spesifik
آزادی قید و بند
İstanbul Sözleşmesi ile ilgili artan tartışmalar sağlıklı bir sonuca ulaşmak için verimli bir atmosfer oluşturuyor. İnşallah öyle olur. Daha önce sözleşmenin temel ideolojisi olan Toplumsal Cinsiyet ideolojisinin bir toplum mühendisliğihttp://www.islamianaliz.com/#_edn1 projesi olduğunu, sözleşmenin yanlış ve sapkın anlayışlar için kullanıldığını[ii] ve sözleşmeyi eleştirenlere yönelik eleştirilerin analizini[iii] yazmıştım. Bu yazıda sözleşmeyi savunan muhafazakâr-dindar kesimlerin, savunma gerekçelerini psikolojik olarak analiz etmeye çalışacağım.
Sözleşmeyi savunan bir kısım dindar ve muhafazakârın ortak özelliği “boşanmış” olmaları. Kimi davasından, kimi cemaatinden, kimi geçmişinden, kimi de sosyal sorumluluklarından boşanmış durumda. Sözleşme konusundaki tutumları boşanmış kişilerin tavırlarına benziyor.
Sözleşmeyi savunan bazı kişiler bir zamanlar içinde oldukları dini gruplardan/cemaatlerden “boşanmış” kişilerden oluşuyor. Malum, boşanmanın sebeplerinden biri iletişim bozukluklarıdır. Geçmişte yürütemedikleri bir ilişki söz konusu yani. Bu nedenle eski dava eşlerine karşı öfke duyuyorlar. Ana akım dindarlara, cemaatlere ve İslamcılara itiraz ediyorlar. Bunlara göre cemaatler ve dini gruplar aklı mahkûm eden, müntesiplerini kendilerine kul eyleyen yapılar. Önemli olan bilinçli bir birey olmak gibi artistlik sözleri seviyorlar. Birey olmanın bağımsız olmaktan geçtiğini savunuyorlar. Dini grupların insanlara dava-samimiyet uğruna yükledikleri misyonlara karşı çıkıyorlar. Bir misyon/inanç uğruna İstanbul Sözleşmesine muhalefet edenlere itiraz ediyorlar. Dindar camiaların İstanbul Sözleşmesini eleştirmeleri onların sözleşmeyi savunmaları için yeterli bir sebep.
Aslında bu itirazlarının da psikolojik bir gerekçesi var. Boşanmanın neden olduğu sorunlardan biri kişisel saygınlığın zedelenmesidir. Bazı kişiler evlilik sürecinde kişisel saygınlıklarını kaybettiklerini düşünür. Boşandıktan sonra bu saygınlıklarını tekrar kazanmaya çalışırlar. Başa çıkma stratejileri olarak ifade edilen bu çabaların bazıları olumlu bazıları ise olumsuzdur. Menfur sözleşmeyi savunan kişilerin bazı tavırlarını olumsuz başa çıkma stratejileri olarak görebiliriz. Bu kişiler eski cemaatlerinden boşandığı ve sosyal sorumluluklar almak istemediği için iç çelişki yaşamamak adına, mevcut durumlarını pekiştirecek analizlere(?) sığınırlar. Cemaat içinde özgür olamadıklarını söylerler. Bireysel bir hayat yaşayınca değerli olacaklarını, saygınlık kazandıklarını düşünürler. Kardeşim biz bireyselleştik, bu tür misyonlar bize zor geliyor demezler. Biz bittik demezler, İslamcılık bitti derler. Küstüm oynamıyorum, siz kötüsünüz derler. Bireyselleşmenin küçülmek, etkisizleşmek, oyalanmak anlamına geldiğini unuturlar. Hz. Peygamber’in Medine’de bir devlet kurduğunu, yaptığı ilk işin örgütlü bir cemaat için cami inşa etmek olduğunu hesaba katmazlar.
Sözleşmeyi savunanların bir kısmı da eskiden uğruna mücadele ettikleri “dava”larından boşanmış kişilerden oluşuyor. Boşanma sonucunda bazı kişilerde başarısızlık duygusu yaşanır. Bu kişiler yönetemedikleri bir süreç sonucunda başarısız olduklarını düşünürler. Bu durumu telafi etmek için başka başarılar peşinde koşarlar. Şimdilerde sözleşmeyi sıkı sıkıya savunan bu dindar kesim de geçmişte yaşadığı başarısızlıkları, siyasetin gölgesinde telafi etmeye çalışıyorlar. İstanbul Sözleşmesini savunanlar, güçlülerden güzel şeyler sudûr edeceğine inanırlar. Onlardan sudûr ettiği için sözleşmeyi savunurlar. Bu kesimlerin eskiden ümmet, adalet, vahdet, şehadet gibi kavramlar eşliğinde mücadele ettikleri bir davaları vardı. Eyüp’ün sabrı, Nuh’un azmi onlara yol gösteriyordu. Ancak gerek 28 Şubat sürecinde, gerekse sonrasında başarısız oldular. Buna karşın liberalizm, milliyetçilik, muhafazakârlık ve devletçilik güç ve etkisini arttırdıkça bu kesimler “demek ki yanlış düşünüyormuşuz” diye düşünmeye başladılar. Böyle olması kaçınılmazdı. Çünkü süreç odaklı değil, sonuç odaklı düşünüyorlardı. Yaşadıkları her durumu imtihan kavramıyla değil, başarı kavramıyla değerlendiriyorlardı. Süreç içinde bu kesimler imkânlar ve makamlar sahibi oldular. Ama konjonktüre mahkûm oldular. Yetkili ve yönetici olmanın, etkili ve değiştirici olmaya yetmediğini göremiyorlar. Toplumun binde biri etmeyen azınlık bir elitten daha etkisiz ve zayıf durumdalar.
Boşanma sonucunda ortaya çıkan en büyük sorunlardan biri de kaygı bozukluklarıdır. Kaygı gelecekte ne olacağını bilememe, gelecekten endişe etme durumudur. Kaygılı kişiler kendi birikimlerine, değerlerine ve sahip olduklarına güvenmezler. Bu nedenle kendileri dışında güvenecekleri bir şeyler ararlar. Bu nedenle kaygı bozukluğu yaşayan birçok kişi yanlış ilişkiler kurar. İşte İstanbul Sözleşmesini savunan bazı kesimler yaşadıkları kaygı ve güven problemini, Batı toplumunun değerler sistemiyle telafi etmeye çalışır. Batı kültürünü yüceltir, Batı kültürü ile özdeşim kurarlar. Hal böyle olunca boşandıkları dünyaya karşı oryantalist bir takım önyargılar geliştirirler. Elitist ve etnosantrik bir kültüre sahip olan bir batılı gibi düşünürler. Kendilerinde entelektüel bir üstünlük, karşı tarafta kör bir cehalet olduğunu var sayarlar. Kendi sorunlarında çürüyen Batı toplumunu görmek istemezler. İstanbul Sözleşmesinin ortadan kaldırmayı düşündüğü tüm olumsuzlukların Batı toplumunda bizden daha fazla olduğunu görmek istemezler. Toplumsal cinsiyet ideolojisinin uygulandığı Batı toplumunda ailelerin dağıldığını, kadına karşı şiddetin arttığını, gençlerin uyuşturucu, alkol ve erotizm bataklığında depresyona sürüklendiğini gündeme getirmezler. Menfur sözleşmeyi eleştirenlerin ataerkil kültürün yobaz temsilcileri olduğunu; sloganik, beylik, ideolojik ucuz söylemler ürettiklerini iddia ederler. Sözleşmeyi eleştirenlerin dini hükümleri araçsallaştırdığını, tüm sorunları İstanbul Sözleşmesi’ne bağladıklarını söylerler. Sözleşme iptal edilince tüm sorunlar bitecek mi diye de sorarlar.
Tüm bu iddialara karşı söylenebilecek ilk söz şudur: El insaf. Vicdan sahibi olmak gerek. Merhametsizliği anlayabiliriz. Ama en azından biraz da olsa adaletli olmak gerek.
Kim sosyal ve ailevi tüm sorunların sebebi İstanbul Sözleşmesi’dir diyor?
Kim sözleşme iptal edilince tüm sorunlar bitecek diyor?
Kim erkeklerin kadınları dövmesi normaldir diyor?
Kim kadına şiddeti savunuyor?
Kim geleneğimiz eksiksiz ve mükemmeldir diyor?