İsm-i azamı bilen büyük veli

mostar

Profesör
Katılım
6 Ara 2009
Mesajlar
1,011
Tepkime puanı
244
Puanları
0
İsm-i azamı bilen büyük velî

İsm-i azamı bilen büyük velî 22 Mart 2010 - 11:36:41
Zünnûn-ı Mısrî, Mısır’ın güney bölgelerinde doğdu. Seveni de sevmeyeni de çoktu. İnandığı gibi yaşadı ve öldü...



Zünnûn-ı Mısrî, Mısır’ın güney bölgelerinde 772’de doğdu. 90 yaşlarında 859 yılında vefat etti. Yaşadığı dönemde etkili olmuş, takibata uğramış, sevenleri ve sevmeyenleri bulunmuştur.



İslâm târihinde yöneticilerin kendi inançları dışındakilere baskı uyguladığı devirler vardır. Bir ara Abbâsî yönetimi, Mûtezile mezhebinin görüşleri dışında başka inanış tarzlarına, neredeyse savaş açmıştı. Bu meyanda Zünnûn da hapsedilmişse de, kısa süre sonra serbest bırakıldı. Bu meseleyle ilgili olarak şunlar anlatılır.

Zünnûn bu sebeple Halife Mütevekkil’in huzuruna çıkarılır. Halife sorar:

- Sana zındık ve kâfir diyorlar, bu konuda ne diyeceksin? Zünnûn daha söz almadan halifenin veziri atıldı:

- Sultanım bu sözler doğrudur, onun hakkındaki isnadlar gerçeği yansıtmaktadır. Vezire aldırmayan halife Zünnûn’a döndü:

- Cevap versene, niçin konuşmuyorsun? Zünnûn şöyle dedi:

- Ey mü’minlerin emiri, ne diyebilirim ki? Evet öyleyim, hakkımdaki ithamlar doğrudur desem kendimi inkâr etmiş olurum. Hayır bunlar yanlıştır desem vezîrinizin yalancı olduğunu söylemiş gibi olurum. Onun için beni bağışlayın, bu konuda siz kendînîz karar veriniz. Ben nefsimden yana olmayacağım.



Halife ile aralarından başka konuşmalar da geçti. Sonunda halife ona i’zaz ve ikramlarda bulundu. Tutuklu olarak geldiği Bağdat’tan Mısır’a serbest olarak döndü.



Kültürümüzde “İsm-i a’zam” diye bir kavram vardır. “En büyük isim” demektir. İsm-i a’zamın Allah’ın isimlerinden hangisi olduğu hakkında farklı kanaatler vardır. Bunlardan bir görüşe göre bu isim gizli olup herkes tarafından bilinmez. Bilen kimse onu okuyarak üstün hallere sâhip olabilir. Onun için ism-i a’zamı bilmek, öğrenmek bazılarınca bir merak konusu olmuştur. Aslında bu bir kolaycılık da sayılır.

Zünnûn-ı Mısrî’nin ism-i a’zamı bilenlerden olduğu kabul edilmiş olmalı ki bu konuda ilgi çekici şeyler nakledilir. Birisi ona “Bana Allah’ın ism-i a’zamını (en büyük ismini) söylesene” diye talepte bulunur. Cevap şöyledir:

- Sen bana onun ism-i asğarını (en küçük ismini) söyler misin?

Yani bu tür kolaycı yaklaşımları doğru bulmadığını vurgular.



Bu konuda başka bir olay şöyledir: Yıllarca Zünnûn’un eğitiminde bulunan birisi şöyle der:



- Beni iyi tanıyorsun, ne olur bana ism-i a’zamı öğretir misin?

Ertesi gün Zünnûn o kişiye bir kutu verir.

- Al bunu, Cîze’deki falan kimseye götür, sakın açayım deme, der.

Adam yola koyulur, fakat içine bir merak ateşi düşmüştür. “Sakın açma” dendiğine göre kutuda kıymetli bir şey olmalı. Kendi kendiyle ne kadar mücâdele ederse de merakını yenemez ve kutuyu açar. Açar açmaz içinden küçük bir tarla faresi fırlayıp kaçar. Adamcağız şaşırır. Boş kutuyu da götüremez, geri dönüp gelir. Zünnûn sorar:



- Emâneti en yaptın? Adam mahcup ve suskun halde bekler. İkaz gelir:

- Sen kendine verilen bir küçük fare emanetini bile taşımaktan acizsin, ism-i a’zam emanetini nasıl taşıyacasın?



Zünnûn üç şeyin birlikte bulunmamasından dolayı hayıflanır ve derdi ki:



- İlim var, amel yok, amel var ihlâs yok, ihlâs var teslimiyet yok.

Olgunlaşma yolunun zor olduğunu şöyle ifâde eder:



- Bu yol varlık yolu değildir. Varlığı olana, yani benlik ve gurur sâhibi olana bir şey vermezler. Erenlerin yanına boş giren dolu çıkar, dolu giren de boş. Bir âyet-i kerimede “Sadaka fakirlere ve çâresizlere verilir” denir. İşte bunun gibi mânevî olgunluk da maddî varlığını görmeyenlere verilir.



Sağı solu tenkit edenler için şöyle der:

- Bir kimse halkın ayıpları ile meşgul olmaya kalkarsa, kendi ayıplarını göremez.



Bu ifâde meşhur bir hadisin bir tür yorumudur. O hadis şudur: “Ne mutlu o kimseye ki kendi kusuru kendisini başkalarının kusurunu görmekten alıkoyar.”

Zünnûn- Mısrî’nin, tövbe konusundaki şu sözü meşhurdur:

- Avamın tövbesi günahlardan, havassın tövbesi gaflettendir. Yani her insanın tövbeye ihtiyacı vardır. Havas denen seçkin kimseler herkesçe bilinen günahları işlemezler. Peki onlar neden dolayı tövbe edecekler? Onlar gafletten, yani bir an bile olsa Allah’ı unutmaktan, onunla araya mesafe koymaktan tövbe ederler.

İnsanoğlu yaradılışı gereği kolaycılığı sever. Fevkalade bir imkânla karşılaşırsa ondan faydalanmak ister. Oysa böyle gelgeç fırsatlara îtibar etmek yerine, her şeyi Allah’tan istemek gerekir. Bu konuyla ilgili Zünnûn-ı Mısrî’den bir olay nakledilir. Şöyle anlatır:



- Şam dağlarında gezerken bir kısım hasta insanlar gördüm. Niçin beklediklerini sordum. “Burada mağara içinde bir âbid vardır, yılda bir defa çıkar, hastalara nazar eder, dua okur ve hastalar iyileşir. Bugün o gündür, onu bekliyoruz.” Bir süre sonra o kişi çıktı, zayıf, benzi sarı, esrârengiz biriydi. Hastalara baktı, yüzünü göğe çevirip dua etti, hastalar iyileşti. Koşup eteğine yapıştm, dedim ki: “Bedeni hasta olanlara yardım ettin, ne olur benim mânevî dertlerime de derman ol.” Bana öfkeyle baktı, dedi ki: “Ey Zünnûn, çek elini eteğimden, Allah’ın seni görmekte olduğunu bildiğin halde, onu bırakıp benim eteğimi tutuyorsun, bırak, yoksa ikimiz de helâk oluruz!”

Zünnûn Mısrî aşklı, şevkli bir yapıya sâhiptir. Onun çok hoş münâcatları, Hak Taâlâ’ya seslenişleri vardır. Der ki:



-Allah’ım, beni sana götüren yol senin bana ikram ettiğin şeylerdir. Bana şefaat edecek tek şey senin rahmetindir. Dönüşüm sanadır. Sen beni rahmetinle yarattın. Tam bir insan şeklinde beni dünyaya saldın. Beni beşiğimdeyken korudun. Bana anne sevgisi altında yetişmeyi ihsan ettin. Benim bedenime çirkinlik ve noksanlık vermedin. Sen yücesin, her şeyden üstünsün. Bana akıl verdin. Ben senin nimetlerini sayamam. Senden istedim verdin. Sana şükrettim, nimetlerini arttırdın…



Zünnûn’a Allah sevgisi nedir, nasıl olur? diye sorarlar. Cevabı şöyledir:

-Allah’ın sevdiğini sevmen, buğz ettğine buğz etmendir. İnsanlara karşı yumuşak ve şefkatli olmandır. Din konusunda Hz. Peygamber’e uymandır.





PROF.DR. MEHMET DEMİRCİ
 
Üst