İşte Büyük Kurtuluş
Dr. Adem Ergül
Dr. Adem Ergül
2010 - Ocak, Sayı: 287, Sayfa: 014
Günlük hayatımızda kullana geldiğimiz öyle kavramlar vardır ki, onları söylemek ya da duymak bile gönle sürûr ve hayata neşe bahşeder. “Başarı”, “zafer” ve “kurtuluş” sözcükleri, duygu dünyamıza işte bu çeşit pozitif heyecan ve şevk yükleyen kelimelerdir. İç-içe imtihan halkaları ile dolu olan şu dünya sahnesinde, hiç şüphesiz bu ifadelerin yeri pek büyüktür. Kur’ân-ı Kerim’de bu mânâları ifâde eden en önemli iki kavram: “el-Fevz” ve “el-Felâh” kelimeleridir. Bunları dilimizde kısaca “Fevz ü felâh” diye ifade edegelmişizdir. Kurtuluş, zafer ve başarı anlamına gelen bu terkibi âlimlerimiz, “Kişinin korktuklarından emin ve umduklarına nâil olması” şeklinde açıklamışlardır.
Başarı ya da başarısızlık, kişilerin duygu dünyalarına, hayata bakış dinamiklerine, hedeflerine ve nihâyet inançlarına göre farklılık arzeden bir durumdur. Bu çerçevede birine göre başarı sayılan bir husus, diğerine göre başarı olmayabilir. Meselâ kimine göre haram-helal tanımadan hangi yolla olursa olsun zengin olmak, büyük bir başarıdır. Yine hangi yolla olursa olsun, yüksek bir makama gelebilmek iyi bir zaferdir. Fakat bu başarılar, dürüstlüğü ve fazileti kendine yüksek bir değer edinenler nazarında başarı sayılmaz. Yine dünyânın geçici ve kısa, buna mukâbil âhiretin ise hakîkî ve ebedî bir hayat olduğuna inanan bir kimse nazarında da hiçbir dünyevî başarı, hakikatte nihâî bir başarı sayılamaz.
Bu gerçeklerden yola çıkarak diyebiliriz ki, “bize göre bir başarı, zafer ve kurtuluş”tan ziyâde, “Allah nazarında gerçek bir başarı, zafer ve kurtuluş”un ne olduğu sorusu, mü’min bir yürek için büyük önem arzetmektedir. İşte burada Kur’ân-ı Kerîm’in “Büyük Başarı”, “Büyük Zafer” ya da “Büyük Kurtuluş” diye ifâde edebileceğimiz: “el-Fevzü’l-azîm”, “el-Fevzü’l-kebîr” ve “el-Fevzü’l-mübîn” çerçevesi, bizlere ışık tutmaktadır. “el-Fevz” ve “el Felâh” kavramları birlikte değerlendirildiğinde, yetmişe yakın âyet, bir kul için Allah katında kurtuluşun ne olduğu sorusunun cevabını vermektedir. Şimdi bu âyetlerden yola çıkıp, Kur’ân-ı Kerim’in gösterdiği adresler çerçevesinde “Büyük Kurtuluş” hedefine ulaşmaya çalışacağız.
Kur’an, “Büyük Kurtuluş” ifâdesini iki ana çerçevede kullanır:
Birincisi: Kurtuluşun gerçekleşme safhası.
İkincisi ise: Bu kurtuluşa götüren yol haritası.
Diğer bir ifadeyle birincisi nihâi hedefe işâret ederken, ikincisi de bu hedefe ulaşmanın usûlünü ve gereklerini beyan eder.
Rabbimiz nazarında “Büyük Kurtuluş”, ebedî hayata diriliş sahnesinde, cehennemden kurtulup cennet nimetlerine nâiliyet ve Hakk’ın rızâsına erişmektir. Bu gerçek, âyetlerde şöyle ifâde edilir:
“De ki: Eğer Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım. O gün, her kimden azap giderilirse, şüphesiz Allah ona rahmet etmiştir. İşte apaçık kurtuluş budur.” (En’âm Sûresi, 15-16).
“Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.” (Tevbe Sûresi, 72)
“Müttakîler hakikaten güvenli bir makamdadırlar. Cennetlerde ve pınar başlarındadırlar. Onlar ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerek karşılıklı olarak otururlar. Ayrıca onları, iri gözlü hurilerle de evlendirmişizdir. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Orada ilk ölümden başka bir ölüm de tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur. (Bunların hepsi) Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir.) İşte büyük kurtuluş budur.” (Duhân Sûresi, 51-57)
Bu âyetlerin verdiği temel mesaj, hiçbir kul için, cennet ve rızây-ı ilâhî nimeti gerçekleşmediği sürece, tam bir kurtuluştan ve başarıdan bahsedilemeyeceği gerçeğidir. Nihâî zafer diyebileceğimiz bu hedefe ulaşmadan, hangi başarı sebebiyle olursa olsun, zafer sarhoşluğuna ve başarı tatminine erişmek, eksik himmetin, dar görüşlülüğün, ufuksuzluğun ve basiret körlüğünün bir işâretidir. Zira bize başarı gibi görünen öyle durumlar vardır ki, sonuçları itibariyle helâkimizin başlangıcını oluşturabilir. Kur’ân’ın ifadesiyle, bize şer gibi görünen hayır, hayır gibi görünen de şer olabilir.
Sâlihlerin sürekli son nefes endişesi taşıması, işte bu yüce hakikate âşinâ olmaları sebebiyledir. Esasen son nefesi îmanla vermek, büyük bir nimet olsa bile, cennete girinceye kadar daha nice tehlikelerin söz konusu olabileceği de diğer bir gerçektir. Amel defterlerinin verilişi, mizanda amellerin değerlendirilmesi ve sırattan geçiş gibi nice tehlike anları vardır ki, işte o gün “Büyük Korku” günüdür. İşte bu sebeple tazarru ve niyaz demlerinde, Yüce Allah’tan son nefes selâmetiyle birlikte, cennetleri ve hususiyle “Firdevs cennetini ve O’nun rızasını” istemek, başarı hedefini doğru belirleyen kulların derûnî yakarışları arasındadır.
Bu itibarla manevî bakımdan hangi hâl ve makamda bulunulursa bulunulsun, tam bir muvaffakiyet ve güven hâli, esasen aldanmışlık alâmetidir. Buna mukabil korku ve ümit arası bir gönül hassasiyeti ve hatta ürperen bir yüreğe sahip olmak, bu gerçeğin farkında olmanın tabiî bir gereğidir. Ümitvar olmakla güvende olmayı da hiçbir zaman karıştırmamalıdır.