteşem ve nefes kesen hikayelerini anlatır; Selahaddin Eyyubi gibi, İslam kahramanlarının varlığını aktarırken, çocuğun samimi bir Müslümanın hayatta nelere güç yetirebileceğini tam manasıyla anladığından emin olur. Ve en önemlisi gerçek ve pak bir Müslümanın ne olduğunu anlatır.
Çocuğa, modern dünya diye bilinen tehlikeli ve vicdansız vahşi hayattan geçerken yol gösteren, hayattaki zorluklar karşısında, ardı arkası kesilmeyen yalan özgürlük anlayışının teklifleri karşısında ve anlamsız zevkler ve sahte illüzyonlar ve yoldan çıkarıcı saadet vaatleri karşısında dik durmayı öğreten annedir. İslami değerlerin, duyguların ve düşüncelerin bütünü çocuğun hayata bakışının doğal bir parçası olarak ona hayat yolculuğunda refakatçilik eder.

Bundan ziyade, annenin çocuğun kendisine ait olmadığını, fakat Aziz Allah’ın bir emaneti olarak onu himaye etmesi gerektiğine kesin imanı, günün birinde tekrar Allah’a bu emanetin hesabını vermek bilinci, anneyi görevini hakkıyla yapmaya teşvik eder.
Rasulullah (sav) buyuruyor ki:
“Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Daha sonra anne ve babası onu yahudi, hıristiyan yahut mecusî yapar.” (Buharî; Müslim)
Ebu Hureyre (ra)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat."
(Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizi, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.)

Böylece Müslüman annelerin kalbine zerre kadar şüphe girmesin, zira Allah (st) onlara çok üstün bir mertebe hazırlamıştır. Gerçekten de, bizler evlatlarımızın hayatlarındaki ilk öğretmenleriz, onlara nur’u gösteren ve zulûmattan (karanlıklardan) koruyan…
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
10481451_780224748736223_4051519481987638540_n.png

#Womenandshariah
#WomenAgainstFeminism
#IWD2015

Tüm kadın vatandaşlarına bedava birinci sınıf eğitim verecek olan sadece Nübüvvet Metodu üzere kurulacak olan Hilafet Devletinde mümkündür.

Bugün dünyada okuma yazma bilmeyen kadınların sayısı ıstırap verici yüksek bir oranda. 62 milyon kız okula gitmiyor. Bu sayıya, Pakistan, Bangladeş, Afganistan ve Endonezya gibi Müslüman ülkeler de dahildir.

Kızlar ve kadınlar arasındaki okur yazarlığı artırmanın tek çözümü Hilafet devletinin geri getirilmesi için çalışmaktır. Devleti kadınların eğitimine hakkıyla önem ve değer vermeye zorunlu tutan, yine Hilafetin üzerine kurulu olduğu İslam ilkeleri olmuştur. Kadınları imkânlarla donatıp onların ilim arzularını da tatmin etmiştir.

“Eğitim, Hilafetin tüm vatandaşlarına - kadın olsun erkek olsun - sunmakla mükellef olduğu temel bir ihtiyaçtır. Herkese eğitim sunmak devletin başlıca görevidir. Bundan dolayı, okulların, fakültelerin ve üniversitelerin kurulması ve yürütülmesi, İslam’ın sahih ekonomik nizamı sayesinde, yeterli düzeyde finanse edilecektir. Hilafet, kız ve erkek çocuklarına ilk ve orta öğretimi ücretsiz sunmakla mükelleftir.”

Hilafet Devletinin Anayasa Tasarısı, Madde 178
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
11041802_888142851228461_5067555309132337332_n.jpg

Kadın sahabeler kendilerinden sonrakilere ilimde öğrenmekte sebatlı olmanın timsali olmuşlardır.
Hanım sahabeler bilgiyi araştırma azmi açısından kendilerinden sonra gelenler için birer örnek teşkil etmektedirler. Onlar, normalde kadınların erkeklerin önünde sormaya ar ettikleri meseleleri bile sormaktan geri durmamışlardır.
Yine Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: “Ümmü Süleym (r.anha) Resûlullah'a (s.a.s): "Rüyasında, erkeğin gördüğünü gören kadın hakkında sorarak, gusül gerekip gerekmeyeceğini öğrenmek istedi. Aleyhissalatu vesselam: "Evet!, suyu görürse!" cevabını verdi. Aişe (r.anha) (Ümmü Süleym'e yönelip) "Allah hayrını versin (neler söylüyorsun?)” diye ayıpladı. Resûlullah (s.a.s) (Âişe'ye yönelerek): "Ey Âişe, bırak onu, (dilediğini sorsun!) öyle olmasa (çocuklarda anne tarafına) benzerlik olur mu? Kadının suyu erkeğin suyuna üstün gelirse, çocuk dayılarına benzer; erkeğin suyu kadınınkine üstün gelirse, çocuk amcalarına benzer" buyurdular.” [Müslim, Hayz 33, (314); Muvatta, Taharet 84, (1, 51); Ebu Davud, Taharet 96, (237); Nesai, Taharet 131, (1, 112,113).]
Hz. Aişe (ra) dan : “Şu Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Utangaçlıkları (hayaları) soru sorarak dinlerini öğrenmelerine mani olmamıştır” (Buhari)
Bu örnek; kadınların ilim ve bilgi elde etmede gösterdikleri azim ve sebatı net bir şekilde ortaya koyduğu gibi konu utandırıcı bile olsa kendilerini eğitmenin ne kadar gerekli olduğunu anladıklarını göstermektedir. Buna ilaveten, İslam devletinde eğitim ücretsiz ve hem kadın ve hem erkek için zorunlu olacaktır ki böylece hem kadının hem erkeğin aydın vatandaş olması sağlanacaktır.
 

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
Fatima el-Fihri hakkındaki yazıyı hatırlıyor musunuz? DÜNYANIN ilk üniversitesini kuran kadını?

Bu bir tesadüf sonucu gelişmedi. Hilafet altında, ilim aramak ve okumak için insanlar teşvik edilecektir ve bu erkek için nasıl geçerliyse en az aynı şekilde kadın için de geçerlidir.
İslam hakkında çok kez Şeriat kadına zulmediyor gibi aynı basmakalıp iddiaları duyuyoruz. Bunun üzerine bir de Batılı kadının eşit olduğu ve kimsenin kendisine bu güne kadar veremediği hakları elde ettiği iddia edilir. Onların şu an en iyi çözüme sahip olduklarını söylerler, ama bir de tarihlerine bir bakın…

Evet, tarihlerine bir bakın, ama bu sefer geniş bir açıdan bakın, Batılı sınırların dışına kadar açılan bir açıdan. Daha doğrusu, ta Hilafet dönemindeki hayata kadar uzanın. Burada kadınların nail oldukları haklara Batılı kadınlar daha 200 yıldan az bir süre öncesine kadar sahip olamamışlardı.
10985370_781890955236269_6257231798807991239_n.jpg

 
Üst