İslami medya ve haber ahlakı

  • Konbuyu başlatan Kaçak
  • Başlangıç tarihi
K

Kaçak

Guest
Davut Özgül / Özgün Duruş
Toplumsal hayatımızın nerdeyse vazgeçilemez unsuru haline gelen iletişim aygıtlarının hayatımızdaki yeri ile toplumsal ilişkilerimizi belirlemedeki tayin edici güçleri dikkate alındığında, bu hususta üzerimize düşen görevler olduğu muhakkak.
Modern dünyada iletişim aygıtları ve “medya” tabir edilen kuvvetin gücü karşısında bir kavramlaştırma olarak üretilen “medya etiği”, bahsettiğimiz görevlerden biri olarak “doğru haber”i amaçlayan bir çabadır. Bugün kitle iletişim aygıtları ne acıdır ki belirli ideolojik görüşleri insanlığa dayatan birer kurum olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedirler. Öyle ki bu durumun insan onuru ile bağdaşmadığını öne sürerek, bu alanda faaliyet göstermeyi amaçlayan kuruluşlar da bir dönem sonra aynı ideolojik tavra bürünmekten başka çıkar yol bulamamaktadırlar! Olayın bu yönü de dikkate alındığında sorunun ciddiyeti daha da belirgin hale gelmektedir.

Modern çağın “görüntü”sü
İnsanın insanla iletişim kurması, kendi bilgi ile tecrübelerini diğer insanlara aktarması, insanlık tarihi kadar köklü ve insana özgü bir iletişim biçimidir. İnsanların iletişim kurmada değişen araçlara başvurması ile oluşan süreçte, değişen araçlar, aynı zamanda iletişimin bir bilim dalı olarak ele alınmasını da zaruri hale getirmiştir. Konuşmanın, sohbetin, mektubun, namelerin yerini alan, adına özetle “görüntü” diyebileceğimiz iletişim tekniği ile internet denilen yeni ve devasa olgu “iletişim bilimi-iletişim teknolojileri”ni dikkate almamıza imkân hazırlamıştır.
Modern çağın iletişim teknikleri özü itibarıyla modernizmin toplumlar arasında neşvünema bulmasını amaçlamaktadır. Modernizmin sacayakları olan Fransız devrimi, Rönesans ve bilimsellik (pozitivizm), kitle iletişim araçlarına rengini, tadını ve kokusunu veren birer olgu olarak son iki yüzyılın en başat unsurları olmuşlardır. Bu gerçekliği dikkate almayan her okuma biçimi, yanılmak ve aldanmakla maluldür! Bahsettiğimiz bu modern kurguyu hem yazılı hem de görsel kitle iletişim araçlarında görmek mümkündür. Mesela günlük bir gazeteyi elimize aldığımızda haberin dili, amacı ile haberi destekleyen görsel malzeme ve tamamlayıcı unsur olarak kullanılan görsel kışkırtıcı öğeler bu tezimizi doğrulayan delillerdir. Bu anlamda Cumhuriyet’ten hatta Tanzimat’tan günümüze kadar yayımlanan süreli yayınlar, dergiler, gazeteler bunu doğrulamaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yayımlanan Ulus, Tan, Cumhuriyet gibi gazeteler ile adeta modern Türkiye’nin görünen yüzünü yansıtan Hürriyet, Cumhuriyet, Milliyet gibi gazeteler dikkatlice incelendiğinde bu fonksiyonu icra ettikleri görülecektir. 1970’li yıllarda hayatımıza giren görsel iletişim aygıtı olan TV ve 90’lı yıllarda sayıları artarak devam eden özel TV kanallarının son çeyrek asırda hayatımızda meydana getirdikleri değişim ile dönüşüm, ideolojik bir topluma dönüştürülüşümüzün adeta fotoğrafı olmuşlardır.

“Kâfirin silahı ile silahlanmak”
Hemen hepimizin gözlemleyebileceği bu sosyolojik süreçte, Müslüman tabir ettiğimiz insanlarımızın mevzilenme biçimleri, ne acıdır ki güçlü olanın tayin ettiği yönde olmuştur. “Kâfirin silahı ile silahlanmak” şeklinde formüle edilen, güç dengesi arayışı modernizmin sacayakları dikkate alınmadığından olsa gerek, bir dönem sonra Müslüman kesimlerin de aynı manipülasyona, aynı yönlendirmeye başvurdukları gözlemlenmiştir.
Müslümanların hemen her süreçte temel bir ilke olarak benimsemeleri gereken, “doğru haber” Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu, vakıayı olduğu gibi çıplak bir dille aktarmayı tavsiye ettiği önemli bir bilgilenme yöntemidir. Haberi ideolojik kalıplara sokmadan, haberin faillerini dikkate almadan, olduğu gibi aktarmak ve üçüncü şahısların akıl ile muhakemelerini devreye koyarak vakıadan ders almalarını sağlamak… Bu doğal okuma biçiminin dışında hadiseye yapılan her müdahale, üçüncü şahıslara haksızlıktır. Haksızlık olmasının yanında aynı zamanda büyük bir vebaldir. Bu yüzden Kur’an; “Ey iman edenler, günahı açıktan işleyen, yoldan çıktıkları amelleri ile orta yerde görünen insanların sizlere ulaştırdıkları haberleri, araştırmadan hemen kabul etmeyin. Araştırmadan, doğru habere ulaşmadan, haberi size aktarıldığı gibi kabul ederseniz farkında olmadan birilerine sataşırsınız da sonra pişmanlık duyarsınız…” Bu Müslüman olmamızın da asgari şartlarından biridir aynı zamanda.
Türkiye’de son 60 yıllık tarihimiz içinde asker ile medyanın kol kola girerek gerçekleştirdikleri senaryolar ile bu senaryolar sonrasında ülkeyi zapturapt altına almaları, yayınlanan hatıratlar ile müstakil çalışmalar sayesinde artık saklanamaz hale gelmiştir. Bu süreç içinde yalan ile yanlışın doğruları nasıl da tahakküm altına aldığı daha belirgin hale gelmiştir.

“İslami medya”nın ahlak sınavı
AKP iktidarının hükümet olması ile daha da belirgin hale gelen son 8 yıllık süreç dikkate alındığında, kitle iletişim araçlarının toplumsal hayatı etkilemedeki fonksiyonları daha da belirgin hale gelmektedir. “4. kuvvet” olarak tabir edilen “medya” pratik etkisi açısından daha üst sıralardadır. Adeta “1. kuvvet” olarak tabir edilse yeridir. Yine Taraf gazetesi ile belirginleşen ciddi ayrışma, yeni araştırmaları da zaruri kılmaktadır. Belki de “Türk demokrasi tarihi” medya sektörü ve işlevi bağlamında yeniden değerlendirilmelidir. Darbelerin, kaosun, iç çatışmaların hangi boyutlarda olduğunu Türk halkı medya araçları sayesinde öğrenmiştir. Medyanın bugün sergilediği saklanması mümkün görünmeyen çirkin görüntüsü, yaşadıklarımızın medyanın aktardığı formatın dışında olduğunu göstermesi bakımından da manidardır.
Görmezden gelinemeyen, mızrağın çuvala sığmadığı bu “toplumsal cinnet” ile “laikçi paranoya” karşısında son yıllarda güç dengesi oluşturmaya çalışan, kısaca adına “İslami medya” da denilen kuruluşların haber dili ile yaptıkları haberlerin formatları maalesef kınadığımız diğer medya kuruluşları ile öylesine benzer hale gelmiştir ki bu yeni süreçte her akl-ı selim sahibi insanın “ahlak” kavramını tekrar gözden geçirmesi gerekmektedir. “Etik-medya etiği vb.” kavramlaştırmaların çözmesi mümkün olmayan bu yeni durumu ancak ve ancak İslam havzasında muhtevasını bulan, bu toprakların köklü geleneğinde, toplumsal hafızada karşılığı olan “ahlak” kavramını imdadımıza çağırarak çözebiliriz. Kınalızade’nin “faziletler ve reziletler” terkibi içinde ele aldığı tarzda bir yaklaşıma gerçekten ihtiyacımız var.

Doğru haber ve sadık haber
Kur’an’ın “doğru haber”e yaptığı vurgu, risaletin tanımında geçen “sadık haber” hadis müdevvenatı oluşturulurken “mütevatir, sahih, hasen, vahid…” gibi ciddiyet arz eden terimler, hatta İmam Buhari’ye atfedilen hadis yolculuğunda aklımızın hala almakta zorlandığı titizlik (Bir hayvanı dahi aldatsa da aldatan insandan haber almanın netameli olduğuna kanaat getiren âlimlerimiz) ile bu yolculukları enfes bir terim olan “rıhle” ile bize miras bırakan ilim ile irfan geleneğimiz, Müslüman şahısların haber alma ile aktarma konusunda muhayyer olmadıklarını gösteriyor. Bu zemine ayaklarını basan Müslüman şahısların yayın organlarında bizlere aktardığı birçoğu gün bitmeden, an içinde tekzip ile malul olan haberlerini bir kez daha düşünmek zorundayız.
Karşımızda bulunan ve hiçbir ahlaki ilkeyi gözetmeyen hatta “topyekûn savaş” başlıkları atanlara rağmen Müslümanların ahlaki ilkeleri elden bırakmaması ve doğru haberi adeta namusu gibi telakki etmesi gerekmektedir. Çünkü hesap gününde yapıp ettiğimiz her şey, hesabımızı ve akıbetimizi belirlemektedir.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
“İslami medya”nın ahlak sınavı
AKP iktidarının hükümet olması ile daha da belirgin hale gelen son 8 yıllık süreç dikkate alındığında, kitle iletişim araçlarının toplumsal hayatı etkilemedeki fonksiyonları daha da belirgin hale gelmektedir. “4. kuvvet” olarak tabir edilen “medya” pratik etkisi açısından daha üst sıralardadır. Adeta “1. kuvvet” olarak tabir edilse yeridir. Yine Taraf gazetesi ile belirginleşen ciddi ayrışma, yeni araştırmaları da zaruri kılmaktadır. Belki de “Türk demokrasi tarihi” medya sektörü ve işlevi bağlamında yeniden değerlendirilmelidir. Darbelerin, kaosun, iç çatışmaların hangi boyutlarda olduğunu Türk halkı medya araçları sayesinde öğrenmiştir. Medyanın bugün sergilediği saklanması mümkün görünmeyen çirkin görüntüsü, yaşadıklarımızın medyanın aktardığı formatın dışında olduğunu göstermesi bakımından da manidardır.
Görmezden gelinemeyen, mızrağın çuvala sığmadığı bu “toplumsal cinnet” ile “laikçi paranoya” karşısında son yıllarda güç dengesi oluşturmaya çalışan, kısaca adına “İslami medya” da denilen kuruluşların haber dili ile yaptıkları haberlerin formatları maalesef kınadığımız diğer medya kuruluşları ile öylesine benzer hale gelmiştir ki bu yeni süreçte her akl-ı selim sahibi insanın “ahlak” kavramını tekrar gözden geçirmesi gerekmektedir. “Etik-medya etiği vb.” kavramlaştırmaların çözmesi mümkün olmayan bu yeni durumu ancak ve ancak İslam havzasında muhtevasını bulan, bu toprakların köklü geleneğinde, toplumsal hafızada karşılığı olan “ahlak” kavramını imdadımıza çağırarak çözebiliriz. Kınalızade’nin “faziletler ve reziletler” terkibi içinde ele aldığı tarzda bir yaklaşıma gerçekten ihtiyacımız var.
1825
 
Üst