İsrail, İran'ı Suriye Ve Filistinlilerle Barış Yaparak Zayıflatabilir.

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0

İran'a saldırı hem rejimi güçlendirir hem de nükleer bombayı sadece erteler. İsrail, İran'ı ancak Suriye ve Filistinlilerle barış yaparak zayıflatabilir.

ABD’deki Kongre seçimleri mevsiminden biraz sonra ve başkanlık seçimi mevsiminden biraz önce, karar verme mevsimi için çok küçük bir fırsat penceresi açılır. Bu seferki pencereyse, benzersiz bir tehlike mevsimi olabilir. Gündemde her zamanki gibi, İran’ın nükleer tesislerine bir saldırı ve ‘barış süreci’ var.

Barış sürecinden hiçbir şey çıkmadı, fakat İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bile bir kereliğine dahi olsa bir karar vermek ve ‘tarihe geçmek’, iki devlet ve yerleşimleri durdurmakla ilgili bütün bu baş ağrısını bir kenara koymak istiyor. Dolayısıyla ufukta facia var. İnsanların unutmasını sağlamasının kısmen kolay yolu, bombalamak. Bir başarısızlıksa felaket getirecektir ve fazlasıyla dehşet senaryosu mevcut.

Türkiye de geri döner

İran tehlikeli; bombalanmış bir İran daha da tehlikeli olacaktır. İran’daki rejim istikrarlı; bombalamadan sonra daha da istikrarlı olacaktır. Bırakın, rejimi güçlendirmek isteyenler onu bombalasın... İran halkını liderlerinin arkasında daha da birleştirmek isteyenler saldırsın... Son ayetullahlar bile şunu biliyor:


Afganistan ya da Irak’ın atom bombası olsaydı, ABD işgallere cüret edemezdi. Son ayetullahlar, işgalci İsrail’e sövüp saymanın rejimi korumanın en iyi yolu olduğunu biliyor. İsrail’deki uzmanlar da İran’ı bombalamanın bir atom bombasını olsa olsa birkaç yıl erteleyeceğini biliyor. Bırakın, İsrail’in nasıl bombalanacağını bildiğini kanıtlamak isteyenler bu delice maceraya atılsın...

İran’ı zayıflatmak ve yol açtığı tehlikeleri kısmen ortadan kaldırmak isteyenlerse daha farklı davranmalı. Bu tehdidi iki veya üç yıldan uzun süre yok etmenin tek yolu var: Barış. Şöyle ‘gerçekdışı’ bir senaryo tahayyül edilebilir: İsrail, Suriye’ye yanıt verir ve barış imzalar. İran bir stratejik müttefikini, Suriye’yi kaybeder. Bir diğer stratejik müttefik, Türkiye, İsrail’e geri döner.


Ve İsrail barışı bulur. İnsan daha çılgın gelişmeleri de tahayyül edebiliyor. İsrail işgale son verir ve Filistinlilerle barış yapar. İran, İsrail’e saldırmak için sahip olduğu en can alıcı bahaneden mahrum kalır. Filistinliler İsrail’le barış yapsa Mahmud Ahmedinecad ne diyebilir ki? Ve saldırganlık için sahip olduğu bütün bu bahanelerden yoksun kalırsa, yeni bir Ortadoğu’nun karşısında, sadece Hizbullah, İslami Cihad ve belki bir de Hamas’la durursa ne kadar destek toplayabilir?

Bu durumda İran bir zamanların Libya’sı gibi tecrit edilir. Belki sonrasında, bugünün Libya’sı gibi kabul görür. Basit görünüyor ama ‘karmaşık’ ve ‘gerçekçi’ alternatifler daha gerçekdışı ve tehlikeli.İsrail’de son yıllarda yaşanan en zararlı süreç, mantığın kaybedilmesi. İsrail uzun süredir kendisi için neyin iyi olduğunu bilmiyor.

Obama engeller

Önümüzde karar verme mevsimi var ve bu kararları çoğunlukla iki kişinin alması gerekecek: Netanyahu ve ABD Başkanı Barack Obama. Obama İsrail’in bir bombalı saldırısını engelleme ve diğer yolu seçmesi için İsrail’e baskı yapma gücüne sahip. Netanyahu lehinde de şunu söylemeli: Kendisi İsrail’i hiç savaşa sokmadı, ki bu bir İsrail başbakanı için nadir görülen bir başarı. Bunu değiştirmezse iyi eder.


sütunhaber
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
İsrailin yönetiminin başına gelenlerin hepsi, katil insanlardır.Mutlaka bir filistinliyi bizzat katletmişlerdir.Netanyahu İsraili savaşa sokmamış mış...Bu cümleyi yazmak için başka gezegende yaşıyor olmak gerekir.Şu anda bile hala Gazze bombalanıyor, basın görmezden gelse bile...Savaş İsrail için varlık gerekçesidir.İsrailin , filistin topraklarındaki işgal tarihini bilenler için, Netanyahunun, övülmesi , bir garabettir, utanç vesilesidir.
 

TakVa

Ordinaryus
Katılım
13 Nis 2007
Mesajlar
2,868
Tepkime puanı
79
Puanları
0
Şaron devrindeki kadar değil ama durumlar.
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
O bombalar İsrail için miydi?

"Bomba fırtınası"nın sırrı çözülüyor mu? Geçtiğimiz günlerde Yemen'den İngiltere'ye ve ABD'ye, Atina'dan İstanbul'a kadar patlayan bombaların, intihar saldırılarının, patlayıcı kargoların ve terör alarmının hikmeti neydi?

PKK merkezli Taksim saldırısı, Atina'da yabancı elçilikleri hedef alan ve yine kargo ile gönderilen bombalar, Yemen merkezli ve Chichago'daki sinagogları hedef aldığı söylenen patlayıcılar arasında bir bağ olabilir miydi?

Görünüşte hepsi birbirinden bağımsız, farklı amaçlarla yapılan saldırı ya da saldırı girişimleriydi. Ancak tuhaf biçimde, dünyada etkisini giderek kaybeden terörle mücadele ya da küresel terörizm söylemi bir anda tekrar gündemimize girdi, bir çok ülkede terör alarmları verildi, El Kaide'ye karşı saldırı söylemleri tırmandı, Yemen'e saldırı bile tartışılır oldu.

Hepsinin üzerinden küresel terör söylemi ve karşı saldırı için elverişli bir ortam şekillendi. İsrail dünya genelinde temsilciliklerini alarma geçirdi. ABD Yemen'e CIA birlikleri gönderme, insansız hava araçları operasyonları başlatma kararı aldı hatta kara birlikleri gönderebileceğini açıkladı.

Sanki terör haftası, bir büyük planın hazırlığı gibiydi. Batı'da o eski, sert siyasi söylemler tekrar başladı. ABD Başkanı Barack Obama'nın İran'a karşı Körfez'de askeri yığınağın artırılması emrini verdiği iddia edildi.

Eski bir Mossad mensubu olan Martin Peretz yönetiminde İsrail istihbaratı için çalışan bir internet sitesinin İran'a karşı askeri hareketliliğe ilişkin endişe verici yayını gazetelere yansıdı.
Birkaç gün sonra, ABD'nin İsrail pasaportlu senatörü Jeo Lieberman; "Irak dünün savaşıydı, Afganistan bugünün savaşı. Yemen ise geleceğin savaşı olacak" diyordu.

Bir tuzak kuruluyordu. Körfez'de üç uçak gemisini de içeren dev askeri yığınak İran kadar Yemen'i de hedef alıyordu. Daha doğrusu Yemen kıyılarında toplanıyordu. Yemen ve El Kaide merkezli terör girişimleri ise Batı başkentlerini ayağa kaldırıyordu.
Tam bu dönemde dünyanın başka bölgelerinde de bombalar patlıyor, terör girişimleri açığa çıkarılıyordu. Sanki birileri, terör geri döndü, harekete geçme zamanı çağrısı yapıyordu. Küresel terör paranoyası yeniden hortlatılmak isteniyordu.

Bütün bunların, İsrail'in bölgesel çıkarları ile, özel gündemi ile birebir örtüşmesi dikkat çekici değil mi? Türkiye'ye yönelen terörün arkasındaki kararlılık ilişkileri de bu açıdan bir kez daha gözden geçirme fırsatı sunan yeni hareketlilik sırasında aynı çevreler hem Yemen'i hem de El Kaide-İran bağlantısı gibi tuhaf bir işbirliğini öne çıkarmakla meşgul oldu.

"Küresel terörizm", "Terörle mücadele" gibi tanımları keşfedenler yeniden harekete geçiyor sanki. İki büyük işgalden önceki dönemde olanların bir benzeri yaşanıyor. Öyleyse yeni bir işgal senaryosu mu söz konusu? Küresel terörizm söylemini 21. yüzyıla dönük en kapsamlı istila projelerine kamuflaj yapanlar, aynı yöntemle tekrar karşımıza çıkıyor sanki. Bir kez daha kandırabilecekler mi bizi?

Hatırlayalım bu kavramları ilk üretenlerin kimler olduğunu. Entelektüel terörizmin mensupları, yeni tehdit, düşman üretiminde oldukça başarılı olmuşlar, ABD'yi bu amaç doğrultusunda cephelere sürmüşler, sürmeye de devam ediyorlar. Dünyanın bir çok köşesini sarsan terör olaylarının arkasına sığınarak ya da bunları ihale ederek küresel amaçlarına büyük oranda ulaştılar.

Devam ediyorlar şimdi. Biz, bu söyleme bu sefer de inanacak mıyız? Dar anlamda terörle, terör kartına odaklanan kirli hesapları ayrıştırmayı becerirsek bir kez daha kurulan tuzağa düşmekten kurtulacağız. Aksi takdirde, ihaleyi verenler bu coğrafyanın her karış toprağında kan akıtmaya devam edecek.
Türkiye'de 28 Şubat askeri darbesi bütün bunların başlangıç noktasıydı. O darbeyi yaptıranlarla bugün terörizm kamuflajı altında küresel müdahaleyi yayanlar aynı çevreler, aynı aktörler..

Daha 1996'da, o dönem de Başbakan olan Benjamin Netanyahu'ya verilen "Clean Break" doktrininin mimarları hem Ortadoğu'yu kendilerine göre dizayn ediyorlar hem de ABD için 21. yüzyılın siyasal söylemini hazırlıyorlardı. Onların Ortadoğu'daki dizayn çalışmaları bitmedi, yer yer başarısız olsalar da devam etmeye çalışıyorlar.

28 Şubat sonrası Türkiye-İsrail ortaklığı üzerinden bunu denediler. Türkiye'yi de bu söyleme mahkum etmek istediler. Şimdilerde Türkiye bundan büyük oranda kurtuldu, mümkün olduğunca da uzaklaşmaya çalışıyor. Ama ABD'nin; hemen hepsi İsrail aşırı sağına mensup elitleri tarafından geliştirilen proje hâlâ uygulamadı.

"Terörle savaş" İsrail aşırı sağına mensup elitler tarafından geliştirildi ve Netanyahu üzerinden İsrail'in ardından ABD'nin ulusal stratejisi haline getirildi. Ardından neler yaşandığını biliyoruz. Bugün Doğu Afrika'dan Çin sınırına karar hemen her bölge savaş ya da operasyon alanı haline geldi.

Netanyahu bugün yine Başbakan... Israrla terörle savaş söylemini diri tutmaya çalışıyor. Onun için "terörle savaş'ın entelektüel babası" deniyor. O baba, bugünlerde Yemen ve İran için bütün yolları deniyor. Yeni bir savaş, iç savaş, işgal, istikrarsızlık için tuzaklar kuruyor. Keşfettikleri terör tehdidi üzerinden kazanılan başarıları çok iyi biliyor. Yine aynısını yapıyor, terör tehdidi üzerinden Batı'yı belli hedeflere yönlendiriyor.

Şu ana kadar yaptıklarıyla amacına ulaşamazsa, inanın çok daha tehlikeli ve büyük terör saldırıları, karmaşık şoklar gelecek.
Bizden söylemesi... İbrahim Karagül Yeni Şafak
 
Üst