dedekorkut1
Doçent
KADER-İ İLAHİ
SELİM GÜRBÜZER
Kader; Allah’ın ezelde takdir edip yarattığı her şeyin Levh-i Mahfuza kayda alınmış yazgıdır. Dolayısıyla bu tariften hareketle ezelde her ne takdir edilmişse gelecekte açığa çıkması kaza olarak ifade edilir. Sakın ola ki bu tariften şu anlam çıkmasın, Yüce Allah tüm olan bitenler vuku bulduktan sonra her şeyden haberdar olmuştur diye, bilakis öncesi ve sonrası hiç fark etmez, Levh-i Mahfuza yazılmış olduğundan şüphesiz ki her olan bitenden haberdardır elbet. Ancak şu da var ki, her yazılan vuku bulacak diye bir şartta yoktur. Bu yüzden İmam-ı Azam bu hususta Levh-i Mahfuza kaydedilenlerin hüküm olarak yazılmadığını vasıf haber olarak kayda geçtiğini beyan etmişlerdir. Bir başka ifadeyle kayda geçmiş olan her yazı vuku bulsun diye yazılmış değil, bilakis olacak şeklinde, ya da şöyle olacağı önceden bilinip tespit manasına bir yazgıdır. Üstelik tüm bu yazgılar kullardan da gizlidir. Özellikle de rızık, ecel gibi kesinleşmiş hükümler bu kapsamda olup Rabbül Alemin’e hiç kimse kaderi hakkında neden böyle oldu diye ne bir sitemde bulunabilir ne de şikâyet edebilir. O kaleme yaz diyince kalemde yazıverir elbet, hem nasıl şikâyette bulunabiliriz ki.
Malumunuz Allah’ın ilk yarattığı kalem olduğunu Rasulullah (s.a.v)’in bizatihi: “Allah Teâlâ gökleri ve yeri yaratmadan 50.000 sene önce Levh-i Mahfuz’a mahlûkatın kaderlerini yazdı. O zaman Arş’ı su üzerinde idi” (Müslim) diye beyan buyurduğu bu hadis-i şeriften pekâlâ anlayabiliyoruz. Nitekim Allah kalem’e yaz deyince;
Kalem bu emir karşısında:
-Ne yazayım ki der.
Yüce Allah (c.c) bunun üzerine şöyle emreder:
-Kıyamete kadar olacak olan her şeyi (kaderini) yaz,
Derken kalemde yazıverir.
Bakınız Ubade İbn’us Samit (r.a) sekarat esnasında oğluna ne diyor:
-Ey Oğul, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe imanın ve hakikatin tadını asla bulamazsın. Zire ben Resulullah (s.a.v)’in şöyle beyan buyurduğunu işittim: Allah’ın yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarlarını yaz dedi. Ey Oğul! Resululh (s.a. v)’den şunu da iştim: Kim bu inanç dışında ölürse o benden değildir (Ebu Davud, Tirmizi).
Efendimiz (s.a.v) bir defasında yine ashabına yönelik;
-“Muhakkak Allah-u Teâlâ herkesin cennetteki ve cehennemdeki yerini said mi? şaki mi? ne olacaksa halini yazıp tespit etmiştir” diye beyan buyurunca Sahabeyi Kiram:
-Ya Resulallah! Madem sonumuz belli, o halde daha niye amel ederiz ki.
Efendimiz (s.a.v) cevaben;
-Siz gücünüzün yettiği kadar amel edin gevşemeyin. Bir kimse saadet ehlinden ise ona cennetliklerin ameli kolaylaştırılır. Eğer şekavet ehlinden ise cehennemliklerin ameli kolaylaştırılır (Buhari) diye buyurur.
Gerçekten de Allah Teâlâ bu durumu ayeti celilesinde şöyle tasdik eder: “Kim Allah için harcar, günahtan sakınır ve en güzel sözü (kelimeyi şahadet) tasdik ederse biz onun için cenneti hazırlarız, aksi takdirde cehenneme giden yolunu kolaylaştırırız.” (Leyle 5–10)
Hz. Ömer (r.a) bu arada Allah Resulüne şöyle sual tevdi eyler:
-Ya Rasulullah! İşlediğimiz amellerimiz önceden belirlenen bir hüküm üzere mi vuku bulur, yoksa sonradan bizim başlayıp bitirmemizle mi?
Efendimiz (s.a.v) cevaben şöyle der:
-Önceden belirlenen bir hüküm ve takdire göre yapıyorsunuz.
Hz. Ömer (r.a) bu kez:
-Ya Rasulullah! Madem her şey önceden belirlendi ise o zaman biz niçin amel ediyoruz ki.
Efendimiz (s.a.v) cevaben:
-Ey Ömer! Allah’ın takdir ettiği her şeye amelle ulaşılır der.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) ikna olup şöyle der:
-O halde (anladığım kadarıyla) ulaşmak istediğimiz her şey için vesile yapılan amellere sımsıkı sarılmamız icab eder.
Böylece Resul-i Ekrem (s.a.v) bu mevzuuyla alakalı en ufak şüpheye mahal bırakmaksızın en nihai noktayı şu ifadelerle ortaya koyar:
-Herkes ne için yaratıldı ise onun amelini işlemeye muvaffak kılınır. (Buhari)
İşte bu müthiş ifadelerin zihinlerde en ufak şüphe oluşturmadığı şundan besbelli ki İbnu kayyum bir sohbet esnasında;
-Bu hadisi şerifi işitene kadar amel konusunda fazla bir şevkim yoktu, ama şimdi tüm var gücümle hayırlı amele yöneldim demekten kendini alamaz da.
Zaten Rabbül âleminin kullarının bir köşeye çekilip kaderde ne yazılıysa o olur düşüncelerle oyalanmasını murad etmediği o kadar net açık ki, Kuran’da bu hususta zikr olunan: “Biz dileseydik her nefse hidayet verirdik, fakat tarafımızdan şu söz kesinleşti. Muhakkak cehennemi bir gurup cin ve insanla tamamen dolduracağım” (Secde–13) ayet-i celilesi bu tip gereksiz kaygılara ve düşüncelere geçit vermemek için vahy edilmiştir. Hiç şüphe yoktur ki hidayet Allah’tandır. Biz sadece kulluk görevimizi yapmakla mükellefiz. Nitekim Bir gün Ümmü Habibe (r.a):
-Allah’ım! Beni zevcim Rasulullah, babam Ebu Süfyan ve kardeşim Muaviye ile birlikte güzel günlere ve hoş nimetlere kavuştur diye dua ettiğinde Habib-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) bu dua edişi üzerine kendisine şöyle uyarır:
-Sen Allah’a kesinleşmiş eceller, belirlenmiş günler ve taksim edilmiş rızıklar için mi dua ediyorsun. Sen bu tür şeyler yerine Allah’tan seni kabirdeki azaptan ve cehennemin ateşinden kurtarmasını isteseydin ya, bu senin için çok daha hayırlı ve daha faziletli olurdu. (Müslim)
SELİM GÜRBÜZER
Kader; Allah’ın ezelde takdir edip yarattığı her şeyin Levh-i Mahfuza kayda alınmış yazgıdır. Dolayısıyla bu tariften hareketle ezelde her ne takdir edilmişse gelecekte açığa çıkması kaza olarak ifade edilir. Sakın ola ki bu tariften şu anlam çıkmasın, Yüce Allah tüm olan bitenler vuku bulduktan sonra her şeyden haberdar olmuştur diye, bilakis öncesi ve sonrası hiç fark etmez, Levh-i Mahfuza yazılmış olduğundan şüphesiz ki her olan bitenden haberdardır elbet. Ancak şu da var ki, her yazılan vuku bulacak diye bir şartta yoktur. Bu yüzden İmam-ı Azam bu hususta Levh-i Mahfuza kaydedilenlerin hüküm olarak yazılmadığını vasıf haber olarak kayda geçtiğini beyan etmişlerdir. Bir başka ifadeyle kayda geçmiş olan her yazı vuku bulsun diye yazılmış değil, bilakis olacak şeklinde, ya da şöyle olacağı önceden bilinip tespit manasına bir yazgıdır. Üstelik tüm bu yazgılar kullardan da gizlidir. Özellikle de rızık, ecel gibi kesinleşmiş hükümler bu kapsamda olup Rabbül Alemin’e hiç kimse kaderi hakkında neden böyle oldu diye ne bir sitemde bulunabilir ne de şikâyet edebilir. O kaleme yaz diyince kalemde yazıverir elbet, hem nasıl şikâyette bulunabiliriz ki.
Malumunuz Allah’ın ilk yarattığı kalem olduğunu Rasulullah (s.a.v)’in bizatihi: “Allah Teâlâ gökleri ve yeri yaratmadan 50.000 sene önce Levh-i Mahfuz’a mahlûkatın kaderlerini yazdı. O zaman Arş’ı su üzerinde idi” (Müslim) diye beyan buyurduğu bu hadis-i şeriften pekâlâ anlayabiliyoruz. Nitekim Allah kalem’e yaz deyince;
Kalem bu emir karşısında:
-Ne yazayım ki der.
Yüce Allah (c.c) bunun üzerine şöyle emreder:
-Kıyamete kadar olacak olan her şeyi (kaderini) yaz,
Derken kalemde yazıverir.
Bakınız Ubade İbn’us Samit (r.a) sekarat esnasında oğluna ne diyor:
-Ey Oğul, başına gelecek olan şeyin asla atlatılamayacağını, kaçırdıklarını da yakalayamayacağını bilmedikçe imanın ve hakikatin tadını asla bulamazsın. Zire ben Resulullah (s.a.v)’in şöyle beyan buyurduğunu işittim: Allah’ın yarattığı şey kalemdir. Kalemi yarattı ve: Kıyamete kadar olacak şeylerin miktarlarını yaz dedi. Ey Oğul! Resululh (s.a. v)’den şunu da iştim: Kim bu inanç dışında ölürse o benden değildir (Ebu Davud, Tirmizi).
Efendimiz (s.a.v) bir defasında yine ashabına yönelik;
-“Muhakkak Allah-u Teâlâ herkesin cennetteki ve cehennemdeki yerini said mi? şaki mi? ne olacaksa halini yazıp tespit etmiştir” diye beyan buyurunca Sahabeyi Kiram:
-Ya Resulallah! Madem sonumuz belli, o halde daha niye amel ederiz ki.
Efendimiz (s.a.v) cevaben;
-Siz gücünüzün yettiği kadar amel edin gevşemeyin. Bir kimse saadet ehlinden ise ona cennetliklerin ameli kolaylaştırılır. Eğer şekavet ehlinden ise cehennemliklerin ameli kolaylaştırılır (Buhari) diye buyurur.
Gerçekten de Allah Teâlâ bu durumu ayeti celilesinde şöyle tasdik eder: “Kim Allah için harcar, günahtan sakınır ve en güzel sözü (kelimeyi şahadet) tasdik ederse biz onun için cenneti hazırlarız, aksi takdirde cehenneme giden yolunu kolaylaştırırız.” (Leyle 5–10)
Hz. Ömer (r.a) bu arada Allah Resulüne şöyle sual tevdi eyler:
-Ya Rasulullah! İşlediğimiz amellerimiz önceden belirlenen bir hüküm üzere mi vuku bulur, yoksa sonradan bizim başlayıp bitirmemizle mi?
Efendimiz (s.a.v) cevaben şöyle der:
-Önceden belirlenen bir hüküm ve takdire göre yapıyorsunuz.
Hz. Ömer (r.a) bu kez:
-Ya Rasulullah! Madem her şey önceden belirlendi ise o zaman biz niçin amel ediyoruz ki.
Efendimiz (s.a.v) cevaben:
-Ey Ömer! Allah’ın takdir ettiği her şeye amelle ulaşılır der.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) ikna olup şöyle der:
-O halde (anladığım kadarıyla) ulaşmak istediğimiz her şey için vesile yapılan amellere sımsıkı sarılmamız icab eder.
Böylece Resul-i Ekrem (s.a.v) bu mevzuuyla alakalı en ufak şüpheye mahal bırakmaksızın en nihai noktayı şu ifadelerle ortaya koyar:
-Herkes ne için yaratıldı ise onun amelini işlemeye muvaffak kılınır. (Buhari)
İşte bu müthiş ifadelerin zihinlerde en ufak şüphe oluşturmadığı şundan besbelli ki İbnu kayyum bir sohbet esnasında;
-Bu hadisi şerifi işitene kadar amel konusunda fazla bir şevkim yoktu, ama şimdi tüm var gücümle hayırlı amele yöneldim demekten kendini alamaz da.
Zaten Rabbül âleminin kullarının bir köşeye çekilip kaderde ne yazılıysa o olur düşüncelerle oyalanmasını murad etmediği o kadar net açık ki, Kuran’da bu hususta zikr olunan: “Biz dileseydik her nefse hidayet verirdik, fakat tarafımızdan şu söz kesinleşti. Muhakkak cehennemi bir gurup cin ve insanla tamamen dolduracağım” (Secde–13) ayet-i celilesi bu tip gereksiz kaygılara ve düşüncelere geçit vermemek için vahy edilmiştir. Hiç şüphe yoktur ki hidayet Allah’tandır. Biz sadece kulluk görevimizi yapmakla mükellefiz. Nitekim Bir gün Ümmü Habibe (r.a):
-Allah’ım! Beni zevcim Rasulullah, babam Ebu Süfyan ve kardeşim Muaviye ile birlikte güzel günlere ve hoş nimetlere kavuştur diye dua ettiğinde Habib-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) bu dua edişi üzerine kendisine şöyle uyarır:
-Sen Allah’a kesinleşmiş eceller, belirlenmiş günler ve taksim edilmiş rızıklar için mi dua ediyorsun. Sen bu tür şeyler yerine Allah’tan seni kabirdeki azaptan ve cehennemin ateşinden kurtarmasını isteseydin ya, bu senin için çok daha hayırlı ve daha faziletli olurdu. (Müslim)