Burada ayrı bir husus da şudur:
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ âyetindeki الْمَغْضُوبِ ve الضَّآلِّينَ kelimelerinin başında harf-i tarif vardır. Arapça’da harf-i tarifin; ahd-i zihnî, ahd-i hâricî, cins ve istiğrak gibi ma’nâlara geldiği malumdur. Burada lâm-ı tarifi cins ma’nâsına alacak olursak; ne kadar dalâlete girmiş ve ne kadar Allah’ın ga-zabına uğramış varsa hepsini kasdetmiş ve onların gittikleri yola düşmemek için, Allah’ın hidâyetine sığınmayı talep ettiğimizi ifade etmiş oluruz. Eğer lâm-ı tarife istiğrak ma’nâsını verecek olursak; teker teker her fert ne çeşit dalâlete girmişse onların gittikleri dalâlete gitmekten Allah’a sığınıyor ve O’nun hidayetini talep ediyoruz demektir. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde:
الضَّآلِّين: ألنصاريَ, الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ: اليهود “Allah’ın gazabına uğramış, Yahudiler; sapıklara gelince onlar Nasaradır”41 buyurmuşlardır. Kur’ân-ı Kerim, gadaba uğramışları ve dalâlete düşmüşleri, yahudi ve hristiyanlar olarak gösterdiği gibi, bazen de onların dışındakileri kasdetmektedir. Binaenaleyh bu âyetlerle, sanki şöyle denilmek istenmektedir: “Müslümanların en yakın zıddı Yahudi ve Hristiyanlardır. İşte kâfirler de dahil ne kadar Allah’ın ga-zabına uğramış ve dalâlete düşmüş varsa, onların yoluna itilip atılmadan, Allah’ım Sana sığınıyorum.”
Allah (cc), Kur’ân-ı Kerim’de, Yahudiler hakkında şöyle buyuruyor:
وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَآؤُوْاْ بِغَضَبٍ مِّنَاللَّهِ
“Onlara zillet ve meskenet damgası vuruldu ve onlar Allah’ın gazabına uğradılar”(Bakara, 2/69).Böylece Allah (cc), Yahudilerin Kendi gazabına uğradığını anlatıyor. Hristiyanlar hakkında:
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّوَلاَ تَتَّبِعُواْ أَهْوَاء قَوْمٍ قَدْ ضَلُّواْ مِن قَبْلُ وَأَضَلُّواْ كَثِيراً وَضَلُّواْ عَن سَوَاء السَّبِيلِ
“Ey ehl-i kitap! Dininizde yok yere aşırılığa girmeyin! Bundan şaşmış, pek çoklarını da şaşırtmış ve doğru yoldan sapmış bir kavmin heva ve heveslerine uymayın!” (Maide, 5/77) demek suretiyle onların taşkınlık yaptıklarını, dalâlete düşüp başkalarını da idlâl ettiklerini, sapıklığı şiâr haline getirmiş olduklarını yüzlerine vuruyor, onları da Yahudiler gibi damgalıyor. Bu zaviyeden denebilir ki, en ehven kâfirden en şedid kâfire kadar, hepsi bir nevi Allah’ın gazabına uğramış ve bir çeşit dalâlete düşmüşlerdir.
Kur’ân-ı Kerim, Efendimiz'e ve O’nun devrindeki sahabeye hatta kıyâmete kadar gelecek bütün cemaatlere melûn olarak anlatılan Yahudi ve Hristiyanlar, acaba o zaman ne haldeydi ve niçin gazaba uğramış, dalâlete düşmüşlerdi? Ve niçin onlara sapık deniyordu? Şimdi kısaca buna da atf-ı nazar edelim:
Yahudiler Tevrat’ı tahrif etmişlerdi. Kendi yazdıkları şeylere “Allah’ın Kitabı” diyorlardı. Rûhânî reisleri arzu ve isteklerine göre kitaplara şerh koyuyor ve halka Allah kelamı diye anlatıyorlardı. Nazarlar tamamen maddeye yönelikti; Yahudi, yeryüzünde her şeyin temelinde ekonominin, iktisadın bulunduğu fikrini müdâfaa ediyor ve herkese bunu telkin ediyordu. Gönüllerden Allah’a iman sökülüp atılıyor ve onun yerine maddî refah, huzur ve saâdet ikâme edilmeye çalışılıyordu. Yahudinin böylesine sefilleşen düşüncesini kesretten vahdete, müntehâdan mebdeye ve fâniden bâkiye çevirmek için bütün güçleriyle savaşan peygamberler, Yahudi eliyle hunharca şehid ediliyor; evleri basılıyor, dağa kaldırılıyor, haklarında ölümler kesilip biçiliyor ve testerelerle ikiye bölünüyorlardı. Esasen Yahudi daha Hz. Süleyman’ı müteakip ma’nevî saha ve plânda tamamen yıkılıp gitmiş ve iflas etmişti. Ve bu ma’nevî yıkılışı, maddî yıkılış takip etti. Artık Hz. Süley-man’dan sonra gelen devlet idarecileri Yahudiyi idare edemez hâle gelmişlerdi. Maddeleri ma’nâya bağlıydı. Derken üst üste esaret dönemleri başladı. Yahudi her yerde horlanıyor ve hakaret görüyordu. Bunun için de, mevcudiyetini, gizli cemiyetler kurarak muhafazaya çalışıyordu. Böyle yanlış bir yola girdiğinden dolayı da kendine en yakın olan kimseleri dahi kuşkulandırıyordu. Böylece, o hem madde plânında hem de ma’nâ plânında rahmete liyakatını ve rahmetten istifade hakkını kaybediyordu.
İşte Yahudiyi bu tabloda seyredin ve غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ damgasının Yahudinin alnına vuruluşunu görün; sonra da Hz. Muhammed (sav)’in ümmeti olarak, Yahudinin düştüğü çukura düşmemek için; sakın sakın maddeyi ma’nânın yerine ikâme etmeyin! Gönüllerde Allah yerine ekonominin, iktisadın, maddî refah ve saâdetin ikâmesine taraftar olmayın! Resûl-ü Ekrem’in (sav) getirdiği yolda, anlattığı, hakâik içinde halkı hakiki yol olan tarik-i müstakime hidâyet etmeye çalışın! Çünkü insanlar hep aynı yerden düşer, aynı şeylerle bozulur ve aynı şeylerle Allah’ın gazabına uğrarlar. Nitekim sizin zıdd-ı karîbiniz olan Yahudiler de bu yollarla düştü ve helâk oldular.
Muhammed Fethullah GÜLEN
Fatiha Üzerine Mülahazalar