Islâm nur-u kur'ân, demokrasi ilm-i yunan'dır

leylinur

ARŞ.YAZAR,RADYO PROG
Katılım
26 Haz 2010
Mesajlar
2,329
Tepkime puanı
102
Puanları
0
Konum
ankara
İSLÂM NUR-U KUR'ÂN, DEMOKRASİ İLM-İ YUNAN'DIRMUSTAFA ÇELIK
İslâm'ı bir felsefe olarak kabul edip yola çıktığınız andan itibaren zımnen Demokrasiyi de kabul etmiş olursunuz. İslâm felsefe değil, vahiydir. İslâm felsefe ile tefsir edilemez. Felsefe, Müslümanlar dünyasına ait bir kelime değildir. Felsefe, fasa fisodur. Felsefe, insan "ene"sinden kaynaklanan ve henüz ispatlanmamış teoriler bütünüdür. İslâm, ispatlanmamış teorilerden meydana gelmiş bir din değildir. İslâm, bütünüyle vahiy olup her yerde ve her zaman tatbiki mümkün olan bir dindir. Asrımız Müslümanlarının en büyük hastalıklarından birisi de, İslâm'ı hâkim müşrikî kültüre benzetmeleri ve hâkim müşrikî kültür ile İslâm'ı tefsir etmeye kalkışmalarıdır. Demokrasi'nin kendisi felsefedir. Demokrasi, gerçeğin olmadığı yerde gerçeğin bir mastürbasyonudur. Demokrasi, tamamen bir aldatma ve aldanma macerasıdır.
İslâm; Allah'ın hükmüne ve hâkimiyetine hürmet ve muhabbettir. Demokrasi ise; Allah'ın hükmüne ve hâkimiyetine isyan ve tuğyandır. Allah'ın Rabliğine razı olmayanların kendilerine yeni bir takım Rabler edinmeleridir.
İslâm; Allah'ın hükmü ve hâkimiyeti fevkinde hüküm ve hâkimiyet tanımamak, Allah'ın hükmü ve hâkimiyetinin fevkine çıkmak isteyen, çıkarılmak istenen bütün hüküm ve hâkimiyet çeşitlerini bertaraf etmektir. Demokrasi ise; insanın hükmü ve hâkimiyeti fevkinde hüküm ve hâkimiyet tanımamak, insanın hükmünü ve hâkimiyetini Allah'ın hükmü ve hâkimiyetinin fevkine çıkarmak, yerine ve önüne geçirmektir. Demokrasi; doğrudan doğruya İslâm'ın sahibi Allahû Teâlâ'ya, Allahû Teâlâ'nın hükmüne ve hâkimiyetine karşı verilen bir savaştır. Bu savaşı Şeytan, Kabil, Nemrud, Firavun, Karun, Haman başlattı. Demokrasi'de Şeytan'ın da, Kabil'in de, Nemrud'un da, Firavun'un da, Karun'un da, Haman'ın da iradesi, hükmü ve hâkimiyeti vardır. Demokrasi, şerlilerin şer odağıdır. Dünyadaki bütün kötülüklerin de yumağıdır. Demokrasi, şirk tehlikesindendir. İmam-ı Serahsî Rahimetullahu Aleyhder ki: "Kötülüğün kökü, Allahû Teâlâ'ya şirk koşmaktır. O, bilgisizliğin ve inatçılığın son noktasıdır. Çünkü onda hiçbir te'vile dayanmaksızın gerçeği inkâr etmek anlamı vardır. Dolayısıyla her mü'min, gücü yettiğince insanları bundan alıkoymakla mükelleftir."[1]
Demokrasi, Firavun'un kurumsallaşmış, sistemleşmiş halidir. Yani tarihteki Firavun'u temsil eden muhtelif çağdaş firavunların irade beyanlarının bir neticesidir. Demokrasi Yunanca bir kavram olmakla beraber bize Batı üzerinden Politika kavramı ile birlikte gelmiştir. Demokrasi Yunanistan'a, Yunanistan Roma'ya, Roma Mısır'a, Mısır da Firavun'a dayanır. Firavun, Mısır'da iktidar olunca kendi iktidarını, saltanatını muhkem kılmak için ahaliyi, halkı fırkalara/partilere böldü. Bir zümreye zulüm ederken diğer zümre henüz bana sıra gelmemiş düşüncesiyle seyirci kalıyordu. Bunu Kur'ân-ı Kerim'den öğreniyoruz.
إِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْأَرْضِ وَجَعَلَ أَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَائِفَةً مِّنْهُمْ يُذَبِّحُ أَبْنَاءهُمْ وَيَسْتَحْيِي نِسَاءهُمْ إِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِدِينَ وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ
"Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı. Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde mustaz'af/ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları imamlar/önderler yapalım ve onları varisler kılalım."[2]
Bu âyet-i kerimelerin ışığında rahatlıkla diyebiliriz ki; Demokratik-Laik ülkelerde ortaya çıkmış bulunan politik partiler, Firavun'un şiaları/taraftarları hükmündedirler. İslâm nasıl Allah'ın iradesine dayanan bir din ise, Demokrasi de firavunlaşmış insan iradesine dayanan beşerî bir dindir. İslâm dininin Allah'ın muradına göre anlaşılması ve yaşanması için nasıl İslâm dininin çerçevesi dahilinde hak mezhepler teşekkül etmişse, aynen bunun gibi Demokrasi'nin hayata hakim kılınması için Demokrasi'nin çerçevesi dahilinde politik partiler ortaya çıkmıştır. İslâm dini ile idare olunmayı reddedip Demokrasi dinine giren bir kişinin bu dinin mezheplerinden olan politik partilerden bir parti edinmesi kaçınılmazdır. Bu, bir durum tespitidir.
Demokrasi; elli bir kişinin kırk dokuz kişiye ilahlık etmesidir. Hakikate ölçü olmayan sayılarla hakikati ölçmeye kalkışmaktır. Demokrasi; Allah'ın tespit ve tayin buyurduğu hududu tanımama tuğyanıdır.
Hilafet’in ilgasıyla genelde İslâm coğrafyasında özelde ise ülkemizde Müslümanlar denize düşen insan misali kurtulmak için yılana sarılırcasına Demokrasi'ye sarıldı. Yılana sarılanın akıbeti neyse, Demokrasiye sarılanların da akıbetleri odur. Hilafet’i ilga eden yerel firavunlar küresel firavunların nezaretinde Müslümanları Mankurtlaştırdılar. Mankurtlaşantırılan Müslümanlar iman ettikleri Kur'ân'da "Şûra" prensibinin var olduğunu düşünemez oldular. Hatta ülkemiz müstevli mürtedler tarafından Mankurtlaştırılmış olanlardan bazıları Müslümanlık adına "Kur'ân'dan Şûra Sûresi yerine Demokrasi Sûresi yazalım" deme cüretini bile gösterdiler. Haklarını ve hürriyetlerini Demokrasi'de aradılar. Mısır gibi bir ülkenin Tahrir Meydanı’nda ülkenin Sisi adındaki firavununa karşı direnen ülkesinin Musa'sı Müslüman Kardeşler’in elan idam cezasına çarptırılan öncüsü Muhammed Mursi gafletle ve cehaletle "El Hamdü Lillahi'l lezi evsalana ila Dimokratiyil Azîm" (Bizi Azîm Demokrasiye ulaştıran Allah'a hamd olsun) diyordu. Muhammed Mursi'nin böyle söylemesinin sebebi; görüş beyan etme haklarını ellerinden almış bir rejimin ve firavunun idaresinde uzun yıllar esir kalması ve Demokrasiye idareciyi seçme ve seçtirme tekniği ve taktiği gözüyle bakmasıydı. Muhammed Mursi bunun yanında Kur'ân'ı, ahkâm-ı şeriatı da Mısır'a hakim kılacağını haykırıyordu. Demokrasi ile imtihan, sadece Mursi’nin, hatta Mısır’daki İhvan hareke-tinin problemi değil, bütünüyle kendisini İslâm’a nispet eden, ama Batı kültür emperyalizmi karşısında komplekse kapılmış, psikolojik olarak kendisini mağlup ve ezik hisseden bütün Müslümanların problemidir. Bu problem, ne yazık ki dünya Müslümanlarının gündemine şeytan Amerika'nın ticaret kulelerini yerle bir eden 11 Eylül olaylarından, Türkiye Müslümanlarının gündemine ise 28 Şubat postmodern darbesinden sonra yoğun olarak girmiştir. Daha önceleri demokrasi ile olmaz, demokrasi ayrı bir dindir diyenler, şimdilerde mal bulmuş mağribi gibi demokrasiye sarılmış, anadan doğma demokrat olanlardan bile daha çok demokrasiyi savunur bir duruma gelmişlerdir. Bunun sebebi günde kırk defa Fatiha Suresi’ni namazda okumalarına rağmen Fatiha'nın içeriğinden, Fatiha şuurundan gafil yaşamalarıdır. El Hamdülillah diyen bir kişi; Allah'ın her hükmüne razı olduğunu, Allah'ın hükmünün ve hâkimiyetinin fevkinde, üstünde hüküm ve hâkimiyet türü ve çeşidi tanımadığını ve asla tanımayacağını ilan etmektedir.
Demokrasiyi İslâm'daki şûra prensibine benzeterek onu bir yönetim teknik ve taktiği olarak takdim etmek gerçeklere aykırıdır. Hak ve hürriyet konusunda, idarecisini istişare ile seçme ve seçtirme konusunda İslâm'ın şûra prensibinin zekâtı dahi Demokrasi'de yoktur. Demokrasi'deki seçme ve seçilme hakkı, zindan hayatı yaşamaya razı olan zindandaki mahkûmların kendilerini bekleyecek gardiyanları seçme hakkından öte bir şey değildir. Demokrasi, bir yönetim teknik ve taktiği değil, bir hayat tarzıdır, bir yaşama biçimidir. İslâm'daki şûra prensibi Şeriatullah ile mukayyeddir. Şeriatullah'ın hududunu aşan ve taşan şûra olmaz. İslâmî şûra'da "Allahû Teâlâ ne buyuruyorsa, Rasûlüllah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ne diyorsa doğru odur. Allah'ın âyetini ve Rasûlü'nün sözünü iptal edecek söz ve karar olmaz." İslâm'daki şûra prensibine benzetilen Demokrasi, Şeriatullah'ın dışında kalmaktır. Çünkü Demokrasi; ferd, aile, cemiyet ve devlet seviyesinde asla ve kat'a Şeriatullah ile mukayyed kalmamaktır. Dolayısıyla ideolojik Demokrasi, Allah'a yedek ilahlar bulma arayışıdır. Demokrasi'deki parlamento da, sahte ilahların Allahû Teâlâ'nın Şari' sıfatını gasp etme girişiminin bir organizasyonudur. Rabbimiz kıyamete kadar yaşayacak bütün kullarını uyarıyor:
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
"Yoksa Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine şeriat yapacak/hukuk yapan, tutulacak yol kılan ortakları mı var? Eğer (cezaların ertelenmesine dair) kesin hükmü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zâlimler için elem dolu bir azap vardır."[3]
Bu âyet-i kerime'nin ışığında incelendiğinde Mekke cahiliyyesinde ismi konulmamış bir Demokrasi'nin var olduğu teslim edilir. Mekke Şirk Devleti’nde kırk yaşını doldurmuş kabile tağutları Darû'n Nedve'de toplanıyorlardı. Kabile tağutları tarafından Daru'n Nedve'de çıkarılan ve Mekke'de yaşayan insanların tamamına uygulanan kanunlar, "Bâtıl dinden çıkarılan bir şeriat." olarak nitelendirilmiştir. İnsanların hevâlarına dayanan her ideoloji, bâtıl bir şeriatı gündeme getirir. Demokrasi, Allah'ın şeriatına rağmen tağutlar tarafından ortaya konulmuş bâtıl ve atıl bir şeriattır.
Dikkat edilirse, bütün zamanların ve zeminlerin sorusu, Rabbimizin "Yoksa, Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine şeriat yapacak/hukuk yapan, tutulacak yol kılan ortakları mı var?" sorusudur. İşte Demokrasi, Rabbimizin bu sualine evet demenin bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Rabbimizin bu âyet-i kerîmesine göre Demokrasi, Allah'ın belirlediği hukuk sistemini kabul etmeyerek zalim olan insanların bu dünyadaki Cehennem çukurlarıdır. Çünkü âyet-i kerime'nin sonu Azab-ı Elîm ile bitiyor. "Zalimler için yaşasın Cehennem!" haykırışı da buradan gelmektedir. Allah'ın insanlar için meşru kılmadığı şeyleri meşru kılmak, ilahlık iddiasında bulunmaktır. İnsanlara Rablik etmeye kalkışmaktır. Demokrasi, bir anlamda müşrikliktir. Allah'ın insanlar için meşru kılmadığı şeyleri meşru kılmaktır. Bu da doğrudan doğruya Allah'ın Şâri' sıfatını gasp etmektir. Şâri’ şeriat koyucu demektir. İslâm terimi olarak şeriat, Allah’ın kulları için koymuş olduğu dinî ve dünyevî hükümlerin hepsinin adıdır. Şerîat kelimesi din ile aynı anlamda olup, hem ahkâm-ı asliyye denilen itikâdiyyâtı, hem de amelî, fer’î hükümleri, yani ibadet, muamelât ve ahlâkî esasları kapsar. Şerîat, Peygamber tarafından tebliğ edilmiş olan İlâhî kanun demektir. Bu kanunun belirleyicisi ve gerçek sahibi olan Allah’a, Şâri’-i Mübîn, Şâri’-i Mutlak ve Şâri’-i Hakikî denir. Şerîat’i Allah’tan aldığı gibi aynen, insanlara tebliğ eden Peygambere de Şâri’ denir. Ama Peygamber için, Şâri’ kelimesi mecâzen kullanılır. Peygamberimizin Şâri’ olması mutlak anlamda değildir. Peygamber, Allah’ın vahyettiği emir ve yasakları, Allah’ın kullarına bildirir. Bildirdikleri şeyler, vahiy ile olduğu için, O’nun, Allah’ın iradesi istikametinde şerîat belirlemesi, aynen Kur’an hükümleri gibi bağlayıcıdır. Kur’an’da açıkça geçmeyen pek çok hükümleri biz, Peygamberden öğreniriz. Kur’an ayetlerinin ne anlamlar ifade ettiğini de yine onun Hadislerinden ve uygulamalı Sünneti’nden öğrenmekteyiz. Bu nedenle Peygamberimize Şâri’-i Mecâzî denir. Şeriat, Allah'tan gelmiş olan hüdâ'dır. Demokrasi ise insanın eseri ehvâ'dır. Yani muhtelif hevâlardan meydana gelmiştir. Rabbimiz bizden ehvâya değil, gönderdiği şeriata uymamızı istiyor.
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
"Sonra da seni(Rasûlüm) din/hayat işi konusunda bir şeriatın üzerinde görevli kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin ehvâ/heva ve heveslerine uyma."[4]
Bu âyet-i kerime'den açıkça anlıyoruz ki, Allah'ın gönderdiği şeriatın dışındaki bütün rejimler, hevâ rejimleridir. İnsanların hevâ ve heveslerine dayanan Demokrasi'yi tercih edenlerin Allah'ın şeriatıyla bir alakaları kalmaz. Şeriat; lügatte millet ve mezhep (gidilen yol) demektir. Su içmek isteyenlerin gittikleri yola da "şeriat" denilir. Şar' (cadde) de buradan gelmektedir. Çünkü maksada götüren yol odur. O halde şeriat, Allah'ın kullar için din olarak teşrî' buyurduğu şeyler (hudud/sınırlar)dır. Şeriatin çoğulu Şerai' gelir. "Dinde Şeriatler" ise Allah'ın kulları için açtığı yollardır.[5] Dolayısıyla Demokrasi, Allah ile bütün bağları ve bağlantıları koparmaktır.
Demokrasi, Şeytan'ın emrettiği fahşâ'dandır. Fahşa, Şeriatullah'ın hududu dışına çıkmaktır. Rabbimiz buyuruyor:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُواْ مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاء وَأَن تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
"Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytan’ın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder."[6]
Kendilerini Şeriatullah ile mukayyed görmeyen insanların ve sistemlerin velisi Şeytan’dır. Bu nedenle diyoruz ki; Şeytan’ın emrettiklerini yerine getirmeye çalışan her Demokratik sistem, bir ******dir. ******den fuhuştan gayrisi beklenemez. Nitekim Demokratik-Laik ülkelerde fuhuş, devletin gelir kaynaklarındandır. Günümüzde beyaz kadın ticareti yapan çeteler ve genelevi patronları vardır. Tâgûtî iktidarlar "genelev sistemini" benimsemişlerdir. Fahşânın ve fuhşun yayılması, Şeytan’ın velâyetini kabul eden iktidarlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla yeryüzünde fuhşun ve ******liğin son bulması için Demokrasi'nin behemehâl Müslümanların iradesiyle tarihin çöplüğüne atılması şarttır.
Laikliğe iman etmiş Demokrat sağcı ve solcu müşrikler, kâinat ve içindekiler için derler ki; bunlar Allah’ın ya*rattığı varlıklardır; ama Allah bu konuda bize de bir takım yetkiler vermiş, ken*disinin işleri çok yoğun olduğundan dolayı bizim işlerimizi, siyasal işlerimizi, ekonomik işlerimizi, beşerî işlerimizi, sosyal işlerimizi bize bırakmıştır. İşte biz de bu işlerimizi kendi ilahlarımıza döndü*receğiz diyerek, Allahû Teâlâ’ya ortaklar bulmaya çalışıyorlar.
Laikliğe iman etmiş Demokrat sağcı ve solcu müşrikler diyorlar ki: Tamam göklerin, yerin yaratıcısı olarak, yağmurun yağdırı*cısı olarak, rüzgârların sahibi olarak Allah’ı kabul ediyoruz; ama Allah, işte böyle büyük işlerin yanında, hayat idaresi gibi ufak tefek işlere vakti olmadığı için bu işler bize bırakılmıştır. Sonra da dönüp Allah’a diyorlar ki; ya Rabbi, bizim ilim ve bilim adamlarımız var, ilmi işlerimizi biz onlarla hal*ledece*ğiz, senin de bilgin vardır ama, neyse işte devir değişti, şimdi bizim bilim adamlarımız bu işleri daha iyi hallediyorlar.
Ya Rabbi, tamam, sen de şifa verensin; ama asrımızda bizim hekimlerimiz gerçekten çok ilerlediler, şifa ilahları*mız var, hayat Rablerimiz var ve gerçekten bu işi çok iyi halledi*yorlar, anında işe mü*dahale ediyorlar, beceremediklerini de zaten birtakım sebeplere bağ*lıyorlar, artık sen bu işe karışma, diyorlar. Ya Rabbi sen mâlikü’l-mülksün, biliyoruz; ama, şu anda bizim geçici mâliklerimiz var, lider*lerimiz var, ekonomistlerimiz var, bunlar ger*çekten bu işi iyi biliyorlar. Mallarımızı, mülklerimizi baş*kalarına peşkeş çekmeyi bunlar gâyet iyi beceriyorlar. Bundan dolayı bu işi de sen bırak, karışma bu pis işlere, biz keyfimize göre hare*ket edelim. Bizim deneyimli hukukçularımız var artık, biz hukuk konusunda Âd dönemini, Medyen dönemini, Fira*vunlar dönemini geri getirdik ve bu hukuk konusunda da artık bu işin zirvesine var*dık, senin kitabına da ihtiyacımız kalmadı, zaten yıllar önce kitabı*nın hükmü de bitmiştir, şimdi yeni kitaplar edindik, bizim hukuk ilahlarımız da bu işi hallediyor diyerek Allah’a şerikler, ortaklar bul*maya çalışıyorlar. Onlara bu imkânı sağlayan Demokrasidir. Demokrasi, Yunanlı filozofların fasa fisolarının mecmudur. İbrahim Hakkı Erzurumî (Rh.a.) haykırıyor:
"Çü buldun Nur-u Kur'ân'ı, Ne hacet İlm-i Yunan'ı!"[7]
Bu, Yunan kültürüne meyledenlere, Yunan kültürünü dayatanlara karşı bir başkaldırı, bir reddiyedir. Biz Müslüman'ız. Dinimiz İslâm, kitabımız Kur'ân'dır. İslâm'ın, Kur'ân'ın eksiği fazlası yoktur. Dinimiz bize yeter, Demokrasiye gerek yoktur.
Genelde İslâm coğrafyasında, özelde ise ülkemizde Hilafet’i ilga eden mürted ve harbi müstevliler onun yerine Demokrasiyi hayatın merkezinde firavunî bir piramid olarak inşa ettiler. Onlar bu firavunî piramidi korumak ve kollamakla meşguldürler. Ama el- Hamdülillah deyip Allah'tan gelmiş olan şeriattan gayrisine razı olmayan biz Müslümanlar ise, Demokrasi denilen bu firavunî piramidi bütünüyle yerinden söküp tarihin çöplüğüne atmak istiyoruz, bunun için çaba ve gayret gösteriyoruz. Müslüman olarak Demokrasi denilen firavunî piramidin taşlarını -velev ki bir çakıl da olsa- yerinden oynatarak yıkmada bize yardımcı olan, katkı sağlayan her Müslüman'ın çaba ve gayreti bizim için bir kazanımdır. Neşr-i hak için Enbiyaya ittiba’ etmekle mükellefiz. Sûre-i Yasin'de zulme uğrayan, dara giren Allah elçilerinin yardımına gelen Sahib-i Yasin, Allah'ın elçileri tarafından reddedilmemiştir.
İslâm'ın sahibi Allah'tır. İslâm, Nur-u Kur'ân'dır. Demokrasi'nin sahibi ise Firavun'dur. Demokrasi, İlm-i Yunan'dır. Her kim bilerek ve inanarak kabul ederse Demokrasi adındaki İlm-i Yunan'ı, bilsin ve bilinsin ki o inkâr etmiştir Nur-u Kur'ân'ı!



[1] el- Mebsut (İmam-ı Serahsi) C: 10, Sh: 2, Mısır/ 1324

[2] Kasas Sûresi 4-5

[3] Şura Sûresi 21

[4] Casiye Sûresi 18

[5] el- Cami-u Li Ahkâmi'l Kur'ân (İmam Kurtubî) C: 17, Sh: 163, Beyrut/ 1965

[6] Bakara Sûresi 168-169

[7] Ma'rifetname (İbrahim Hakkı Erzurumî ) Sh: 284, İst/ 1330
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Kıyasa bak! Hep diyorum, gene yapıyorsunuz..

İslam nur-u Kur'an, Demokrasi ilm-i Yunandır. Lafa bak! Tam harici zihniyyeti. Hz. Ali keremallahuveche'nin dediği noktadan hiç çıkamıyorsunuz. Hariciler ''Kur'an hakem olsun'' dediğinde Hz. Ali keremallahuveche bu söze ne demişti: Söz doğru fakat niyetleri batıl. Aslında Hz. Ali, üzerinde ciltler dolusu kitaplar yazılacak noktaya işaret ediyor.

Müslümanları gözetmeye değil, gütmeye adaysınız. Çünkü kitle psikolojisini istismar ediyorsunuz. Tu kaka olmuş Yunan algısına oynuyorsunuz. ''Vaaay, Yunan ilmiiii! Vay kafirler vay, küfüüür, şirrrrk...!''

Mesela Demokrasi, ilm-i Yunan değil de ilm-i Arap, Fars veya Türk olsaydı bu cümleyi kurmazdınız. Bu arada ilm-i Yunan dediğiniz şeyin beşiği Anadolu'dur. Bu kadim âriflerin çoğu Efes ve çevresinden çıkmıştır. Bak bu noktada Efes'i Bira ile eşleştirebilirsiniz. Bu tutar!.. :)

Dikkat ettiysen sizin ilm-i Yunan dediğiniz şeye fakir ârifân-ı kadim dedi.. Bu kavram bana ait değidlir. Kime ait biliyor musunuz? İlk islam ulemâsına aittir. İşte sizinle onlar arasında 180 derece fark olmasının sebebi bu noktada yatıyor. BAKIŞ AÇISI.. Bu farkı çoğu müslümanlar ciddiye almıyor lakin bu fark, öyle bir farktır ki birisi yıkıma ve zelil olmaya götürür, diğeri ise içinden yüksek bir medeniyet çıkartır. Tek cümle ile izah edersek; ONLAR KURDU SİZ YIKTINIZ..

Ârifân-ı Kadim 7 kişidirler.

1) Eflatun
2) Sokrates
3) Aristoteles
4) Calinus
5) Empedokles
6) Epikür
7) Kıbrıslı Zenon

Fakir buna 8. sini ekliyor.

8.) Konfüçyus. Zira Konfüçyus, doğunun bilinen ilk devlet felsfecisidir. Devletin yapısını aile yapısıyla kıyas eder. Ataerkil aile yapısını tarif eder. Devleti yönetecek ve kademelerinde yer alacak memurlarının özel okullarda yetiştirilmesi gerektiğini ortaya atmıştır. Çin hanedanı bu filozofu kovalamıştır. Kendisi Kuzeye, barbarlara sığınmak zorunda kalmıştır. Benim iddiam, Türklerin devletçiliği bu filozoftan öğrenmiş olmasıdır. Elimizde bu konuda hiçbir kayıt yoktur lakin Konfüyus'un yaşadığı tarihle Türk kavminin tarih sahnesine çıkış tarihi birebir örtüşüyor. Hem bu nasıl bir barbar kavim ola ki aşiret aşiret dağıldığı her yerde devlet kurmuştur. Bu bir temel bilgiye dayanıyor. Ve işin ilginç tarafı hepisinin ortak noktası Konfüçyus felsfesiyle örtüşüyor olmasıdır. Ataerkil aile yapısı ve ENDERUN MEKTEPLERİ falan..

Konfüçyus'u okuyun. Türk vikipedi'sinde çok az bilgi var. Bizde Konfüçyus hiç bilinmiyor malesef. Yabancı dil biliyorsanız bilgi alın. O vakit oluş süreçlerinin bağlantılarını kurabilirsiniz. Ve en önemlisi, filozoflara hikmet ehli olarak bakın. Onlardan öğrenilecek çok şey vardır. Hikmet düşmanlığından vaz geçin artık..

Edit: Umarım sert üslubumdan dolayı beni yargılamazsın. Tarzım bu. Fikir platformlarında tartışa tartışa artık sinir küpü oldum. Çabuk öfkelenir, çabuk sakinleşirim. Niyetim kalp kırmak değildir.. Bunun sebebi, ümmetin içine düştüğü vaziyettir. Dışa kendini kapatmış ve bununla tüketici olmuş bir ümmet var. Makinelere bağlı, bitkisel hayatta yaşayan bir hastaya benzetiyroum ümmeti.. Komadayız. Bağlanan her serumu sorgusuz sualsiz yutan, fişi Doktor Frankenstein'in insafına kalmış bir hasta.. Bu hasta Frankenstein'in verdiği bazı serumları kabul etmiyor ve hemen alerjik tepki veriyor. Bu tepkileri sizler çare olarak görüyorsunuz. Bu tepkilerin hepisi duygusaldır. Oysa benim derdim, verilene oluşan tepkilerden ziyade bu hastanın şuurlanıp düşünmeye başlamasıdır. Önce düşünecek, sonra ayağa kalkacak, kabloları kopartıp atacak ve laboratuvar malzemesi olmaktan kurtulup kendisi olacak.. Bu yüzden tepkisel olarak oluşan her fikir akımını alerjik reaksiyon olarak değerlendiriyorum. Bu akımların adına İslam denmesi, niteliğini değiştirmez. Ben niteliğe bakarım; markalara bakmam, üzerine vurulan isimlere takılmam.. Ümmetin şuuru kapalı olduğunu şuradan anlayın ki topyekün markaya bakıyorlar. Nitelik boyutunda düşünemiyen herkes sarhoştur. Mesela sizin İlm-i Yunan tabirini kullanmanız bile marka üzerinden düşündüğünüzü gösteriyor.. Marka müslümanlarısınız, vesselam.. Avrupalılarda böyledir. Onlarda niteliksel boyutu kaybettiler. İslamofobi gibi bir marka perspektifi buna delildir. Batıyorlar. Bu batış sürecinde eğer biz bir tarif getiremezsek aşık olduğumuz cellatla birlikte bizde batacağız.. Etki, tepkisini de almış helak olmaya gidiyor..
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Ashab-ı Kehf'i ben bu filozoflara benzetiyorum. Hakikatı sorgulayanların mağara alegorisi vardır. Bu alegori Eflatun'da vardır. İslamda da vardır.

Filozoflar, yedi uyurlar gibidirler. Bazen mağaraya girerler ve uyurlar. Bazen asırlar sonra o mağaradan çıkarlar. Onlar uyuduğu zaman insanlık krize girer çünkü hakikat arayışı bitmiştir. Onlar uyandığı zaman insanlık yeni bir medeniyet inşaasına başlar çünkü hakikat arayışı başlamıştır. Hz. Mehdi aleyhisselam döneminde bu Ashab-ı Kehf'in uyanacağı rivayetleri var..

Edit: Allah, hakikat arayışında olan, sorgulayan çileli bünyeleri cehenneme atmaaaazz.. Bu, O'nun şanına yakışmaz.

Kızdığım zaman kızdı diyorsunuz ama soramadan edemiyeceğim.. Pardon, siz nasıl bir Allah'a iman ediyorsunuz?
 
Üst