İslamin Temel Kavramlari

Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
بِسْمِ اللهِ اَلْحَمْدُ ِللهِ وَحْدَهُ، وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى مَنْ لاَنَبِيَّ بَعْدَهُ

Allah’a hamd olsun. O Tektir. Salât ve selâm, kendisinden sonra Nebi gelmeyecek olan Muhammed - sallallahu aleyhi ve sellem-’e olsun.

Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!” (Fussilet Suresi - 30)

İslami Temel Kavramlar

Kavramlar, düşüncemizin ve dünya görüşümüzün kalıba dökülmüş ifadeleridir. Onlarla konuşur, onlarla anlaşırız. İnsanlarla tanışmanın ve bilişmenin araçlarıdır . Onlar. Dilin ifadeye dökülüşü, kelimelerin ilimde, edebiyatta ve inanç dünyasında yeniden canlanışıdır kavramlar.
 
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
Allah c.c., yarattığı canlı ve cansız hiçbir şeyi başı boş bırakmamış ve hepsine nasıl hareket edeceğini emretmiştir.
Ancak insan oğluna irade-i cüziye vermiş ve bazı konularda serbest bırakmıştır ki o da inançtır.


Ancak iman eden mü’minler için Allah’ın kesin emirlerine uyma mecburiyeti vardır.
Bu Konuda diğer insanlar gibi serbest hareket etme durumları yoktur.
Bir müslümanın İslam’i inanç ve ameli öğrenmesi üzerine farzdır.
Bunu öğrenirken de mutlaka sağlam kaynaktan öğrenmesi lazım gelir.
Çünkü piyasada din tacirleri doludur ve insanı müslüman yapmak bir yana kıpkızıl kafir yapıyorlar neüzübillah…
 
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
Tevekkül

Tevekkülün ıstılâhî/terim anlamı ise: "Kişinin, şartlarını yerine getirerek, işlerini Allah Teâlâ'ya bırakması, bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra O'na güvenmesi; kalbin, her işte Allah'a îtimat etmesi, güvenmesidir."

Tevekkül, dine veya dünyaya ait herhangi bir hususta, alınacak bütün tedbirler alındıktan, konu ile ilgili tüm girişimler yapıldıktan sonra, o işin neticesinin Allah'a bırakılmasıdır.
Tevekkül, insanın kendine yüklenen bütün görevleri yaptıktan sonra işin sonucunu Allah`a bırakması, O`nun yaratacağı neticeyi güven ve rızâ ile karşılayıp, insanlardan bir beklenti içerisinde olmaması; kısaca Allah`a güvenip, âkıbetinden endişe etmemesidir.

Tevekkül, kalbin Allah`a tam îtimat ve güveni, hatta başka güç kaynakları düşünmekten rahatsızlık duyması mânâsına gelir.

Bu ölçüde bir güven ve îtimat olmazsa, tevekkülden söz edilemez; kalp kapıları Allah`tan başkasına açık kaldığı sürece de hakîkî tevekküle ulaşılmaz.




Tariften de anlaşıldığı gibi tevekkül; müslümanın, yapacağı işlerde tüm zâhirî sebeplere sarılması, alınması gereken tedbirleri alması, çalışıp çabalaması, ama gönlünü bunlara bağlamayıp sadece Allah'a dayanmasıdır.

Tevekkül, hiç bir zaman, çalışmayı ve sebebe sarılmayı terkedip, "Allah'ın dediği olur" diyerek kenara çekilmek değildir. Nitekim Hz. Peygamber, devesini salıvererek Allah'a tevekkül ettiğini söyleyen bir bedeviye "Onu bağla da öyle tevekkül et."
(Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme 60) buyurmuştur.
 
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
Rubiyyet Tevhidi / Rabb Tevhidi

Adiy b. Hatim (r.anh) diyor ki:
"Ben, Rasulullahın yanına gittim. Boynumda altın'dan bir haç bulunuyordu.
Bana dedi ki: "Ey Adiy, bu putu çıkarıp at."
Ben onun, Tevbe suresinin 31.
"Onlar, hahamlarını, papazlarını ve Meryemoğlu İsa Mesihi, Allah'tan başka rabler edindiler."
âyetini okuduğunu işittim. Dedim ki: "Ey Allahın Rasulu biz onlara ibadet etmiyorduk ki."

Rasulullah da (a.s) buyurdu ki: "Dikkat edin,
Yahudi ve Hristiyanlar, din adamlarına tapmıyorlardı.
Fakat onlar, hahamlar ve papazlar kendilerine bir şeyi helal kılınca onu helal sayıyorlardı, bir şeyi haram kılınca da onu haram kabul ediyolardı. (İşte bu Allah’tan başkasını Rab edinmek demektir.)"
(Tirmizi K. Tefsir el-Kur'ân sure 9 bab: 10, Hadis No: 3095)


Mevdudi şöyle der:
"Bu hadis-i şerif, Allah'ın kitabına yetki tanımaksızın helal ve haramın sınırlarını belirleme yetkisini kendisinde görenlerin nefislerini ilah ve rabb ittihaz ettiklerini ve onlara kanun koyma yetkisi tanıyanların da onları rabbler edindiklerini göstermiş olmaktır.
Onların,
a) Allah'a oğullar isnad etmek,
b) Kanunları yapma yetkisini Allah'tan başka kimselere vermekle itham edildiklerine ayrıca dikkat edilmesi gerekir.
Bu iki husus Allah'ın varlığına inansalar bile, onların O'na inandıklarına dair iddialarının inandırıcı olmadığını isbat eder.
Allah hakkındaki böyle yanlış bir kavrayış, mensuplarının Allah'a olan inançlarını anlamsız kılar." (Mevdudi, Tevhimu'l Kur'an, Tevbe 31 tefsiri)
 
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
Rububiyyet Tevhidi
Allah hakk subhanehu ve Teala alemlerin gerçek Rabbi olduğu için Rububiyyet sadece O’na aittir.
Bu konuda Allah’ın tevhidi farzdır.(yani inanmak mecburidir,yoksa Müslüman olmak çok zor)
Bütün bu ve diğer sıfatlarıyla Rububiyyet tamamen Yüce Allah aittir.
Allah’ın yarattıklarına bu sıfatları vermek veya başkalarında olduğuna inanmak şirktir.
Çünkü her yünüyle yaratan, her şeye malik ve sahibi O’dur.İşleri idare eden,öldüren ve dirilten ,ölüden diri,
diriden ölüyü çıkartan ,fayda ve zarar vermeye gücü yeten, yükselten ve alçaltan…O’dur.


Rububiyyet Tevhidin Manasını
Şimdi bu Rububiyyet Tevhidini tek tek kısaca Yazalım; gücümüz nispetinde.
Allah’ım hatalarından dolayı Senden beni af etmeni niyaz ederim. Amin Ya Muin.
• Terbiye eden
• Islah etmek
• Malik ve Sahip olmak
• Toplamak ve yığmak
• Mürebbilik-(bakmak,büyütmek ve gözetmek…)
• Sorumluluğu yüklenmek
• Taahhütte bulunmak
• Kemale erdirmek-tamamlamak
• İstediğini yapmak ve yaptırmak
• İşleri idare etmek,çekip çevirmek
• Sözünü geçirmek
• Rızık veren (yediren,içiren ve diğer nimetler)
• Şifa veren
• Fayda ve zarar veren
• Alçaltan ve yükselten
• Her şeyin üzerine kaim olmak
• Yücelik ve riyaset sahibi
• Barındıran ve sığılan tek merci
• Bir şeyi diğerine ilave edip bağlayan
• Din gününün tek sahibi
• Tüm alemlerin üzerinde tasarruf da bulunmak
• Öldüren,dirilten,ölüden diri,diriden ölüyü çıkaran
• Tasarruf yetkilerin tek sahibi
• İtaat edilen,İbadet edilen tek ma’bud
• Efendiliği ve üstünlüğü kabul edilen
• Otorite sahibi,etrafına toplanılan başkan
• Durumu düzelten ve ihtiyaçları karşılayan
• Hidayet veren
• Münşi (inşa eden-yani bir şeyi noksanlık noktasına getirinceye kadar bir halden diğer bir hale sokarak sürekli yaratan)



Bu Bilgilerin Derlendiği Kaynaklar ..:
Yusuf Kerimoğlu Kelimler Kavramlar
Mevdudi Dört Terim
Şamil Ansiklopedis
Tasavvuf ve İslam Yöneliş Porf.İbrahim Sarmış Kitaplarından derlenmiştir
 
Son düzenleme:
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
Kelime-i Tevhid
"Allah ile birlikte başka bir ilâhı (yardıma) çağırma.O'ndan başka ilâh yoktur.O'nun zatından başka her şey helâk olacaktır.
Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz" (Kasas Suresi - 88)


Kelime-i Tevhidin kelime manası..: Lügat (sözlük) manası:

1)-bir şeyi tek bilmek
2)-Bir şeyin bir olduğuna kail olmak
3)-Hakkında tek bir olduğuna hüküm vermek
4)-Genelde ve özelde eşi, benzeri, ortağı olmayan için tevhid kelimesi kullanılır ki o da Allah için, kullanılır ve başkası için kullanmak pek muhaldir.
5)-Tevhîd birleştirme, birleme, bir olduğunu kabul etme ve bu şekilde inanma demektir.



Tevhid’in ıstılahi manası (İslam’i manası) ise:
YüceAllah’ın zatında, fiillerinde, sıfatlarında. isimlerinde eşi ve benzeri olmadığına, şeriki ve nezirde beri olduğuna iman etmekle beraber ibadette de O’nu birlemektir.
Yani ibadeti O’ndan başkasına yapmamak ve yalnız Allah'a tahsis etmektir.
Bir başka deyişle; Allah'tan başka ilâh olmadığına iman etmek, O'ndan başka Rab ve Ma'bud tanımamaktır.
İhtiva ettiği manaya gönülden inanarak "Lâilâhe illallah Muhammedun Rasûlüllah" sözünü söylemektir.
İşte "Allah'tan başka ilâh yoktur Muhammed Onun Rasûlüdür" anlamına gelen bu söze"Kelime-i Tevhîd" denir.


"Kelime-i Tevhîd" tüm semâvî dinlerin ortak inanç esaslarının temelini teşkil eder.
Bu temele dayanmayan inanışların ve ibadetlerin tümü batıldır, Allah'ın yanında makbul değildir.
Nitekim, Cenab-ı Allah'ın göndermiş olduğu elçilerinin tümüne vahyettiği ve insanlara
tebliğ edilmesini istediği en önemli husus, "Tevhîd" inancının esasını teşkil eden bu kutsal kelimedir.
Allah Hakk Subhanehu ve Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de, son elçisi Hz. Muhammed (s.a.s)'e hitaben:
"Senden önce hiçbir rasûl göndermedik ki ona;
Benden başka ilâh yoktur, şu halde bana kulluk edin, diye vahyetmiş olmayalım" (Enbiyâ Suresi/25) buyurmakla bu gerçeği dile getirmiştir.

Allah'tan başka ilâh tanımamak ve yalnızca O'na ibadet etmek tüm semâvî dinlerin ortak hedefidir. En güzel ifadesini "Kelime-i Tevhîd"de bulan bu husus, ehemmiyetine binaen,
hem Kur'ân-ı Kerîm'de, hem de Rasûlüllah (s.a.s.)'ın hadislerinde çokça zikredilmiştir.

Kur'ân'ı Kerim'de:
"Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayandır" (Bakara Suresi - 255)
"Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır, en güzel isimler O'na mahsustur" (Tâhâ Suresi - 8)
"O, sizin Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısı O'dur" (En'âm Suresi - 102)
"Allah ile birlikte başka bir ilâh (yardıma) çağırma.O'ndan başka ilâh yoktur.O'nun zatından başka her şey helâk olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz" (Kasas Suresi -88)
buyurulmaktadır.

Rasûlüllah (s.a.s.)'ın hadislerinde de "Kelime-i Tevhid" le ilgili şu ifadelere rastlıyoruz:

"Her kim, Lâ ilâhe illâllâh der ve Allah'tan başka tapılan şeyleri reddederse, onun malına ve canına dokunmak haram olur. Hesabı da Allah'a kalmıştır" (Müslim, İman, 37).

Evet, "Kelime-i Tevhîd"; düşünce ve davranışlarda, şirkin her türlü pisliğinden arınmayı, sadece Allah'ın emirlerine boyun eğerek tâğûtun her çeşidini reddetmeyi gerektirir. Artık:

"Her kim tâğûtu reddedip Allah'a inanırsa, asla kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmış olur" (el-Bakara, 2/256. Ayrıca bk. La ilaha illallah).(Şias-K.Tevhid Maddesi)

Allah size bunları (kur-an sünnet hükümetlerine uyup şirkten)sakınasınız ve ibadetle yalnız Allah`ahas kılasınız diye buyurmaktadır” (Enam Suresi-153)

Allah’ın zatı,fiilleri,sıfat ve isimleri konusunda selefin yolundan giden alimler (Allah rahmet etsi) Kur’an ayetlerine dayanarak Tevhid’i üç kısımda ele almışlardır.

1)-Uluhuyyet Tevhidi (İlah)

2)- Rububiyyet Tevhidi (Rabb)

3)-İsim ve sıfat Tevhidi
 
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
Az önce yukarıda gecen yalınızca Allah’a ait olan zatı,fiilleri,sıfat ve isimler ve ibadet ne demektir,bunlar kısaca değinelim.Belki ileride bu konulara çok geniş yer vereceği ama burada kısaca değinmekte fayda vardır.

Allah’ın zatında bir olması;Bu konu iki başlık altında anlatılır (kısaca değinelim).

1) - Allah subhanehu ve teala mürekkep değildir.Yani iki veya daha çok cüzlerden-parçalardan-bölümlerden tekerrüp eden,muayyen ve mahdut(sınırlı) bir miktardan ibaret değildir.Mürekkep olan bir şey cüzlerine ve cüzleri birleştiren bir kuvvete muhtaçtır.Halbuki Allah Hakk subhanehu ve teala vacip ul vücut olup başkasına ihtiyaçtan,cismi yet gerektiren miktardan beri ve subhandır.


2) - Allah Hakk subhanehu ve teala nezirden,Ona benzeyen ortaklardan beri ve münezzehtir.Allah c.c. birdir.Varlığı vaciptir.Tevhid inancının zorunlu olduğu ve akide de ihtilafın yeri olmadığı Kur’an-la sabittir.


“(Ey Habibim) De ki: O Allah birdir.Allah sameddir.(İhlas Suresi -1-2) hükmünden sonra gelen ayetlerde bu birliğin hangi yönlerden olduğu sorusuna bazı cevapları beyan etmektedir.
”Hiçbir kimseyi doğurmamıştır(dilediğini yaratmıştır,yoktan var etmiştir). Hiç bir kimsede O’nu doğurmamıştır.( O Vacip ul Vücuttur.)
O’na benzeyen de hiçbir şey yoktur. (O Zatında da birdir)”(İhlas Suresi -3-4)
Bu ayetin mealinden de anlaşılacağı üzere Allah’ın kainatın tek yaratıcısı olmada birliği ile Ona benzeyen her hangi bir şeyin bulunmaması hükümlerine dikkat edilirse O’nun birliği zatında, fiillerinde ve sıfatlarında görülür.
Misal: Allah’ın c.c. ilmi, ezeli ve ebedi olup her şeyi kuşatmıştır. Kulun ki ise hadistir. Yani fani, mahdut ve daima değişkendir. Allah’ın zatı hakkında kısaca buları anlata bildik.

Allah’ın fiillerinde bir olmasının kısaca manası ise:O’nun her şeyi yoktan yaratarak onları rızıklandırması,yaşatması,öldürmesi,v.d…v.d… demektir.Çünkü bu alemin ve her şeyin var olmasında hakiki müessir Allah azze ve celle dir.

İbadette Allah’ı birlemek ise;insanların ve cinlerin Allah a karşı kayıtsız ve şartsız,pazarlık yapmadan boyun eğmesi,O’na itaat etmesi,kendi hürriyet ve bağımsızlığından feragat etmesi,O’nun karşısında her türlü isyanı terk etmesi ve tam bir teslimiyetle Allah’a baş eğmesidir.

“Bu benim dosdoğru yolumdur.Ona uyun.Başka yola uymayın(eğer başka yollara uyarsanız).O zaman Allah ın yolundan sapmış (Tevhid den İslam yolundan çıkmış)olursunuz

Allah size bunları (kur-an sünnet hükümlerini şirkten) sakınasınız (ve ibadetle yalnız Allah'a Has kılasınız diye buyurmaktadır”(Enam Suresi 153)
 
Son düzenleme:
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
Tarihte Tevhid Mücadelesine Küçük Bir Bakış


İnsanlık tarihi,ilk insan ve ilk Nebi Adem (as) ile başlamıştır.
Bu gün yeryüzünde yaşayan bütün insanların ceddi,atası Adem (as)dır.
Bilim adına ortaya atılan insanlık tarihi tamamen yalan ve temeli ateizme dayalıdır.
Laik ve dinsiz tarihçilerin yazdığı ve insanın atasının maymun olduğunu iddia edecek kadar ileri giden,bu yalancı aşağılık domuzun ve maymunun çocuklarının sözüne inanacak olursak Allah korusun bizde onlar gibi dinsiz ve laik oluruz.
Halbuki Kur’an-ı Kerimde insanın yaratılışı konu edilmiş ve uzun uzun anlatmıştır



Yoksa laik,demokrat ve ateist kafalı tarihçilerin uydurması olan karanlık çağ,ilk çağ,orta çağ,yeni çağ ve yakın çağ biçiminde izaha çalışılan insanlık tarihine bir müslümanın inanması mümkün değildir. Çünkü kendisine Resul vasıtasıyla vahiy yolu ile ilk insana ait bilgiler verilmişidir.
Hatta dünya yaratılmadan önce ki durum hakkında da kendisine kesin bilgiler vahiy yolu ile bilgilendirilmiştir.



Bir mü’min,insanlık hayatı ve tarihi de karanlık bir dönemin varlığını kabul ettiği taktirde,kendisine vahiy yolu ile bildirilen gerçekleri reddetmiş demektir.”İşte halkı müslüman olan ülkelerde yaygın olan şirkin bir kaynağında bu tür tarih inancı yatmaktadır.
Mü’minlerin,kafirler tarafından üretilen sahte tarih ve putlara karşı dura bilmek için Kur’an-ın insanı nasıl yaratıldığını ve sınıflandırdığını çok iyi bilmesi ve kavraması gerekmektedir.

Kur’an-da insanlar renklerine,dillerine,ırklarına,sosyal yapılarına,kültürüne ve iktisadi durumlarına göre ayrım yapmaz.
Ancak inancına bakar.O da ya kafir yada mü’min olarak iki kutuba ayırır.Zaten tarihte bütün insanlar bu iki sınıf üzerinde bulunmuşlardır.
Aynı zamanda Kur’an kıssalar yoluyla bu iki sınıfı,yani hak ve batıl mücadelesini tüm dünyaya anlatmaktadır.



Allah (c.c) yarattığı canlı ve cansız hiçbir şeyi başı boş bırakmamış ve hepsine nasıl hareket edeceğini emretmiştir.
Ancak insan oğluna irade-i cüziye vermiş ve bazı konularda serbest bırakmıştır ki o da inançtır… Ancak iman eden mü’minler için,Allah’ın kesin emirlerine uyma mecburiyeti vardır. Bu Konuda diğer insanlar gibi serbest hareket etme durumları yoktur. Bir müslümanın İslam’i inanç ve ameli öğrenmesi icabetmektedir...



Bütün Nebi ve Resuller kavimlerini Allah’ı bir Rabb tevhidi ile beraber göklerin ve yerin bir ilah olduğuna iman etmeye ve onaylamaya davet etmişlerdir.
Yaratanda yönetende Allah'tır davetinde israr edercesine davet etmişlerdir.
Yine ümmetlerini ibadette de Allah’ı birlemeye çağırmışlar ve tebliğlerini hep bu nokta da yoğunlaştırmışlardır.
“Bütün Nebiler ve Resuller her yerde ve her zaman ilk davetleri ve en büyük hedefleri Allah hakkında insanların inançlarını,kul ile rabbi arasındaki ilişkilerini tashih etmek,her nevi ibadeti yalnız Allah adına ve Allah’a yapmak,insana fayda ve zarar verenin Allah olduğuna,sığınmada yardım istemede ve dua yapmakta aracı kullanmadan v.s. gibi ibadetlerin yalnız Allah’ın müstahak olduğunu ilan etmektir.

Ayrıca Nebi ve Resullerin davet hamleleri her şeyden önce çağlarındaki taktise edilen ölülere ve salih kişilere,senam ve putlara gösterilen saygı,sevgi,saygı duruşu, çelenk koyma ibadetini,dilek ve istek de bulunmayı,adak sunmayı,adakta bulunmayı,Allah’tan istemesi gerekirken yatırlarda ve türbelerden istenenleri v.s…gibi ibadetleri ve ibadet şekillerini ortadan kaldırmak ve yalnızca bu insanları ibadet için Allah’a yöneltmek ve tevhitlerini düzeltmek,insanın Allah’la ilişkilerini,insanın dünyayla ilişkilerini,insanın ahiretle ilişkilerini,insanın insanla ilişkilerini v.s…düzeltmeye yöneliktir..



Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının" diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik.
Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur! (Nahl Suresi -36)


“Yararlandığınız her nimet Allah’tandır.
Sonra başınıza bir sıkıntı(keder ve musibet) gelince yalnız O'na yalvarırsınız. Arkasından sıkıntınızı giderince, içinizden bazıları hemen Rabblerine ortak koşarlar” (Nahl Suresi -53-54)


“İman edenler ve bu imanlarına zulüm karıştırmayanlar var ya, güven işte onlar içindir, doğru yolda olanlar onlardır.”
(Enam Suresi -82)


“Elif. Lâm. Râ. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi (ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır. (De ki: Bu Kitap) "Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için (indirildi).
Şüphesiz ki ben, onun tarafından size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. … Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz' da) dır.” (Hud Suresi -1-6)


“De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahy edilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım. De ki: Hiç düşündünüz mü ?...” (Ahkaf Suresi -9-10)



Peygamberlerin uyarılarını dikkate almayan insanlar, kendi inançlarında ısrar etmişler. Allah’tan (c.c) başka ilâhlar edinerek, onlara tapınmaya devam etmişlerdir. Nitekim Allah'u Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de bu kavimler hakkında şöyle buyurmaktadır: "Onlar, kendileri için bir izzet ve kuvvet kaynağı olsunlar diye, Allah'tan başka sahte ilâhlar edindiler" (Meryem Suresi 19/81).


"Onlar, Allah'ı bırakıp, güya kendileri yardım(a mahzar) edilecekler ümidi ile mabudlar edindiler" (Yâsin Suresi 36/74).


Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere cahiliye devri insanları kendileri için ilâh olabileceğine inandıkları nesnelerin şiddet ve sıkıntı anlarında koruyucu olduklarını, onların etrafında toplandıklarında yeminlerinden vazgeçmekten doğabilecek sorumluluktan bir takım korkulardan kendilerini emin kılabileceklerini zannediyorlardı.


"Allah'ı bırakıp taptıkları yalancı ilâhlar, rabbinin azap emri geldiği zaman onlara hiçbir fayda sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı " (Hûd Suresi 11/101).


"Halbuki Allah'ı bırakıp da çağırdıkları şeyler hiçbir şeyi yaratamazlar. Onların kendileri yaratılıp duruyorlar. Onlar diriler değil ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine de şuurları yoktur. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. (en-Nahl Suresi 16/20-22).


"Allah ile birlikte başka bir ilâh edinip tapma. Ondan başka hiç bir ilâh yok" (el-Kasas Suresi 28/88).


"Allah'tan başkasına tapanlar dahi gerçekte Allah'a eş tuttukları ortaklara tabi olmuyorlar. Onlar kuru zandan başkasına uymuyorlar, onlar ancak yalandan başkasını söylemiyorlar" (Yûnus Suresi - 10)


“Andolsun, biz Nuh'u kavmine elçi gönderdik. Onlara: "Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına tapmayın…” (Hud Suresi -25-26)



İlk Sosyal Haytın Başlaması


Adem Babamız ve Hava Annemiz yeryüzüne indirilditen sonra sosyal hayat başlamış oldu .Zaten Ademoğullarının yaşamsına müsait olarak yaratılan yeryüzü de Adem'e ve Havva'ya ev sahipliği yapmış bütün nesillerinde yapmaktadır. Başka insanlar atasını değiştirse de bizim atamız ADEM (a.s) dır



İslam’ın temel hedefi insanın hayatını,düşüncesini ve inancını küfür ve şirkten temizlemesidir. İnsanın sosyal yaşantısını ve ibadetlerini Allah c.c. rızasına uygun biçimde düzenlenmesidir.Bunun gerçekleşebilmesi için,insanların zaaflarını yenmelerini ve sürekli mücadele içinde bulunmaları gerekmektedir.



Kur’an-ı Kerim’de bütün Resuller ve Nebiler kavimlerini çağırdığı dinin adı İslam ve bu dine iman eden insanların adı da müslümandır.
Ve Allah’ın peygamber olarak seçtikleri de hep aynı kelimeye insanları davet etmelerdir.
O da “LA İLAHE İLLALLAH” Buna da tevhit akidesi ile izah etmek mümkündür.



Çünkü Allah c.c. insanları İslam fıtratı üzere yaratmıştır. Dünyanın neresinde ve hangi bölgesinde doğarsa doğsun o çocuk mutlak İslam fıtratı üzere doğduğunu Resulullah (as) bize bildirmiştir.şöyle ki: “Hiçbir çocuk yoktur ki İslam fıtratı üzere doğmuş olmasın. Sonra onu ebeveyni ya Yahudi ya Hıristiyan ya Mecusi ya da müşrik yapar. Nihayet o çocuk büyür bunu dili ile açıklar. Ya şükredenlerden ya da küfredenlerden olur.”diye buyurmuştur. (Müslim:Kader;c:10,s.6854.hn:2658—Buhari:c:4,s,529,hn;664)



Bu itibarla insan oğlunun,hem aklında hem de sulbünde (genlerinde) tevhid inancı vardır.
Yani Allah’ı birleme ve var olduğuna,yaratıcı olduğuna,öldüren ve dirilten olduğuna,rızık veren olduğuna v.d…v.d…inancı varadır.
Bu doğuştan gelen bir inançtır.
Velakin bu inancı şirke bulaştırmadan ve ibadetin nasıl yapılacağını bilemediği,aynı zamanda sosyal,siyasal,ekonomi,askeri v.s…alanlarda dahil nasıl hayat sürdürülmesi gerektiğini elçileri aracılığı ile bildirmiştir.


Bu Bilgilerin Derlendiği Kaynaklar ..:
Kur'an'da Tevhid,M.Kubat Şafak y.e.
Dört Terim Mevdudi Beyan y.e.
Kelimeler ve Kavramlar Yusuf Kerimoğlu İnkılap y.e'Dan faydalanarak hazırlanmıştır.
Derleyen EBUBEKİR YASİN Kuran ve Sunnetin aydınlığında buluşmak ümidi ile…
 
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
■ Mel'e ve Mutrafin ■
İnsan o halde yaratılmıştır ki, yalnız başına (vahşi olarak) yaşayamaz. Birbirlerinin yardımına daima muhtaçtırlar. Bunun iki temel sebebi vardır.

Birincisi: Neslinin devam edebilmesidir. Zira mukabil cins ile muaşeret (erkek-kadın arasındaki ilişki) olmayınca, neslin devamı mümkün değildir.
İkincisi: Giyecek, yiyecek ve diğer ihtiyaçların (rızkın) temini, çocukların büyütülmesi ve eğitimi gibi işlerde, birbirlerine muhtaçtırlar.
Tek tek ferdlerin bir toplum olması ve bu toplumun belli bir nizamın içerisinde devamını zarurettir. Sevgi; insan varlığının devamı ve bir nizam içerisinde kaynaşmaları için gereklidir.
İnsanların; kuvvet, zekâ, eğitim, yaş ve sağlık açısından farklı oldukları (tabii bir eşitliğin bulunmadığı) sabittir. Ayrıca toplumda meydana getirilen siyasî farklılaşma ve ekonomik dengesizlikler, sürekli bir mücadele ortamını meydana getirmektedir.


İşte bu noktada karşımıza siyaset ve devlet kavramları çıkmaktadır. Siyaset kelimesi; emr, nehiy ve terbiye gibi manalara gelen sase fiilinden masdardır.
Bu kavramı kısaca ve genel olarak tanımlamak gerekirse; "iktidarı elde etme, iktidarı kullanma veya iktidarı kullanmaya katılma faaliyetidir" diyebiliriz.
Dikkat edilirse, insan ilişkilerinin temelinde "iktidar unsuru" vardır.
Eğer bir iktidar ilişkisi müessese haline gelmiş, herkes tarafından kabul edilmiş meşrû-hukukî bir mahiyet kazanmışsa, bu tür iktidara otorite denilebilir.
Tıpkı siyaset gibi, devlet terimi de günlük hayatımızda sık kullanılan ve üzerinde çok söz edilen konulardan birisidir. Bütün toplumlarda siyasî iktidar, devlet denen müessese içinde oluşmakta ve "kuvvet kullanma" tekelini elinde bulundurmaktadır.

Günümüzde devlet denince göze çarpan ilk unsur, büyük bir ihtimalle, kamu hizmetleri olacaktır.
Yani devlet toplumda birçok hizmeti (güvenlik, sağlık, eğitim, ulaşım vb. gibi) yerine getiren bir kurum olarak düşünülmektedir.
Fakat bir takım hizmetleri yerine getirmek, devlet müessesesinin ayırt edici niteliği olarak değerlendirilemez (daha doğrusu değerlendirilmelidir). Devletin, diğer müesseselerden farklı olan niteliği, "egemenlik-hâkimiyet" hakkını kullanan müessese olmasıdır. Büyük mütefekkir Farabi'ye göre iki türlü devlet vardır: Birincisi: Mutlak siyasete, vahye dayanan devlet (es-siyasetu'lfâdıla).

İkincisi: İnsanların hevâ ve heveslerine dayanan devlet (es-siyasetu'l-cahiliyye). Siyaset tabiatı gereği çeşitlidir. Bundan dolayı pek çok fiilin müşterek ismidir. Fâdıl siyaset ile, cahil siyasetler arasında müştereklik yoktur. "Fâdıl" ya da "mutlak" siyaset tek, cahil siyasetlerin ise çok olduğu belirtilmiştir.

Bir toplumda siyasî iktidarın yapısı ve kullanılış şekli siyasî sistemi (rejimi) belirlemektedir.
Siyasî sistemi belirleyen esas, iktidarın hangi usûlle teşekkül ettiği ve nasıl kullanıldığıdır. [1]


Meselâ; bir krallıkla, bir demokrasi, farklı siyasî sistemlerdir. İktidar yetkisini tek bir kişinin kullanması, bir grubun (siyasî parti) veya toplumun tamamının kullanması, farklı siyasî sistemleri gündeme getirir. Ayrıca iktidar yetkisi, sadece yönetenlerin çıkarlarına göre kullanılabileceği gibi, bütün toplumun menfaatlerine göre de kullanılabilir. Bütün bunlar dikkate alındığı zaman siyaset, otorite ve devlet terimlerinin, önemli meseleleri gündeme getirdiği kavranır.


Bu girişten sonra, Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan mele ve mutref kavramlarına geçebiliriz. Zira bu kavramlar, yukarıda izah ettiğimiz meselelerle ilgilidir. Mele: toplum hayatıyla ilgili görüş sahibi olan topluluk veya bir görüş üzerinde birleşmiş cemaat mânâsınadır. "Me-Le-E" fiiliyle ilgili olup, bu fiilin mânâsı "yerini tamamen kaplayan veya dolduran" şeklinde ifade edilmiştir. [2]

Her toplumda değişik sebeplerle öne fırlayan ve insanlar tarafından görüşlerine itibar edilen kimseler vardır. İşte bunların tamamına mele denilmiştir.
Şurası muhakkaktır ki, siyasî sistemin yapısı ve toplumu meydana getiren ferdlerin inancı mele ismi verilen topluluğun teşekkülünde büyük rol oynamaktadır.
Meselâ, demokratik bir toplumda parti liderleri ve yöneticileri mele durumuna geçer. İslâmî bir toplumda; peygamberlerin vârisleri durumunda olan ûlema ve muttaki yöneticiler mele topluluğunu oluşturur. Dolayısıyle demokratik bir toplumda İslâm âlimlerinin mele olması mümkün olmadığı gibi, İslâmî, bir toplumda da diğerleri mele haline gelemez.
Dikkat edilirse mele terimi, müsbet veya menfi bir değer belirtmekten ziyade, sosyal bir vakıayı izah için kullanılmaktadır.

Kur'ân-ı Kerîm'de, müşrik topluluklarının önde gelen ve mü'minlere işkence eden melesinden bahsedildiği gibi, Allah'ın, Rasûllerine yardım eden mele topluluğundan da bahsedilmiştir. Şimdi bunları kısaca gözden geçirelim.

Hz. Sâlih (as), Semud kavmini uyarmış ve "Ey kavmim!.. Allah'a ibadet ediniz. Sizin ondan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir mu'cize gelmiştir!.." [3] diyerek, İslâm'a davet etmiştir. Şirk düzeninin kendilerine sağladığı imkânlarla güçlenen kitleler bu tebliğden rahatsız olmuşlardır.

Nitekim: "Onun (Sâlih'in) kavminden istikbarda bulunan mele de; kendilerince hor görülenlere, onların içinden iman etmiş olanlarâ şöyle dediler: `Siz Sâlih'in hakikaten Rabbi katından gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyor musunuz? Onlar da `Biz, dediler, doğrusu onunla ne gönderildiyse ona iman edicileriz. (Yine) O kibirlenen kimseler (mele): `Biz doğrusu, o sizin iman ettiğinizi inkâr ile kâfir olanlarız dediler." [4]

Hz. Nuh (as)'ın tebliğini reddeden ve onunla mücadele eden mele topluluğu, gayet küstahdır. Yapmadıkları zulüm ve tezvirat kalmamıştır. Nitekim: "Bunun üzerine (Nuh'un) kavminden küfredenlerin elebaşları (melesi): `Biz seni kendimiz gibi bir insandan başka olarak görmüyoruz. Sana basit ve zahiri görüşlü, en aşağı tabakamızdan (ayak takımından) başkasının tâbi olduğunu görmüyoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü dahi kabil etmiyoruz. Biz seni bilakis yalancılardan sayıyoruz" dediler." [5] âyetinde bu husus izah buyurulmuştur.

Hz. Şuayb (as), insanları İslâm'a davet ettiğinde, karşısında müşrik düzenin melesini bulmuştur. Tehditlerinin mahiyeti şudur: "Ya sizi bu ülkeden süreriz, ya tekrar bizim dinimize (şirke) dönersiniz. Zira, onlar müşrik düzenin sağladığı imkânlarla gerek servet, gerek iktidar açısından oldukça imtiyazlı bir noktadadırlar. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm de: "Onun (Şuayb'ın) kavminden (iman etmeyi kibirlerine yediremeyen) kodamanlar (mele) şöyle dediler: `Ey Şuayb!.. Seni beraberindeki iman edenleri ya muhakkak memleketimizden çıkaracağız, yahud mutlaka bizim milletimize (dinimize, şirke) döneceksiniz!.. O (Şuayb) `Ya istemesek de mi? dedi." [6] hükmü beyan buyurmuştur.

Bütün siyasî sistemlerde, kitleleri peşinden sürükleyen ve toplumu yönlendiren kimseler vardır. Bu kimselerin mutlaka kötü insanlar olması gerekmez. Nitekim Hz. Süleyman (as)'ın çevresinde; Allahû Teâla (cc)'nın dinine hizmet gayesiyle bulunan ve gerektiğinde görüşlerini söyleyen mele topluluğu vardır. Bunlar samimiyetle ve ihlâsla, Hz. Süleyman (as)'a yardım etmektedirler. Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Süleyman) `Ey mele!.. Onun tahtını kendileri (Allah'a) teslimiyet göstererek gelmelerinden evvel, hanginiz bana getirir? dedi." [7] âyetiyle, bu husus haber verilmiştir.

Resûl-i Ekrem (sav)'in çevresinde; başta Hz. Ebu Bekir (ra) olmak üzere Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra), Hz. Ali (ra) ve diğer fakih sahabeler vardır. Bunlar Allahû Teâla (cc)'nın dinine ihlâsla hizmet edebilmek için, Resûl-i Ekrem (sav)'le müşaverede bulunmuşlardır. Dolayısıyla bir mele özelliğini taşımaktadırlar.

Kur'ân-ı Kerîm'de; sadece yeryüzünde bulunan mele değil, gökleri dolduran "mele-i âla"dan da bahsedilmiştir. Nitekim "(Ey Peygamber) De ki: `Bu (Kur'ân) en büyük bir haberdir ki , siz ondan yüz çeviricilersiniz. Mele-i alâ olanlar aralarında münazara ederlerken, benim hiç bir bilgim yoktu. Ben ancak gelecek tehlikeleri apaçık haber verici (bir peygamber) olduğum içindir ki, (o ilim) bana vahy olunuyor." [8] âyetinde, bu husus sarih olarak bildirilmiştir.

Mele kavramı ile birlikte ele alınması gereken bir kavram da mütrefdir. Çünkü bir toplumun ileri gelenleri (melesi); ya ilim, ya servet sebebiyle insanların dikkatlerini üzerine çekerler.

Şirkin siyasî iktidar haline geldiği toplumlarda, dünyevî ihtiras ve şehvet duyguları ön plana geçer. Kitleler, midelerinin ve şehvetlerinin esiri haline gelirler. İhtiraslarını tatmin edebilmek için, maddî iınkânlara sahip olmak mecburiyetindedirler. İşte bu noktada karşımıza mutrefiyn (refah içinde yüzen ve azgınlaşan kimseler) çıkmaktadır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Onun kavminden, kendilerine refah verdiğimiz (etrafnâhum) halde küfreden, âhirete kavuşmayı yalanlayan bir gürûh (mele) dedi ki:

`Bu sizin gibi bir beşerden başkası değildir. Sizin yediklerinizden yiyor, sizin içtiklerinizden içiyor. Eğer kendiniz gibi bir insana boyun eğecek olursanız, andolsun ki bu takdirde siz mutlaka hüsrana düşenlerden olursunuz." [9] hükmü beyan buyurulmuştur.

Dikkat edilirse; bu âyet-i kerim'de, melenin en önemli vasfı, refah sebebiyle azgınlaşmasıdır. Şimdi mutref kelimesi üzerinde duralım. Arapça Te-Ri-Fe"den (fül şeklinde: etrafa) gelir.

Lûgatta; sulu ve taze oldu, kendine has bolluk içine girdi mânâsınadır. Bu fiilden türeyen turfa, az bulunan ve kıymetli olan şey demektir. Türkçe'de "turfanda sebze veya turfanda meyve" şeklinde halen kullanılmaktadır. Yine aynı kökten türeyen teraffeh, nimette ve rızıkta bolluk, refah mânasına gelir. Etrafe, fazla nimet verilip azdırıldı, refah sebebiyle şımartıldı, zenginlikten çılgına döndü demektir.

Şirkin siyasî sistem haline geldiği toplumlarda (müşrik düzenlerde); insanların temel hedefi, hangi yolla olursa olsun dünya nimetlerini elde etmektir. Servetin ve sermayenin belirli ellerde toplanması teşvik edilir. Cahîli sermaye, yeryüzünde fitne çıkarma ve fesadı yayma noktasında korkunç bir silahtır. Büyük servet sahibi olan müşrikler; yatırım sahalarını "sadece ve sadece kâr elde etme" esasına göre tesbit ederler. Eğer beyaz kadın ticareti; zaruri olan bir hastahaneden daha fazla kazanç getiriyorsa mesele bitmiştir. Derhal beyaz kadın ticaretine başlar, içki, kumâr, tefecilik ve diğer gayrimeşrû kazanç yolları, toplum hayatını derinden sarsar. Bir tarafta korkunç sermaye sahipleri (Karunlar), diğer tarafta bir dilim ekmeğe muhtaç insanlar vardır.

Hesap gününü unutan müslümanlar bile; sermaye sahiplerine karşı zaaf duymaya ve onların görüşlerine değer vermeye başlarlar. İşte refah sebebiyle azgınlaşan kimselerin mele (ileri gelenler) haline geçişi, bu şekilde tahhakkuk eder. Halbuki cahili sermaye sahipleri; talan, vurgun ve haram olan kazançlarını koruyabilmek için, İslâm'a karşı savaşırlar.

Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Biz hangi memlekete (beldeye) gelecek tehlikeleri haber verici bir peygamber gönderdik ise, mutlaka oranın refah erbabı (mutrefûha): `Biz sizin gönderdiğiniz şeyleri inkâr edicileriz' dediler. Ve `biz mallar itibariyle de evlâd itibariyle de daha çoğuz. Biz azaba uğratılacak da değiliz. dediler. De ki: `Şüphesiz Rabbim kimi dilerse onun rızkını genişletir. Kimi de dilerse (onunkini) daraltır. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. Sizi huzurumuza yaklaştıracak ne mallarınız, ne evlâdlarınız değildir. Ancak iman edip de, sâlih amel (ve hareketlerde) bulunanlar müstesna!.. Çünkü onlar için yaptıklarına mukabil kat kat mükâfat vardır ve onlar emin ve yüksek makamdadırlar." [Sebe Sûresi: 34 - 37]

hükmü beyan buyurulmuştur. Refah sebebiyle azgınlaşanlar ve mallarının kendilerini ölümsüzleştireceğini zannedenler, fısk-ü fücûrun yayılmasını arzu ederler. Ayrıca elde ettikleri imtiyazları kaybetmemek için, İslâm'a karşı savaşmayı ihmal etmezler. Mele ve mutref kavramlarının, siyasî sistemde ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Bu incelik iyi anlaşılmalıdır. Türkiye'de; cahili sermayeye sahip olan kesimler (mutrefiyn) ve zâlim politikanın simsarları (mele) İslâm'a karşı savaştadırlar.


________________ oOo _________________
Kelimeler Kavramlar Yusuf Kerimoğlu Mele Maddesi
KAYNAKLAR
(1) Geniş Bilgi için bkz. Dr. Bayraktar Bayrakli, Farabi'de Devlet Felsefesi, İstanbul 1983, Doğuş Yay., sh.13-14.
(2) Râğıb el-Isfahani, el-Müfredaı fi Garibi'l Kur'ân, İst.1986, Kahraman Yay., sh. 719.
(3) A'râf sûresi: 73.
(4) A'râf sûresi: 75-76.
(5) Hûd sûresi: 27.
(6) A'râf sûresi: 88.
(7) Neml sûresi: 38.
(8) Saad sûresi: 67-70.
(9) Mü'minun sûresi: 33-34.
(10) Sebe sûresi: 34-37.
 
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
■ Kur'an-ı Kerim'de Cehennem Kapıları veya Tabakaları ■

Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır. (Hicr Suresi - 44) [1]

  1. Cehennem (Kur'an-ı Kerimin yetmiş yedi ayetinde gecmektedir)
  2. Laza (Alevlenen bir ateşt) "... o laza alevlenen bir ateştir. (Meraic Suresi - 15)
  3. Sair (Cılgın Ateş)
  4. Sakar (Kırmızı Ateş)
  5. Haviye (Ucurum)
  6. Hutame (Kalbleri saran ateşli kaygı)
  7. Cehim (Yanan kızgın ateş)
Birçok azap çeşitleri de vardır
  1. Soğukla azap (Zemherir)
  2. Yılan akrep gibi hayvanların sokması
  3. Başına Topuzla vurulması
  4. Aç bırakmak
  5. Zakkum yedirerek bağırsakları parçalması
  6. Vucudun büyütülerek azabın şiddetlenmesi
  7. İrinli su içirmek
  8. Ğayya kuyusuna atmak
  9. Ucurumlardan yuvarlamak
  10. Zifiri karanlıkta azap
  11. Büyük azap veren pis kokulara maruz bırakmak
  12. Azabların hergün katlanarak çoğaltılması
  13. Sonnsuza kadar azap edilmesi
  14. Vela taamun illa ğislin (Hakka Suresi - 36) [2]






ok.gif
Bu Bilgilerin Derlendiği Kaynaklar ..:
Açıklama
[1]: Cehennemin yedi kapısından maksat bazı tefsirlere göre yedi tabakadır. «Cüz’ün maksûm» da o kapılardan girerek yerlerini alacak olan guruplardır. Bazı rivayetlere göre bu tabakalardan ilki olan Hâviye, günahkâr müminler için, ikincisi Sakar, yahudiler için, üçüncüsü Sa’îr hıristiyanlar için, dördüncüsü Cahîm Sâbie için, beşincisi Lezâ ateşperestler için, altıncısı Hutame putperestler için ve pek çok adlarla anılan yedincisi münafıklar içindir. (Diyanet Vakfi Kur'an Meali -Hicr Suresi - 44)
[2]: Sorularla İslamiyet com
 
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
■ Kur'an-ı Kerim'de Cennet Kapıları veya Tabakaları ■

Cennetin Sekiz Kapısı vardır (İbn Hacer 7/28)


İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe' sokacağız. (Nisa Suresi - 57)

İman edip salih amellerde bulunanlar, biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah'ın gerçek olan va'didir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır? (Nisa Suresi - 122)

  1. Firdevs Cenneti "...Firdevs Cennetleri vardır..." (Kehf Suresi - 107)
  2. Adın Cenneti "...ikamet edilen yer..." (Beyyine Suresi - 7 -8)
  3. Naim Cenneti "..Mutluluklarla dolu cennetler..." (Şuara Suresi - 85)
  4. Darul Khuld Cenneti "...Va'd olunan ebedilik cenneti mi..." (Furkan Suresi - 15)
  5. Cennetül Me'va "...Onlar için Mev'a Cennetleri vardır..." (Secde Suresi - 19)
  6. Darus Selam Cenneti "...Hoşa gitmeyenden korunnmuş olmak (Yunus Suresi - 25)
  7. Darul Hüsna Cenneti "...Daha güzel karşılık (Yunus Suresi - 26)
  8. Darul Mukayeme Cenneti "...Asıl oturulacak yer..." (Fatır Suresi - 35)
  9. Cennetin Sekiz Kapısı vardır (İbn Hacer 7/28)[1]:
Cennetin Sekiz Kapısı vardır
  1. Salat Kapısı
  2. Cihad Kapısı
  3. Reyyan Kapısı
  4. Sadaka / Zekat Kapısı
  5. Af Kapısı
  6. Hacc Kapısı
  7. Eyyem /sağ, mübarek / Kapısı
  8. Zikir ve ilim Kapısı




ok.gif
Bu Bilgilerin Derlendiği Kaynaklar ..:
[1]: Cennetin Sekiz Kapısı vardır (İbn Hacer 7/28)
[2]: Sorularla İslamiyet com​
 
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
MÜNAFIK - NİFAK -

İslâm toplumunu felç eden ve mü'minlerin amansız düşmanı olan münafıkların vasıflan iyi bilinmelidir. Nifak hareketi; Medine'de, İslâm devleti kurulduktan sonra başlamıştır. İslâm'ın Mekke döneminde münafık yoktur. Zira o dönemde; Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliğini "işittik ve iman ettik" diyerek kabul edenleri, büyük tehlikeler bekliyordu. Müşrik rejimin ileri gelenleri, işkence ve zulümle, İslâm'ı durdurmayı planlamışlardı. Medine'de İslâm devleti kurulunca, güç dengeleri değişti. Hicret'ten önce "Yesrib" diye anılan beldede Evs ve Hazreç kabileleri vardı. Ayrıca bir kısım yahudiler ikamet ediyordu. Hazreç kabilesi; hem nüfûs, hem maddi güç olarak Evs kabilesinden daha kuvvetliydi. Hz. Peygamber (sav) Mekke'den Yesrib'e (Medine'ye) hicret etmesinden az önce; Hazreçliler ve Evsliler, Hazreç'in lideri olan Abdullah İbn-i Übey İbn Selûl'e taç giydirip onu kral yapma hazırlığı içindeydiler.ı Hz. Peygamber (sav) hicret ettikten sonra; Hazreç ve Evs kabilesine mensup müslümanlar, daha önceki kararlarını değiştirdiler. Hiç kimse Abdullah İbn-i Übey İbn Selûl'e yüz vermiyordu. Ancak çevresinde belli bir topluluk vardı. Abdullah İbn-i Übey İbn Selûl; Bedir savaşına kadar bekledi... Bedir'den sonra müslümanların iyice güçlendiğini görünce, müslüman oldu... Fakat kalbinde Rasûl-i Ekrem (sav)'e ve İslâm'a karşı belli bir kin vardı. Zira Hz. Peygamber (sav)'e kendisinin krallığını elinden almış gözüyle bakıyor ve fırsat kolluyordu. Kendisi önemli bir kişi olduğu için, onun hareketleri, zaman zaman müslümanlar için tehlikeli durumlar arzetmiştir. Münafıkların büyük bir kısmı, onun emri altında ve çizdiği planlarla hareket ediyorlardı. Bu girişten sonra; nifak ve münafık kavramlarını izaha gayret edelim.

Nifak kelimesi Ne-Fe-Ka fül kökünden gelir. Bu fiilin çeşitli anlamları vardır. İbn-i Side'nin beyanına göre nifak; bir vecihten İslâm'a girip, bir vecihten çıkmaktır. Bu kelime "nâfikaaû'l yerbû" (ova sıçanının deliği) tabirinden alınmıştır. Bazıları "nefak"dan alındığını söylemişlerdir. Nifak; yer altında bulunan ve bir ucundan girilip, diğer ucundan çıkılan işlek yol (tünel) mânâsına gelir.2 Böyle bir tünelin sahibi; onun içerisinde nasıl gizlenirse, münafık da İslâm'ın perdesi altında öylece gizlenir. İslâmî ıstılâhta: "Diliyle iman izhar eden, buna mukabil kalbinde küfrü sabit olan kimseye münafık denilir."3 şeklinde tarif edilmiştir. Dolayısıyla kalbi tasdik bulunmadığı için, itikaden kâfir hükmündedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "insanlardan mü'min olmadıkları halde, `Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' diyenler vardır." hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler, bu âyetin münafıkların nitelikleri hakkında olduğunda ittifak etmişlerdir Kalbinde nifak hastalığını taşıyan kimseler (münafıklar); tıpkı köstebekler gibi, yeraltı faaliyetlerinde bulunmayı meslek edinmişlerdir. İslâm ûleması "Aslî kâfirin küfrü mü, yoksa münafıkın küfrü mü daha çirkindir?" sualine cevap verirken farklı noktalar üzerinde durmuşlardır.

İmam Fahrüddin-i Razi: "Bir kısmı, aslî kâfirin küfrünün daha çirkin olduğunu söylemişlerdir. Çünkü onlara göre; kâfir olan kimse kalben cahil, lisanen de yalancıdır. Münafık ise, kalben cahil, lisanen ise sadıktır. Diğerleri ise, `Münafık da lisanen yalancıdır' demişlerdir. Çünkü, münafık o inanç üzere olmadığı halde imanı olduğunu söylemiştir. İşte bu sebepten ötürü Kur'ân-ı Kerîm'de: `Allah şehâdet eder ki, münafıklar muhakkak yalancıdırlar.' (Münafıkûn sûresi:l) buyurulmuştur. Sonra münafık kâfire nisbetle, çirkin bazı şeylerle de muttasıftır.

a) O, insanların düşüncelerini karıştırmaya yeltenmişken, kâfir buna yönelmiştir.

b) Kâfir kendisinin yalan söylemesine râzı olmamış, bundan kaçınmış ve sadece doğruyu söylemeye razı olmuşken, münafık ise yalan söylemeyi tercih etmiştir.

c) Münafık; aslî kafirin aksine, küfrüne bir de alay etmeyi ilave etmiştir. Küfrünün fazla olmasından dolayı Cenabı Hak: `Muhakkak ki münafıklar, ateşin en alt tabakasındadırlar.' (Nisa sûresi:l45) buyurmuştur.

d) Kâfir, erkeklik tabiatı üzerindedir.

e) Mücahid; `Cenab-ı Hakk'ın dört âyette mü'minleri zikrettiğini, sonra iki âyetle kâfirlerden bahsettiğini, üçüncü olarak da on üç âyetle münafıklardan sözettiğini; bunun ise münafıkların suçlarının daha büyük olduğuna delâlet ettiğini' söylemiştir. Bu, uzak bir görüştür. Çünkü münafıkların haberlerinin çok anlatılması, onların günahlarının büyük olmasını gerektirmez. Eğer bunların suçları büyükse, bu başka sebeplerden dolayıdır. Bu da onların (münafıkların) küfürlerine başkalarını aldatmak, alay etmek ve buna mümasil başka gailelerin peşinde koşmak gibi günahları eklemeleridir. Buna şu şekilde cevap vermek de mümkündür: `Onların (münafıkların) haberlerinin çokça anlatılması, bunların şerlerini savuşturmaya verilen ehemmiyetin, kâfirlerin şerlerini savuşturmaya gösterilen çabadan daha fazla olduğuna delalet eder. İşte bu onların günahlarının, kâfirlerinkinden daha büyük olduğuna delâlet eder.'6 diyerek, önemli incelikleri gündeme getirmiştir.

Şimdi münafıkların bazı vasıflarını; kat'i nassları esas alarak izaha gayret edelim.

1. Münafıklar; hem korkaktırlar, hem yalancıdırlar:

"Hakikat onlar (münafıklar) sizden olduklarına dair Allah'a yemin de ederler. Halbuki onlar sizden değildir. Fakat onlar öyle bir kavmdir ki, daima korkarlar."

"Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine açıkça haber verecek bir sûrenin tepelerine indirilmesinden daima endişe ederler."

2. Münafıklar kötülüğü emrederler:

"Münafık erkekler de, münafık kadınlar da birbirinin (tamamlayıcı) parçasıdırlar. Onlar kötülüğü emrederler, iyilikten vazgeçirmeye uğraşırlar. Ellerini (cimrilikle sımsıkı) yumarlar. Onlar Allah'ı unuttular, O da onları unuttu. Şüphesiz ki münafıklar fâsıkların ta kendileridir."o

3. Münafıklar kendilerini akıllı sanırlar ve güzel konu,surlar:

"İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibet Allah'ın emriyle idi. (Bu Allah'ın) mü'minleri ayırdetmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi. Berikilere: `Gelin, Allah yolunda muharebe edin, yahud (hiç olmazsa düşmanın ailenize saldırmasını) önleyin denildi de: `Biz muharebe etmeyi bilseydik, elbette arkanızdan gelirdik dediler. Onlar o gün imandan ziyade küfre yakındılar. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Onlar ne gizlerlerse, Allah çok iyi bilicidir. Kendileri (evlerinde) oturarak kardeşlerine: `Eğer bizi dinleselerdi ölmeyeceklerdi diyen o adamlara de ki: `Öyle ise kendi nefislerinizden ölümü geri çevirin!.." 10

"İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, onun (bu) dünya hayatına ait sözü hoşunuza gider ve o, kalbinde olana Allah'ı şahid getirir. Halbuki o (münafık) düşmanların en yamanıdır. O, yer yüzünde iş başına geçti mi, orada fesad çıkarmaya, ekini ve nesli kökünden kurutmaya koşar. Allah fesadı sevmez." 11

"Onları gördüğün zaman gövdeleri (görünüşleri, kıyafetleri belki) hoşuna gider. Eğer konuşurlarsa (güzel konuştukları için) sözlerini dinlersin. Sanki giydirilmiş odunlar gibidir onlar. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. (asıl ve gerçek) düşman onlardır. O halde onlardan (münafıklardan) sakın!.."12.

4) Münafıklar daima tuzak kurmayı düşünürler:

"Bir de mü'minlere zarar vermek, küfrü kuvvetlendirmek, mü'minler arasında tefrika düşürmek için ve bundan evvel Allahu Teala'ya ve Rasûlü'ne savaş açan kimseyi beklemek maksadıyla bir mescid yaptılar. Ve; `Biz bu mescidi ancak iyilik için bina ettik' diye yemin edeceklerdir. Allahu Teala şehadet eder ki, onlar yeminlerinde yalancıdırlar."13

5. Münafıklar meşakkatten kaçarlar ve ikbâle koşarlar:

"İşte kalplerinde bir (nifak marazı bulunan kimselerin; `Felâketin bize (dönüp) çarpmasından korkuyoruz' diyerek, aralarında konuştuklarını görüyorsun. Belki Allah fetih veya kendi katından bir emir getirecek de, onlar, yüreklerinde gizledikleri şeye karşı pişman kimseler olacaklardır."14

"(Ey münafıklar) Siz de tıpkı kendinizden evvelkiler gibisiniz. Onlar kuvvetçe sizden daha yamandı. Malları ve evlâtları daha çoktu. (Bu dünyadaki) nasipleri kadar (zevkten) faidelenmek istediler. İşte sizden evvelkiler nasıl öyle nasiplerince yaşamak istedilerse, siz de yine kısmetinizce (zevkten) faide aradınız. Siz de (o batağa) dalanlar gibi daldınız."15

"Allah'ın Peygamberi'ne muhalefet için (savaştan) geri kalan (münafıklar) oturmalarıyla sevindiler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad etmeyi çirkin gördüler ve `bu sıcakta harbe çıkmayın dediler. De ki: `Cehennemin ateşi daha sıcak! İyice bilmiş olsalardı."16

Şurası muhakkaktır ki; nifak kalbe ait bir hastalıktır ve münafık akaid açısından kâfirdir. Ancak kalben iman etmediği halde, diliyle kelime-i şehadeti ikrar ettiği için, dünyevî hükümler açısından müslümanların tâbi olduğu hukuka tâbidirler. Dolayısıyla müslümanların iktidar olduğu toplumlarda, münafıkların sayısı hızla yükselir. Kâfirlerin gâlip, müslümanların mahkûm durumda olduğu cemiyetlerde ise, durum farklıdır. Zira o durumda, dünyaya şehvetle bağlı olan ve keyiflerine göre yaşamak isteyen kimseler (münafıklar) gerçek inançlarını açıklamaktan çekinmezler.

Hesap gününü düşünen bir mü'min, Resûl-i Ekrem (sav)'in nifak âlameti olarak zikrettiği amelleri kendi nefsinde görürse, derhal tedavi yolunu seçmelidir. Nitekim bir hadis-i şerifte: Dört şey, her kimde bulunursa hâlis münafık olur. Her kimde bunların bir parçası bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur. (Bunlar da) Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyânet etmek, söz söylerken yala:ı söylemek, ahdettiği zaman ahdini tutmamak, hûsumet zamanında da hak'dan ayrılmaktır."(17). buyurulmuştur.

Münafıkların vasıfları ve nifak âlametleri kat'i nasslarla sabittir. Ancak herhangi bir şahsın münafık olduğunu söylemek mümkün değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in münafıkları bilmesi ve sır kâtibi Hz. Huzeyfe'ye söylemesi, vahiyle ilgili bir hâdisedir. Nitekim Hz. Huzeyfe (ra): "Nifak, ancak Nebi (sav) zamanında mevcut (belirli) idi. Bugün ise (vahiy kesildiği için) nifak, imandan sonra küfürdür." diyerek bu inceliğe işaret etmiştir. Her müslüman; kalbî bir hastalık olan nifakın mahiyetini ve nifak alametlerini iyice öğrenmelidir. Elbette ilim, amel etmek içindir. Nifak alâmetlerini kendi nefsinde gören her mükellef bu hastalıktan kurtulmanın yollarını aramalıdır.

KAYNAKLAR

(1) İbn-i Kesir, Tefsirû'l Kur'ân'il Azim, Beyrut 1969, c. I, sh. 47. Aynca Abdû's-Selâm İbn-i Hişam, Tehzibû Siret-i ibn-i Hişam, Beyrut 1972, c. II, sh.17.
(2) Geniş bilgi için bkz. Râğıb el-Isfahani, Müfredat, İst. 1986, Kahraman Yay. sh. 766. Ayrıca Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İst. 1973, c. I, sh. 312.
(3) Seyyid Şerif Cürcani, et-Ta'rifat, İstanbul ty., Kaynak Yay., sh. 245.
(4) Bakara Sûresi: 8.
(5) Mecmuatu't-Tefasir, Ist. 1401, Çağrı Yay., c. I, sh.54-55. Ayrıca, Tefsir-i Mücahid, Katar 1976, sh. 69, İbn-i Kesir, a.g.e., c. I, sh. 47.
(7) Tevbe Sûresi: 56.
(8) Tevbe Sûresi: 64.
(9) Tevbe Sûresi: 67.
(10) AI-i İmran Sûresi:166-168.
(11) Bakara Sûresi: 212.
(12) Münafikûn Sûresi: 4.
(13) Tevbe Sûresi:107.
(14) Maide Sûresi: 52.
(15) Tevbe Sûresi: 69.
(16) Tevbe Sûresi: 81.
(17) Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim.

Kelimeler ve Kavramlar Yusuf Kerimoğlu
 
Katılım
14 Nis 2007
Mesajlar
150
Tepkime puanı
68
Puanları
28
Yaş
69
■ Fitne Fesadacı ve Munafık olmaktan Allah'a (c.c.) Sığınmak ■

اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَعُو ذُ بِكَ مِنَ الشَّكِّ وَالشِّرْكِ مِنَ الشِّقَاقِ وَالنِّفَاقِ وَسُوءِ الْاَخْلَاقِ
Duanın Latince Okunuşu Allâhümme! İnnî e’ûzü bike mineş-şikâkı ven-nifâkı ve sûi’l-ahlâkı
Duanın Türkçe Meali / Manası Allah’ım! Şikaktan* nifak* ve kötü ahlaktan Sana sığınırım Ebu Davud, Salat, 367 Nesaî, İsti’aze,21

________________ oOo _________________
Şikak★ ★ ★ ★ ★ ⇒ * kavminin arasında fitne ve fesadacılık yapmaktan ⇒ * Munafık olmaktan
 
Üst