dedekorkut1
Doçent
İSTİHBARAT GÜVENLİK AĞIMIZ
ALPEREN GÜRBÜZER
Maalesef güvenlik sistemi toplumun gündeminde en son düşünülecek konu. Tevekkül yanımızdan mı, bilgisizlikten mi olsa gerek bu konularda duyarsız olduğumuz besbelli. Bu yüzden 'Tedbiri al takdiri Allaha bırak' sözünü bir türlü hayatımıza geçiremedik.
Duyarsızlık ve kayıtsızlık hiç beklenmedik anımızda nice canları vurabiliyor. Hele güvenliğimizi zaafa uğratacak 'Bana dokunmayan bin yıl yaşasın' anlayışı bu toprakların kodlarıyla hiç bağdaşmaz, daha çok dayanışma bilincinden yoksun toplumlarda görülen nemelazımcı anlayıştır bu. Ama ne varki bu illet bize de bulaşmış gözüküyor, hele bu anlayış tavan yaptığında toplum güvenliğimizi zaafa uğratacağı malum. Dün nasıl ki bu topraklarda Bir idik, İri idik, Diri idiysek bu günde nemelazımcılığa ve vurdumduymazlığa son verecek dirlik ve birlik projelerini yeniden hayata geçirmek pekâlâ mümkün. Kaldı ki boş ver mantığıyla nereye kadar varılabilir ki, o halde birlik ve dirliğimiz için hem içimizde hem dışımızda güvenliğimizi sağlama almak gerekir. Sağlama almak içinde toplumun devlete güven duyduğu, devletinde toplumun hizmetkârı olduğu sistemi tam teşekküllü oluşturmak şarttır.
Ülkemiz hala tarım toplumundan sanayileşmiş bilgi toplumuna geçiş sancısı süreci yaşayan bir ülke konumdadır. Geçiş sancısı süreci yaşarken bu arada güvenliğimizde sancılı geçebiliyor. İcabında tam manasıyla sanayileşmiş bilgi toplumu olamamanın bedelini güvenlik zafiyeti şeklinde ödeyebiliyoruz. O halde neydik edip bilgi çağına uyarlı modern güvenlik sistemini oluşturmanın yanı sıra bu iş için son derece kalifiye güvenlik elemanları yetiştirmeyi de ihmal etmemiz lazım. Öyle ya, taşeron ve ısmarlama usulü güvenlik sistemi anlayışıyla toplum olarak kendimizi nasıl güvende hissedebiliriz ki. Bikere güvenlik sistemi taşeron firmalara havale ettiğimizde ancak pansuman güvenlik tedbir almış oluruz. İlla ki uzun vadede kalıcı ve profesyonel güvenlik ağına ihtiyaç vardır. Zaten karşı karşıya kaldığımız yeni terör konsepti bunu gerektirir. Aksi halde güvenliğimizi tehdit eden 'Paralel İhanet Çetesi -DAEŞ-PKK-PYD-Mafya türü terör örgütlenmesi gibi yapılardan daha çok dert yanarız. Mesela bu yapılardan parelel ihanet çetesi terör örgütü devletin adeta kılcal damarlarına sızaraktan neredeyse memlekette dinlemediği fişlemediği adam bırakmamış. Hem de bu işi yaparken de devlet imkânlarını kullanarak yapmışlar. Dedik ya güvenlik sistemi zafiyet kabul etmez, baksanıza adamlar bizim 'abdestli namazlı insanlardan zarar gelmez' iyi niyetimizden istifade sızmadıkları kurum bırakmamışlardır. Allah'tan fark edildiler de 17 ve 25 Aralık darbe teşebbüsünden kıl payı kurtulabildik. Hele şükür güvenliğimizi tehdit eden bu yapı üzerine başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere devletin tüm birimleri kararlı bir şekilde üzerine gidip artık inlerine girildiğine şahit olabiliyoruz. Yetmedi bu süreçte emniyet ve güvenlik birimlerimize sızmış bu yapının elamanları bir bir ayıklanıp emniyet ve güvenlik teşkilatımız sil baştan yeniden yapılanmakta bile. Tabii bunlar olumlu gelişmelerdir, ama yinede rehavete kapılmamak gerekir, çünkü bu ihanet çeteleri boş durmaz.
İster devlet ister şirketlere ait kuruluş olsun fark etmez, güvenlik sisteminin tam donanımlı kılmada çoğu kez maliyetten kaçma temayülü görülebiliyor. Oysa mal ve can güvenliğini sağlamada başta devlet olmak üzere tüm iş adamlarının boynunun borcudur. O halde üç kuruşun hesabını yapacağım diye toplum güvenliğini tehlikeye atmaya hiç kimsenin haddi yoktur. Kaldı ki bizim insanımız en iyisine layıktır, hiç durduk yere maliyetten kaçmakta nedir. Hele hele hassaten korunması gerektiren öyle kurumlar, kuruluşlar, firmalar var ki bunlarda da maliyet hesabı yapılırsa vay halimize, eylem planlayıcıların ekmeyine yağ sürüleceği muhakkak. Oysa tabiat boşluk kabul etmez, en ufak ihmalkârlık geri dönülmez ağır sonuçlar doğurabiliyor. Ama sonrası malum bunun ceremesini tüm toplum çekmekte. İşte belirttiğimiz bu tür gerekçeler ışığında en üst teknik donanımda güvenlik sistemi ağı oluşturmak bizim için asla lüks değildir. Artık şu da var ki şehirlerimizi bir köy gibi düşünemeyiz, köydeki dayanışma ruhunu şehirde aramaya kalkışırsak Kemal Sunal'ın 'Köyden İndim Şehire' filminde olduğu gibi şaşkın ördek oluruz. Madem kırsal kesimde ki dayanışma ağı şehirlerde yok gibi gözüküyor, o halde en üst seviyelerde güvenliğimizi sağlayacak yapıyı oluşturmak şarttır. Halen bugün olmuş tedbir almaksızın tevekkül anlayışıyla işi oluruna bırakarak güvenliğimizi çözeceğimizi düşünüyorsak ne mal, ne namus ne de can güvenliğimiz garanti altında olur. Belli ki atalarımız boşa dememişler “Kapını sağlam tut komşunu hırsız tutma diye. İşte bu müthiş atasözü bizim için elzem olan güvenlik tedbirlerini daha da artırmamıza yeterli sebep teşkil edebiliyor. O halde kaderimizde ne yazılıysa o olur deyip meseleyi geçiştiremeyiz. Hiçkuşkusuz kaderde ne varsa o olur, ancak kadere iman etmek tedbirsizlik demek değil ki, bilakis tedbiri alıp takdiri Allaha bırakmak kaderdir. Bakın, veli tabiatlı Abdülhamit Han sadece tevekkülle yetinmeyip dünyanın en gözde istihbarat teşkilatını kurarak çok önceden alınan istihbarı bilgilerle emniyet tedbirleri almış bir Ulu Hakanımızdır. Öyle ki onun oluşturduğu istihbarat teşkilatı sayesinde Devlet-i Aliyyeyi kurtlar sofrasında 33 yıl daha güvenli bir şekilde ayakta kalmasını sağlamıştır. İyi ki de 'Yıldız İstihbarat Teşkilatımız' vardı da hem iç hem dışta bizi yıkmak isteyen güçlerin hevesini boşa çıkartabilmişiz. Ama ne var ki Cennet Mekân Ulu Hakan tahttan indirilince istihbaratımız hak getire, bir anda Osmanlı hızla çöküş sürecine girer de.
Peki ya günümüz Türkiyesinde güvenlik nasıl? Maalesef her şey pekte iç açıcı değil adeta terörle yatıp terörle kalkar haldeyiz. Baksanıza anarşizm sadece kırsal alanları hedef almıyor şehirleri ve metropolleri de vuruyor artık. Her ne kadar cadde cadde, sokak sokak mobesa kameralarla güvenliğimizi tehdit eden unsurlar kare kare izlensede bir bakmışsın tıpkı İstanbul Atatürk Havalimanına yönelik eylemde olduğu gibi birbiri ardınca üç canlı bomba canına kıyıp etrafa dehşet saçmakta. Düşünsenize havalimanında üç polisin fark etmesiyle canlı bombaların takibe alınmasına rağmen önce polislere sonra etrafa silah sıkaraktan canı pahalarına da olsa pimlerinin fünyesini çekip canlı bomba eylemi gerçekleştirebiliyorlar. Öyle ya, silahla ancak birkaç kişinin canına kıyılmakta, ama canlı bomba eylemi öyle değil tamda terör odakları açısından ses getirecek bir yöntemdir. Çünkü eylemin sonunda çok büyük kitlesel can kayıpların bilançosu ağır olmaktadır. İşte bu bilançoya baktığımızda yeni bir terör konseptiyle karşıya karşıya olduğumuzu fark ederiz. Madem her geçen gün acı kayıplar veriyoruz, o halde daha başka ağır bilançolarla karşılaşmamak için istihbarat ağımızı yeniden gözden geçirmekte fayda var. Hatta bu da yetmez kendi interpol güvenlik ağımızı kendimiz oluşturmalı. Zira dünyada pek çok istihbarat ağı birbirleriyle bilgi paylaşımını esergeyip elde ettiği duyumları kendisinde saklayabiliyor. Paylaşım olmayıncada pek çok istihbarat biriminin önceden haberdar olduğu bilgiyi diğer istihbarat birimlerinin gözünden kaçmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla bu gerçekler ışığında yeni istihbarat yapılanmamızı yeni terör konseptine göre yapılandırmak şarttır. Yetmedi Suriye gibi terörize olmuş ülkelere sızacak bir istihbarat yapılanmasına, yani DAEŞ gibi uluslararası alana yayılacak kabiliyete haiz terör örgütlerin içerisine girecek bir istihbarat ağına ihtiyaç vardır. Dedik ya yeni terör konsepti böyle bir istihbarat anlayışını gerektiriyor.
Evet, silahla gerçekleştirilen terör eylemlerin etkisi bir kaç kişiyle sınırlı kalırken tahrip gücü yüksek canlı bombayla gerçekleştirilen eylemler öyle değil tam aksine anında tüm dünya televizyonlarında gündem oluşturup etki alanı sınırların ötesine taşmakta. Zaten bu tür metodla ne kadar kan dökülürse o kadar uluslararası marka terörist sektör olacaklarını hesap etmekteler. Terör odakları marka sektör olmaya çalışa dursun, bu arada biz ne yapıyoruz asıl ona bakmak gerekir. Hiç kuşkusuz bizim açımızdan her an karşılaşacağımız silahlı saldırı ve canlı bomba eylemlerine karşı güvenlik sisteminin kapasite durumu ya da tüm güvenlik birimlerin anında harekete geçme kabiliyetine haiz olup olmadığı çok daha önem arz etmekte. Şayet kurduğumuz güvenlik sistemi tam kapasiteyle gelen sinyaller doğrultusunda bizi anında harekete geçiriyorsa ne ala, geçemediysek bombalanan meydanların, bombalanan havalimanların, bombalanan işyerlerinin infilak edildiğinde içler acısı halini bir düşünün buna hiç bir can yüreğin dayanamayacağı muhakkak. Belli ki yükselen Türkiyenin yıldızı parladıkça bizi rahat bırakmayacaklardır. Baksanıza dünyanın en büyük havalimanının yapım aşamasında bile daha şimdiden zinde odaklarının uykusu kaçmakta, keza Marmaray, Osman Gaziyi Orhan Gazi ile buluşturacak köprü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, tüp geçitler gibi bir dizi yatırımlarda öyledir. Şunu unutmayalım ki su uyur düşman uyumaz, o halde her an uyanık ve tetikte olmamız icab eder.
İşte görüyorsunuz son derece teknik donanıma haiz güvenlik sistemine sahip olsakta bir takım ihmaller, bir takım aksamalar ve hızlı hareket edememe gibi zaafiyetler görülebiliyor. Hiç kuşkusuz dünyanın en donanımlı istihbarat güvenlik ağına sahip olsakta yüzde yüz güvenliğimiz garanti altındadır diyemeyiz. Zaten insanoğlunun keşfettiği icadlarda sıfır hata aramak abesle iştigaldir, şayet sıfır hata güvenlik sisteminden sözedeceksek ABD gibi bir süper devletin ikiz kule hadisesini yaşamaması gerekirdi, yine Avrupanın kalbi Brükselde ve Fransada bombaların patlatılamaz olması gerekirdi. Hele terör odakları eylem yapmayı kafaya koymuş olmasın bir şekilde boşluk bulup kurguladıkları sinsi planları her an, her zeminde, her mekânda gerçekleştirmeleri imkân dâhilinde olabiliyor. Burada önemli olan terör odaklarının daha harekete geçmelerine fırsat vermeden çok öncesinden güvenlik tedbirlerini almış olmamızdır. Aksi halde meydanı boş bulan terör odakları ya da nankör kedilere kendi ellerimizle ciğeri teslim etmiş oluruz. Teslim ettiğimizde olacak olan belli, kan ve gözyaşı selinden başka bir şeyle karşılaşmayız elbet.
Güvenlik sisteminin tam tekmil donanımlı olması gerektiğinden kastımız, hiç kuşkusuz caydırıcılığı hâkim kılmaya yönelik kasıttır. Her ne kadar tam tekmil oluşturulacak uluslararası standartlara uygun güvenlik sistemi tehlikeyi yüzde yüz tamamen ortadan kaldırmasa da tehdit unsurunu etkisiz hale getireceği muhakkak. Kaldı ki oluşturulan güvenlik sistemiyle her daim işler planlandığı gibi gitmeyebiliyor. Bir bakmışsın teknik donanım tam takır çalışır halde ama ne var ki tam teçhizatlı güvenlik elemanı eksik kalabiliyor, ya da tam tersi tam teçhizatlı güvenlik elemanları kalifiye ama bu kez teknik donanım yetersiz durumdaysa ne işi yarar ki. İşte bir unsurun tam tekmil diğerinin aksar halde olması başımıza nice onarılmaz yaralar açmaya yetebiliyor. Hani şu meşhur Sabancı Center cinayeti olayı vardı ya, işte o olayda güvenlik zafiyetinin ortaya koyduğu sonuç ufkumuzu açmaya yetmişti. Düşünsenize Sabancı Center yüz milyara yakın tekabül eden paralar karşılığında güvenlik sisteme sahip bir kuruluş olmasına rağmen binanın 25. katında cinayet işlenebilmiştir. Evet, son derece teknik donanıma haiz bir bina görünümü verse de insan faktörü bir anda hesapları altüst edebiliyor. Öyle ki bina kamera sistemiyle donatılmış ama kapılarda alarm ve dedektör sistemi yoktu. El dedektörleriyle silah olup olmadığı tespit edilebiliyor olsa da onun da malum pratik kullanımı kâfi gelmeyebiliyor. Aslında kapı dedektörü bu iş için daha pratik çözüm olup silah sokamazsınız da. Her ne sebeple olursa olsun sonuçta terörist bont çantasıyla elini kolunu sallayıp rahatlıkla binanın 25. katına çıkıp eylem yapabilmiştir.
Türkiyede çok sayıda özel güvenlik şirketi var ama bu şirketler güvenlik görevi ifa etmekten çok gözetim görevi yapmaktadır. Demek oluyor ki, güvenlik açısından kullanılan teknik donanım çok mükemmel olsa da şayet çok iyi eğitilmiş güvenlik birimi elemanlarına sahip değilsek vay halimize, bu tip güvenlik ağı vitrinlik olmaktan öte bir anlam ifade etmez. Tabii kalifiye eleman olmayınca bir bakmışsın milyar rakamlara mal olan güvenlik ağı işe yaramayabiliyor. Öyleyse tam teçhizatlı kalifiye güvenlik elamanların yetişmesine ağırlık vermekte fayda var.
Şu bir gerçek, ülkemiz hem iç, hem dış güçlerin ilgi odağı durumda. Dünyanın gözü bizim üzerimizde dersek abartmış sayılmayız. Nitekim dönemin CIA Başkanı CNNde yaptığı bir konuşmada; Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte bundan böyle uluslararası ajanların Ortadoğu ve Türkiyede cirit atacağını dile getirmesi manidardır. Bu yüzden bu konuşma güvenlik konusunda ne kadar titiz davranmamız gerektiğini, artık her yaşanan olayın ardından taziye demeçleriyle geçirecek vaktimizin olmadığının farkına varmamıza yetmiştir. Madem bu topraklarda ajanlar, muhbirler cirit atıyor, o halde devlet olarak tıpkı cennet mekân Abdülhamit Hanın yaptığı gibi kendi gönüllü ajanlarımızı aynı usul ve yöntemle misilleme olarak devreye sokmak gerekir. Tabii tüm bunları yaparken de milli iradeyle iş başına gelen siyasi iktidarın bilgisi dâhilinde ve toplumun âli menfaatlerini gözeten istihbarat eşliğinde olması lazım gelir. Aksi halde vesayet unsurlar devreye girecektir.
http://www.bayburtpostasi.com.tr/istihbarat-guvenlik-agimiz-makale,7317.html
ALPEREN GÜRBÜZER
Maalesef güvenlik sistemi toplumun gündeminde en son düşünülecek konu. Tevekkül yanımızdan mı, bilgisizlikten mi olsa gerek bu konularda duyarsız olduğumuz besbelli. Bu yüzden 'Tedbiri al takdiri Allaha bırak' sözünü bir türlü hayatımıza geçiremedik.
Duyarsızlık ve kayıtsızlık hiç beklenmedik anımızda nice canları vurabiliyor. Hele güvenliğimizi zaafa uğratacak 'Bana dokunmayan bin yıl yaşasın' anlayışı bu toprakların kodlarıyla hiç bağdaşmaz, daha çok dayanışma bilincinden yoksun toplumlarda görülen nemelazımcı anlayıştır bu. Ama ne varki bu illet bize de bulaşmış gözüküyor, hele bu anlayış tavan yaptığında toplum güvenliğimizi zaafa uğratacağı malum. Dün nasıl ki bu topraklarda Bir idik, İri idik, Diri idiysek bu günde nemelazımcılığa ve vurdumduymazlığa son verecek dirlik ve birlik projelerini yeniden hayata geçirmek pekâlâ mümkün. Kaldı ki boş ver mantığıyla nereye kadar varılabilir ki, o halde birlik ve dirliğimiz için hem içimizde hem dışımızda güvenliğimizi sağlama almak gerekir. Sağlama almak içinde toplumun devlete güven duyduğu, devletinde toplumun hizmetkârı olduğu sistemi tam teşekküllü oluşturmak şarttır.
Ülkemiz hala tarım toplumundan sanayileşmiş bilgi toplumuna geçiş sancısı süreci yaşayan bir ülke konumdadır. Geçiş sancısı süreci yaşarken bu arada güvenliğimizde sancılı geçebiliyor. İcabında tam manasıyla sanayileşmiş bilgi toplumu olamamanın bedelini güvenlik zafiyeti şeklinde ödeyebiliyoruz. O halde neydik edip bilgi çağına uyarlı modern güvenlik sistemini oluşturmanın yanı sıra bu iş için son derece kalifiye güvenlik elemanları yetiştirmeyi de ihmal etmemiz lazım. Öyle ya, taşeron ve ısmarlama usulü güvenlik sistemi anlayışıyla toplum olarak kendimizi nasıl güvende hissedebiliriz ki. Bikere güvenlik sistemi taşeron firmalara havale ettiğimizde ancak pansuman güvenlik tedbir almış oluruz. İlla ki uzun vadede kalıcı ve profesyonel güvenlik ağına ihtiyaç vardır. Zaten karşı karşıya kaldığımız yeni terör konsepti bunu gerektirir. Aksi halde güvenliğimizi tehdit eden 'Paralel İhanet Çetesi -DAEŞ-PKK-PYD-Mafya türü terör örgütlenmesi gibi yapılardan daha çok dert yanarız. Mesela bu yapılardan parelel ihanet çetesi terör örgütü devletin adeta kılcal damarlarına sızaraktan neredeyse memlekette dinlemediği fişlemediği adam bırakmamış. Hem de bu işi yaparken de devlet imkânlarını kullanarak yapmışlar. Dedik ya güvenlik sistemi zafiyet kabul etmez, baksanıza adamlar bizim 'abdestli namazlı insanlardan zarar gelmez' iyi niyetimizden istifade sızmadıkları kurum bırakmamışlardır. Allah'tan fark edildiler de 17 ve 25 Aralık darbe teşebbüsünden kıl payı kurtulabildik. Hele şükür güvenliğimizi tehdit eden bu yapı üzerine başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere devletin tüm birimleri kararlı bir şekilde üzerine gidip artık inlerine girildiğine şahit olabiliyoruz. Yetmedi bu süreçte emniyet ve güvenlik birimlerimize sızmış bu yapının elamanları bir bir ayıklanıp emniyet ve güvenlik teşkilatımız sil baştan yeniden yapılanmakta bile. Tabii bunlar olumlu gelişmelerdir, ama yinede rehavete kapılmamak gerekir, çünkü bu ihanet çeteleri boş durmaz.
İster devlet ister şirketlere ait kuruluş olsun fark etmez, güvenlik sisteminin tam donanımlı kılmada çoğu kez maliyetten kaçma temayülü görülebiliyor. Oysa mal ve can güvenliğini sağlamada başta devlet olmak üzere tüm iş adamlarının boynunun borcudur. O halde üç kuruşun hesabını yapacağım diye toplum güvenliğini tehlikeye atmaya hiç kimsenin haddi yoktur. Kaldı ki bizim insanımız en iyisine layıktır, hiç durduk yere maliyetten kaçmakta nedir. Hele hele hassaten korunması gerektiren öyle kurumlar, kuruluşlar, firmalar var ki bunlarda da maliyet hesabı yapılırsa vay halimize, eylem planlayıcıların ekmeyine yağ sürüleceği muhakkak. Oysa tabiat boşluk kabul etmez, en ufak ihmalkârlık geri dönülmez ağır sonuçlar doğurabiliyor. Ama sonrası malum bunun ceremesini tüm toplum çekmekte. İşte belirttiğimiz bu tür gerekçeler ışığında en üst teknik donanımda güvenlik sistemi ağı oluşturmak bizim için asla lüks değildir. Artık şu da var ki şehirlerimizi bir köy gibi düşünemeyiz, köydeki dayanışma ruhunu şehirde aramaya kalkışırsak Kemal Sunal'ın 'Köyden İndim Şehire' filminde olduğu gibi şaşkın ördek oluruz. Madem kırsal kesimde ki dayanışma ağı şehirlerde yok gibi gözüküyor, o halde en üst seviyelerde güvenliğimizi sağlayacak yapıyı oluşturmak şarttır. Halen bugün olmuş tedbir almaksızın tevekkül anlayışıyla işi oluruna bırakarak güvenliğimizi çözeceğimizi düşünüyorsak ne mal, ne namus ne de can güvenliğimiz garanti altında olur. Belli ki atalarımız boşa dememişler “Kapını sağlam tut komşunu hırsız tutma diye. İşte bu müthiş atasözü bizim için elzem olan güvenlik tedbirlerini daha da artırmamıza yeterli sebep teşkil edebiliyor. O halde kaderimizde ne yazılıysa o olur deyip meseleyi geçiştiremeyiz. Hiçkuşkusuz kaderde ne varsa o olur, ancak kadere iman etmek tedbirsizlik demek değil ki, bilakis tedbiri alıp takdiri Allaha bırakmak kaderdir. Bakın, veli tabiatlı Abdülhamit Han sadece tevekkülle yetinmeyip dünyanın en gözde istihbarat teşkilatını kurarak çok önceden alınan istihbarı bilgilerle emniyet tedbirleri almış bir Ulu Hakanımızdır. Öyle ki onun oluşturduğu istihbarat teşkilatı sayesinde Devlet-i Aliyyeyi kurtlar sofrasında 33 yıl daha güvenli bir şekilde ayakta kalmasını sağlamıştır. İyi ki de 'Yıldız İstihbarat Teşkilatımız' vardı da hem iç hem dışta bizi yıkmak isteyen güçlerin hevesini boşa çıkartabilmişiz. Ama ne var ki Cennet Mekân Ulu Hakan tahttan indirilince istihbaratımız hak getire, bir anda Osmanlı hızla çöküş sürecine girer de.
Peki ya günümüz Türkiyesinde güvenlik nasıl? Maalesef her şey pekte iç açıcı değil adeta terörle yatıp terörle kalkar haldeyiz. Baksanıza anarşizm sadece kırsal alanları hedef almıyor şehirleri ve metropolleri de vuruyor artık. Her ne kadar cadde cadde, sokak sokak mobesa kameralarla güvenliğimizi tehdit eden unsurlar kare kare izlensede bir bakmışsın tıpkı İstanbul Atatürk Havalimanına yönelik eylemde olduğu gibi birbiri ardınca üç canlı bomba canına kıyıp etrafa dehşet saçmakta. Düşünsenize havalimanında üç polisin fark etmesiyle canlı bombaların takibe alınmasına rağmen önce polislere sonra etrafa silah sıkaraktan canı pahalarına da olsa pimlerinin fünyesini çekip canlı bomba eylemi gerçekleştirebiliyorlar. Öyle ya, silahla ancak birkaç kişinin canına kıyılmakta, ama canlı bomba eylemi öyle değil tamda terör odakları açısından ses getirecek bir yöntemdir. Çünkü eylemin sonunda çok büyük kitlesel can kayıpların bilançosu ağır olmaktadır. İşte bu bilançoya baktığımızda yeni bir terör konseptiyle karşıya karşıya olduğumuzu fark ederiz. Madem her geçen gün acı kayıplar veriyoruz, o halde daha başka ağır bilançolarla karşılaşmamak için istihbarat ağımızı yeniden gözden geçirmekte fayda var. Hatta bu da yetmez kendi interpol güvenlik ağımızı kendimiz oluşturmalı. Zira dünyada pek çok istihbarat ağı birbirleriyle bilgi paylaşımını esergeyip elde ettiği duyumları kendisinde saklayabiliyor. Paylaşım olmayıncada pek çok istihbarat biriminin önceden haberdar olduğu bilgiyi diğer istihbarat birimlerinin gözünden kaçmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla bu gerçekler ışığında yeni istihbarat yapılanmamızı yeni terör konseptine göre yapılandırmak şarttır. Yetmedi Suriye gibi terörize olmuş ülkelere sızacak bir istihbarat yapılanmasına, yani DAEŞ gibi uluslararası alana yayılacak kabiliyete haiz terör örgütlerin içerisine girecek bir istihbarat ağına ihtiyaç vardır. Dedik ya yeni terör konsepti böyle bir istihbarat anlayışını gerektiriyor.
Evet, silahla gerçekleştirilen terör eylemlerin etkisi bir kaç kişiyle sınırlı kalırken tahrip gücü yüksek canlı bombayla gerçekleştirilen eylemler öyle değil tam aksine anında tüm dünya televizyonlarında gündem oluşturup etki alanı sınırların ötesine taşmakta. Zaten bu tür metodla ne kadar kan dökülürse o kadar uluslararası marka terörist sektör olacaklarını hesap etmekteler. Terör odakları marka sektör olmaya çalışa dursun, bu arada biz ne yapıyoruz asıl ona bakmak gerekir. Hiç kuşkusuz bizim açımızdan her an karşılaşacağımız silahlı saldırı ve canlı bomba eylemlerine karşı güvenlik sisteminin kapasite durumu ya da tüm güvenlik birimlerin anında harekete geçme kabiliyetine haiz olup olmadığı çok daha önem arz etmekte. Şayet kurduğumuz güvenlik sistemi tam kapasiteyle gelen sinyaller doğrultusunda bizi anında harekete geçiriyorsa ne ala, geçemediysek bombalanan meydanların, bombalanan havalimanların, bombalanan işyerlerinin infilak edildiğinde içler acısı halini bir düşünün buna hiç bir can yüreğin dayanamayacağı muhakkak. Belli ki yükselen Türkiyenin yıldızı parladıkça bizi rahat bırakmayacaklardır. Baksanıza dünyanın en büyük havalimanının yapım aşamasında bile daha şimdiden zinde odaklarının uykusu kaçmakta, keza Marmaray, Osman Gaziyi Orhan Gazi ile buluşturacak köprü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, tüp geçitler gibi bir dizi yatırımlarda öyledir. Şunu unutmayalım ki su uyur düşman uyumaz, o halde her an uyanık ve tetikte olmamız icab eder.
İşte görüyorsunuz son derece teknik donanıma haiz güvenlik sistemine sahip olsakta bir takım ihmaller, bir takım aksamalar ve hızlı hareket edememe gibi zaafiyetler görülebiliyor. Hiç kuşkusuz dünyanın en donanımlı istihbarat güvenlik ağına sahip olsakta yüzde yüz güvenliğimiz garanti altındadır diyemeyiz. Zaten insanoğlunun keşfettiği icadlarda sıfır hata aramak abesle iştigaldir, şayet sıfır hata güvenlik sisteminden sözedeceksek ABD gibi bir süper devletin ikiz kule hadisesini yaşamaması gerekirdi, yine Avrupanın kalbi Brükselde ve Fransada bombaların patlatılamaz olması gerekirdi. Hele terör odakları eylem yapmayı kafaya koymuş olmasın bir şekilde boşluk bulup kurguladıkları sinsi planları her an, her zeminde, her mekânda gerçekleştirmeleri imkân dâhilinde olabiliyor. Burada önemli olan terör odaklarının daha harekete geçmelerine fırsat vermeden çok öncesinden güvenlik tedbirlerini almış olmamızdır. Aksi halde meydanı boş bulan terör odakları ya da nankör kedilere kendi ellerimizle ciğeri teslim etmiş oluruz. Teslim ettiğimizde olacak olan belli, kan ve gözyaşı selinden başka bir şeyle karşılaşmayız elbet.
Güvenlik sisteminin tam tekmil donanımlı olması gerektiğinden kastımız, hiç kuşkusuz caydırıcılığı hâkim kılmaya yönelik kasıttır. Her ne kadar tam tekmil oluşturulacak uluslararası standartlara uygun güvenlik sistemi tehlikeyi yüzde yüz tamamen ortadan kaldırmasa da tehdit unsurunu etkisiz hale getireceği muhakkak. Kaldı ki oluşturulan güvenlik sistemiyle her daim işler planlandığı gibi gitmeyebiliyor. Bir bakmışsın teknik donanım tam takır çalışır halde ama ne var ki tam teçhizatlı güvenlik elemanı eksik kalabiliyor, ya da tam tersi tam teçhizatlı güvenlik elemanları kalifiye ama bu kez teknik donanım yetersiz durumdaysa ne işi yarar ki. İşte bir unsurun tam tekmil diğerinin aksar halde olması başımıza nice onarılmaz yaralar açmaya yetebiliyor. Hani şu meşhur Sabancı Center cinayeti olayı vardı ya, işte o olayda güvenlik zafiyetinin ortaya koyduğu sonuç ufkumuzu açmaya yetmişti. Düşünsenize Sabancı Center yüz milyara yakın tekabül eden paralar karşılığında güvenlik sisteme sahip bir kuruluş olmasına rağmen binanın 25. katında cinayet işlenebilmiştir. Evet, son derece teknik donanıma haiz bir bina görünümü verse de insan faktörü bir anda hesapları altüst edebiliyor. Öyle ki bina kamera sistemiyle donatılmış ama kapılarda alarm ve dedektör sistemi yoktu. El dedektörleriyle silah olup olmadığı tespit edilebiliyor olsa da onun da malum pratik kullanımı kâfi gelmeyebiliyor. Aslında kapı dedektörü bu iş için daha pratik çözüm olup silah sokamazsınız da. Her ne sebeple olursa olsun sonuçta terörist bont çantasıyla elini kolunu sallayıp rahatlıkla binanın 25. katına çıkıp eylem yapabilmiştir.
Türkiyede çok sayıda özel güvenlik şirketi var ama bu şirketler güvenlik görevi ifa etmekten çok gözetim görevi yapmaktadır. Demek oluyor ki, güvenlik açısından kullanılan teknik donanım çok mükemmel olsa da şayet çok iyi eğitilmiş güvenlik birimi elemanlarına sahip değilsek vay halimize, bu tip güvenlik ağı vitrinlik olmaktan öte bir anlam ifade etmez. Tabii kalifiye eleman olmayınca bir bakmışsın milyar rakamlara mal olan güvenlik ağı işe yaramayabiliyor. Öyleyse tam teçhizatlı kalifiye güvenlik elamanların yetişmesine ağırlık vermekte fayda var.
Şu bir gerçek, ülkemiz hem iç, hem dış güçlerin ilgi odağı durumda. Dünyanın gözü bizim üzerimizde dersek abartmış sayılmayız. Nitekim dönemin CIA Başkanı CNNde yaptığı bir konuşmada; Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte bundan böyle uluslararası ajanların Ortadoğu ve Türkiyede cirit atacağını dile getirmesi manidardır. Bu yüzden bu konuşma güvenlik konusunda ne kadar titiz davranmamız gerektiğini, artık her yaşanan olayın ardından taziye demeçleriyle geçirecek vaktimizin olmadığının farkına varmamıza yetmiştir. Madem bu topraklarda ajanlar, muhbirler cirit atıyor, o halde devlet olarak tıpkı cennet mekân Abdülhamit Hanın yaptığı gibi kendi gönüllü ajanlarımızı aynı usul ve yöntemle misilleme olarak devreye sokmak gerekir. Tabii tüm bunları yaparken de milli iradeyle iş başına gelen siyasi iktidarın bilgisi dâhilinde ve toplumun âli menfaatlerini gözeten istihbarat eşliğinde olması lazım gelir. Aksi halde vesayet unsurlar devreye girecektir.
http://www.bayburtpostasi.com.tr/istihbarat-guvenlik-agimiz-makale,7317.html