İsyanın Dili Yoktur

Âwdil

Mim Lâmelif Vâv
Katılım
26 Eki 2006
Mesajlar
1,397
Tepkime puanı
312
Puanları
0
Konum
Endülüs
(Sosyal uysallığın karşısına dikilen her hareket, hakiki bir isyandır" Nurettin Topçu - İsyan Ahlakı)

Ön koşulsuz bir hayatın ortasına atılan insan, öz ve varlık dilemmasında travmalar yaşar. Ya özün kendisine kendinden önceki bir zaman diliminde verildiğine inanır ya da özünü varlığının farkına vardıktan sonra kendisinin oluşturduğu kanısına varır. Her iki durumda da, travma bırakmaz bireyin yakasını. Ferdi absürdlüklerin tümevarımla mayalanıp, toplumsal ruhsuzluğun hür bireyde oluşturduğu patolojik yansımalar, yadsınamaz yenilişidir insanoğlunun. Tarihler boyu, paradigmasını yitirmiş ve kimi zaman yitirmeye bile fırsat kalmayacak şekilde bulamamış toplumsal idea, bireyin tahtına oturtmak istemiştir garibelerini. Hermeneutiğini inşa edememiş yorumsama formu, insanlığın deforme olmasına ve insana vâki olanın reforme edilmesine sebep olmuştur. Kıblesi ve imanı şaşmış bunca yitik figüran, zihinsel med-cezir seanslarıyla deformize ve reformize ayinlerinde sağır-dilsiz-susuz bırakılmıştır. Ama sair zamanlarda, bu absürdistanın neferi olmayıp, elindeki bayrağı sallamaktan ziyade bayrağını dikecek kaleyi inşa etme derdine düşen çağdaş prometelere de tanıklık etmiştir yerküre. Hakikat düzlemine isyan, dönüşüm ve feragat adlı kilometre taşlarını döşeyen bu prometelerden yansıyan ateş, sonsuz zamana ve zamanın yerlebir olacağı zamansızlığa kadar alevden pelerinlerle kendini dans ettirecek. Bu dansın ritmini yakalamak adına, prometelerle içsel bir ayin yapma muradına erişmeliyiz. İsyanın dilinin ve dininin olmadığının tasavvuruyla atmalıyız her adımı, ve alevden kostümlerle dans etmeliyiz bu lağvedilmiş kainatta.

Franz Kafka, burjuvazinin ve karmaşanın ortasında pazara düşen bir buhran elmasıdır. Adem'in ve Newton'un aksine elmanın edilgeni olma anayasası koşulmamıştır Kafka'ya. O, iki dünyanın arasında sıkışıp kalmış bir ârâfzededir. Çekoslavak proleteryasından tüccar bir baba ve Alman bir yahudi annenin çocuğu olması bu ârâfzedeliğinin nişanesi olsa da, en büyük buhranı, kendisini ne Almanlar'ın ne de Çekler'in tam olarak içselleştiremedikleri gerçeğini öğrenince yaşamıştır. Bu öyle büyük bir buhrandır ki; öldükten sonra korunan evinin, Çek halkının çoğunluğu tarafından bilinmeyeşiyle dahi izah edilemez. Bu izah edilemezliğin farkına varan Kafka, anlatı sanatının doruklarına ulaştığı ve hala sıcak dansını mevcudata hissettirdiği Dönüşüm romanıyla manifestosunu sunmuştur insanlığa. Gregor Samsa, bir umursamayış ve uslanış isyanıdır. Toplumsal ideanın birey usuna çivilerle çaktığı ve akıp giden zamanda betonlaştırdığı sakat diyalektiğin karşısında, karşı konulamaz bir duruştur Samsa'nın böcekliği. Ailesinin yumrulaşmış zihinsel şartlanmışlıklarını karşısına alıp odasına çekilmiştir dev böcek. Toplumun ve hatta ailesinin dahi böcek Samsa'yı ezme ritüelleri, robotik algının ve reflekssiz dimağın patolojikliğini gözler önüne serer. Ama bundan rahatsız olmaz Samsa, aksine kayıtsız kalarak küfreder. Tüm bu dışlanmışlıklara rağmen, dayatmacı topluma, klişeleşmiş akla boyun eğmeyip bir böcek gibi ezilerek ölür Samsa. Bu bir dirilişin ölümüdür, bir ölümün dirilişi. Dupduru bir isyan, sonsuz bir başkaldırının gökyüzüne mezarlanışı.

İran İslam Devrimi'nden önce düşük bütçeli ve melankolik farsi filmlerle yerel sinemadan bağlarını kopartan, MGM, Touchstone, Paramount gibi Batılı şirketlerin kültürel deformasyon niyetiyle sunduğu tuzsuz filmleri ithal eden, filmlerinin gişe yapmaması nedeniyle gizli köşelerde seks filmleri yönetip halka sunan İran Sineması, Dariush Mehrjui ile adeta bir başkaldırının sirenlerini çaldı. Senaryosunu psikolog Gholam Hossein Saedi'nin yazdığı ve Dariush Mehrjui'nin yönettiği 1969 yapımı Gaav(İnek) filmi, sisteme, daha doğrusu sistemsizliğe bir isyandı. İran'ın güneyindeki bir köyde yaşayan Hasan, köyün tek ineğine sahiptir. Ve ineğine acayip derecede bağlıdır. Vaktin birinde ineğinin boynunda bir yara çıkar ve köylüler Hasan durumdan haberdar olup üzülmesin diye onun köyde olmadığı bir anda ineği öldürüp gömerler ve Hasan'a, ineğinin kaçtığını söylerler. Fakat çok sonra gerçeği öğrenen Hasan, tıpkı Gregor Samsa'nın odasına çekilmesi gibi, ineğinin yaşadığı ahıra kendini kapatıp inzivaya çekilir ve derin düşüncelere dalar. O kadar üzülür ki, en sonunda kendisini bir inek gibi görmeye ve dünyayı bir inek gibi algılamaya başlar. Bu durumdan kaygı duyan köy sakinleri Hasan'ı hastaneye götürmeye karar verir ama Hasan bir mola esnasında kendisini tepeden aşağı atarak ölür. Mehrjui, bu anlatıyla Muhammed Rıza Pehlevi dönemini müthiş bir imgesellikle eleştirir. Şehinşah(Kralların Kralı) ve Sayeh-Eh-Khodah(Allah'ın Yeryüzündeki Gölgesi) ünvanlarıyla İran Halkı'nı yıllarca monarşize eden ve sömüren Pehlevi'den intikamını böyle almıştır Mehrjui. Dayatılan fikirler, konulan sansürler ve kısıtlanan hürriyetlere Mehrjui'nin ağzıyla küfreder İran Halkı. Hasan karakteri ile figürize edilen halk, boynunda yara çıkmış inek ile temsil edilen aydın mütefekkirler, Pehlevi sultasının monarşik diktatörlüğüyle kendini öldürmeye ve yok etmeye itilmiştir. Kendine ve kutsalına yabancılaşmak zorunda bırakılan halk, içinde bir yumruk gibi sıkılı duran isyanı böylesi saygın bir ağızda dile getirmiştir. Ve devrimden önce devrimi gerçekleştirmiştir Mehrcuyi. Ali Şeriati gibi İslam Devrimi'nin tohumunu atan bir aydının bu film için "bu filmde yabancılaşma(alienation) problemini insan, bütün anlamları ve bütün varlığıyla hissediyor" demesi boşa değildir. Ayrıca filmi, Rıza Pehlevi'nin eşi Farah Pehlevi'nin beğenmesi de apayrı bir açmazdır, monarşi sarayındaki entrika ve bastırılmışlıklara bir hüccettir.

Yine aynı yabancılık olgusunu Albert Camus'un o muhteşem Yabancı romanında da görürüz. Annesinin ölümü ve sevdiği kadın karşısında teslimolucu kayıtlılıktan ziyade başkaldırıcı bir kayıtsızlığa zar atar. Ve o da; Hasan ve Samsa gibi kutsal bir kayıtsızlık ve başkaldırıyla ölür. Toplumsal erkin alkış seslerine aşina fizyolojisine, bunun gibi nice tokatlar atılmıştır kainat kuruldu kurulalı. Zaman insanına ise bu tokatlar karşısında refleks gösterip küfretmekle diğer yanağını çevirmek arasında seçim yapmak kalıyor. Deveyi gütmeyip diyardan gitmek mi gerekir yoksa kırbaç yemeye devam edip hörgücün Notre Dame'a benzemesi mi? "Karar sizin sevgili Epiktetos" demiş Socrates, ne de güzel demiş.
 
Üst