İste Rabıtanın Hak Oldugunun Delili...

DJ MESNEVI

Doçent
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
1,462
Tepkime puanı
3
Puanları
0
öncelikle sirk_doktoru adlı kardesimizin 20 ye yakın foruma üyeliği var.. bunların arasında madem o kadar dindarsında niye giriyorsun diyip bir müslümanın girmeyeceği sitelerde var birkac tane.. ve girdiği her sitede kendince dogru sandıgı sacma fikirlerini empoze etmis..

iste rabıtanın gercek yüzü..

''RABITANIN DELİLLERİ''


Râbıtanın hak olup, dinen sabit olduğuna işaret eden pek çok ayetler ve hadisler vardır. Dört mezhebin imamları da, râbıtanın hak olduğunu söylemişler ve varlığına hükmetmişlerdir. O halde râbıtayı inkâr edenler, aslında İslam alimlerinin en büyüklerinin bu konudaki sözlerini tekzip etmiş ve bu hususta cahil olduklarını iddia etmiş olmaktadırlar.
Nakşibendi tarikatının ana unsurlarının en büyüğü râbıtadır. Kur'an-ı Kerim ve sünnete uymak kaydıyla, Allah-u Zülcelal'e vuslatın en büyük sebeplerindendir. "fena fillah" makamına vesile olan "fena fişşeyh" makamıdır. Bu "fena fişşeyh" makamına en fazla ulaştıran vasıta da "râbıta"dır. Bazı alimler râbıtayı şu ayet-i kerime ile isbat etmişlerdir:
"Ey Müminler! Takva sahibi ve sadık mü’minlerle beraber olun." (Tevbe;119)
Bu ayet-i kerime ile ilgili Ubeydullah Ahrar kuddise sırruh şöyle buyurmuştur:
"Ayette memur olduğumuz sadıklar ile beraber olmak suret ve manada sadıklarla beraber olmaktır."
Râbıtayı da şöyle tarif etmişlerdir:
"Mürid, fena fillah olan kâmil bir şeyhin ruhaniyetinden istimdat talep etmeli, şeyhinin suretine fazla riayet etmeli, onun edebleriyle edeblenerek, huzurunda iken nasıl ise gıyabında da şeyhinden bir teyakkuz hasıl olup, müride şeyhini istihzar etmesi sebebiyle huzur ve nurun zuhur etmesidir."
Ayrıca şeyhinin suretine fazla riayet etmekle basit işlerden salim olmasıdır. O halde râbıtada bu faydalar sabit olduğuna göre, hiç kimsenin onu inkâr etmesi düşünülemez. Ancak takdir-i ezelide hüsrana uğrayacaklardan olanlar, râbıtanın menfaatlerini inkar edebilirler.
Bir kimse Allah-u Zülcelal'in veli kullarını kabul ediyor ise onların varlığına inanıyorsa, râbıtayı inkar etmesi söz konusu dahi olamaz. Çünkü onların bütünü râbıtayı kabul etmekte, güzel olduğunu ve faydalarının büyük olduğunu açık olarak ifade etmektedirler.
Bu râbıta konusunda, evliya-i kiramın tamamı görüş birliği içindedirler. Onların kudsi kelimelerini inceleyen ve ünsî nefahatını (manevi koku) birazcık olsun koklayan, basiret sahibi her insan için râbıtanın menfaatleri gayet açıktır.
Bunlardan dolayı bir kimse Allah'ın veli kullarını kabul ve ikrar ediyor ise başta dört hak mezhebin imamları olmak üzere, fakihlerin, dinin aslı ve feri meselelerini bilen alimlerin sözlerini de kabul etmek zorundadır.
"Şayet Rabbinin burhanını görmeseydi." (Yusuf; 24) ayet-i kerimesinin tefsirinde, müfessirlerin çoğunluğu, manevi tasarruf ve ruhani imdadın varlığını açık olarak kaydetmişlerdir.
Bu alimlerden "Keşşaf" sahibi Zemahşeri, itidalden ayrılarak Mutezile mezhebine girmiş olduğu halde, bu ayet-i kerimede râbıtaya olan işareti açıklamıştır.
Burhaneddin Hazretleri, bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Yusuf aleyhisselam, “iyyake, iyyake” (dikkat et, dikkat et) sesini işittiği zaman, Züleyha ısrar ettiği vakit, Yusuf aleyhisselam'ın, kulağına kendini koru manasına gelen “iyyake, iyyake” sedası ulaştığında, ona kulak vermemişti. Hatta aynı ses ikinci ve üçüncü defa duyulduğunda da temessül etti.
Bazı rivayetlere göre ise seslenenin Yakup aleyhisselam olduğu ve eliyle, Yusuf aleyhisselam'ın göğsüne vurduğu belirtilmektedir. İşte o zaman Yusuf aleyhisselam Allah-u Zülcelal'e sığınıp, Züleyha'nın gayri meşru teklifinden yüz çevirdi. Bu olayda çok açık bir ifade ile "ruhani imdada" işaret vardır.
Hanefi İmamlarından Şeyhül İmam Ekmeleddin kuddise sırruh, Şerh-ül Meşarık isimli eserinde, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in:
"Beni rüyada gören kimse, uyanık iken de görecektir. Veya beni uyanık halde görmüş gibidir. Zira şeytan benim suretime giremez." (Buhari,Tabi:10/45, Müslim,Rüya:11) hadis-i şerif-lerinin manası hakkında şöyle buyurmuştur: Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i gören, uyku ve uyanıklık halinde, her an onunla beraber olduğu için görür. Görenle onun arasında bir birlik hasıl olmuştur. Burada birlik içtima (bir araya gelmek) etmekten ibarettir.
Bu içtima için beş ana unsur mevcuttur. Bunlar:
1- Zat'ta.
2- Sıfat'ta.
3- Hal'de.
4- Fiil'de.
5- Mertebelerde tam olarak iştirak etmektir.
Herhangi iki şey veya iki kimse arasındaki münasebet ne şekilde olursa olsun, bu beş asıldan birinin içine girer. Münasebet, muhabbetin derecesine göre kuvvet bulur. Bir nokta da öyle bir dereceye gelir ki, iki kişi sanki bir varlığın ayrılmaz iki parçası olur.
Huccet’ül-İslâm İmam-ı Gazali kuddise sırruh, namazın her rekâtındaki hikmet ve sırları anlatırken, namaz kılanın teşehhüd esnasında, (Esselamü aleyke eyyühe'n nebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu) derken, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in mübarek şahsını kalbinde ve hayalinde hazır bulundurması gerektiğini, aynı anda bu selamı Peygamber Efendimize tebliğ etmeye memur ve müvekkel olan melek, tebliğ ve isal görevini yerine getirdiği zaman, onun da daha güzeliyle selam verene karşılık verdiğini beyan etmiştir.
Yine Şafii imamlarından İbn Hacer el-Mekki, “Şerhü’l- Ubad” isimli eserinde "teşehhüd" ün manasını açıklarken şöyle demiştir:
"Es-selâmü aleyke eyyühe'n nebiyyu" ile Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e hitap edilmesinden maksat, namaz kılan ümmetinden haberdar olmasıdır. Bu şekilde Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem namaz kılanın yanında bulunup, kıyamet gününde en faziletli ameli olan namaz konusunda ümmetine şehadet edeceğini göstermektedir. Ayrıca Allah Resulünün namazda hazır olduğunu hatırlamak, huşu ve huzurun artmasına sebep olur."
Şafii imamlarından İmam Arif Sühreverdi kuddise sırruh, "Avarif-ul Maarif" adlı eserinde, Allah'a yakın olanların namaz-larına ait bölümde:
"Kurbiyet ehli, namazlarında alemlerin fahri, Efendisini kalb gözünün içinde (sağ yanlarında) teemmül ve tasavvur ederek selam verirler." demiştir.
Mevlana Halid-i Bağdadi kuddise sırruh’un talebelerinden Hanefi mezhebinin büyük fıkıh alimlerinden İbn Abidin şöyle demiştir:
“Beş vakit namazda tahiyyat okurken Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i baş gözüyle görmezsem, o namazı iade ederim.”
Bu noktada bizim sözümüz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sureti hakkında değildir, diyerek bu nakledilenlere itiraz edenler çıkabilir. Bizim buna cevap olarak şöyle dememiz icab etmektedir: Suretin, şeklin temessül etmesi Enbiya'ya özel bir durum olmayıp, bu konuda nebiler ve veliler müşterektir, aynıdır. Ancak namazda Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in dışında herhangi bir kimsenin muhatab kabul edilmesi namazı ifsad eder, bozar. Namazda varlık ruhunun ve Makam-ı Mahmud sahibinin suretinin tasavvur edilmesi, suretinin hazır kabul edilmesi, sadece Peyamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e ait özelliklerdendir.
Şafii imamlarından Arif Şarani, "Nefehat'ül Kudsi" adlı kitabında zikrin edeblerini sayarken şöyle buyurmuştur:
"Zikrin edeblerinden yedincisi şudur: Müridin zikir esnasında şeyhinin gözünün önünde tahayyül etmesidir. Bu, zikir âdâbının en kuvvetli adımlarındandır. Mürid, bu sayede, Allah-u Zülcelal ile beraber olma edebine ve O'nu murakabe haline ulaşır."
Gavs-ı Azam Seyyid Abdülkadir Geylani kuddise sırruh şöyle buyurmuştur:
“Bu yolda süluk eden salikin, büyük veliler ile kalbî râbıta yapması söz konusudur. Salik, bu râbıta sebebiyle batınen o evliyalardan istifade eder. Bu şekilde kalbî râbıtası olan salik için, evliyaya zahiren ikram (alçak gönüllülük; tevazu) etmemede bir sakınca yoktur. Fakat kalbi râbıtası olmayan kimsenin, bu kaideye itibar etmeyip, zahiren ikram etmesi gereklidir.”
Hanbeli Mezhebi alimlerinden Şemsüddin İbn Kayyum, "Ruh" isimli kitabında şöyle demiştir:
"Bedenin durumundan ayrı olarak, ruh için farklı bir durum vardır. O bedenine ilişik bir halde Refik-i Alâ'da bulunur. Bir müslüman o ruhun sahibine selam verse, Allah-u Zülcelal ruhu bedenine döndürür ve selam verenin selamına karşılık verir."
Öyle ise bu ifade de açık olarak, Allah'ın veli kullarının ölümden sonra da tasarruf edebileceklerine ilişkin bir işaret olduğu kati olarak anlaşılmaktadır.
Maliki İmamlarından Şeyh Halil, "Muhtasar" adlı kitabında şöyle demiştir:
"Bir veli, velayetinde sabit olduğu zaman, ruhani suretlere girmeye gücü olur. Kendisine birçok surete girme kuvveti verilir. Çünkü müteaddid suretler ruhanidir."
O halde meseleleri bâtınî yönleri ile birlikte, derinliğine araştırmaktan mahrum "avam" diye bilinen insanların, bu gerçekleri inkâr etmeleri neyi değiştirir. Oysa evliya-i kiram ve büyük alimler, bu söylenenleri açık bir şekilde ifade ederek kabul ettiklerini beyan etmişlerdir.
Kalben şeyhe râbıta yapmak, ondan feyz almak hususunda büyük bir temeldir. Hatta şunu da belirtmeliyiz ki kalp aynası, şeyhe râbıta yapmadan saflaşamaz.
Mevlana Celaleddin-i Rûmî kuddise sırruh şöyle buyurmuştur:
"Yalancı vasıtalar, talip ile matlub (kul ile Mevla) arasında perde olurlar. Ancak enbiya ve evliyaya râbıta yapmak böyle değildir. Bilakis o (râbıta) perdeleri yırtıcı, alaka ve sebepleri kesicidir."

RABITA YAPAN İLE İLGİLİ EDEBLER
Mürid, şeyhinin bâtınî kemalatının, ruhaniyetinden ayrılmadığına, ruhaniyetinin zaman ve mekanla kayıtlı kalmadığına, nerede bulunursa bulunsun, şeyhine râbıta yaparsa ve O'nu tasavvur ederse, yanıbaşındaymış gibi feyz almanın mümkün olduğuna ve şeyhe ait ruhani tasarrufun ilahi tasarruftan geldiğine inanmak, râbıta edeblerinin başlıcasıdır. Şeyhin muhabbet ve nisbetini korumak da şarttır.
Bir mürid, devam ettiği râbıtasında, şeyhinin suretini hayal ettiği zaman, "gaybet" ve "sekr" (muhabbetten kendini kaybetme) hali meydana gelirse, mürşidine danıştıktan sonra râbıtayı bırakıp bu hallere yönelmelidir.
Şöyle idrak etmek ve bilmek gerekir ki; mürid, vasıta olmadan Hakk'tan feyz alma iktidarına ulaşamadıkça daima râbıtaya muhtaçtır. Vasıta olmadan feyz almaya muktedir olunca da vasıtanın terk edilmesi vaciptir. Zira o halde vasıtayla uğraşılacak olursa netice, terakkiden düşmeye kadar varır. Bu durum, hicap mertebesini şuhud mertebesine tercih etmek olur.
Râbıtada, mürid ile mürşid arasına kimse sokulmaz. Mürşidin sağlığında ondan başkasına râbıta yapılmaz. Çünkü bu iş öyle bir iştir ki ortaklık kabul etmez. Böyle iddialarda bulunmak isyan, günah ve ölçüsüz zikir yapmaktan ileri gelir. Bu kimselerin, yalancı peygamberlik iddiasında bulunan kötülenmiş gruplarla haşrolunmasından korkulur.
Şah-ı Hazne kuddise sırruh şöyle buyurmuştur:
Şu dört şey ile râbıta bozulur:
1. Mürid, mürşidi hakkında şüpheye düşerse. Bu halden kurtulmanın çaresi sık sık tevbe tazelemektir.
2. Gıybet ve gaflete düştüğü zaman râbıta bozulur. Hayırlı meclislere devam etmek ve salihleri sevmek bu halden kurtulmanın çaresidir.
3. Şeyhinden başkasının etkisinde kalmak veya gönlünü başkasına kaptırmak râbıtayı bozar. Bu halin tedavisi; kendisini şeyhinden uzaklaştıracak her şeyden sarfı nazar etmektir. Mümkünse sık sık şeyhinin yanına gidip gelmeli, mümkün değilse, hayali olarak şeyhi ile beraberliği tasavvur etmelidir.
4. Büyük günah işlemekten ötürü meydana gelen tembellik ve ümitsizlik râbıtayı bozar. Bu halin çaresi ise, devamlı mücahededir. Günde yetmiş defa da günah işlese, yetmiş defa şeyhine varıp biatını tazelemeli, Allah-u Zülcelal'e tevbe etmelidir.

RABITANIN YAPILIŞ ŞEKİLLERİ
Râbıtanın değişik yapılma şekilleri vardır. Bunlar:
1. Mürşidin suretini, hayalinde tasarlamak. Bu râbıta şekli, zikrin başlangıcında olur.
2. Mürşidin suretini, kalbinde tasavvur etmek. Zikir esnasında mürşidin sureti gayr-i ihtiyari zuhur ederse, onu kalbinde durdurmak ve böylece zikre devam etmek.
3. Mürşidin kıyafetine ve hayaline aynen bürünüp, mürşidinin yanında hazır olduğunu tasavvur etmek. Bu vaziyette meydanda olan sanki kendisi değil mürşididir. Bu râbıta şekli, ibadetlere mahsustur. Örnek olarak Kur'an okurken, sohbet veya ders dinlerken, kendisini mürşidinin kıyafet ve halinde hayal etmesinin hal ve lezzeti çok başkadır.
İlahi huzura girmek isterken, girmek istenilen yere lâyık bir vasıta ile girmek lazımdır. "Allah'a (yaklaşmaya) vesile arayın." (Maide;35) mealindeki ayet-i kerimeye uygun hareket etmek lazımdır.
Ayrıca râbıtanın başka bir tecellisi daha vardır. O da şudur: Mürid, her an mürşidini kendi yanında kabul edip, daima mürşidi ile beraber olmalıdır. Bu hal ile "Sadıklarla beraber olun." (Tevbe; 119) şeklindeki ayet-i kerimeye uymuş olur.
Bu yolla amel eden salik, çabuk terakki eder ve Allah'a yakınlığın yüksek derecelerine ulaşır.
Bu son nokta şekline, "telebbüsî râbıta" (kılığa bürünme râbıtası) ismi de verilir.
"Muhtasarü'-s Sûluk" isimli kitapta, müridin râbıtayı yapma şekilleri açıklanmıştır. Buna göre:
1. Mürid, şeyhinin nurlu suretini alnında, yani (nefs latifesi) olan iki kaşının ortasının bir parmak üstünde hayal etmelidir. Bir fakirin, bir sultandan yalvarma ve kırıklık hali ile ihtiyacını istemesi gibi, feyz talep etmelidir.
2. Mürid, şeyhinin nurlu suretini nefis letaifinin karşısında görmeli ve nefs latifine daimi akan bir feyz ve nur olduğunu bilmelidir. Zira zikrin husule gelebilmesi için gaflet ve havatırın kaynağı olan nefsin temizlenmesi lazımdır.
3. Mürid, şeyhinin nurlu suretini kalbinin karşısında (içinde) hazır olduğunu bilmeli ve o hayalden feyz talep etmelidir.
4. Mürid, kalbinin karşısında şeyhini bir nur denizi olarak hayal edip, ondan kalbine feyz akmasını istemelidir.
5. Mürid, şeyhini kalbinin içinde bir nur denizi gibi farz etmeli ve onun vasıtası ile Allah'ı zikretmelidir.





kaynak

http://www.konyevi.net
 

İmandanihsana

Doçent
Katılım
9 Haz 2006
Mesajlar
1,048
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Yaş
36
Konum
istanbul/kadıkö
KUR'AN VE SÜNNET'İN EMRETTİĞİ RABITA


Bazıları tasavvufta tarif ve tavsiye edilen rabıtayı tenkit etmekteler. Kimi bu tenkidin şiddetini artırıp rabıtaya şirk diyecek kadar ileri gitmektedir. Acaba birisine göre ibadet, diğerine göre felaket olan bu rabıta nedir?

Tasavvufta rabıta, terbiyenin temeli ve en büyük zikir sebebi görülürken, onu şirk gören kimse hangi delil ve mantıkla bu sonuca varabiliyor?

Gerçekten şirke götüren bir rabıta çeşidi mevcut mudur?
Rabıtanın Kur’an ve Sünnet’te bir örneği, benzeri, delili ve tarifi var mıdır? İnsan terbiyesi için rabıtanın gereği nedir? Bütün bunlar, cevap arayan sorulardır.


Aslında çözüm kolaydır. Aramızda bir ihtilaf varsa, yapılacak iş hakeme gitmektir. Din işlerinde hakem Kur’an ve Sünnet’tir. Biz de önce Kur’an ve Sünnet’e bakacağız. Onlarda rabıtanın nasıl ele alındığını inceleyeceğiz.

“Rabıta”, “ribat”, “murabata” kelime olarak “rabt” kökünden gelmektedir. Rabıta ve rabt, sözlükte iki şeyi birbirine iyice bağlamak anlamına gelir. Bu kelimeye, iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, şiddetli muhabbet, münasebet, ilgi ve sevgi ile bir şeye bağlılık, cesur ve dayanıklı olmak gibi manalar da verilmiştir. (Cevherî, Sıhah; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab; Zebidî,Tacu’l-Arus.)

Bu kelimeler kullanıldıkları yere göre, bir şeyin üzerinde sabit durmak, kendini hapsetmek, başkasından kesilip bir şeye tam yönelmek gibi manalar da taşımaktadır. (Razî, Tefsir-i Kebir; Kurtubî, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an; İbnu Kesir, Tefsir.)

Kur’an ve Sünnet’te anlatılan rabıta çeşitleri de, bu manaların birini veya birkaçını içermektedir.

KUR'AN'DA RABITA GEÇİYOR MU?

Kur’an’da rabıta kelimesi açıkça zikredilmektedir. Bunu şu ayette görüyoruz:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sabredin, düşmanlarınız karşısında sebat gösterin, rabıta yapın / Allah’ın korumanızı istediği sınırları bekleyin, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran, 200)

Bu ayetteki “rabıta yapın” emri, her mümini ilgilendiren bir emirdir. Tefsirlerde burada geçen rabıtaya şu manalar verilmiştir: Düşmanların saldıracağı yerleri gözetleyin, sınırları bekleyin. Dininizi tehlikelerden koruyun. Nefis ve şeytan düşmanlarına karşı uyanık olun. Onların kalbinize girmesine yol vermeyin. Allah’ın çizdiği sınırları iyi gözetin, ilâhi hükümlere harfiyen uyun. Namaz vakitlerini gözetleyin ve mescitleri ibadet, taat ve zikir ile mamur edin. (Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur; İbnu Kesir, Tefsir.)

Yüce Allah’ın her müminden istediği rabıta, kalbini Yüce Allah’a bağlamaktır. Her işte O’nun rızasını gözetmektir. Bütün yaptıklarında helal ve haram sınırına dikkat etmektir. Kalp kâbesini günah kirlerinden temizlemektir. Oraya Allah’ın sevmediği şeyleri sokmamak için gönlü kontrol altında tutmaktır. Kısaca, Yüce Allah’ın düşman olduğu şeyleri gönülden çıkarmak ve kötülüklerin esaretinden kurtulmuş, hür bir müslüman olmaktır.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, “rabıta yapınız” ayeti indiği zaman, ashabına ayette anlatılan ribat ve rabıtanın ne olduğunu şöyle açıklamıştır:

“Zor ve sıkıntılı zamanlarda güzelce abdest almak, kalbi mescitlere bağlı olmak, ibadet yerlerine çokça gidip gelmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini gözetlemek var ya; işte sizin için ribat budur, işte asıl ribat budur, işte asıl ribat budur.” (Buharî, Tirmizî, Nesaî, Malik)

Bu hadisten ribatın iki türlü manasının olduğunu anlıyoruz. Birisi manevi, diğeri maddi sınırları kontrol altında tutmaktır. Korunacak manevi sınırlar ilâhi emirler ve kalbimizdir. Maddi sınırlar ise düşmanın saldırı noktalarıdır.

Kalbin Yüce Allah ile ne halde olduğunu kontrol etmeye murakabe denir. Zahiri düşmanları takip ve kontrol etmeye ise mücadele denir. Her ikisi de mümin için vazgeçilmez birer vazifedir. Çünkü ayette kurtuluş bunlara bağlanmıştır.

TEFEKKÜR YA DA VARLIKLARI RABITA

Kur’an ve Sünnet’te emredilen bir diğer rabıta şekli tefekkürdür. Tefekkür etmek, fikretmek, düşünmek aynı şeydir. Hepsi kalple yapılan bir ameldir.

Düşünmek akıllı olmanın gereğidir. İnsanın en başta gelen özelliği düşünmektir. Tefekkür, boş ve gelişi güzel bir düşünce değildir; gizli bir ilim yoludur. Tefekkür kalp aynasında varlıkların iç yüzünü görmektir. Bilinene bakıp gizli olanı fark etmektir. Görünene bakıp görünmeyene ulaşmaktır. Delile bakıp hedefe varmaktır. Tefekkür, sanata bakıp sanatkârı tanımaktır. Kalp gözüyle Yüce Yaratıcı’nın varlıklarda gizlediği ilmini, kudretini, rahmetini ve hikmetini görüp, O’na hayran olmaktır. Bunun sonu O’nu sevmek, zikretmek, yüceltmek ve O’na teslim olup huzura ermektir. Kur’an’da bu sonuç tefekkür, tezekkür, teemmül, tedebbür, ibret, basiret, marifet ve muhabbete bağlanmıştır.

Tefekkürü tarif ettik. Tezekkür, unutulan bir şeyi hatırlamak, unutmamak ve devamlı tekrar ederek onu kalpte tutmaktır. Teemmül, bir şeyi devamlı ve çok yönlü düşünerek içinde saklı olan manayı ortaya çıkarmaktır. Tedebbür, bir şeyi derinlemesine düşünmek ve arkasındaki gizli manayı çözmektir. İbret, bir şeyde verilmek istenen mesajı almaktır. Basiret, işin iç yüzünü görmektir. Marifet, bir şeyi asli haliyle olduğu gibi tanımaktır. Muhabbet, bir şeyi sevmek ve onunla huzur bulmaktır.

Görüldüğü gibi, bütün bunlar bir irade, yöneliş, gayret, iman ve sabır istemektedir.

'MÜRŞİD YERİNE ALLAH'I DÜŞÜN' SÖZÜ DOĞRU MU?

Yüce Allah’ın zatı hariç, her şey düşünülebilir. Yüce Allah’ın zatı hiçbir şeye benzemediği için onu düşünmek mümkün değildir. Rasuiullah s.a.v. Efendimiz, bu konuda şu ölçüyü önümüze koymuştur:

“Allah Tealâ’nın zatını tefekkür etmeyin/düşünmeyin. O’nun nimetlerini ve yarattığı varlıkları düşünün. Çünkü siz Allah’ın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Ebu Nuaym, Hilye; Tabaranî, el-Evsat; Beyhakî, Şuabu’l-İman; Elbanî, Sahiha.)

Alimlerimiz bu hadisten hareketle şu temel kaideyi tespit etmişlerdir: “Her ne ki hayal edilir, o Allah değildir.” (Şa’ranî, el-Yevakıt). Yüce Allah’ın dışındaki her varlık düşünülebilir ve nasıl olduğu hayal edilebilir. Fakat Allah nasıl acaba diye düşünülmez, düşünülemez.

Bu hadis, niçin bir mürşidi düşünüyorsunuz da Allah’ı düşünmüyorsunuz, diyenlere cevap vermektedir. Kâmil mürşid, bir varlıktır, kuldur, edep ve takva sahibi salih bir insandır. Allah’ın dostu, halifesi, şahidi, delili ve davetçisidir. Onu düşünmek, hayal etmek, kalpte canlandırmak, gönülde şekillendirmek, rabıta yapmak mümkündür, fakat bu durum Yüce Allah’ın zatı için mümkün değildir.

AYETLER, İBRETLER

Yüce Allah, Kur’an’da bütün varlıklara, yerlere, göklere, dağlara, denizlere, aya, güneşe, yıldızlara, geceye, gündüze, yağmura, rüzgara, insana, bitkilere, hayvanlara, tarihte olan olaylara “ayet”, “delil” ve “ibret” ismini veriyor ve onların yaratılmasına, seyrine, sevk ve idaresine, hareket ve sonuçlarına ibretle bakmamızı, onların üzerinde derin derin düşünmemizi emrediyor. Bir sivrisineğin halini, arının yaptığı balı, örümceğin ördüğü ağı misal vererek, akıl sahiplerinin ibret almasını istiyor. Cennet, Cehennem, Sırat, Mizan ve diğer ahiret hallerini safha safha anlatarak, hepsi üzerinde düşünülmesini bekliyor.

Kısaca önümüze iki türlü ayet konmuştur. Birisi Kur’an ayetleri, diğeri kainat ayetleridir. Yüce Allah, bütünüyle Kur’an ayetlerini düşünüp öğüt almamız ve Allah’ın tek ilâh olduğunu anlamamız için indirdiğini haber veriyor. (Nisa, 82; Yusuf, 2; İbrahim, 52 v.d.)

Aynı şekilde yerler, gökler ve içindekilerin de aynı hedef için yaratıldığını bildiriyor ve onlardaki bu ilmi insanların okumasını, içindeki mesajı almasını istiyor. (Bakara, 164; Âl-i İmran, 190-191; Yunus, 101 v.d.)

Bu ayetler bize sadece kainatta olanı biteni haber vermek, onların isimlerini öğretmek ve arada bir kendilerini konu etmek için anlatılmıyor. Bunların tek hedefi kalbi uyandırmak ve Yüce Allah’a bağlamaktır. Çünkü disiplinli düşünmek, bir halden diğerine geçmek içindir. Tefekkürle kalp dirilir, hali değişir, sıfatı güzelleşir. Bu dirilik ve güzellik diğer lâtifelere yansır. Kalp gibi ruh, sır, hafi, ahfa, vicdan, akıl ve şuur da ayet ve delilleri tefekkürün sonucu oluşan ilim ve feyzden nasiplenir. Sonuç güzel ahlâktır.

Tefekkürle cehaletten ilme, dünya hırsından zühde, kibirden tevazuya, benlikten edebe, nefretten sevgiye, korkudan emniyete, vesveseden zikre, boş işlerden ibadete, fani dostlardan ebedi sevgiliye yöneliş ve geçiş sağlanır. İşte buna seyr u sulûk, yani Allah’a gitmek denir. Bu hedefe giderken her şey bir vesileden ibarettir. Tefekkür de en güzel vesiledir. Bunun için, “uyanık kalple bir saat tefekkür yapmak, gaflet içinde bir sene ibadet yapmaktan hayırlıdır” denmiştir. (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Gazalî, İhya)

Kur’an’da, ayetlerden ibret almak ve sonuç çıkarmak için samimi iman, uyanık kalp, güzel yöneliş, takva, temiz akıl ve sabır gerekli görülmüştür. İman etmeyen ve aklı midesine, kulağı para sesine, gözü cüzdanına bağlı yaşayan kimseler, bu halleriyle kör, sağır, dilsiz, hissiz ve kıymetsiz birer varlık olarak tanıtılmıştır.

Görüldüğü gibi tefekkür lazımdır. Tefekkürün hedefi şirkten kurtulmak, tevhide ve şükre ulaşmaktır. Bu şekilde tefekkür etmek, ibret almak, kendini kontrol etmek ve amellerini muhasebeye çekmek her müminin günlük amelleri arasında yerini almalıdır. Hadiste, aklı başında olan her müminin, gününün bir kısmını bu tefekkür için ayırması gerektiği belirtilmiştir. (İbnu Hıbban, Sahih; Ebu Nuaym, Hilye)

MUHABBET RABITASI

Kur’an ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan birisi de muhabbet rabıtasıdır. Muhabbet rabıtası kalbi Allah’ın sevdiği şeylere bağlamak ve onları Allah için sevmektir. Bu sevilecek kimselerin başında Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz gelmektedir. Yüce Allah onu sevginin imamı, delili ve rehberi yapmıştır. (Âl-i İmran, 31; A’raf, 157-158) O’na uymadan Allah’ı seviyorum demek yalandır.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, kendisi için her müminden şu derece bir sevgi ve kalp bağı istemektedir: “Sizden biriniz beni kendi nefsinden, ailesinden, çocuklarından, anne babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe, tam iman etmiş olmaz, gerçek imanın tadını tadamaz.” (Buharî, Müslim, İbnu Mace, Ahmed)

Ayrıca her müminden Ashab-ı Kiram’ı, alimleri, salihleri ve mümin kardeşlerini sevmesi, onları hayırla anması, kalbinde onlara yer vermesi, dualarına katması, onlarla ilgilenmesi istenmektedir. “Birbirinizi sevmedikçe mümin olamazsınız” hadisi, bu sevgiyi anlatmaya yeterlidir. Yüce Allah’ın: “Sakın zalimlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur.” (Hud, 113) uyarısını her kalp sahibi dikkate almalıdır. “Ey iman edenler Allah’tan korkun ve benim sadık kullarımla beraber olun.” (Tevbe, 119) ayeti, kalbin kimlere yönelmesi ve bağlanması gerektiğini göstermektedir.

ÖLÜM RABITASI

Kur’an ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan biri de ölüm rabıtasıdır. Kur’an’da insanı dehşete düşürecek, hayrete sevkedecek ölüm halleri, kıyamet sahneleri ve ahiret manzaraları anlatılmaktadır. Bunlarla kalp dünyadan çekilip ebedi ahiret yurduna yöneltilmek istenmektedir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz, Abdullah b. Ömer’e: “Kendini ölmüş ve kabre girmiş say.” (Tirmizî, Ahmed) buyurarak ölüm rabıtasını tavsiye etmiştir. Bu rabıta ile insanın dünyanın boş sevgi ve zevklerinden çekilip ebedi ahiret güzelliklerine yöneleceğini, gafletin gidip kalbin dirileceğini ve günahlardan temizleneceğini haber vermiştir. (Tirmizî, Nesaî, Münavî, Beyhakî)

Allah dostları tefekküre büyük önem vermişlerdir. İnsanın terbiyesi, konuşması kadar susmasından da anlaşılır. Ancak, boş konuşma ve kötü düşünce kınandığı gibi, içinde güzel düşünce ve tefekkür olmayan suskunluk da kınanmıştır.

Velilerden Fudayl b. İyaz rh.a. der ki: “Tefekkür bir aynadır. Sana iyiliklerini ve kötülüklerini gösterir. Onda kalbinin halini görürsün.”

Alimlerden Abdullah b. Mübarek rh.a., velilerden Sehl b. Ali k.s.’yi derin bir tefekküre dalmış halde gördü. Onun ahiret hallerini düşündüğünü anladı ve “Nereye kadar ulaştın?” diye sordu. O da, “Sırat köprüsüne kadar.” cevabını verdi.

Bişr b. Haris rh.a., tefekkürle elde edilecek sonucu şöyle özetler: “Eğer insanlar Yüce Allah’ın büyüklüğünü anlayabilselerdi, ona isyan etmezlerdi.”

RABITANIN SONUCU

Tasavvuf büyüklerinin tarif ve tatbik ettiği rabıta da yukarıda anlatılan tefekkür çeşitlerinden birisidir. Rabıta, görülmesi Yüce Allah’ı hatırlatan kâmil bir veliyi gönül aynasında seyretmek ve üzerinde zuhur eden ilâhi tecellileri görüp, Yüce Allah’ı zikretmekten ibarettir.

Diğer bir yönüyle rabıta, Yüce Allah’ın dostu ile gönülde beraber olmaktır. Onun kalbine emanet edilen ilâhi nura bağlanmaktır. Onun ilâhi aşkla kaynayan kalbine inen feyizden nasiplenmektir. Velideki dostluk sırrını düşünmektir. Salihleri özlemek ve onlardaki güzel ahlâka özenmektir. Sevgi atmosferi içinde kalbi uyandırıp Hakka yöneltmektir
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
helal olsun sizlere canlarim benim allah sizlerden razi olsun
 

DJ MESNEVI

Doçent
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
1,462
Tepkime puanı
3
Puanları
0
rabıta yoktur deyip ortalıgı fesata veren sahısların hicbirisini yorum yapmamıs olarak görüyorum..


yoksa tek amacınız fitne cıkarmakmı? iste delilleri iste isbatları verecek cevabınız varmı?
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Bid'at ehli ile görüşmeyi yasaklayan hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:
(Bid'at sahibine hürmet eden, İslamiyet’i yıkmaya yardım etmiş olur.) [Taberani]

(Bid'at ehline sert davran! Allahü teâlâ, onlara düşmandır.)
[İbni Asakir]

(Onlardan kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler.)
[Müslim]
(Hasta olurlarsa, ziyaretlerine gitmeyin!) [Ebu Davud]

(Karşılaşınca, onlara selam vermeyin!)
[İbni Mace]
(Onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin!) [Ukayli]

(Onların cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın!)
[İbni Hibban]

(Onlar benden değil, ben de onlardan değilim. Onlarla cihad, kâfirlerle cihad gibidir.)
[Deylemi]
 
Üst