Islami kimliği kuşanan her müslüman tekbaşina bir ümmettir;cemaattir

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,220
Tepkime puanı
175
Puanları
63
İSLAMİ KİMLİĞİ KUŞANAN HER MÜSLÜMAN TEKBAŞINA BİR ÜMMETTİR;CEMAATTIR
-​
Müslümanlar cemaatlaşmanın neresindedir.-
Dr. Mehmet SÜRMELİ
Halife olarak yaratılan insan bilgiyle donatılmak suretiyle diğer varlıklara karşı rüçhaniyet kazanmıştır. Doğru bilgi sayesinde hayatı istikamet üzerine anlamlandıran beşer, “insaniyet makamına” terakki etmiş; elde etmiş olduğu kurbiyet sayesinde emanete liyakat kesbetmiştir. Bu yücelişle beraber Allah Teala, Adem’i (a.) risaletle şereflendirmiş ve ilk insan toplumuna peygamber tayin etmiştir. Risalet vehbidir ama bu vehbiyyata mazhariyet için liyakat da çok önemlidir. Allah (c.), layık olmayanlara emaneti tevdi etmez. Layık olmayanlara emanet vermemek Allah Teala’nın değişmez kuralıdır.
Hz. Adem (a.), ilk insan toplumunu vahiy üzerine şekillendirmiştir. Vahiyle hayatlarını içselleştiren bu insanlar İslam’a millet, Adem’e de ümmet olmuştur. Vahiyden uzaklaşan kimseler İslam’a millet, peygamberlerine de icabet ümmeti olma vasıflarını kaybederler.Daha sonraki süreçte vahiyden kopmalar yaygınlaşıp “dinsizlik” kollektif hâle gelip zulüm hakim olunca, Yüce Allah peygamberler göndermek suretiyle kullarına hidayeti göstermiştir. Gönderdiği hidayetle; “İnsanları zulumattan/karanlık düşüncelerden (İslam’ın) nuruna çıkarmıştır.” Sayıca ister çok ister az olsunlar, Allah Teala bütün kavimlere sapmalara karşın peygamberler göndermiştir. Peygamber göndermediği hiçbir kavim yoktur. Zaten ; “Peygamber göndermeden azap etmek sünnetullaha aykırıdır.”
Sapmaların doruk noktasına vardığı ve Nemrud’un kendisini tanrı ilan ettiği bir dönemde Yüce Allah, Hz. İbrahim’i peygamber tayin etmiştir. İbrahim peygamberi, Allah Teala otuz veya kırk konuda imtihandan geçirmiştir. Bu imtihan alanı bir davetçi için hem fiziksel hem de manevi hazırlık dönemini kapsamaktadır. Konuyu uzatmamak için, ayrıntısına girmeden müfessirlerin şu beyanını hatırlatmak istiyoruz.: “Allah Teala; Tevbe suresi 112. ayet, Mü’minun suresi 1-10 ayetler, Ahzab suresi 35. ayetin anlam alanlarına göre otuz konuda Hz. İbrahim’i denemiştir.” Hz. İbrahim’i denemiş olduğu otuz konu ve bu otuz konudan almamız gereken dersler şunlardır:
1-Yakıni anlamda ve ihsan halinde Allah Teala’nın varlığına ve birliğine iman; yaratmada ve emretmede Allah’tan başka hiçbir varlığı ya da kurumu kabul etmemek.
2- İbadet, Allah(c.)’ın farz kıldığı bütün ibadetleri O’nu görüyormuşcasına zamanında ve şartlarına uygun olarak eda etmek.
3- Cihada devam. Cihatsız bir dinin var olamayacağını bilip zamana ve şartlara göre fıkıh yaparak daima cihad halinde olmak.
4- Namaza aksatmadan devam etmek.Nafile namazlarla da Allah’a daha çok yaklaşmaya vesile aramak.
5- Zekâtı hak sahiplerine vermek. Fakirlik problemini çözmeye katkı sağlamak.
6- Oruç tutmak. Farz, vacip ve nafile oruçları tutarak nefsi açlık, susuzluk, şehevi arzu ve isteklere karşı dayanıklı hale getirmek; her mekân ve zamanda cihada hazırlıklı olmak.
7-M’arufu emretmek; İslam’ın emirlerini insanlara duyurmak ve ma’rufun hakim olduğu bir dünya için çalışmak.
8- Münkeri; dinin onay vermediği söz ve davranışları yasaklamak. İdeolojilerin propogandasını yapmamak.
9- Yapılan hata ve günahlardan dolayı anında tövbe etmek.
10-Allah Teala’nın verdiği ve vermediği bütün nimetler sebebiyle O’na hamd ve şükretmek.
11-Cemaata devam. Hem vakit namazlarına devam etmek hem de İslam cemaatından hiç ayrılmamak.
12-Mü’minlerle beraber olup kâfirlerle ortak siyaset yapmamak; velayeti ve emir makamını kâfir, zalim, fasık ve münafıklara vermemek.
13- Dini emir ve sınırlara riayet edip haramlara düşmemek ve şüphelilerden uzak durmak.
14-Allah Teala’ya mutlak teslimiyet. Hayatın bütün alanlarını vahiyle anlamlandırmak.
15- Kendisine emniyet edilen bir kimse olup şahsında güvenlik alanı oluşturmak. Allah Teala’nın ve insanların hukukuna ihanet etmemek.
16- Emanete riayet etmek; aklını güzel kullanıp şer’i teklifleri Hz.Peygamber’i örnek alarak yerine getirmek. Kendi namusunu ve insanların namuslarını korumada azami gayreti göstermek.
17- Ahde vefa; ruhlar aleminde Allah’a verilen sözü; yapılan misakı zihinde canlı tutup bu bilinçle hayatı devam ettirmek.
18- Havf ve reca; korkuyla umut arası bir hayat yaşamak. Allah Teala’nın rahmetinden umut kesmemek ve gazabından da emin olmamak.
18- Lağvı terk etmek. Dünyamıza ve ahiretimize yarar sağlamayan söz ve davranışlardan uzak durmak. İslam’ın dışında hiçbir dinin ve dünya görüşünün tebliğini yapmamak.
19- İffeti korumak; zinaya götüren yollardan ve zinadan uzak durmak. Allah’ın(c.) tesettür emrine Hz. Peygamber’in eşlerinin ve kızlarının modelliğinde bir ibadet şuuruyla riayet etmek.
20- Evlilik hukukuna saygı; eşlerin karşılıklı olarak birbirinin haklarını gözetip yuvalarını cennete çevirmeleri gerekir.
21- Haddi aşmamak; hayatın hiçbir alanında Allah’ın ve Resulü’nün emirlerine karşı gelmemek.
22- Allah’a boyun eğmek; mutlak bir itaatla ilahi emirleri yerine getirmek.
23- İnfak ahlakıyla bezenmek; kişinin, Allah’ın verdiği malda müstahlef olduğunu bilip ihtiyaç sahipleriyle elindekileri paylaşması esastır.
24- Cömertlik; fakirlikten korkmadan yerinde ve zamanında olarak hak sahiplerine harcamada bulunmak.
25- Sıdk; yalanla imanın bir arada bulunamayacağını bilip doğru sözden ve doğru davranışlardan ayrılmamak.
26- Sabır; Allah’ın emirlerini yerine getirmek, haramlarından kaçınmak, ibadetleri vaktinde eda etmek, başa gelen semavi belalara rıza göstermek ve kâfirlerin saldırılarına karşı yılgınlık göstermeden yola devam etmek.
27- Huşu; zahirimizi dinin prensiplerine uygun hale getirdiğimiz gibi iç dünyamızı da mamur edip Allah Teala’yı görüyormuş gibi bir hayat yaşamak.
28- Allah’ı zikir; ezeli ahde vefa göstererek hayatı Kur’an ve sünnetle anlamlandırmak; murakabe bilinci içerisinde bir hayat sürmek.
29- Şahitliği adil yapmak; yalan yere şehadette bulunmanın en büyük suçlardan olduğunu bilip insanların lehinde veya aleyhinde cahilce beyanatta bulunmamak.
30- Zihni ve gönlü kötülüklerden tezkiye etmek; Allah’la beraber başka bir varlıga gönülde yer vermemek; İslam’ın dışında din ve dünya görüşlerini kurtarıcı kabul etmemek. Sentezci bir imana sahip olmamak; politeist yaşamdan uzak durmak. Bu otuz konudan ayrı olarak Hz. İbrahim(a.), hicretle (İbrahim 37), çocukları olmamakla (Hud 72; Zariyat 29), oğlunu kurban etmekle (Saffat 101-105) ve babasının küfrü tercih etmesi münasebetiyle ona karşı ilişkileriyle denenmiştir. (Mümtehine 4; Tevbe 113).
Allah (c.), bu denenme sürecini başarıyla atlatan Hz. İbrahim (a.)’e, toplumsal önderlik görevini verip O’nu imam tayin etmiştir. O, bu önderliği soyu için de istediğinde Allah Teala; “Benim ahdim/ sözüm zalimler için geçerli değildir.” buyurmak suretiyle hiçbir kâfirin, münafığın, müşriğin ve zalimin konumu ne olursa olsun Müslümanlara önder olamayacağına ve mü’minler üzerinde velayet hakkının olmadığına vurgu yapmıştır. Ayrıca, Yüce Allah davasının çilesini çekmeyen kimselere stratejik görevler verilmeyeceğini de bu uygulamasıyla göstermiştir.
Allah Teala, Hz. İbrahim’i deneme sürecinden başarıyla geçerek kazanmış olduğu liyakat nedeniyle bireysel ümmet ilan etmiş ve hakkında şöyle buyurmuştur: “İbrahim, tek başına bir ümmetti. Yalnızca Allah’a itaat ederdi ve (hiçbir zaman) müşriklerden olmamıştı.” Kur’an-ı Kerim’in, tevhidi duruşundan dolayı örnek gösterdiği Hz. İbrahim(a.) gibi ümmet yetiştirmeyi amaç edinen Resulullah (s.), sahabesini de rabbani bir eğitimden geçirmiştir. Onların akıllarını, duygularını, davranışlarını ve imanlarını Kur’an’la yoğurmuştur. Bu ayetlerin ve Hz. Peygamber’in tedrisinden geçen kimselerin her birisi Hz. İbrahim(a.) gibi küfre karşı kıyam edebilmiştir. Böyle bir eğitimin bütün Müslümanlar için referansı sayılacak ayetlerin özü şunlardır:
1. Kurtuluşun kâmil imanda olduğunu bilirler.
2. Hiç kimse için imanlarını feda etmezler.
3. Tüm olaylara vahiy zaviyesinden bakıp değerlendirirler.
4. Allah için herşeylerini feda edebilirler.
5. Allah’ın indirdikleriyle hükmederler.
6. Yalnızca mü’minleri veli edinirler.
7. Hayatı, iman ve cihaddan ibaret kabul ederler.
8. Emri bi’l-maruf ve’n-nehyi ani’l-münker görevini hakkıyla yaparlar.
9. Salih amellere çok düşkündürler.
10. Ahlaken hiçbir davranış bozukluğu yapmazlar.
11. Kâfirlere karşı en ufak bir sempati bile duymazlar.
12. Değil fuhuş, fuhşa götüren yollardan bile uzak dururlar.
13. Ana-baba hukukuna riayet ederler.
14. İsraftan kaçınırlar.
15. İslam aleyhtarı yapılanma ve meclislere karşı tavırlıdırlar.
16. Kul haklarına karşı çok titiz davranırlar.
17. Büyük günahlardan şiddetle kaçınırlar.
18. Kâfirlere karşı çok onurlu ve çetindirler.
19. Mü’minlere karşı çok şefkatlidirler.
20. Önder ve şehid ümmet olmanın bilincindedirler.
21. En büyük rehber ve önder olarak Hz. Peygamberi bilirler.
22. İhtilafa düştüklerinde çözümü Kur’an ve sünnette ararlar.
23. Emaneti ehil olanlara verirler.
24. Yahudi ve Hristiyanlara teşebbühün her türlüsünden uzak dururlar.İnanç noktasında onlara benzemedikleri gibi sosyal hayatta da onları kendilerine örnek almazlar.
25. Allah’a imanda yaratma alanı ile emir alanını birbirinden kesinlikle ayırmazlar; böyle bir ayırımın şirk olduğuna inanırlar.
Maddeler halinde özetini verdiğimiz ayetler ve benzerleriyle ümmetini vahyin eğitim-öğretiminden geçiren Hz. Peygamber (s.), daha Mekke Dönemi’ndeyken bireysel ümmeti; tek başına cemaat olma mesabesinde olan sahabilerini yetiştirmiştir. Bunun yolunu ise: “Bildiğin hayırla amel eder, münker olanları terkeder, kendinle daha çok ilgilenir ve insanların avamından (biraz) uzak kalırsın.” demek suretiyle Abdullah b. Amr’a yaptığı tavsiyeden öğreniyoruz. Ümmet olmak, yalnızda olsa Hak’ta sebat etmekle gerçekleşir. Bu tespiti yapan Abdullah b. Mes’ud (r.), “Muaz b. Cebel yalnızca Allah’a itaat eden bir ümmet/cemaatti.” Demiş ve arkasından şöyle bir cemaat tanımı yapmıştır: “İnsanlara sürekli hayrı öğreten, Allah’ın ve Resulünün emirlerine ittiba ederek itaat eden kimsedir.
Kur’an-ı Kerim’de bireysel anlamda ümmet olmanın en önemli örneği Hz. İbrahim’dir. Rivayetlerden öğrendiğimize göre, Nebevi eğitimden geçen Muaz b. Cebel ve cahiliyenin inanç sisteminden etkilenmeyip yalnız başına imanda sebat eden Zeyd b. Amr b. Nüfeyl de bireysel anlamda cemaat olabilen kimselerdendir. Tek başına ümmet olan kimse; akıntıya gitmeyen ve kalabalıkların kucağına düşmeyen kişilikli insandır. Aklını, fikrini, yaşayışını ve gündemini ortama teslim etmeyen; hayatının gidişatını kafirlere, moderniteye ve dünya sistemine peşkeş çekmeyen kişidir. Herkes küfrü tercih etse bile İslam’da sebat edebilen ve o nefes alıp verdikce küfrün rahat edemiyeceği nitelikli mü’mindir.
Müslüman olduğunu söyleyen kimse, hayata damgasını vurarak kimliğini hissettirmiyor ve çer çöp muamelesi görüyorsa bunun nedeni; dünyalığa olan (aşırı) sevgi ve ölümden nefret etmedir. Hz. Peygamber (s.), ümmetinin bu konulardaki hastalıklarını tedavi edebilmek için onlara ayetlerle şifalar sunmuştur. Bunun neticesinde dünyayı ebedileştirmeyip “garip veya yolcu” gibi hayatı anlamlandıran bir nesil yetiştirmiştir. Rasulullah (s.), bu nitelikli insanlarla kollektif çalışmalar yapmış, onlara uzun ve kısa vadede uygulanabilir hedefler göstermek suretiyle bireysel ve toplumsal kimliği değiştirmiştir. Kutlu Medine bu insanlarla kurulmuştur. Böyle ulvi bir hedefi olan mü’minler bugün de, evvela tek başına ümmet olabilmeli, sonra da toplumsal cemaat olup siyasallaşma sürecine girmelidir. Zihni küfürden ve ideolojilerden tecrit olamayan; dünya ticaret merkezi temelli yörünge siyasetine teslim olan ve sıradan şahısları “yanılmaz” kabul eden; alimle zalimi birbirinden ayıramayan kimselerin önce hakiki Müslüman kimliğini kazanıp sonra da belirli hedefler dahilinde yola koyulmaları gerekir.
Ülkemizdeki Müslümanların cemaatlaşma sürecinin neresinde olduklarının hem kendileri tarafından hem de gerçek ulema tarafından sorgulanması gerekir. Eğer Müslümanlar, Kur’ani anlamda cemaatlaşmanın herhangi bir yerinde değillerse yapılması gereken öncelikli çalışmalar belirlenmelidir. Aksi halde, kendileri bireysel cemaat olamamış insanlardan İbrahimi duruş beklemek ve onlara taşıyamayacakları görevler yüklemek neticesi iflas olan zaman kaybıdır. Bu çerçevede şunu önerebiliriz: Peygamber Efendimiz İslam cemaatını yetştirmeye nereden başladıysa oradan başlamak; Kur’an’ın öncelikli konularıyla insanları buluşturmak gerekir.
Hz. Peygamber(s.), toplumdaki en büyük sapmanın itikadi sapmalar olduğunu görmüştür. Bu nedenle kendisi de yaşadığı topluma Allah Teala’nın koruması dahilinde(ma’sumiyet) entegre olmamıştır. Böyle sapkın bir topluma Allah(c.) müdahale ederek yanlış itikadı imha ve sahih olanı hakim kılma çerçevesinde Hz. Muhammed’in(s.) risaletiyle beraber ayetlerini göndermiştir. Kur’an’ın çoğunluğunu teşkil eden bu ayetlerle yeni bir nesil ve ümmet yaratılmıştır. Hayatı anlamlandırmada Allah’a yer vermeyen bu anlayışa Kur’an cahiliye adını vermiştir. İnsanlığın, cahiliyenin her türlüsünden kurtulmasının sahih marifetullah ile olacağını mutlak anlamda bilen Yüce Allah, ayetlerini evvela bu çerçevede göndermiştir. Daha sonra da inanç alanındaki diğer yanlışları tashih etmiştir. Yukarda belirttiğimiz gibi Resulullah(s.) önce sorunları belirlemiş sonra da çalışmalarını başlatmıştır. O’nun çalışma alanıın önceliğini itikadi sapmaları önlemek oluşturduğuna göre günümüz davetçileri de işe buradan başlamalıdırlar. İtikadi sapmalara çare olacak olan Kur’an’daki iman alanıyla ilgili ayetleri şu ana başlıklar altında toplayabiliriz:
1-Allah Teala’yı isimleri, sıfatları, fiilleri, yaratma ve emretmede eşsizliği ile tanımak; zatında, uluhiyet ve rububiyetinde hiçbir varlığı veya tüzel kişiliği O’na denk tutmamak esastır. Tevhidin bu şekli kalbe yerleşip şeksiz bir iman kazanılmadan müslüman olmak mümkün değildir. Her Müslümanın bilmesi zorunlu olan bu tevhid alanıyla ilgili ayetler toplam Kur’an’ın ¾ ünü oluşturur. Bu nedenle her insanın öğrenmesi gereken öncelikli alan, iman alanıdır.
2-İslam, kendinden önceki bütün din ve şeriatları neshetmiştir.Bu münasebetle “Kim İslam’dan başka bir din arayacak olursa Allah böyle bir dini kesinlikle kabul etmeyecektir.”Çünkü; “Allah katında (geçerli) tek din İslam’dır.”Allah’ın(c.) bütün peygamberlere gönderdiği dinin adı da İslam’dır. O, insanlara Yahudilik ve Hristiyanlık diye bir din göndermemiştir.Hz.Adem’den Hz. Muhammed’e kadar İslam adının dışında bir isimle din de vazetmemiştir. İnsanlar peygamberlerin getirdiği hak yoldan ayrıldıktan sonra vahye müdahale edip değiştirmişlerdir.Bu değiştirme süreciyle beraber muharref dinlerin aldığı yeni şekil yüz yılları bulan bir zamanda gerçekleşmiştir. İşte o zaman bu bidat dinler; Yahudilik ve Hristiyanlık ortaya çıkmıştır.
3- Karar verme bağlamında İslam bir bütündür. Kesinlikle parçalanma kabul etmez. Yüce Allah, geçmişte dinlerini parçalayıp bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr edenleri şiddetle yermiş ve uyarılar yapmıştır.Dinin bütünlüğü ile ilgili ayetleri referans alan İslam uleması; “Zarurat-ı diniyyeden birini inkar eden dinin tamamını inkar etmiş sayılır.”demişlerdir. İslam Dini koymuş olduğu kurallarla hayatın üç boyutunu da kuşatır. İnsan hayatında hiçbir boşluk bırakmaz.
4- Ahiret âleminde insanları kurtaracak olan Kur’an’ın ifade edip Resulullah’ın beyan ettiği kâmil imandır. Dolayısıyla kâmil imana sahip olmayan hiç kimse kurtulamayacaktır.Allah Teala: “Kâfirlere terazi bile kurmayacaktır.” Çünkü, “Cenneti kafirlere haram kılmıştır.”Cennetin haram kılındığı kafirler arasında tür ayırımı yapılmamıştır. Çünkü bütün kafirler tek millettir.
5- İman salih amellerle yakin kazanır; kuvvet bulur. Salih amelleri Hz. Peygamber’i örnek alarak, Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla çok yapmak imanı güçlendirir ve tehlikelerden korur. Şunu da bilmek gerekir ki hiçbir kâfire imanı olmadığı için yapmış olduğu salih amel yarar sağlamaz. Amelleri ne olursa olsun; “Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe hiçbir kafir cennete giremeyecektir.”Salih ameller ancak imanı olan gerçek mü’minlere yarar sağlayacaktır.
6- Allah Teala’ya zatında, sıfatlarında, fiillerinde, uluhiyet ve rububiyetinde herhangi bir varlığı veya kurumu denk görmek; yaratmasını ya da emretmesini parçalayıp sınırlandırmak şirktir. Devam eden şirk Allah’ın af kapsamına girmeyen en büyük günahtır.
7- Risalet kurumu birbirine geçmiş halkalar gibi bütünlük arz eder. Allah Teala’nın gönderdiği “Peygamberlere aralarında ayırım yapılmadan iman edilir.”Peygamberlerin “Bir kısmına iman eder bir kısmını inkâr ederiz diye aralarında ayırım yapmak gerçek kâfirliktir.”
8- Hz. Muhammed(s.) tüm insanlığa gönderilmiş evrensel bir peygamberdir. O’nun risaletine iman edilmeden dünyevi ve uhrevi kurtuluş olamaz.Kur’an’a bütünlük çerçevesinde bakamayan, Arapça’nın inceliklerini bilemeyen ve İslami ilimlerin usulünü/metodolojisini kavrayamayan cahil ve kötü niyetli kimseler Bakara Suresi 62. Ayet ile Maide Suresi 69. Ayete yanlış meal vererek, cımbızcıl yaklaşımla; uhrevi kurtuluş için Allah’a ve ahirete inanıp barışa hizmet kafidir demişerdir. Bu beyan tarzı Kur’an ve Sünnet bütünlüğünden kopuk misyonerr güdümlü ve indirgemeci bir yaklaşımdır. Hz. Muhammed(s.)’in risaletine iman etmek tevhidin ikinci rüknüdür. O’na iman edilmeden kesinlikle Müslüman olunamaz.
9- Münafıklığın her türlüsünden uzak durmak şarttır. Kur’an’a göre nifak, en büyük günahlardan birisi olduğu gibi İslami siyasa içinde en büyük tehlikedir. Bütün bunları göz önünde bulunduran Yüce Allah, Medine Dönemi’nde ortaya çıkan bu kalpleri hastalıklı kimseleri Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, Tevbe ve Münafikun surelerinde uzun uzun tanıtmıştır. Özellikle de Tevbe Suresinde bütün rezaletlerini ortaya dökmüştür. Bu sureleri mü’minler dikkatle okuyacak olurlarsa münafıklıktan kendilerini koruyabilirler.
10- İmanı koruyup kıymetini bilmek çok önemlidir. Bu meyanda, imandan sonra küfre dönmek olan irtidattan kaçınılmalıdır. İrtidat, İslam’ı tercih ettikten sonra dinin tamamını, bir kısmını veya tek bir hükmünü inkâr etmekle gerçekleşir. İslam’a karşı din iddiasındaki ideolojik mekteplerin düşüncelerini kabul edip onların kurtarıcılığına iman etmek de irtidat suçudur.Hak din olma vasfını kaybetmiş olan Yahudilik ve Hristiyanlık gibi muharref dinleri, Müslüman olduktan sonra seçip bağlanmak da irtidattır. Yapılması gereken; iman etiğimiz dinimize kendi bütünlüğü içerisinde inancmızı korumak ve İslam’la beraber başka bir dünya görüşünün ve hayat tarzının geçerliliğini kabul etmemektir.
11- Yüce Allah Kur’an’da, ideal imanın tahkiki iman olduğuna değişik ayetlerde vurgular yapmıştır. İmanlarını bilerek yaşama basamağına çıkaranları övmüştür. İmanı böyle üstün bir konuma çıkarabilmek için onu bilgi, salih amel, ibadet ve ihsan duygusuyla beslemek çok önemlidir.Tahkik derecesine ulaşmayan bir inanç; zalim siyasanın yönlendirmesi, kötü eğitim, bireysel ve toplumsal ahlakın tefessüh etmesi, çevre bakısı, modernitenin kuşatması ve hevai isteklerin ilahlaşmasıyla her an yok olabilir.Bütün bu yıkıcı ve imanı yok edici alanlara ancak tahkiki iman sahibi mü’minler karşı durabilirler.
12- İmanın bedeli olan azimet fıkhıyla amel etmek ideal ve teşvik edilen bir davranıştır. Yüce Allah, imanının bedelini ödeyenleri Kur’an’da övmüştür. İmanlarının bedellerini en üst seviyede ödeyen peygamberler bütün insanlığa tevhidi kararlılıkta model olarak gösterilmiştir. Eğer müslüman bir kimse imanına yapılan baskı nedeniyle azimet fıkhını uygulayamayacaksa, nasıl bir yol takip edeceği ve söylemlerinin nasıl olacağı Kur’an’da açıklanmıştır.
13- Din tamamlanmıştır.Hiç kimse dinin özüne bir şey ekleme yapamaz ve çıkaramaz. Dine ekleme ve çıkarma yapmak Yahudi ve Hristiyanların içine düştüğü bir sapkınlıktır. Kur’an bu durumu, “dinde aşırılık ve haddini aşma” diye nitelendirmektedir. Kelam ilmi, dine ekleme ve çıkarma yapmayı veya İslam’ın karşısına uydurma din çıkarmayı “bidat” olarak tanımlamıştır. Bu tanımlamaya göre Yahudilik, Hristiyanlık, kurucusu insan olan dinler ve vahiyden kopuk şekilde hayatı düzenleme iddiasındaki felsefi ekoller ve dine karşı din olma iddisndaki fikir akımları da birer bidattir.
14- Ahiret gününe iman etmek, meleklerin varlığını kabül etmek, Allah Tealanın gönderdiği kitaplara ve kaza-kadere inanmakla ilgili yüzlerce ayet vardır. Bütün bu konularda derinleşip bilgi sahibi olmak çok önemli bir vecibedir.itikadi konulardaki derinleşmeler imanda sebatı ve zorluklar karşısında ruhsatlara fazla meyletmemeyi öğretir.
15- Mutlak anlamda velimiz Allah’tır. Yüce Allah, velayetinin gereği mü’minlerden kâfirleri, zalimleri, münafıkları, müşrikleri ve fasıkları veli edinmemelerini istemiştir. Velayet konusuyla ilgili Kur’an’da 200’den fazla ayet vardır ki bu ayetlerin tamamına yakını siyasal velayet içeriklidir. Velayet konusundaki ayetler küfre karşı bir duruş emrettiği gibi yeni ve uygulanabilir siyasi bir projeyi de istemektedir. Bu ayetlerin özü; hiçbir kafirin müslümanlar üzerinde yöneticilik haklarının olmadığını onlara öğretmektir.Kur’an’ın odak kavramlarından olan velayet tevhitle alakalıdır. Allah’ın velayetini reddeden tevhidi çizgiden de çıkmış olur.
16- İman ye’s halinde olmamalıdır.Yüce Allah, böyle bir imanın makbul olmadığını Firavun’un korku anında yaptığı imandan hareketle bizlere bildirmiştir.Bu şekildeki ayetlerden öğrendiğimiz kadarıyla imanı, hayata dönme imkânının kalmadığı zamanlara sarkıtmak doğru değildir. Sekerat halinde iken gayba imanın perdeleri aralanıp da insan ahiretteki makamını görünce korku temelli yaptığı bir iman geçerli değildir.
17- İman ile küfür arasındaki ince çizgi büyük günahlardır. Bunlardan kaçınılırsa, Allah Teala küçük günahları affedebileceğini belirtmiştir.Kelam bilginlerinin belirlediği ölçülere göre, İslam uleması naslardan hareketle bir çok büyük günahı tesbit etmişlerdir. Bunları tanımak ve günahlara düşmemek için bir güvenlik alanı oluşturmak imanı korumaya vesile olacaktır. Bu konularda çok dikkatli olmakla beraber, Enam Suresi 151-152. Ayetlerdeki büyük günahlar hususunda daha da korunmacı davranmak gerekir.
18- İmanda ikrah olmaz. Hiçbir kimseye müslüman olması için zorlama yapılmaz. Allah Teala; “Dinde zorlama yoktur…” buyurmuştur. Ayetin arka planına baktığımızda bu uyarının, İslam gelmezden önce çocukları Hristiyanlığı seçen Ensar’ın onlara yaptıkları baskıyı reddetmek amacıyla nazil olduğunu görürüz. Çünkü imanda baskı kalpte nifak doğurabilir. Fakat kişi baştan, tecihini İslam’dan yana yapmışsa bazı yükümlülüklerinin olduğunu da bilmesi gerekir. İslam’ın kendi iç işleyişinde namaz kılmayana zorlama yapılır, zekat vermeyenden zorla da olsa fakirin hakkı alınır, faizle uğraşana vazgeçmesi için baskı yapıldığı gibi tesettüre uymayanlara da dinin hükümleri uygulanır. Buna göre iki zorlama arasındaki farkı iyi ayırdetmek gerekir. Temel tercihini önceden küfürden yana kullananlara müslüman olmaları için zorlama yapılmasa da, müslüman olduğunu iddia edip de dini tekliflere ittiba etmeyenlere zorlama yapılır.
Kur’an’daki ayetlerin inanç alanına tealluk edenlerini bu başlıklar altında özetleyebiliriz. Bu gruba giren ayetler içselleştirilir ve itikaden istikamet üzere kararlı bir hayat tercih edilirse cemaatleşme zihinde ve gönülde başlamış demektir. İmani anlamda saflaşmadan; zihinsel tezkiyeden geçmeden ve Allah’ın emir alanının parçalandığı politeist hayat tarzından kurtulmadan kesinlikle cemaat olunamaz. Bugün kendilerini cemaat olarak gören insanların çoğu bu çerçevede nebevi bir eğitim sürecinden geçmemiştir. İtikadi bir tecdid yaşamamıştır. Zihinleri karma karışıktır. Siyasete, hukuka, bilgiye, iktisadi ve sosyal olaylara, eğitim-öğretime, kültüre, dünya gündemine, ahlaka ve hatta dine karşı bile istikamet üzerine bir bakış geliştirememişlerdir. Baskın kültür ve medeniyetinin etkisiyle hayatı anlamlandırmaktadırlar. Bu bakışın özünde sekülerlik hakimdir. Hem inanç bağlamındaki keyfiyetsizlik hem de İslamın alternatif olduğunu gösterebilecek proje kapsamlı eksiklik veya bu eksikliği görememe onları kolayca moderniteye entegre etmektedir. İtikadi entegrasyona uğrayan kimselerde ne din ne de iman kalır. Biz burada itikadi entegrasyonla hayatı Allahsız değerlendiren ve özünde imansızlık olan batılı iman ve hayat tarzını kastediyoruz. Böyle bir dünya görüşüne onay vermek ve meşruiyetini savunmak itikadi tehlikeler içerir.
Hz. Peygamber(s.)’in yaptığı gibi, zihinsel ve ruhi tezkiyeyi toplumun en ücra kesimleriyle buluşturmak zorundayız.Bunun için de toplumun bütün kesimlerinde uygulanabilir projeler geliştirmek şarttır. Böyle bir buluşma insanları nitelik olarak yüceltir. Onları, Allah Teala’nın emirlerinde fâni kılar. Hakiki cemaat haline getirir. Diğer Müslümanlara nasıl bakılacağını öğretir. Bu donanımlı ve istikamet ehli mü’minlerin gayeleri Allah(c.), rehberleri Kur’an, önderleri Hz. Muhammed(s.), yolları da cihad ve şehadettir. Kur’an ve Sünnetin mutlak bağlayıcılığına iman eden ilkeli, fikıhlı, planlı, hedefli, kadrolu ve beyatli bu topluluktan ayrılmak ve onlara karşı olmak büyük bir günahtır.Eğer mü’min böyle bir cemaattan ayrılırsa şu hadisi iyi hatırlamalıdır: “Koyunların (düşmanı) kurt olduğu gibi insanların kurdu da şeytandır. Kurt nasıl ki kenardaki ayrı kalmış koyunu yerse, şeytan da cemaattan ayrılanı kapar. Cemaattan,(Müslümanların niteliki) beraberliğinden ve umumundan ayrılmamanızı tavsiye ederim.” Böyle nitelikli bir toplumdan/cemeattan ayrılmayı Hz. Peygamber(s.) şu hadislerinde şiddetle yasaklamıştır: “ Her kim ki cemeattan bir karış ayrılacak olursa İslam’la olan bütün bağlarını koparıp atmış olur.” Hadis, bütün Müslümanların buluştuğu ortak paydaya göre bir cemeat tanımı yapmıştır. Resululah bu tanımını daha Medine döneminin başlarındaki yaptığı sözleşmeyle bütün inanç gruplarına deklare etmiştir: “Mü’minler tek bir ümmet/cemaattır.” Bu tanımlamaya göre cemaattan ayrılmak dine karşı olmakla eş anlamlıdır. Çünkü İslam cemaati hakikatin temsilcisidir ki bu da sapıklık üzerine icma etmeyecek olan bütün mü’minlerden oluşur. Cemaat; mutlak hakikatte ittifak edip bir araya gelen nitelikli Müslümanlardır. Cemaatın bu ilmi tanımına karşılık farklı gruplar ve klikler hakikat temsilciliğinde mutlaklaştırılacak olurlarsa; kendi yapılanmalarını din yerine koymaya başlarlar ve kendileri gibi düşünmeyenleri küfürle itham edebilirler. Bu vahim anlayışa göre birbirlerinin kanını dökmekten bile kaçınmazlar. İslam dünyasında bunun onlarca örnekleri vardır. Bu hassas dengeyi gözeterek çeşitli dini ve sosyal grupların sadece kendilerini cemaat diye lanse etmeleri Müslümanların geleceği ve vahdeti için büyük bir tehlikedir. Nitekim kavram kargaşası yaşayan bütün halkı Müslüman toplumlarda bu sıkıntı hala yaşanmaktadır.
İslam dünyasının bir çok yerinde hareket önderleri cemaat hareketlerindeki sapmalarla ilgili çalışmalar yapmışlardır. Konuyla alakalı Mısır’dan, Sudan‘dan, Pakistan’dan, Filistin’den, Suriye İhvanı’ndan ve diğer halkı Müslüman ülkelerden onlarca çalışma yapılmıştır. Sapmaların başlıkları tek tek belirlenmiştir. Bu çalışmalar çok değerli olmasına rağmen, bizim kanaatimize göre sapmalar cemaatten ve hareket yapısından değil; gerçek anlamda cemaat olamamaktan kaynaklanmaktadır. Cemaat olmak çay toplantısında buluşmak gibi basit bir eylem değildir. Konumuzun başında vermeye çalıştığımız ayetler içselleştirilip irademizi vahyin potasında eritmeden; enaniyet ve kibirden vazgeçip müslümanların maslahatlarını bütün şahsi menfaatlerin önüne geçirmeden, işi ehline vermeden, dünya sistemiyle hesaplaşmanın fıkhını yapıp yol haritasını belirlemeden, sistemin yerel işbirlikçilerine kimliğimizi teslim etmeyip onların gayrı meşruluğunu kendilerine yüksek sesle söylemeden, bize biçilen müsadeli imanı terketmeden, kurallarını dünya ticaret merkezinin koyduğu yörünge siyasetini reddetmeden, sağ- sol kamplaşmasından çıkıp dini kimliğimizi kuşanmadan, hayatın her alanında adaleti hakim kılmadan, şurayı tabana yayıp bireysel düşünceleri dinleştirmekden vezgeçmeden, sorunlarımıza ve İslam dünyasının her türlü sorunlarına çözümcül projeler ortaya koymadan kesinlikle cemaat olunamaz. Burada şu tespiti ve fiilî durumu paylaşabiliriz: Ülkemizde hiçbir grup ki bunlar ister siyasi ister dini gruplar olsun mensuplarını; taban kitlelerini tevhidi, planlı, ilmî, fıkhi, ahlaklı, adaletli hedefleri uzun ve kısa vadede belli, hakimiyet odaklı ve kadrolu bir eğitimden geçirmemiştir. İstisnasız hepsi de günü kurtarmayı amaçlamaktadırlar. Üzülerek ve içimize kan akıtarak söyleyelim ki maksat, önderlik kadrosuna yakın olmak, ağır tekliflerden kaçmak, oluşturulan gettoda arebesk bir hayat sürmek ve servete servet katmaktır. Bütün bunlara rağmen yine de cemaat olduklarını söyleyenler ise aslında cemaat değil kalabalıklar ve sürüledir. Sürüleşmekten kasdımız; popüler kültürün kucağına düşerek edilgenleşmektir. Hayatın gidişatı ile ilgili bir iddiaya sahip olmamaktır.Dünya sisteminin kendisine reva gördüğü kadar Müslüman olmak ve dinini yaşamaktır.
Mü’minler bireysel cemaat olma süreçlerini tamamladıklarında toplumsal ve siyasal cemeatleşme süreçlerini de başlatmış olurlar. Bu dönemler; hiyerarşik, beyatli, ahlaklı, firasetli, kadrolu, ilkeli, fıkıhlı, koordineli, projeli, planlı, hedefli, ıslahatcı ve yerine göre devrimci, çözümlü, ilmi ve takvalı bir süreçtir. Şimdi tekrar başa dönecek olursak, bu süreçlerin hiçbirini tamamlayamamış kimselere cemaat denilebilir mi? Bu şu anlama gelmemeli; “Yapacak bir şey olmadığına göre biz de kendi hâlimize bildiğimiz kadarıyla dinimizi yaşamaya bakarız.” Bu yanlış yargıya katılmak mümkün değildir. Eğer Müslümanların selameti ve inançlarının korunup etken hâle getirilmesi nebevi anlamda cemaatleşmekden geçiyorsa, bunun yapılması elzemdir. Ameli hale getirilmesi en önemli iştir.Müslüman grupların tamamı bütün çalışmalarını bir tarafa bırakarak bireysel cemaatleşmeden başlayan bu süreci siyasal cemaatleşmeye doğru taşımaları gerekir. Belki de Hz. Ömer (r.), “Cemaatsız İslam olmaz…” derken bu gerçeğe vurgu yapmıştır. İşin burasının bir daha ciddi anlamda gözden geçirilmesi ve bu bağlamda hem sözde cemaatların itikadi ve siyasi sorgulamalarının yapılması, hem de vahiy doğrultusunda cemaatleşebilmek için kimlerle, nasıl ve hangi hedeflerin tahakkukunda çalışabilirizin hayata aktarılması gerekir. Şunu da burada özellikle belirtmek isteriz ki cemaatlaşmanın hiçbir sürecini tamamlamamış kimselere cemaat demek; gerçek cemaatlaşmaya giden yolu tıkamak demektir. Cemaat olamayanların kendilerine cemaat demesi ne kadar yanlış ise; bu kalabalıkların cemaat olmadıklarını ümmete ilan etmemek de o kadar ağır suç ve günahtır. Bu çerçevede sözde ulemaya büyük görevler düşmektedir. Çünkü, cemaat olmadıkları halde kendilerini cemaat olarak görenler doğacak bir islami hareketin önündeki en büyük engeldir. Zihinsel tezkiyesini ve ruhi arınmasını yapamayan Müslümanlar, Kuba Mescidi/Peygamber Mescidi ile Dırar Mescidi arasındaki ayırımı yapamazlar. Zaten bu ayırım yapılabildiğinde gerçek cemaatleşme başlamış demektir.
 

Takiyüddin

Yasaklı
Katılım
17 Kas 2014
Mesajlar
329
Tepkime puanı
9
Puanları
0
Se sa şartlı cümlelerini sevsinler!
Dikkat çekmek için komik başlıklar atmaya bayılıyor bazıları!
Öyle bir şey yok!

Öyle bir müslümalık hiç yok!
Olmayacak!

Olacak olanı söyleyeyim, müslümanlar bir araya gelip hepsinin birbirini tamamladığı bir oluşum meydana gelecek. Fakat her biri kendi kusur ve zaaflarını taşımaya devam edecek, (fakat buna rağmen hizalayıcı bir lider sayesinde kusurlar/yanlış gündemler uykuya dalacak). Hepsinin kabul ettikleri liderleri şahane bir zatın kendisi veya onun yardımcıları başlarında, etraflarında daima yardımcı olarak bulunacak.

Daha fazla senaryoları veya saçmalıkları kastırıp ortaya sermenin alemi yok!
 
Üst