maksimilyan
Üye
- Katılım
- 22 Ara 2006
- Mesajlar
- 10
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
İslam’da Taviz Yoktur
“Onlar seni, sana vahyettiğimizden çevirip başkasını uydurmayı ve Bize atfetmeyi istediler ki, o zaman seni öz dost edineceklerdi.”(İsra 73)
“Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık sen belki onlara biraz meyledecektin.”(İsra 74)
“O zaman sana, hayatın da, ölümün de iki katını tattıracaktık. Sonra Bize karşı hiçbir yardımcı bulamayacaktın.” (İsra 75)
“Onlar, seni memleketinden çıkarmak için rahatsız edip dururlar. O taktirde onlar da, senden sonra, memleketlerinde pek az kalabilirler.” (İsra 76)
“Senden evvel gönderdiğimiz peygamberimiz arasındaki yolumuz bu idi. Bu yolumuzda bir değişiklik bulamazsın.” (İsra 77)
Ayeti kerimelerde müşriklerin Hz. Peygamberi yolundan saptırmak için harcadıkları gayretlere işaret ediliyor. Bu gayretlerin başında, Hz. Muhammed (s.a.) i, Allah’ın sadık ve emin bir peygamber olarak kendisine vahyettiği şeylerden saptırıp onların yerine uydurma bir takım şeyler vaat etmek arzuları geliyor.
Müşrikler bu arzularını çeşitli yollarla tahakkuk ettirmeye çalışmışlardır. Mesela; Hz. Peygamberle pazarlığa giriyorlar, tanrılarını ve dedelerinden kalma cahiliyet adetlerini Hz. Peygamberin kötülememesini şart koşarak ancak bu şartla onun Rabine ara sıra ibadet edebileceklerini söylüyorlardı. Allah’ın Kabeyi Beyt-ül Haram yaptığı gibi, kendilerine ait bazı yerlerin de Hz. Muhammed (s.a.) tarafından beyt-ül haram kabul edilmesini istiyorlardı. Hz. Peygamberin fakirlerle yaptığı toplantılar dışında kendilerinin ileri gelenleriyle ayrı toplantılar yapmasını şart koşuyorlardı…
Ayette tafsilatı anlatılmadan bunlara işaret edilmek suretiyle Allah’ın Hz. Peygambere olan lütfu dile getiriyor. Zira onu hak üzerinde sağlamlaştırarak müşriklere meyletmesini önlemiştir. Eğer onu kendi haline bırakırsa müşriklere meyledecek ve onlar da kendisini dost edineceklerdi. O zaman müşrikler istedikleri oyunu oynamış olacaklar, bunun azabını ise hem dünyada, hem ahirette iki katıyla Hz. Peygamber çekecekti.
Allah’ın Hz. Peygamberi koruduğu bu türlü oyunlar, İslam davetini yüklenmiş olanlara daima hükmü elinde tutanlar tarafından oynanmak istenir. Davet sahiplerine –az da olsa- nüfuz edip yollarından saptırmaya, davanın istikamet ve kuvvetini bozmaya çalışırlar. Bu çabalarını yürütürken, koparacakları ufak bir taviz karşılığında büyük servetleri feda ederler. Davayı yüklenmiş olanlardan bazıları ise karşı taraftan gelen teklifi çok basit görerek kolayca oyuna geliverir. Çünkü hükmü elinde tutanlar kendisine davasını tamamen bırakmasını teklif etmiş değillerdir. İstekleri sadece bazı tadilatın yapılması ve her iki tarafın orta bir yolda dostça birleşmesidir. Şeytan çok defa dava sahiplerini bu noktadan avlar. Onlara yaptığı telkinlerde, hükmü elinde tutanlara verilecek ufak tefek tavizlerle onları kazanmış olacaklarını, bu suretle davaya hizmet etmiş sayılacaklarını söyler ve rahatça aldatır.
Halbuki yolun başlangıcında yoldan hafifçe sapmak, sonuna varıldığı zaman yoldan tamamen çıkılmış olmasını sağlar. Davasından ufacık bir taviz vermeyi veya davanın bir köşesini feda etmeyi kabullenen kimsenin, verdiği bu ilk tavizle kalması mümkün değildir. Kendisinde böyle bir zaafın bulunması, geriye doğru attığı her adımın arkasından bir adım daha gerilemesini intaç eder.
Mesele, davaya kül halinde inanmış olmak meselesidir. Ne kadar basit ve küçük olursa olsun davadan bir cüzün veya bir maddenin kopmasına göz yuman kimse o davaya hakkıyla inanmış olamaz. Davaya inanan kimse o davanın şu kısmı değerli, bu kısmı değersizdir; şu kısmı zaruri, bu kısmı gayri zaruridir gibi bir şey düşünülemez. Onun hiçbir zerresinden vazgeçilemez. Dava kül halinde olduğu müddetçe davadır. Cüzlerinden birini kaybettiği taktirde bütün hususiyetlerini kaybeder. O, bir çok unsurun meydana getirdiği bir terkibe benzer. Unsurlardan biri kayboldu mu o terkip işe yaramaz olur!
devam edecek .......
“Onlar seni, sana vahyettiğimizden çevirip başkasını uydurmayı ve Bize atfetmeyi istediler ki, o zaman seni öz dost edineceklerdi.”(İsra 73)
“Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık sen belki onlara biraz meyledecektin.”(İsra 74)
“O zaman sana, hayatın da, ölümün de iki katını tattıracaktık. Sonra Bize karşı hiçbir yardımcı bulamayacaktın.” (İsra 75)
“Onlar, seni memleketinden çıkarmak için rahatsız edip dururlar. O taktirde onlar da, senden sonra, memleketlerinde pek az kalabilirler.” (İsra 76)
“Senden evvel gönderdiğimiz peygamberimiz arasındaki yolumuz bu idi. Bu yolumuzda bir değişiklik bulamazsın.” (İsra 77)
Ayeti kerimelerde müşriklerin Hz. Peygamberi yolundan saptırmak için harcadıkları gayretlere işaret ediliyor. Bu gayretlerin başında, Hz. Muhammed (s.a.) i, Allah’ın sadık ve emin bir peygamber olarak kendisine vahyettiği şeylerden saptırıp onların yerine uydurma bir takım şeyler vaat etmek arzuları geliyor.
Müşrikler bu arzularını çeşitli yollarla tahakkuk ettirmeye çalışmışlardır. Mesela; Hz. Peygamberle pazarlığa giriyorlar, tanrılarını ve dedelerinden kalma cahiliyet adetlerini Hz. Peygamberin kötülememesini şart koşarak ancak bu şartla onun Rabine ara sıra ibadet edebileceklerini söylüyorlardı. Allah’ın Kabeyi Beyt-ül Haram yaptığı gibi, kendilerine ait bazı yerlerin de Hz. Muhammed (s.a.) tarafından beyt-ül haram kabul edilmesini istiyorlardı. Hz. Peygamberin fakirlerle yaptığı toplantılar dışında kendilerinin ileri gelenleriyle ayrı toplantılar yapmasını şart koşuyorlardı…
Ayette tafsilatı anlatılmadan bunlara işaret edilmek suretiyle Allah’ın Hz. Peygambere olan lütfu dile getiriyor. Zira onu hak üzerinde sağlamlaştırarak müşriklere meyletmesini önlemiştir. Eğer onu kendi haline bırakırsa müşriklere meyledecek ve onlar da kendisini dost edineceklerdi. O zaman müşrikler istedikleri oyunu oynamış olacaklar, bunun azabını ise hem dünyada, hem ahirette iki katıyla Hz. Peygamber çekecekti.
Allah’ın Hz. Peygamberi koruduğu bu türlü oyunlar, İslam davetini yüklenmiş olanlara daima hükmü elinde tutanlar tarafından oynanmak istenir. Davet sahiplerine –az da olsa- nüfuz edip yollarından saptırmaya, davanın istikamet ve kuvvetini bozmaya çalışırlar. Bu çabalarını yürütürken, koparacakları ufak bir taviz karşılığında büyük servetleri feda ederler. Davayı yüklenmiş olanlardan bazıları ise karşı taraftan gelen teklifi çok basit görerek kolayca oyuna geliverir. Çünkü hükmü elinde tutanlar kendisine davasını tamamen bırakmasını teklif etmiş değillerdir. İstekleri sadece bazı tadilatın yapılması ve her iki tarafın orta bir yolda dostça birleşmesidir. Şeytan çok defa dava sahiplerini bu noktadan avlar. Onlara yaptığı telkinlerde, hükmü elinde tutanlara verilecek ufak tefek tavizlerle onları kazanmış olacaklarını, bu suretle davaya hizmet etmiş sayılacaklarını söyler ve rahatça aldatır.
Halbuki yolun başlangıcında yoldan hafifçe sapmak, sonuna varıldığı zaman yoldan tamamen çıkılmış olmasını sağlar. Davasından ufacık bir taviz vermeyi veya davanın bir köşesini feda etmeyi kabullenen kimsenin, verdiği bu ilk tavizle kalması mümkün değildir. Kendisinde böyle bir zaafın bulunması, geriye doğru attığı her adımın arkasından bir adım daha gerilemesini intaç eder.
Mesele, davaya kül halinde inanmış olmak meselesidir. Ne kadar basit ve küçük olursa olsun davadan bir cüzün veya bir maddenin kopmasına göz yuman kimse o davaya hakkıyla inanmış olamaz. Davaya inanan kimse o davanın şu kısmı değerli, bu kısmı değersizdir; şu kısmı zaruri, bu kısmı gayri zaruridir gibi bir şey düşünülemez. Onun hiçbir zerresinden vazgeçilemez. Dava kül halinde olduğu müddetçe davadır. Cüzlerinden birini kaybettiği taktirde bütün hususiyetlerini kaybeder. O, bir çok unsurun meydana getirdiği bir terkibe benzer. Unsurlardan biri kayboldu mu o terkip işe yaramaz olur!
devam edecek .......