islamda kader anlayışı nasıldır?

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Yine yılda yeni bir site:
www.a-zislam.com

bu sitede yukardaki soruya olduğu gibi dünyanın çeşitli yerlerinden toplanan A' dan Z'ye sorulara Kurani çerçevede cevaplar verilmiştir.

http://a-zislam.com/tr/questions/95


İslam’da kader anlayışı nasıldır?


Kur’an açık ve net olarak der ki: Allah, her şeye Kâdir olandır. Varlık âleminde her şey, O’nun takdiri ile olup biter. O’nun takdiri dışında, hiçbir şey olmaz.
O’nun bir şeyi takdir etmesi, o şeyi bir “ölçü” ile yaratıp, ona bir “yasa, konum, durum, zaman, mekân, süre” tayin etmesidir. ‘O’nun takdirinin dışında hiçbir şey yoktur’ demek, ‘O hiçbir şeyi başıboş ve gelişigüzel yaratmamıştır’ demektir. Yarattığı her şeyi bir “kader: ölçü” ile yaratmak da, O’nun takdiridir.

Allah görünen ve görünmeyen iradesiz varlıkların kaderini, koyduğu yasalara tabi kılmıştır. Vahiy o yasalara “Allah’ın sünneti” (sunnetullah) adını verir. Allah hakikatin ne olduğunu sadece vahiylerde kayıtlı olan yasalar yoluyla değil, aynı zamanda tabiatın Kur’an’ında yazılı olan yasalar yoluyla da bildirmiştir (41:53). Allah’ın sünnetinde asla bir değişme ve bozulma olmaz. İradesiz bir varlığın tabi olduğu kader, sünnetullahtır.

İnsan gibi iradeli varlıklara gelince:
1. İradeleri dışında kalan olaylar ve durumlar: İnsanın DNA’sı, RNA’sı, kan gurubu, gen haritası, rengi ve boyu gibi birçok husus, iradesinin dışında gerçekleşir. Bunlar da, tıpkı yukarıdakiler gibi, Allah’ın sünnetine ve takdirine bağlıdır.

2. İradelerinin alanına giren olaylar ve durumlar: Allah, iradeli eylemlerin kaderini, emanet ettiği iradeye bağlamıştır. İradenin kendisi Allah’ın kaderidir. İnsan, iradeli eylemlerinden sorumludur. Onu sorumlu tutan da, iradeyi ona emanet eden Allah’tır. İradeli eylemler alanında insanın kaderi seçmektir.

Yüce Allah, en güzel kıvamda yarattığı insanın iradesini kullanmasını dilemiştir. Bunun için kendi külli iradesinin içine, insanın cüz’i iradesini koymuştur. Külli fiilinin içine, insanın cüz’i fiilini koymuştur. Böylece insanın fiili ile kendi fiili arasında bağ kurmuş ve insana değer vermiştir. İnsanı, zamanın nesnesi olmaktan çıkarıp öznesi yapmıştır. İnsan bu sayede Allah ile birlikte tarih yapma şerefine nail olmuştur.
Allah külli irade sahibi, insan cüzi irade sahibidir. İnsana cüz’i iradeyi Allah vermiştir. Âlemdeki her şey Allah’ın takdiriyledir. Âlemlerin Rabbi olan Allah iradesiz varlıklara “statik kaderi”, iradeli varlıklara da “dinamik kaderi” takdir etmiştir.


İnsana irade vermesi de Allah’ın takdiridir. İnsan iradesini kullandığı zaman, Allah’ın takdirine göre hareket etmiş olur. İşte bu yüzden, iradesinin alanına giren her hususta insanın kaderi seçmektir. Allah’ın insana seçme yeteneği anlamına gelen irade verdiğini kabul edip de, sonra insanın iradesinin işlevsiz bırakılıp onun yerine Allah’ın seçtiğini söylemek abestir. Allah’ın takdirini asıl inkâr budur.

Allah’ın iradesi kayıtsız ve şartsız, insanın iradesi kayıtlı ve şartlıdır. İnsanın kayıtlı ve şartlı iradesi, Allah’ın kayıtsız ve şartsız iradesi dışında, ona paralel, ondan bağımsız bir irade değildir. İnsanın sınırlı iradesi, Allah’ın sınırsız iradesinin içinde yer alır. Bunun içindir ki Kur’an “Allah dilemeseydi siz dileyemezdiniz” der (76:30).
Fakat Allah insanın dilemesini dilemiştir. İnsan iradeli fiillerinden sorumludur. İnsanı fiillerinin öznesi olmaktan çıkarıp, kendisinden önce başka bir iradenin kendisi için dilediğini mecburen oynayan bir otomat olarak kabul eden bir düşünceyi Kur’an onaylamaz. Böyle bir düşünce, insanın ahlaki sorumluluğunu yok eder. Ahlaki sorumluluk, ahlaki davranışın temelidir. O temel yıkılırsa, insandan sonuçlarını düşünerek davranmasını kimse bekleyemez. Dolayısıyla ödül ve cezanın, cennet ve cehennemin anlamı kalmaz. Bunların anlamı yoksa, “ahirete imanın” zemini de yok olmuş olur.

İnsan, tercihlerini iradesiyle yapar. Fakat bizzat iradenin kendisini tercih edip etmemek, insanın tercihine bırakılmamıştır. Yaratan, insanın iradeli bir varlık olmasını tercih etmiştir. İnsan “insan” adını, iradeye mecbur olduğu için almıştır.

İlahi irade, insanın iradeli bir varlık olmasını dilemiştir. İnsan iki şey arasında tercihte bulunur. Fakat iradesizlik ve iradelilik hakkında tercih hakkı insana verilmemiştir. O konuda tercih ve takdir hakkını Allah kullanmıştır. Allah tercihini yapmış ve insan için iradeyi seçmiştir. Artık iradeli davranışlar alanında insanın kaderi irade olmuştur. Yani irade kaderdir ve insan kaderinden, yani iradesinden kaçamaz. Seçmek insanın kaderidir ve insan seçmeye mecburdur. O halde, insanın seçme yeteneğini yok sayan her yorum, iradesini yok saymış demektir. “Allah dilemeseydi siz dileyemezdiniz” gibi ayetlerin açıklaması da budur.
 

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
www.a-zislam.com
sayfasi su an icin Türkce ve Ingilizce olmak üzre faaliyet gösteriyor. Bunlara zamanla diger dillerde eklenecek.

Isteyen yeni sorularda sorabiliyor..


 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
İradenin kendisi Allah’ın kaderidir. İnsan, iradeli eylemlerinden sorumludur. Onu sorumlu tutan da, iradeyi ona emanet eden Allah’tır. İradeli eylemler alanında insanın kaderi seçmektir.




Allah kulunun neyi seçeceğini kulu seçmeden önce bilir mi?
 

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
bana degil siteye soracan.:)
Ama bosuna Al-Alim degil rabbimiz.
 

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
İrade ve kader anlayışının peygamber dönemindeki örnekleri nelerdir?



Hz. Peygamber’in kader anlayışını Kur’an inşa etmişti:

Ebu Huzame’den: “Dedim ki Ey Allah’ın Rasulü, okunuyoruz, ilaçla tedavi oluyoruz ve korktuğumuz şeylerden korunmak için tedbir alıyoruz. Bütün bunlar Allah’ın kaderini bizden çevirir mi? Allah Rasulü buyurdu ki: “Bunlar da Allah’ın kaderidir. (Tirmizi)

Hz. Peygamber’in hayatının tamamı, “iradenin imtihanı” ile geçmiştir. Allah’ın takdirini bir mecburiyet olarak değil, bir mesuliyet olarak anlamıştır. Aksi halde, Hz. Peygamber’in bütün bir hayatında verdiği mücadelenin izahı imkânsız olurdu. O teslimiyetin zirvesi olduğu halde, tedbirde kusur etmemiştir.

Allah Rasulü, kaderin mecburiyetine değil, kulun mesuliyetine inandı. Bu yüzden önce ziyafet verdi, sonra davet etti. Bu yüzden, Daru’l-Erkam’ı üç yıl gizledi. Bu yüzden, ilk hicret yurdu olarak Habeşistan’ı planladı. Bu yüzden, Mekke’de sıfır şiddeti hedefledi. Bu yüzden, daimi bir hicret yurdu için daha nübüvvetin 8. yılından itibaren zemin yoklamaları yaptı. Bu yüzden, başarısız Tâif tecrübesini yaşadı. Bu yüzden, Akabe görüşmelerini planladı ve biatla neticelendi. Bu yüzden, hicreti bir ‘proje’ olarak ele aldı. Hicret, en ince ayrıntılarına kadar düşünülerek hesaplanmış ince işçilikli bir plandı.

Medine’de gerçekleşen Yahudilerle vesika’ya dayalı anlaşma, Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye, kaza umresi, Hayber, Mekke’nin Fethi, Mûte, Tebuk, Huneyn savaşları ve krallara gönderdiği davet mektuplarının tümü kaderin mecburiyetine değil kulun mesuliyetine inandığının göstergesiydi.


Hz. Ömer’in kader anlayışını Kur’an inşa etmişti:

Buhâri ve Müslim Sahih’lerinde şöyle bir olay naklederler: Halife Hz. Ömer, Şam’ın fethini kutlamak ve İslam ordularını denetlemek için yola çıkar. Öğrenir ki ordugâhta veba salgını vardır. Hz. Ömer beraberindeki insanlara seslenerek, “Ben hayvanımın üstünde sabahlayacağım, siz de öyle yapın” der. Ordu komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah, eski tasavvurun tortusuyla; “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorar. Hz. Ömer; “Keşke bu sözü senden başkası söyleseydi!” diyerek, bu büyük sahabiye böyle bir yaklaşımı yakıştıramadığını ifade eder. Ardından bu düşüncesini reddeden ve kader meselesine nasıl bakılması gerektiğini öğreten bir cevap verir: “Evet, Allah’ın kaderinden, yine Allah’ın kaderine kaçıyorum.”

Kader anlayışından dolayı Ebu Ubeyde’yi azarlayan Hz. Ömer ona şöyle der: “Tut ki senin deven bir tarafı kurak bir tarafı sulak bir vadiye indi; sulak yerde otlatırsan Allah’ın kaderi ile otlatmış olmaz mısın? Ya da kurak yerde otlatırsan Allah’ın kaderi ile otlatmış olmaz mısın?” (el-Kâmil II, 392)

Halife Hz. Ömer’e bir hırsız getirilir. Hz. Ömer, “Niçin çaldın?” der. Hırsızın cevabı, Kur’an’ın haber verdiği cahiliyye kader anlayışıyla tıpa tıp aynıdır: “Allah’ın hakkımdaki kaza ve kaderi böyle olduğu için çaldım!” Hz. Ömer’in şöyle der: “Ben de sana Allah’ın kaza ve kaderiyle hırsızlık cezası veriyorum.” Ayrıca hırsıza bir de sopa vurulmasını emreder. “O niçin” diyenlere, “Allah’a iftira ettiği için” cevabını verir.


Hz. Ali’nin kader anlayışını da Kur’an inşa etmiştir.

Nehcu’l-Belağa’nın 78. sözünden aktaralım: “Bize Şam yolculuğumuzun Allah’ın kaza ve kaderiyle olup olmadığını bildir” diyen adama şöyle der: “Yazıklar olsun sana! Sen kaza ve kaderin, kişinin irade özgürlüğünü elinden aldığını mı düşünüyorsun? Eğer durum sandığın gibi olsaydı, ceza ve mükâfatın, müjde ve uyarının, emir ve yasağın hiçbir anlamı kalmazdı. Allah günah işleyeni kınamaz, iyilik yapanı övmezdi. İyilik yapan kötülük yapandan üstün sayılmaz, kötülük yapan iyilik yapana nazaran kınanıp yerilmezdi.” Hz. Ali bu sitem dolu sözlerinin arkasından, soruyu soran insanın kader anlayışının tam da cahiliyye müşriklerinin anlayışıyla aynı olduğunu haykırır: “Bu söylediklerin putlara tapanların, Şeytan’ın bekçiliğini yapanların, yalancı şahitlerin ve hakikate gözlerini kapatanların sözleridir.”

Hz. Ali insanın dahli olduğu alanlarda kaderinin seçmek, dahli olmadığı alanlarda ise takdire tabi olmak olduğunu düşünür. Bir soru üzerine kaderi şöyle tarif eder: “Kader itaatı emretmek, isyanı nehyetmektir. İyi fiili yapmak ve kötü fiili yapmamak konusunda insanı serbest bırakmaktır.” (Sübhânî, el-Kaza ve’l-Kader, 74)


Hz. Osman’ın evini muhasara edenler “Seni taşlayan Allah’tır” derler. Osman’ın buna verdiği cevap, Hz. Ömer’inkilerden farklı değildir: “Yalan söylüyorsunuz. Eğer Allah taşlasaydı, attığı taşları hedefe tam isabet ettirirdi.”


Ebu Musa el-Eş’ari’nin kader anlayışını da Kur’an inşa etmişti. Şehristâni nakleder: Bir gün Amr b. As ona; “Allah bana bir şeyi takdir edip de, sonra bana bu yüzden azap eder mi?” diye sorar. “Hayır” cevabını alınca, “Niçin?” der. Ebu Musa der ki: “Çünkü Allah sana zulmetmez.” Bu da Ebu Musa ile Amr b. As arasındaki farktır.


Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın kader anlayışını da Kur’an inşa etmişti. İbnu’l-Murteza Tabakât’ında şunu anlatır: “Bazı topluluklar içki içip, hırsızlık yapıp, adam öldürürler. Daha sonra da, bunlar Allah’ın ilminde olduğu için bu günahları işlemeye mecbur olduklarını söylerler. Bu durum İbn Ömer’e haber verildi. O da dedi ki: Yüce Allah’ı tenzih ederim. Onların o işleri yapacakları Allah’ın ilminde vardı, ama Allah’ın ilmi onları bu işleri yapmaya zorlamadı.”


NOT:
sorunun cevabi sitede varmis.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir


Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın kader anlayışını da Kur’an inşa etmişti. İbnu’l-Murteza Tabakât’ında şunu anlatır: “Bazı topluluklar içki içip, hırsızlık yapıp, adam öldürürler. Daha sonra da, bunlar Allah’ın ilminde olduğu için bu günahları işlemeye mecbur olduklarını söylerler. Bu durum İbn Ömer’e haber verildi. O da dedi ki: Yüce Allah’ı tenzih ederim. Onların o işleri yapacakları Allah’ın ilminde vardı, ama Allah’ın ilmi onları bu işleri yapmaya zorlamadı.”



İşte bu şekilde kaderi anlamışsanız doğru anlamışsınızdır.
 

ömerusta

Kıdemli Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
6,913
Tepkime puanı
239
Puanları
0
kadar keder kader ne kadar neresi kader verilenmi istenenmi soru üstüne soru ula sen istigametini hakka yönet dinin neyi emrediyorsa yap
ondan sona olan senin kaderindir annadınmı gardaşım
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
'' İradeli eylemler alanında insanın kaderi seçmektir.'' Alıntı
cevab
İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi iledir. Kader, lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Çokluk ve büyüklük manasına da gelir. Allahü teâlânın, bir şeyin varlığını ezelde dilemesine kader denilmiştir. Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kazadenir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde, biliyordu. İşte bu bilgisine kaza ve kader denir.Mutezile, (İnsan kendi kaderini kendi çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) der. Bu, çok yanlıştır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:(Allah her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62] (Hayrı, şerri, imanı, küfrü de yaratan Allahü teâlâdır.) [Beydavi tefsiri]
(Allah her şeyi bilir.) [Hucurat 16]

(Yaratan, sinelerde olanları da bilir. Yaratan hiç bilmez mi?) [Mülk 13,14]

Allahü teâlâ ezelî ilmi ile, kullarının yapacakları işleri bilir. Eğer Allah, yarattıklarının ne yapacağını bilmezse, bilmeyenden ilah olamaz. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü teâlâ herkesin ne yapacağını bilir. Cebriyye fırkası da, (Allah her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkûmdur. Hiç kimse, işlediği günahtan mesul değildir) der. Bu da çok yanlıştır. Herkes yaptığından mesuldür. İyilik eden mükâfatını, kötülük eden cezasını görür. Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını alır. (Tekvir 14, Zilzal 7,8)
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
ilk sayfadaki yazının ilgili ayetlerle teyid edildiği söylenemz.Hele şu cümle çok problemlidir.

;''Allah Rasulü, kaderin mecburiyetine değil, kulun mesuliyetine inandı.'' bu cümle yanlıştır, zira bütün insanlar hem kaderin mecburiyeti altındadır, hemde kulların mesuliyeti vardır.

Mecburiyeti ifade eden bir kaç ayet zikredebilriz.Mesela ,''Deki her şey Allahtandır'Nisa 78
''Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz''Dehr29,Tekvir 30

''Allah kimi hidayete erdirmeyi isterse, onun kalbini islama açar,her kimide dalalaete düşürmek isterse , onun da kalbini daraltır...''En'am 125.
Konuyla ilgili hadisleri geçiyorum, isteyen olursa yazarız..

Şimdide sorumlluluğu gösteren şu ayete bakalım ''Yapmakta olduğunuz şeylerden sorumlusunuz''

Peki niçin bu iki hükümde doğru olmuyorda, sadece ikincisi nazara alınıyor.
Her iki hükümde tevil edilemyecek derecede açık değilmi?

Maturidiyenin dediği gibi,kulların ihtiyari fiilerinde , onların cüz'i iradesinin matbu(tabi olunan), ilahi iradeninde o cüz'i iradeye tabi olduğu düşünülseydi, o fiilerde ''insanın dilediği oldu, dilemediği olmadı'' ifadesini düstur yapmak gerekirdi.Dolayısıyla , peygamberin '' Allahın dilediği oldu, dilemediği olmadı'' şeklideki umumi düsturu bozulurdu.Allah sadece uluhiyyette ortaklık kabul etmez aynı zamanda yaratıcılıkta, kainatı tedbir etmede de ortaklığa razı olmaz..

Bu konulara ilgi duyanlar Allame şeyhulislam mustafa sabri efendinin, hala aşılamamış ve türkçeye insan ve kader ismiyle tercüme edilen kitabı dikkatle , defaatle okunursa bize ezberletilen bir çok şeyin aslını öğrenmiş olur..

Bu kitabın maalesef baskısı tükenmiştir.Kelamcı hocaların bu kitabı yeniden titiz bir tercümeyle okuyucuyla buluşturması elzemdir diye düşünüyorum..Böyle şahaser bir kitabın kitabcılarda olmaması büyük bir kayıptır.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Arkadaşlar,
Kaza ve Kader konusunda akıl ve fikir yürütmek müslümanlara yasaklanmış bir husus iken, genellikle kadere iman etmeyen ve bunu imanın şartlarından biri olarak göremeyenlerce bu konuda saçma-sapan yazılar serdedenler bilsinler ki, Kaza ve Kader düşündükleri irade ve insanın elinde olna bir husus asla değildir ! İşte, buraya asılan bu metin de bu yüzden baştan aşağıya zırva bir metindir !
Bir defa Kaza ve Kader konusu ehl-i sünnet ulemasınca şöyle izah edilip açıklanmıştır :
Bilindiği gibi, Yüce Allah'dan başka yaratıcı yoktur. Bu kainatta meydana gelen her şey, muhakkak Yüce Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olur. Onun için herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gelmesini, Cenab-ı Hakk'ın ezelde dilemiş olmasına "Kader" denir. Yüce Allah'ın böyle dilemiş olduğu herhangi bir şeyi, zamanı gelince meydana getirmesine de "Kaza" denir.

Örnek: Herhangi bir insanın falan günde meydana gelmesini Yüce Allah'ın ezelde dilemiş olması bir kaderdir. O insanın takdir edilmiş günde yaratılması da bir kazadır. Bununla beraber kaza sözü, takdir ve hüküm manasına da gelir.

68- Kaza ve kadere iman da, müslümanlarca bir esastır. Bunlara inanmak, Yüce Allah'a iman esaslarından sayılır. Allah'ın varlığını ve birliğini bilen, O'nun kainata tek hakim olduğuna inanan bir insan için kazaya ve kadere iman etmemek mümkün olmaz. Hangi mümkün şey vardır ki, Yüce Allah takdir ettiği takdirde meydana gelmesin? Hangi şey de vardır ki, Yüce Allah dilemediği halde o meydana gelebilsin?

Onun için biz Allah'ın kaza ve kaderine inanırız, kaza ve kadere razı oluruz. Bu bizim bir iman borcumuzdur. Fakat kendi irademizin ve kendi kazancımızın neticesi olmak üzere, Yüce Allah'ın yarattığı bazı işler vardır ki, bunlar Allah'ın rızasına aykırı olması bakımından, bizim bunlara razı olmamamız gereklidir. Bunlara rıza göstermek caiz olmaz ve bunlara Makzî (Kulun dilemesi üzerine Allah tarafından gerçekleşmesine hüküm verilmiş işler) denir.

Örnek: Bir insan bir günah işlemek ister, irade ve gücünü o günah tarafına yöneltir. Yüce Allah da dilerse, bu günahı o insanın arzusuna göre yaratır. İşte bu günah, Yüce Allah'ın rızasına aykırı olduğu için, ona razı olamayız. Bunun içindir ki, kazaya rıza göstermek, Makzî'ye rızayı gerektirmez.

69- Kaza ve kadere imanın faydasına gelince: Şübhe yok ki, insan bu iman sayesinde Allah'ın yaratıcılığını kudret ve hakimiyetini tanımış olur. Böylece ruhu güç kazanmış olur, ahlak duyguları yükselir, hayata büyük bir güçle atılır ve başarıdan başarıya ulaşır. Çünkü Yüce Allah'ın kaza ve kaderine razı olan bir kimse, hiç bir şeyden yılmaz, sebeblere sarılmayı da, kaza ve kaderin gereği bilir. Bir işte başarısızlığa uğrayacak olsa, "bunda kim bilir, Allah'ın ne gibi gizli hikmetleri vardır" diye düşünür. Allah'ın kazasına razı olur ve ümitsizliğe düşmez, azminde gevşeklik olmaz, heyecana kapılmaz, huzur içinde üzüntü çekmeyen bir kalb ile hayat alanındaki çalışmasını sürdürür.

"Kim Allah'a güvenirse Allah ona yeter" (Talak: 3)

Kaza ve Kadere İman Sorumluluğa Engel Değildir

70- Kaza ve kader, insanların iradelerine, kudretlerine ve çalışıp kazandıkları şeylerden sorumlu olmalarına engel ve aykırı değildir.

Şöyle ki: Yüce Allah insanlara bir güç ve irade (ihtiyar) vermiştir. Bir insan kendi gücünü ve iradesini bir işe harcarsa, buna Kesb (Kazanç) denir. Yüce Allah da dilerse, o işi insanın isteğine göre yaratır. Bu da bir kaza, bir yaratıştır. Onun için insanın bu kazancı, kendi cüz'i irade ve isteği ile olduğundan, o işin değerine göre sorumlu olması gerekir. Yoksa: "Ne yapayım, kader böyle imiş!" diyerek kendisini sorumluluktan kurtaramaz.

Bununla beraber bir insan bir işi yapacağı zaman, kaderin ne olduğunu bilemez, kendi düşünce ve arzusuna göre hareket eder. İşin nasıl sonuçlanacağını önceden bilmediği bir kadere işini dayayarak kendisini işin sorumluluğundan beri görmeye hakkı yoktur.

71- Bir insanın kendisini her türlü kudretten ve iradeden yoksun görmesi bir Cebr (Zorakilik) inancıdır ki, bu doğru değildir. Bizim işlerimizden bir kısmı, arzu ve irademize bağlıdır. Mesela: Ellerimiz bazan bir hastalık sebebiyle titrer, bazan da bunları kendimiz titretiriz. Şimdi bu iki titreme arasında fark yok mudur? Elbette vardır; birinci titreyiş cebrîdir (ihtiyarımızla değildir). İkinci titreyiş ise ihtiyarımızla, kendi istek ve irademizledir.

Cebri savunanlar, çok kere bu iddialarını kendileri bozarlar. Mesela; Onlardan birine bir kimse bir tokat vursa, hemen kızarlar ve karşılık vermeye kalkışırlar. Oysa kendi iddialarına göre, o kimseyi suçlu görmemek gerekirdi. Çünkü onun bir tokat vurması, onların inançlarına göre bir kader gereğidir. Tokat vuran bu işi yapmaya mecburdu. Onun için sorumlu olmaktan beridir.

Bir de cebir iddiasına kalkışanların, kendi inanışlarına göre, yaptıkları iyi işlerden dolayı Yüce Allah'dan bir mükafat beklememeleri gerekir. Çünkü o işler de bir kader neticesidir, onlara göre kulun bu işlerde bir tesiri yoktur, yaratan Allah'dır. Kötü işlerinin sorumluluğunu kabul etmedikleri halde, iyi işlerinden nasıl mükafat bekleyebilirler?

Aksine olarak insanın her işi yapmakta tamamen kudret ve iradeye sahip olduğuna, her şeyi başardığına inanmak da "Kaderiye" mezhebine sapmaktır. Bu da doğru değildir. Bu durumda insan kendisini bir nevi yaratıcı sanmış ve Allah'a has olan bir sıfatı takınma cesaretini göstermiş olur.

Sonuç: İnsan kasibdir (iradesi ile işi kazanır). Yüce Allah da işi yaratır. Bu dünya bir imtihan alemidir. Yüce Allah hikmeti gereği olarak insanlara güç ve kudret vermiştir. Bu sebeble de kulu sorumlu ve yükümlü tutmuştur. İnsan yaratıcısının bu ihsanını hayırlı işlere harcarsa hayır (mükafat) görür. Kötülüğe harcarsa azaba düşer.

Bunun için insanların görevleri kendi hayatlarını kurtarıp parlak bir hayata kavuşmak için hem dünyaya, hem de ahirite ait işlerini güzelce yapmaya çalışmaktır. Yoksa: "Kaza ve Kader ne ise, o meydana gelir" deyip bu çalışmayı terk etmek asla caiz olamaz. İslam dini tembelliğe ve gevşekliğe cevaz vermez.
"İnsana ancak çalıştığı vardır." (Necm: 39)



 

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Niyetimiz üstünde yaygara koparılan, çeşitli ithamlar getirilen kader konusuna hem değinmek hemde yeni sayfayı tanıtmaktır.

Kader konusu %100 anlaşılacak bir konu değildir, bu bakımdan Kuranın anlattığı kadarıyla ancak değinme imkanı mümkündür. Sitede vurgulandığı gibi kurani çerçevede bu ve diğer konulara değinilmiştir. Konulara Kurani çerçevede cevap arayanlar bu siteye her zaman baş vurabilir.

vesselam.
 

algilar

Üye
Katılım
24 Eki 2014
Mesajlar
17
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
sakarya
Web sitesi
www.algilarveteklik.com
kendimce bir ilave yapmak isterim affınıza sığınarak , Allah , insana vermiş olduğu iradesi ile davranışlarında tercih hakkını nasıl kullanacağını , daha davranış gerçekleşmeden önce bilmektedir , kader konusunda bu ayrıntıyı bence gözden kaçırmamak gerekir , çünkü insanı davranışa yönlendiren olayların ortaya çıkışı yani insanın tercih hakkını kullanma noktasına getiren gelişmeler Allahın yed-i eminindedir . kader Allah'ın , insanın hayatta karşılaşacaklarını ve karşılaşmayacaklarını önceden bilmesidir , yoksa ilahlıktan bahsedilemez .
 
Üst