dedekorkut1
Doçent
İSLÂM VE KADIN
SELİM GÜRBÜZER
Moltke; “Bizde bir genç kız evlenince sosyal mevkisi bir derece alçalır. Çünkü onu bir daha evlilik boyunca sevmek imkânı yoktur. Şarkta ise kadın evlenince yükselir. Kocasının evine itaate mecbursa da ev idaresinde çocukların reisidir ..” der.
Her ne kadar insanlar birçok alanda birbirine eşitmiş gibi gözükseler de söz konusu cinsiyet farkı olunca kazın ayağı hiçte öyle olmadığı anlaşılmaktadır, yani karşıt cinsler birçok alanda birbirlerinden farklıdırlar. Zira kadın tâ yaratılışında fiziki yönden erkekle eşit olmadığı apaçık ortada. Hatta ruh halleri de farklıdır. Dolayısıyla karşıt cinslerin toplum içerisinde yürüttükleri faaliyetler farklı mecrada yürür hep. Öyle farklı mecrada yürüdüğü o kadar kendini belli eder ki, mesela evli çiftler arasında bir eş diğerinin görevine müdahale ettiğinde hemen huzursuzluk baş gösterir. Bir başka göze çarpan farklılık ise erkeğin fıtratı (doğası) gereği dışa meyyal olması, kadının ise içe meyyal olmasıdır. İşte bu nedenledir ki erkek dış işlere yönelik görev üstlenmeyi yeğler, kadınsa iç işlere yönelik görev üstlenmeyi. Hatta bu nedenledir ki erkeğe gündüz, kadına gece dersek yeridir. Hiç şüphe yoktur ki iş dönüşü evine gelen bir erkeğin yorgunluğunu alacak en etkin motive güç kadının güler yüzü, kadının yüreği ve kadının zarafet halidir. Besbelli ki atalarımız “kadının fendi erkeği yendi” derken bu sözü kadının kurnazlığı babından söylememişlerdir, bilakis kadının altıncı hissinin kuvvetli olduğunu belirtmek için söylemişlerdir. Bu öyle bir hissiyattır ki, erkeğin eksik yönlerini tamamlayacak hissiyattır. Kadın sadece erkeğinin eksik yönlerini mi tamamlar, hiç kuşkusuz bütün gün yorgun ve bitap düşmüş eşini her ahval ve şartta güler yüzle karşılasın her daim erkeğinin gözünde koklanması gereken tek nadide çiçek olur da. Nitekim bu gerçeği Allah Resulü bir hadisi şerifinde şöyle dile getirmiştir:
“Bu dünyada bana üç şey sevdirildi:
-Namaz,
-Güzel koku,
-Kadın.”
Peki, Allah Resulü çok güzel beyan buyurmuş buyurmasına da acaba bu gün insanlık bu hadis-i şerifin mana ve ruhuna vakıf durumda mı? Maalesef geldiğimiz noktada vahşi kapitalizm kadının fıtri yapısına (doğasına) el atmak suretiyle yuvasından koparıp kadını sevimsiz ve çekilmez bir hale sürüklemiştir. Kadın yuvasından uzaklaştıkça adeta perişanlara oynamaktadır. Zaten kadının yuvası dışında omzuna kaldıramayacağı onca yük yüklenince olacağı buydu, başka ne bekleyebilirdik ki, bu durumda bir takım huzursuzlukların su yüzüne çıkması kaçınılmaz olacaktır. Neyse ki, şimdilerde Batı dünyası yaptıklarından bin pişman olmuşçasına kadını yeniden evine döndürme çabası içerisine koyulmuş durumdalar, dahası dağılan parçaları yeniden bir araya getirmenin çabası içerisindelerdir. Tabii Batının karşı karşıya kaldığı bu hazin durum bizim için pek sürpriz sayılmazdı, sonuçta ortada gündüzün geceye, gecenin gündüze karıştığı bir keşmekeşlik söz konusudur, bu durumda elbette ki batının böylesi bir keşmekeş halden kurtulma çabasına girmesine şaşmayız. Zaten bunalımdan çıkış yolu için çare aramaktan başka seçenekleri de yoktur.
İyi ki de bir güneş gibi hayatımıza girdide bu sayede Batının düştüğü perişan vaziyette değiliz, hiç kuşkusuz İslam’la yüzleşmek bizim için büyük bir avantajdır. Nitekim İslam’da kadın çalışmasa da konumundan hiç bir şey kaybetmez, her halükarda ekonomik konumu güvence altına alınmıştır. Örnek mi? İşte mirastan kadınlara bir, erkeğe iki pay verilmesi mali güvence açısından bunun en belirgin örneğini teşkil eder. Hakeza kadının daha izdivaca girmeden tüm ekonomik ve sosyal haklarının nikâh akdiyle birlikte mihr hakkının akde bağlanması da kadının ekonomik yönden güvence altına alınmasının örneğini teşkil eder. Bu demektir ki mihr (bir nevi evlilik tazminatı) hakkı ekonomik güvence bakımdan yuva kurmaya aday bir kadın için sosyal ve ekonomik anlamda kıymet ifade eden bir güvence teminatıdır. Nasıl güvence teminatı olmasın ki, düşünsenize kadın daha yuva kurmanın başlangıcında ekonomik güvence altına alınmakta. Öyle ya, Müberra dinimiz kadını yuva kurmanın başlangıcında güvence altına göre devamında haydi haydi kadına daha bambaşka güvenceler kazandıracağı muhakkak. Nitekim kadın evlilik süresince kocasının malından fayda temin ettiği gibi kocası öldüğünde ardından kalan mirasa da hak kazanır. Kaldı ki, kadın kendi baba ocağından kalan mirastan da pay alır. Ne diyelim işte görüyorsunuz İslam’ın kadın haklarında sağladığı ekonomik güvence budur.
İslam’da nikâh akdinin gerçekleşmesi için üç şart vardır:
-Eş adayları arasında karşılıklı rızanın gerçekleşmesi,
-Şahitler huzurunda akdin gerçekleşmesi,
-Yazılı sözleşmeye bağlanması.
Tabii bu üç şart üzerinde farklı ayrıntılarda söz konusudur. Mesela İmam-ı Azam; akıl ve baliğ olmuş bir kız çocuğun nikâh akdi için veli izninin şart olmadığını belirtirken, diğer imamlar velinin izni şarttır demişlerdir.
Hakeza bir başka husus ise çok eşliliktir. Malumunuz İslam’da çok eşli evliliğe ruhsat izini vardır amma velâkin yine de en hayırlısı olması bakımdan tek eşli evlilik tavsiye edilmiştir. Dikkat edin bu hususta ilahi emir yoktur, ruhsat izni vardır sadece. Daha net açık bir ifadeyle İslam’da çok eşliliği emretmeksizin dörtle sınırlandırılaraktan belirli kural kaide bağlanıp ruhsata tabii evlilik esastır. Bakınız Yüce Allah (c.c) bu hususta dikkatli olunması noktasında “Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında adil davranmaya güç yetiremezsiniz, bari birine büsbütün kapılıp da diğerini askıda imiş gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, engin rahmet sahibidir” (Nisa Suresi, 129) beyan buyurmakla birden fazla eş arasında adil davranamamaktan korkanlara usulünce bir kadınla evlenmelerinin tavsiye edilir. Derken evlilik nikâh akdiyle teminat altına alınıp şahitler huzurunda yazılı sözleşmeye bağlanır da.
Bir diğer husussa yukarıda da belirttiğimiz üzere; kadınların mirastan pay alması hadisesidir. Gerçekten de İslam’ın kadına tanıdığı miras hakkı üzerinde çokça durulması gereken mühim bir konudur. Düşünsenize İslam insanlığın üzerine aydınlık bir nur olarak doğmasaydı kim bilir kadın ne daha nice mağduriyete uğrayacak hallere düşecekti. Dahası gerçek anlamda kadın olduğunun bilincine de varamayacaktı. Tabiî ki İslam’da kadın hakları bunlarla sınırlı değil elbet, dahası var. Şöyle ki İslam’da kadına miras hakkının yanı sıra mal mülk edinme, ticaret yapma, kendi mülkünde tasarrufta bulunma gibi bir dizi haklar da tanınmıştır. Daha da yetmedi ticari hayatta çek senet işlemleri ve daha bir dizi sosyo-ekonomik ilişkilerde imza yetkisi de verilmiştir. Hatta İslâm’da dikkat çeken kadına tanınmış bir takım daha da haklar vardır ki, işte onlardan bir kaçı şudur:
-Bir kadın doğurduğu çocuğu emzirmeyebilir de, yani kocasından sütanne talebinde bulunabiliyor. Bunun sadece bir istisnai durumu var, o da malum sütanne bulunmadığı durumlarda emzirmek zorunluluğu söz konusudur, bunun dışında emzirmeyebilir de. Ama tercihen emzirirse de kendisi açısından daha hayırlı olacaktır elbet.
-İslam’da kadına ilim tahsil etmesi içinde müsaade vardır. Ki; Resulullah (s.a.v) bu hususta “İlim talep etmek kadın erkek bütün Müslümanlar için farzdır” beyan buyurmakla ilim kapısının herkese açık bir kapı olduğuna işaret edilmiştir.
-İslam’da ailenin geçiminde birinci derecede erkeğin sorumluluğu esastır. Şayet koca bu asli görevini ihmal edip savsaklıyorsa, bu kez devletin şefkat eli ikinci derecede sorumluluk üstlenerek devreye girer. İşte görüyorsunuz İslam’da kadın sahipsiz bir halde yüzüstü bırakılıp kurda kuşa yem ettirilmemekte, her halükarda İslam’ın tanıdığı tüm haklar sayesinde ömür boyu güvence altında hayatını idame ettirilmesi sağlanır. Faraza bir kadın çalışmak mı istiyor, bu isteğine engel konulmaz. Çalıştığında da kazancına kocası el koyamayacağı gibi evin iaşesi için harcamaya mecbur tutulmaz da. Bu demektir ki, harcama tercihi kadına ait bir haktır. Oldu ya, koca kazancına müdahalede bulunmak istedi, bu durumda kadın kocası hakkında dava açma hakkına sahiptir.
SELİM GÜRBÜZER
Moltke; “Bizde bir genç kız evlenince sosyal mevkisi bir derece alçalır. Çünkü onu bir daha evlilik boyunca sevmek imkânı yoktur. Şarkta ise kadın evlenince yükselir. Kocasının evine itaate mecbursa da ev idaresinde çocukların reisidir ..” der.
Her ne kadar insanlar birçok alanda birbirine eşitmiş gibi gözükseler de söz konusu cinsiyet farkı olunca kazın ayağı hiçte öyle olmadığı anlaşılmaktadır, yani karşıt cinsler birçok alanda birbirlerinden farklıdırlar. Zira kadın tâ yaratılışında fiziki yönden erkekle eşit olmadığı apaçık ortada. Hatta ruh halleri de farklıdır. Dolayısıyla karşıt cinslerin toplum içerisinde yürüttükleri faaliyetler farklı mecrada yürür hep. Öyle farklı mecrada yürüdüğü o kadar kendini belli eder ki, mesela evli çiftler arasında bir eş diğerinin görevine müdahale ettiğinde hemen huzursuzluk baş gösterir. Bir başka göze çarpan farklılık ise erkeğin fıtratı (doğası) gereği dışa meyyal olması, kadının ise içe meyyal olmasıdır. İşte bu nedenledir ki erkek dış işlere yönelik görev üstlenmeyi yeğler, kadınsa iç işlere yönelik görev üstlenmeyi. Hatta bu nedenledir ki erkeğe gündüz, kadına gece dersek yeridir. Hiç şüphe yoktur ki iş dönüşü evine gelen bir erkeğin yorgunluğunu alacak en etkin motive güç kadının güler yüzü, kadının yüreği ve kadının zarafet halidir. Besbelli ki atalarımız “kadının fendi erkeği yendi” derken bu sözü kadının kurnazlığı babından söylememişlerdir, bilakis kadının altıncı hissinin kuvvetli olduğunu belirtmek için söylemişlerdir. Bu öyle bir hissiyattır ki, erkeğin eksik yönlerini tamamlayacak hissiyattır. Kadın sadece erkeğinin eksik yönlerini mi tamamlar, hiç kuşkusuz bütün gün yorgun ve bitap düşmüş eşini her ahval ve şartta güler yüzle karşılasın her daim erkeğinin gözünde koklanması gereken tek nadide çiçek olur da. Nitekim bu gerçeği Allah Resulü bir hadisi şerifinde şöyle dile getirmiştir:
“Bu dünyada bana üç şey sevdirildi:
-Namaz,
-Güzel koku,
-Kadın.”
Peki, Allah Resulü çok güzel beyan buyurmuş buyurmasına da acaba bu gün insanlık bu hadis-i şerifin mana ve ruhuna vakıf durumda mı? Maalesef geldiğimiz noktada vahşi kapitalizm kadının fıtri yapısına (doğasına) el atmak suretiyle yuvasından koparıp kadını sevimsiz ve çekilmez bir hale sürüklemiştir. Kadın yuvasından uzaklaştıkça adeta perişanlara oynamaktadır. Zaten kadının yuvası dışında omzuna kaldıramayacağı onca yük yüklenince olacağı buydu, başka ne bekleyebilirdik ki, bu durumda bir takım huzursuzlukların su yüzüne çıkması kaçınılmaz olacaktır. Neyse ki, şimdilerde Batı dünyası yaptıklarından bin pişman olmuşçasına kadını yeniden evine döndürme çabası içerisine koyulmuş durumdalar, dahası dağılan parçaları yeniden bir araya getirmenin çabası içerisindelerdir. Tabii Batının karşı karşıya kaldığı bu hazin durum bizim için pek sürpriz sayılmazdı, sonuçta ortada gündüzün geceye, gecenin gündüze karıştığı bir keşmekeşlik söz konusudur, bu durumda elbette ki batının böylesi bir keşmekeş halden kurtulma çabasına girmesine şaşmayız. Zaten bunalımdan çıkış yolu için çare aramaktan başka seçenekleri de yoktur.
İyi ki de bir güneş gibi hayatımıza girdide bu sayede Batının düştüğü perişan vaziyette değiliz, hiç kuşkusuz İslam’la yüzleşmek bizim için büyük bir avantajdır. Nitekim İslam’da kadın çalışmasa da konumundan hiç bir şey kaybetmez, her halükarda ekonomik konumu güvence altına alınmıştır. Örnek mi? İşte mirastan kadınlara bir, erkeğe iki pay verilmesi mali güvence açısından bunun en belirgin örneğini teşkil eder. Hakeza kadının daha izdivaca girmeden tüm ekonomik ve sosyal haklarının nikâh akdiyle birlikte mihr hakkının akde bağlanması da kadının ekonomik yönden güvence altına alınmasının örneğini teşkil eder. Bu demektir ki mihr (bir nevi evlilik tazminatı) hakkı ekonomik güvence bakımdan yuva kurmaya aday bir kadın için sosyal ve ekonomik anlamda kıymet ifade eden bir güvence teminatıdır. Nasıl güvence teminatı olmasın ki, düşünsenize kadın daha yuva kurmanın başlangıcında ekonomik güvence altına alınmakta. Öyle ya, Müberra dinimiz kadını yuva kurmanın başlangıcında güvence altına göre devamında haydi haydi kadına daha bambaşka güvenceler kazandıracağı muhakkak. Nitekim kadın evlilik süresince kocasının malından fayda temin ettiği gibi kocası öldüğünde ardından kalan mirasa da hak kazanır. Kaldı ki, kadın kendi baba ocağından kalan mirastan da pay alır. Ne diyelim işte görüyorsunuz İslam’ın kadın haklarında sağladığı ekonomik güvence budur.
İslam’da nikâh akdinin gerçekleşmesi için üç şart vardır:
-Eş adayları arasında karşılıklı rızanın gerçekleşmesi,
-Şahitler huzurunda akdin gerçekleşmesi,
-Yazılı sözleşmeye bağlanması.
Tabii bu üç şart üzerinde farklı ayrıntılarda söz konusudur. Mesela İmam-ı Azam; akıl ve baliğ olmuş bir kız çocuğun nikâh akdi için veli izninin şart olmadığını belirtirken, diğer imamlar velinin izni şarttır demişlerdir.
Hakeza bir başka husus ise çok eşliliktir. Malumunuz İslam’da çok eşli evliliğe ruhsat izini vardır amma velâkin yine de en hayırlısı olması bakımdan tek eşli evlilik tavsiye edilmiştir. Dikkat edin bu hususta ilahi emir yoktur, ruhsat izni vardır sadece. Daha net açık bir ifadeyle İslam’da çok eşliliği emretmeksizin dörtle sınırlandırılaraktan belirli kural kaide bağlanıp ruhsata tabii evlilik esastır. Bakınız Yüce Allah (c.c) bu hususta dikkatli olunması noktasında “Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında adil davranmaya güç yetiremezsiniz, bari birine büsbütün kapılıp da diğerini askıda imiş gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, engin rahmet sahibidir” (Nisa Suresi, 129) beyan buyurmakla birden fazla eş arasında adil davranamamaktan korkanlara usulünce bir kadınla evlenmelerinin tavsiye edilir. Derken evlilik nikâh akdiyle teminat altına alınıp şahitler huzurunda yazılı sözleşmeye bağlanır da.
Bir diğer husussa yukarıda da belirttiğimiz üzere; kadınların mirastan pay alması hadisesidir. Gerçekten de İslam’ın kadına tanıdığı miras hakkı üzerinde çokça durulması gereken mühim bir konudur. Düşünsenize İslam insanlığın üzerine aydınlık bir nur olarak doğmasaydı kim bilir kadın ne daha nice mağduriyete uğrayacak hallere düşecekti. Dahası gerçek anlamda kadın olduğunun bilincine de varamayacaktı. Tabiî ki İslam’da kadın hakları bunlarla sınırlı değil elbet, dahası var. Şöyle ki İslam’da kadına miras hakkının yanı sıra mal mülk edinme, ticaret yapma, kendi mülkünde tasarrufta bulunma gibi bir dizi haklar da tanınmıştır. Daha da yetmedi ticari hayatta çek senet işlemleri ve daha bir dizi sosyo-ekonomik ilişkilerde imza yetkisi de verilmiştir. Hatta İslâm’da dikkat çeken kadına tanınmış bir takım daha da haklar vardır ki, işte onlardan bir kaçı şudur:
-Bir kadın doğurduğu çocuğu emzirmeyebilir de, yani kocasından sütanne talebinde bulunabiliyor. Bunun sadece bir istisnai durumu var, o da malum sütanne bulunmadığı durumlarda emzirmek zorunluluğu söz konusudur, bunun dışında emzirmeyebilir de. Ama tercihen emzirirse de kendisi açısından daha hayırlı olacaktır elbet.
-İslam’da kadına ilim tahsil etmesi içinde müsaade vardır. Ki; Resulullah (s.a.v) bu hususta “İlim talep etmek kadın erkek bütün Müslümanlar için farzdır” beyan buyurmakla ilim kapısının herkese açık bir kapı olduğuna işaret edilmiştir.
-İslam’da ailenin geçiminde birinci derecede erkeğin sorumluluğu esastır. Şayet koca bu asli görevini ihmal edip savsaklıyorsa, bu kez devletin şefkat eli ikinci derecede sorumluluk üstlenerek devreye girer. İşte görüyorsunuz İslam’da kadın sahipsiz bir halde yüzüstü bırakılıp kurda kuşa yem ettirilmemekte, her halükarda İslam’ın tanıdığı tüm haklar sayesinde ömür boyu güvence altında hayatını idame ettirilmesi sağlanır. Faraza bir kadın çalışmak mı istiyor, bu isteğine engel konulmaz. Çalıştığında da kazancına kocası el koyamayacağı gibi evin iaşesi için harcamaya mecbur tutulmaz da. Bu demektir ki, harcama tercihi kadına ait bir haktır. Oldu ya, koca kazancına müdahalede bulunmak istedi, bu durumda kadın kocası hakkında dava açma hakkına sahiptir.