IŞİD Mes'elesi...

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
IŞİD Mes'elesi

Öncelikle şunu ifade edelim.
IŞİD söylemiyle, mücadelesiyle, İslami hükümleri ikamesiyle ve kafirler, Yahudi'ler ve Hıristiyan'lar karşısında tutumu ile ve hatta (Bizler ileri gittiğini düşünüyoruz) nice müslümanları da "şu fiil ve eylemlerinden dolayı küfre mucip oldular" fetvalarıyla,
Kur'an ve Sünnet'i ve alimleri de refanars almak suretiyle,
Ne Mürcie'dir ne de falandır ya da filandır...
Birilerine göre "ehl-i sünne" denilen bir topluluktur IŞİD...
Yani Kur'an'da ve Sünnet'te ifade edilen "olması gereken" müslümanlardır IŞİD müntesipleri.
Lakin şu da bir gerçek ki, IŞİD, dünyadaki bir kısım müslümanları ve müslüman yapılanmalarını da "kafir" olarak tanımladığından dolayı,
Gerek Afganistan'daki müslümanların,
Gerek Nusra Cephesi müslümanların,
Gerek El Kaide denilen bir kısım müslümanların,
Ve gerek genelde dünyadaki müslümanların desteğini alamamıştır.
Eğer IŞİD dünyadaki müslümanlarla "itidal" ya da "vasat" düzlemde anlaşabilseydi, daha da genişler ve daha da güçlenir ve daha da muarızlarına karşı başarı sağlayabilirdi.
Ama IŞİD kesinlikle bu tutumundan vazgeçmiyor.
Bu noktada IŞİD, doğru yol üzerinde bir zeminde mi,
Yoksa muarızları mı, muarızları derken, "küfür"le itham ettiği müslüman topluluklar doğru yol üzerinde bir zeminde mi?
İllaki bu soruyu Kıyamet Günü'nde kesinlikle öğreneceğiz ama,
IŞİD'in bu bakış açısını anlamada zorlansam da şöyle de bir durum var...
Mesela IŞİD der ki, Müslüman olduğunu iddia edenler Hırsitiyan'larla ittifak edip Hıristiyan'larla birlikte ya da Hırsitiyan askerlerinin İslam topraklarına girmesine müsade edemez, ederse onun konumu bellidir der...
Yine IŞİD der ki, bir müslüman, İslam düşmanlarının, "İslam'ın kaidelerine göre değil, falancanın kaide ve ilkelerine göre görevini yapacaksın" taahhüdüne karşı çıkandır, çıkmıyorsa ve görevini de yapıyorsa onun da yeri bellidir, der....
Yine IŞİD der ki, ne olursa olsun, müslüman İslam Hukuk Düzeneği'nin kaide ve kuralları ekseninde bir hukukla yargılanmasını talep eder, aksi takdirde onun da yeri bellidir der...
Yine IŞİD der ki, seçilen insanlar olarak bir yerdesiniz, insanlar daha evvelden Kur'an'ın, İslam'ın ve Sünnet'in hilafına bir yönetim ya da erk ya da bir sistem belirlemişler, sizlerde seçilenler olarak o krıterler ekseninde görevlerizi ifa ediyorsunuz ve halinizden de memnunsunuz, işte bu müslümanların yeri de bellidir, der...
Örnekleri çoğaltmak mümkündür...
Ben açıkçası bu düzlemde konuşamıyor böyle fetvalar veremiyorum ama, Allahü Teala'nın Tağut ile ilgili ayetlerini zihnimde canlandırınca da, korkmuyor da değilim....
Elbet iman ettik... İbadetlerimizi ve kulluğumuzu da ikame ediyoruz...
Lakin, İslam Hukuku'nun lağvedildiği bir toprak parçasında 100.000'e yakın bir insan topluluğu bir cum'a günü camisinde vaaz veriyor, hutbe irad ediyor bir numune insan dahi zılgıt yemiyor...
Düşündürücü...
Düşünün Hz Rasül bugün camilerde vaaz verir miydi hutbe irad eder miydi bilmiyoruz ama bizler verdiğini düşünelim, sonuç ne olurdu,
Sistem ayağa kalkardı herhalde...
İman ve küfür, sadece "lisani akit"le birbirinden ayrılan bir misak değildir,
İman ve küfür "fiili (eylem) akit"le birbirinden ayrılan bir misaktır da...
Dört müctehide göre cum'a, müslümanların kendi aralarında seçtiği bir imam arkasında icra edilir anlayışı da buna havidir...
Yani,
Lisanen ve fiilen müslümanlar kafirlerden, İslam düşmanlarından tamamen ayrışmak durumundadır...

İşte bütün bunları düşündüğümde, IŞİD'e, "Çekil git be..!!! Sen ne saçmalıyorsun..!?" diyemiyorum,

Açıkçası korkmuyor da değilim...

Ama gene de IŞİD'e dua ediyorum, müslümanlara karşı "itidal" olması gerektiği hususunda...

Ama şu bir gerçektir:

IŞİD müntesipleri müslümandır... Mü'mindir... Ve Kur'an ve Sünnet merkezlidirler...

NOT:

Kıyamet Günü her şey ayan beyan ortaya çıkacaktır...

İnşallah mahzun olmayız... İnşallah imanımız Rabb'imiz tarafından makbul görür...

Amin...

 

levent48

Kıdemli Üye
Katılım
12 Şub 2012
Mesajlar
3,518
Tepkime puanı
142
Puanları
0
Gerek Afganistan'daki müslümanların,
Gerek Nusra Cephesi müslümanların,
Gerek El Kaide denilen bir kısım müslümanların,
Ve gerek genelde dünyadaki müslümanların desteğini alamamıştır.
Eğer IŞİD dünyadaki müslümanlarla "itidal" ya da "vasat" düzlemde anlaşabilseydi, daha da genişler ve daha da güçlenir ve daha da muarızlarına karşı başarı sağlayabilirdi.
Ama IŞİD kesinlikle bu tutumundan vazgeçmiyor.

İşid güzel mücadele verdi...Ama kaybetti...Neden?...Çünkü sevmeyi bilmiyorlardı...Müslümanların sevmesi gereken her varlığı ya şirk ya da şirkte gördü...Sonuç kendi kalplerinin kasiyetinde boğuldular...

Nerede ecdadın tasavvuf ahlakı ile mücadele ederek zaptettiği BOSNA?...(Bosna o zaman hıristiyandı...)

Nerede İŞİD'in her önüne gelen cami-türbe-insan topluluğunu imha ederek zaptettiği Suriye-Irak coğrafyası...(Burası müslüman ahali olmasına rağmen çuvalladılar...)

Kaç gün tutundular?...Daha yıl olmadı...Ecdad 500 sene bir onbaşı ile yönetti o toprakları...
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
IŞİD'in müslümanla bir derdi yoktur, açıkçası benim de IŞİD'le bir derdim yoktur. Onların içinde yaşasam da bir sıkıntının olacağını sanmıyorum. Çünkü, onların bulunduğu çember içersinde Kur'an ve Sünnet hakimdir. Neden benim için bir sıkıntı olsun ki?
Lakin, Tağut'ların hukukun yönetiminde bulunan müslümanlar, hayatlarını problemsiz rahatlıkla devam ettirmeleri IŞİD nezdinde biraz problem arzediyor. Ve bunun gibi hususlar.
Bir de IŞİD ne cami düşmanıdır, ne de müslüman düşmanıdır.
Türbe düşmanı da değildir lakin Peygamberimiz'in sağlığında uygulaması ne ise kabirler noktasında, IŞİD'in yaptığı da odur.
Zaten birçok müslümanın IŞİD'e düşman olması Kur'an ve Sünnet bağlamında değildir,
Tapındıkları aracıları ve de kutsal kıldıkları tapınakları bağlamında IŞİD'e düşmanlıkları vardır.
Çünkü bu halde olanlar Peygamber'e ve O'nun uygulamasına da düşmanlarıdırlar.

NOT: Peygamber günümüzde yaşasaydı türbeleri lağveder ve mezarlıklara ziyareti de yasaklardı bir zaman...
Bu uygulama IŞİD'i rahatsız etmezdi ama,
Allah'a yaklaşmak için aracıları olanlar ve kabir etrafında kalın kalın beton duvarları kutsayanlar için bu büyük problem teşkil ederdi. Bu da Peygamber'e düşmanlığı da beraberinde getirirdi.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir


NOT: Peygamber günümüzde yaşasaydı türbeleri lağveder ve mezarlıklara ziyareti de yasaklardı bir zaman...

Peygamber günümüzde yaşasaydı yahudilere savaş ilan ederdi. Haçı kırardı.


Sendeki bu ışid sevgisi nerden geliyor anlamış değilim. Senin itikadını ışidçiler bilse kafanı keserler ve o kafanla top oynarlardı.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Kafirlerle Kıyamet'e kadar savaş vardır...

Ya iman edecekler ya da öldürülecekler...

Yahudi'ler ise ehl-i kitap'tır...

Onlar "cizye" verecekler ve hayatlarını idame ettireceklerdir...

IŞİD bu incelikleri senden benden iyi bilir...

Türbenin betondan kutsanmış kalın duvarlarından bilgi neşet etmiyorlar...

---))))
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Müslümanlar arasında icra edilen bir husus Din'de ve Peygamber'in sünnet'inde yoksa,

O olmayan şey müslümanlar arasında,

Dini bir rtüel (gerekli bir husus) olmaya adım atacaksa,

Ya da,

Dini bir rtüel, inanç ya da dinin bir parçası haline gelmişse,

Elbet o şey bid'at'tir ve derhal yasaklanmalıdır...

NOT:

Peygamber bugün yaşasaydı doğum günü kutlamalarını lağvederdi...

Yani IŞİD'in uygulamasına hayret etmek gerekmiyor itaat etmek gerekiyor...

Bizler de itaat ediyoruz...
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Kafirlerle Kıyamet'e kadar savaş vardır...

Ya iman edecekler ya da öldürülecekler...

Yahudi'ler ise ehl-i kitap'tır...

Onlar "cizye" verecekler ve hayatlarını idame ettireceklerdir...

IŞİD bu incelikleri senden benden iyi bilir...


Işid yahudilerden cizye mi alıyor? Yahu sen nasıl cami imamı oldun?
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Bir müslüman topluluk kendi bulunduğu zemin içersinde, etraftaki düşmanlardan canını kurtarmaktan emin olamazken ve onlarla an be an savaşırken, Yahudi'lerden cizye nasıl alacaktır?

Sınırları genişletebilirse onu da göreceksin,

Genişletemez de, cem'an şehit düşerlerse ve o topluluk biterse ona da yapacak bir şey yoktur duadan başka...

İnşallah o günleri de görürüz...

Tabi ki "cihad" IŞİD'e de emredilen bir şey değildir...

Bizlere de emredilen bir şeydir...

Her şeyi IŞİD'ten beklemeyelim...
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir



Peygamber bugün yaşasaydı doğum günü kutlamalarını lağvederdi...


Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine’ye geldiğinde oradaki Yahudileri oruçlu olarak buldu ve onlara:

−‘Bu ne orucu?’ diye sordu.
Yahudiler:
−Bu salih bir gündür. Allah-u Teâlâ İsrâiloğullarını düşmanlarından bu gün kurtardı. Bu sebeple Musa (Aleyhisselam) bu gün oruç tutmuştur, dediler.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Biz Musa’ya sizden daha yakınız!’ dedi.
Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) dedi ki:
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o gün oruç tuttu ve insanlara da oruç tutmalarını emretti!”
İbni Mace’de ki hadiste ise Yahudiler şöyle demişlerdir:
“Bu gün, Allah-u Teâlâ’nın Musa (Aleyhisselam)’ı kurtardığı ve Firavun’u (denizde) boğduğu gündür. Musa (Aleyhisselam)’da bu gün, şükür olarak oruç tutmuştur.”
Ebu Davud’da ki hadis ise Yahudiler şöyle demişlerdir:
“Bu gün, Allah-u Teâlâ’nın Musa (Aleyhisselam)’ı Firavun’a üstün kıldığı gündür.”

Buhari Fethu’l-Bâri 2004, İbni Mace 1734, Ebu Davud 2444, Darimi 1766


Benim için Efendimiz sav. doğduğu gün hayırlı bir gündür. Senin için Efendimizin sav. doğuşunun bir önemi olmayabilir.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Tabiki şunu da ifade edelim:
Bizim sevgimiz Müslümanlaradır. Bu da imanımızın bir gereğidir. Dolayısıyla, "falan"a sevgi bağlılığımız bunun bir gereğidir.
Ne parti tutuyoruz ne de futbol takımı anlamsız ve manasız yere.
Kendisini Müslüman olarak tanımlayan ve Allah'ın Dini'ni de yeryüzüne hakim kılmaya çalıştığını ifade eden bir topluluktan bahsediyoruz,
Ne yapalım bu topluluğu, kafir mi kılalım, kafirlere karşı düşmanlığımızı mı ikame edelim, bunlar Allah düşmanı, Kur'an düşmanı mı diyelim,
Sadece Müslüman oldukları için ve Allah yolunda mücadele verdikleri için imanımın bir gereği olarak seviyorum.
Başka da bir şey yoktur.
Zaten yukarıdaki yazımda da ifade ettim, bizim cenahımızdan ifrat bulduğumuz şeyler IŞİD cenahında da ikame ediliyor, neden böyle yapıyorlar dedik, tasvip etmedik ama,
Bizim içinde bulunduğumuz durumun doğruluğunu da, mutlak manada bilen Allah'tır,
Onların içinde bulunduğu ve bizim cenahımızdan "ifrat" olarak ifade edilen durumlarını da, mutlak manada Allah biliyor...
Bu bilgiyi Kıyamet'te öğreneceğiz, inşallah mahzun olmayız dedik...
Evet IŞİD nice Müslümanları "şunlardan sebep" kafir olarak itham ediyor... (Bir te'vil sözkonusu)
Biz bunun yanlış olduğunu ifade ediyoruz, ama nihayetinde mutlak manada doğru Allah katındadır...
Allahü Teala Müslümanlara "birlik" ihsan eylesin...
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Tabiki şunu da ifade edelim:
Bizim sevgimiz Müslümanlaradır. Bu da imanımızın bir gereğidir. Dolayısıyla, "falan"a sevgi bağlılığımız bunun bir gereğidir.
Ne parti tutuyoruz ne de futbol takımı anlamsız ve manasız yere.
Kendisini Müslüman olarak tanımlayan ve Allah'ın Dini'ni de yeryüzüne hakim kılmaya çalıştığını ifade eden bir topluluktan bahsediyoruz,
Ne yapalım bu topluluğu, kafir mi kılalım, kafirlere karşı düşmanlığımızı mı ikame edelim, bunlar Allah düşmanı, Kur'an düşmanı mı diyelim,
Sadece Müslüman oldukları için ve Allah yolunda mücadele verdikleri için imanımın bir gereği olarak seviyorum.
Başka da bir şey yoktur.
Zaten yukarıdaki yazımda da ifade ettim, bizim cenahımızdan ifrat bulduğumuz şeyler IŞİD cenahında da ikame ediliyor, neden böyle yapıyorlar dedik, tasvip etmedik ama,
Bizim içinde bulunduğumuz durumun doğruluğunu da, mutlak manada bilen Allah'tır,
Onların içinde bulunduğu ve bizim cenahımızdan "ifrat" olarak ifade edilen durumlarını da, mutlak manada Allah biliyor...
Bu bilgiyi Kıyamet'te öğreneceğiz, inşallah mahzun olmayız dedik...
Evet IŞİD nice Müslümanları "şunlardan sebep" kafir olarak itham ediyor... (Bir te'vil sözkonusu)
Biz bunun yanlış olduğunu ifade ediyoruz, ama nihayetinde mutlak manada doğru Allah katındadır...
Allahü Teala Müslümanlara "birlik" ihsan eylesin...

Hah şöyleee.
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com



VEHHÂBÎLİK DİNİ ve ORTAYA ÇIKIŞI


İbn-i Teymiyye (1263-1328):

Vehhâbîlik dininin fikir olarak ortaya çıkması, Hicrî 661, Milâdî 1263 yılında Harran'da doğan İbn-i Teymiyye ile başlamıştır. Asıl adı Ahmed bin Abdülhalim olup, İbn-i Teymiyye lâkabıyla şöhret bulmuştur.
Tatarların zulmünden dolayı âilesiyle birlikte Şam'a geldi. Babası Abdülhalim kısa zamanda Şam'da parmakla gösterilmeye başlandı. Şöhreti her tarafa yayıldı. Şam'ın en büyük camiinde vaaz ve ders kürsüsü vardı.
İbn-i Teymiyye küçük yaşlarda Kur'an-ı kerim'i ezberledi, daha sonra Hadis tahsiline yöneldi. Kısa zamanda tahsilini tamamladı. Henüz yirmi yaşına varmadan geniş mâlumat ile şöhret bularak ders okutmaya ve fetvâ vermeye başladı. Babası ölünce de onun yerine geçti. Bütün gözler kendisine çevrilmişti. Bir çok hayranı ve taraftarı oldu.
Başlangıçta İslâm şeriatını ihyâ ve İslâm'a karışan hurafeleri temizlemek gayesiyle ortaya çıkmıştı. Şu kadar var ki bazı itikadî ve amelî meselelerde cumhûr-u ulemâya, büyük müçtehidlere muhalefet etti. Salâhiyeti umumiyetle kabul edilmiş bulunan nüfuzlu şahsiyetleri çürütmeye çalıştı. Cami minberinde: "Ömer bin Hattab bir çok hatalar yapmıştır." dediği gibi, Muhyiddin İbn-ül Arabî -kuddise sırruh- ve İmam-ı Gazâlî -kuddise sırruh- gibi büyük zâtlara şiddetli hücumlarda bulunmuştur.
İmam-ı Süyutî onun hakkında:
"İbn-i Teymiyye kibirli bir adamdı. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek ve büyüklerle alay etmek âdeti idi." demiştir.
Allah-u Teâlâ'nın dinini kendisinin düzelttiğini, Kur'an-ı kerim'in mânâsını sadece kendisinin anlamış olduğunu söyleyen İbn-i Teymiyye; ehl-i sünnet âlimlerinin Kur'an-ı kerim'i ve Hadis-i şerif'leri yanlış anladıklarını iddiâ edecek kadar ileri gitmişti.
Sâlih kullar ve evliyâullah vasıtasıyla Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmanın İslâm'da yeri olmadığını iddiâ etmiş, eserlerinde şiddetle tenkit etmiştir. Yaşayan kullar vasıtasıyla da Allah-u Teâlâ'ya yakın olunamayacağı, onlardan yardım istenemeyeceği gibi, kim olursa olsun, ölenlerin de vasıta olunamayacaklarını ve kendilerinden yardım istenemeyeceğini söylemiştir.
İbn-i Teymiyye sâlih kulların ve peygamberlerin kabirlerini, Allah-u Teâlâ'ya yaklaştıracaklarını ümit ederek ziyaret etmenin câiz olmadığını iddiâ ettiği gibi; "Resulullah Aleyhisselâm'ın kabrini teberrüken ziyaret etmek caiz değildir." demiştir.
Allah-u Teâlâ'nın bir cihette bulunduğuna, Arş-ı âlâ'nın kadim olduğuna kaniydi. Derinleştirdikçe isabetsizliği meydana çıkan bazı içtihatları da vardı.
Sapık fikirleri haddi aşınca Mısır'da iki defa hapse atıldı. Görüşlerinde isabet edemediği, bir çok âlimlerin tenkitleriyle sübut bulmuş, dalâlete düştüğü vesikalarla ispat edilmiştir.
Yaşadığı devirde büyük bir fikir hareketi meydana getirmiş, etrafında büyük bir çevre edinmiş, etkisini kendisinden sonraki nesillerde de devam ettirmiştir.
Hakiki âlimler tarafından "Beynel-ulemâ muallâk adam" diye anılan İbn-i Teymiyye, 1328 yılında ölmüştür.

Muhammed bin Abdülvehhâb (1703-1792):
Muhammed bin Abdülvehhâb 1703 yılında Arabistan'ın Riyad şehrine yetmiş kilometre uzaklıkta bulunan Uyeyne köyünde doğdu. İlk tahsilini kadı olan babasından aldı, daha sonra Mekke ve Medine'de tahsiline devam etti. Bu tahsili esnasında İbn-i Teymiyye'nin akâid ve fıkha dâir eserlerini ciddiyetle incelemiş, onun çarpık görüşlerinin etkisi altında kalmış, katı bir taassupla büyük bir bağlılık göstermiştir. Daha sonra da kendisini müçtehid zannedip çıkmıştır.
Mekke ve Medine'yi merkez edinerek çalışmaya başladığında pek ciddiye alınmadığı için Basra'ya geçti. Babası Abdülvehhâb bin Süleyman iyi bir müslümandı, çevresinde âlim olarak tanınıyordu. Oğlunun bozuk fikirler yaydığını görünce karşı çıktı, peşinden gidilmemesini var kuvvetiyle halka duyurmaya çalıştı.
İbn-i Abdülvehhâb birçok yerler dolaştıktan sonra tekrar doğum yeri olan Uyeyne'ye geldi. Oranın emiri olan Osman bin Hamd ile yakınlık kurdu ve onu kendisine inandırarak görüşlerini kabul ettirdi, altıyüz kişilik gücünden faydalandı. Daha sonra Uyeyne'nin mühim bir ismi haline geldi. Etrafında kendisini dinleyen ve destek veren büyük bir kalabalık çevrelendi.
İbn-i Abdülvehhâb kendi sapık görüşlerini yaymak için "Kitabu'l-Tevhid" adında bir kitap yazmıştır.
Kendine uymayanları kılıçla yola getirmek gerektiği üzerinde duruyordu. Ona göre bu hususta her türlü baskı uygulanabilirdi.
İbn-i Abdülvehhâb sadece sapık fikirlerini yaymakla kalmıyor, bunları zorla kabul ettirmeye çalışıyordu. Bu durum halkı korku ve endişeye sevketti. Bunun üzerine o civarın kuvvetli kabilelerinden biri olan Hâlid oğullarının reisi Süleyman bin Üreyir'e başvurarak yardım istediler. O da Uyeyne emiri Osman'dan İbn-i Abdülvehhâb'ı oradan sürmesini istedi.
İbn-i Abdülvehhâb orada barınamayarak Riyad'a yakın bir yer olan Der'iyye'ye yerleşti. Oranın emiri ve en nüfuzlu adamı Muhammed bin Suûd ile anlaştı ve işbirliği yaptı. Böylece görüşlerine siyasi bir güç kazandırmış oldu. Bu işbirliğinden Vehhâbî isyanları doğdu. İsyancılar Osmanlılar'dan bağımsız olarak kendi inanç ve düşüncelerine göre şekillenen bir devlet kurmak istiyorlardı. İbn-i Abdülvehhâb sapık fikirlerini yaymak için sağlam bir maddî desteğe kavuşurken, Muhammed bin Suûd da kendi nüfuzunu genişleterek Arap yarımadasına sahip olmak için fırsat elde etmiş oldu.
Arabistan topraklarının Osmanlı idaresinde olduğu dönemde bu bölgede Vehhâbî dininin temeli 1744'te işte böyle atıldı. Hicaz bölgesini istilâ ederek, oraları abluka altına aldı.
İbn-i Abdülvehhâb Der'iyye'de sapık fikirlerini yaymaya başladı, orada dersler düzenledi. Komşu kabilelerin emirlerine mektuplar yazarak fikirlerini aktardı.
Bu sapık adam kendisine uyanlara "Muvahhidler" adını veriyor, kendisine uymayanları "Hak dine girmeyenler" olarak görüyordu. Vehhâbîlik dinini resmen bu şekilde yaydı ve bu noktada ilâhlık dâvâsında bulundu.
Halkın dalâlete düştüklerini, tarikata girme ve benzeri şeyler yüzünden tevhidin bozulduğunu, bu gibi kimselerin müşrik olduğunu ileri sürerek kan ve mallarının kendisine inananlara helâl olduğunu, onları kılıçla yola getirmenin gerektiğini ilân etti.
Bölge halkına ganimet vaad eden bu sapık fikirler Necd bölgesinin halkına cazip gelmişti. Bu bölge asırlardır bir çok sapıklıklara sahne olmuştu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den sonra peygamberlik iddiâsıyla ortaya çıkan Müseyleme'tül-Kezzab, Secah, Tüleyhâ, Esved'ül-Ansî gibi sahtekârlar bu bölgede ortalığı karıştırmışlar, taraftar bulmuşlardı. Bölge daima isyancı grupların merkezi olmaya devam etmişti. Halk yağmacılığa, talana, isyan etmeye, baş kaldırmaya her zaman için meyilli idiler. Çok yaygın bir cehâlet hüküm sürüyordu.

O bölgede pek çok kanlı baskınlar yapıldı. Vehhâbîliği kabul etmeyenler kılıçtan geçirildi, elde edilen malların beşte biri ganimet olarak hazine adı altında Muhammed bin Suûd ve avânesine ayrıldı, kalanı ise savaşa katılan süvari ve yaya çapulcular arasında ikili-birli bölüştürüldü. Bu durum doğrudan doğruya Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a karşı açılan bir başkaldırmadır. Vehhâbilik dinine girenleri himâye etti, İslâm dininde olanların mahvına çalıştı.
İşte bu Vehhâbî bozmalarının bu yaptıklarından bazılarını örnek olarak gösteriyorum, müslüman olan bunu yapar mı?
Dikkat edin, kâfirden almıyorlar, müslümanları öldürüp yağmalıyorlar. Ne acı, ne büyük zulüm, ne büyük cehalet.
Bununla bir kâfirin arasında ne fark görebilirsin? O da kâfir, o da kâfir! Vehhâbîlik dinini savunanların kâfir oldukları buradan da görülebilir.

Abdülaziz bin Muhammed bin Suûd:
İbn-i Abdülvehhâb'ın başlattığı bu hareket, Muhammed bin Suûd vasıtasıyla siyasi bir cephe kazandığı için hızla yayıldı. Muhammed bin Suûd pek çok toprak ele geçirdi. Onun 1766'da ölümünden sonra bu toprak kazanma işi ve Vehhâbî isyanlarının askerî ve siyâsî liderliği oğlu Abdülâziz bin Muhammed bin Suûd tarafından devam ettirildi. Bu adam da babasından daha büyük heyecanla İbn-i Abdülvehhâb'a bağlandı.
Abdülaziz bin Muhammed Vehhabîler'in ikinci reisidir. Başa geçtikten sonra, babasının siyasetini takip ederek Vehhâbîlik dinini yaymak için otuz yıl Orta Arabistan'daki muhtelif kabilelerle mücadele etti, çok büyük katliamlar yaptı, pek çok müslümanın canına kıydı. Sözle, kitapla ve mektuplarla başlayan hareket; kılıçla, silâhla sıcak savaşa dönüştü.
1802 yılında Kerbelâ'yı yağmaladılar, Hazret-i Hüseyin -radiyallahu anh-in türbesinin damını yıktılar, mücevherlerle süslü olan sandukasını alıp götürdüler ve bölge halkını vahşice katlettiler.
O tarihlerde Osmanlı Devleti'nin dış düşmanlarla savaş hâlinde olması ve zayıflamaya başlaması ve İngilizler'in de yardım ve teşvikleriyle bozguncu düşünceler halk arasında yayıldı. Kimileri bulundukları bölgelerde etkili oldular, İslâm'a ve müslümanlara büyük darbeler vurdular.
Vehhâbîler kendi inancında olmayanları küfürle itham ettikleri için Hâricîler'e benzemektedirler. Kendi fikirlerine olan zıt fikirleri İslâm'ın dışında olarak kabul ettiler, o fikirde olmayanları tekfir ettiler. Kanlarının mübah olduğunu, mallarının ganimet olarak alınabileceğini, kâfirlere yapılan muameleyi yapmanın onlar için de bahis mevzuu olduğunu söylediler.

Suûd bin Abdülaziz:
Muhammed bin Abdülvehhâb'ın 1792 yılında ölmesine rağmen Vehhâbî hareketi durmadı, hatta daha da hız kazandı. Osmanlılar'ın devlet otoritesinin zayıflığından istifade eden Vehhâbîler, Basra Körfezi civarında hâkimiyet kurdular.
Abdülaziz bin Suûd bin Muhammed'in ölümüyle onun yerine geçen Suûd bin Abdülaziz, sınırlarını genişletmek için saldırılarını artırdı.
Vehhhâbîler 1803-1806 yılları arasında Tâif, Medine ve Mekke'yi ele geçirdiler.
İlk olarak Tâif'i kuşattılar ve ele geçirdiler, şehir yağmalandı. Burada pek çok müslümanı, kadın çocuk demeden acımasızca şehit ettiler. Tekke, zâviye, türbe nevinden her yeri yıktılar. Ele geçirdikleri Tefsir, Hadis ve diğer ilimlerle ilgili pek çok kitabı parçaladılar. Vehhâbî askerleri çok câhil oldukları için, Kur'an-ı kerim'leri diğer kitaplardan ayırt edemediler ve paramparça yaptılar. Bazı Âyet-i kerime'lerin nakşedilmiş bulunduğu tezhipli Kur'an-ı kerim cilt derilerinden çarıklar yapıp ayaklarına giydiler. Öyle ki koca Tâif şehrinde üç tane Kur'an-ı kerim'le bir takım Buhârî-i şerif kaldı.
Bunu bir müslüman yapabilir mi? Asla bir müslüman bu zulmü yapmaz.
Vehhâbîler Tâif'ten sonra Mekke'yi ele geçirdiler. Resulullah Aleyhisselâm'ın, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhüm- Hazerâtının doğdukları evleri, orada bulunan bütün kubbe ve türbeleri yerle bir ettiler. Ehl-i sünnet âlimlerinden çoğunu sebepsiz yere astılar. Ehl-i sünnet inancında sebât etmek isteyenleri tehdit ettiler.
Suûd bin Abdülaziz Cumâ hutbelerinden halifeye yapılan duâyı kaldırttı.
Tevbe sûre-i şerif'indeki:
"Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktirler. Onun içindir ki bu yıllarından sonra artık Mescid-i haram'a yaklaşmasınlar." (Tevbe: 28)
Âyet-i kerime'sini delil göstererek müslümanları müşrik saydığını ilân etti ve yedi sene Mekke-i mükerreme'ye sokmadı.
Vehhâbîler kalabalık yerlere tellâllar çıkartarak: "Suûd bin Abdülaziz'in dinine girin!" diyerek müslümanları İbn-i Abdülvehhâb'ın görüşlerini kabule zorladılar.
Görülüyor ki doğrudan doğruya İslâm dinine cephe aldı, Vehhâbîliği bir din olarak kabul etti.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)
Buyurduğu halde Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a karşı geldi, Kitabullah'ı inkâr etti ve kendi dinini ilân etti.
Ey Vehhâbî bozmaları! Buna bir itirazınız var mı? Bunu hangi Âyet-i kerime ve hangi Hadis-i şerif'le izah edebilirsiniz?
Bütün bu zulümler olurken, Vehhâbîler'e karşı savaşan Şerif Galip, Osmanlı Devleti'nin yardım göndermemesine, Hicaz bölgesinin Vehhâbîler'in eline geçmesine ve Haremeyn halkının eşkiyanın esaretine düşmesine çok üzülüyordu. Bir yandan da hâlâ yardım geleceği ümidini besliyor, hatta Suûd bin Abdülaziz'i tehdit etmekten geri durmuyordu.
Ancak bütün bu tehditler Suûd'un zulmünü azaltmadı, aksine gurur ve kibrini daha da artırdı.
Bundan sonra Vehhâbî ordusu Medine'ye yöneldi. Suûd bin Abdülaziz, Medine halkına bir mektup yazarak, asırlardır hak din üzere olan müslümanları kendi dinine dâvet etti. Medine halkı bu mektup üzerine hayli korktularsa da müsbet veya menfî bir cevap veremediler. Bunun üzerine Vehhâbîler Medine üzerine yürüdüler ve halkı muhasara ederek aç ve susuz bıraktılar. Kendi görüşlerini kabul ederlerse onları affedeceğini söylediler. Onlar da başka çare kalmadığından ve en azından oyalamak için onun bu ağır tekliflerini kabul ettiler.
Vehhâbîler ilk iş olarak Medine'de ne kadar kubbe varsa hepsini yerle bir ettiler. Her türbenin kubbesini de o türbenin türbedârına yıktırdılar. Ancak halkın galeyanı üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in mübarek mezarı üzerindeki Kubbe-i hadrâ'yı bıraktılar.
Abdülaziz bin Suûd Medine halkına hitaben yaptığı küfür dolu konuşmasının bir noktasında:
"Peygamber'in kabri başında önceleri olduğu gibi durarak, tâzim için salât-ü selâm getirmek çirkin bir davranıştır ve çirkin bid'atlardan olduğu için Vehhâbî diyanetince yasaktır." dedi.
Ben de diyorum ki bunu diyen müşriktir.
Zira Allah-u Teâlâ:
"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber (Muhammed)e çok salât ve senâ ederler.
Ey iman edenler! Siz de ona salât-ü selâm getirin ve tam bir teslimiyetle gönülden teslim olun." (Ahzâb: 56)
Âyet-i kerime'si ile Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine Zât-ı akdes'inin ve meleklerin salât-ü selâm getirdiğini duyuruyor ve ümmet-i Muhammed'e emir buyuruyor. Bu kâfir ise böyle söylüyor, bu Âyet-i kerime'yi inkâr ediyor. Kendi dinini kuvvetlendirmek için Allah-u Teâlâ'nın emrini hiçe sayıyor, hakikatin yerine bid'atları yerleştirmek istiyor. Bundan ötürü şirk koşmuşlardır ve müşrik olmuşlardır.
Medine halkı bu zulümlere sabrediyor, Vehhâbîler'i oyalamaya çalışıyordu. "Hilâfet-i İslâmiye merkezinden elbette asker gönderirler." diye düşünüyorlardı. Tam üç sene sabırla beklediler, asker gelmeyince İstanbul'a bir heyet gönderdiler. Fakat görüştükleri kimseler, durumu padişaha etraflıca bildirmediler. O sıralarda da devletin başında bir hayli gâile vardı, bunun içindir ki bu mühim husus ile ilgilenemediler.
Vehhâbîler 1811 yılında kuzeyde Halep'den Hint okyanusuna, Basra Körfezi ve Irak sınırından doğuda Kızıldeniz'e kadar yayıldılar.
Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti Vehhâbîler'in bir tehlike olmaya başladığını farketti, bunlara bir "Hâricî" hareketi olarak bakıldı. Bastırmak için çabalar gösterildi, Mısır ve Bağdat valilerine emirler verildi.
Osmanlı padişahı İkinci Mahmud, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'yı bu tehlikeyi bertaraf etmesi için görevlendirdi. Kavalalı, 1812-1813 yılında oğlu Tosun emrinde Vehhâbîler'in üzerine bir ordu gönderdi. Bu ordu Mekke-i mükerreme, Medine-i münevvere ve Tâif'i Vehhhâbîler'in elinden kurtardı.
Daha sonra Kavalalı bizzat kendisi, Abdullah bin Suûd'un üzerine yürüdü. Vehhâbîler her ne kadar direndilerse de, 1814'te Abdülaziz'in âni olarak ölümü üzerine bozguna uğradılar, kuvvetleri dağıldı.
1818'de Kavalalı'nın kumandanı İbrahim Paşa Der'iyye'ye giderek isyancıları bastırdı. Muhammed bin Abdülvahhab'ın oğlu Der'iyye kadısı Süleyman'ı da öldürdü. İbn-i Abdülvehhâb'ın diğer oğlu Ali de Hacc'da yakalanarak öldürüldü. Abdülaziz'in yerine geçen oğlu Abdullah'ı ve çocuklarını yakalayarak İstanbul'a gönderdi. Bunlar 17 Aralık 1819'da burada idam edildiler. Böylece Vehhâbîler'in ilk dönemi kapanmış oldu.
Ancak Vehhâbî hareketi durmadı. Savaştan kaçıp kurtulmayı başaran Suûd hânedânından Türkî bin Abdullah, Vehhâbî kuvvetlerini toplayarak Necd bölgesinde yeniden faaliyete geçti. Riyad'ı başşehir yaparak 1821'de ikinci Vehhâbî devletini kurdu.

Bu yönetim başlangıçta askeri hareketlerle, 1843'ten sonra da Osmanlı Devleti'ne tâbi olmayı kabul ederek 1891'e kadar ayakta kalmayı başardı.

II. Abdülaziz bin Suûd'dan Bugüne:
1891'de dağılan bu yönetimi uzun bir mücadeleden sonra Suûd hânedânından II. Abdülaziz bin Suûd 1902 yılında yeniden toplayarak Riyad merkezli Vehhâbî yönetiminin kuruluşunu ilân etti.
II. Abdülaziz, Arabistan yarımadasında gücünü artırmak için İngilizler'le işbirliği yaptı. Sonraki yıllarda Arabistan'ın diğer bölgelerini de ele geçirerek topraklarını genişletti. Abdülaziz 26 Aralık 1915'te İngiltere ile özel bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bağlı olan bölgelerin mutlak hükümdarı olarak tanındı. İngilizler de muazzam paralarla bunlara destek sağladı. Anlaşmaya göre Abdülaziz'in ele geçirdiği toprakların kesin yönetimi ona âit olacak, ondan sonra da yönetim çocuklarına geçecekti. Ancak bu toprakların yöneticileri hiçbir şekilde İngiltere'nin aleyhinde olmayacaklardı.
Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti'nin aleyhine sonuçlanması üzerine, İngilizlerin de araya girmesiyle Osmanlı Devleti 1918 yılı sonlarında Medine'den çekildi. Vehhâbîler bundan sonra, Hâşimîler'in elinde kalan Mekke, Medine, Cidde ve Tâif'i ele geçirdiler. Abdülaziz bin Suûd 1926 yılının Ocak ayında "Necd ve Hicaz kralı" olarak kabul edildi. 17 Mayıs 1927'de İngilizler'le yapılan Cidde anlaşmasından sonra tam olarak bağımsız hâle geldi.
18 Eylül 1932'de Abdülaziz bin Suûd, ünvanını "Suûdî Arabistan Kralı" olarak değiştirdi. 4 Kasım 1953'de ölümüne kadar da Arabistan kralı olarak yaşadı. Krallığı boyunca Vehhâbî zihniyetini canlandırmak için çalıştı.
Onun arkasından oğlu Suûd bin Abdülaziz kral oldu. Onun 2 Kasım 1964'te ölümünden sonra yerine kardeşi Faysal bin Abdülaziz geçti. Onun 13 Haziran 1982'de ölümünden sonra da yerine kardeşi Fahd bin Abdülaziz geçti. Fahd, kardeşleri ile arasındaki saltanat rekabetinde Amerika'dan destek gördü ve krallığa geçmesinden sonra bu memleketi tamamen Amerika'nın güdümüne soktu. O'da ölünce yerine kardeşi Abdullah geçti.
Hülasâ-i kelâm; Vehhâbîlik sadece Arap yarımadasında kalmamış, kısa zamanda harice de taşmıştır. Hacc için bu bölgeye gelenler Vehhâbîlik'ten etkilenmişler, memleketlerine dönünce bu sapkın fikirleri yaymaya çalışmışlardır.

Sözümüz Araplar'a Değil;
İslâm Dininden Çıkmış, Dinini Kurmuş Vehhâbîler'edir.

Ulemâ-i kiram'dan Muhammed İbn-i Âbidîn -rahmetullahi aleyh- Hazretleri Vehhâbîler'in hakkında "Reddül-Muhtar" adlı eserinde buyurur ki:
"Zamanımızda Abdülvehhâb'a tâbi olanlar Necid'den çıkarak Harameyn'e musallat olmuş, Hanbeli mezhebinin yanısıra, edindikleri bazı itikatlarla ancak kendilerinin müslüman olduklarını, muhaliflerinin müşrik olduklarını iddia etmiş, ehl-i sünnet ile savaşı ve ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mübah saymışlardır." (Cilt: 4, sh: 262)
Bunu bir müslüman yapar mı? Aslâ yapmaz!
Mâlikî ulemâsından Es-Sâvî -rahmetullahi aleyh- Hazretleri de Celâleyn Tefsiri'ne yaptığı Şerh'in ilgili bölümünde şöyle buyurur:
"İbn-i Abdülvehhâb ve mukallidleri: 'Lâ ilâhe illâllâh, Muhammedün Resulullah' diyen Ehl-i sünnet'i kendi rey ve te'villeriyle tekfir ettiklerinden dolayı Hâricî zihniyetindedirler."
Bunların içyüzlerini öğrenin, müslüman olup olmadıklarının kararını siz verin!
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Ümmetim benden sonra yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bir fırka müstesna, diğerleri hep ateştedir.
Onlar kimlerdir Yâ Resulellah?
Benim ve Ashab'ımın yolunda olanlardır." (Ebu Dâvud)
Kurtuluş ise tek bir fırkadadır. Onlar da Hazret-i Allah'ın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın emrine tâbi olanlardır.
Bu müjde; ona inanmış, onun yolunu seçmiş olanlara, onun izinden ayrılmayanlara âittir. Öyle ki ona kendinden fazla inanmış, onun yolunu beğenmiş, hüve hüve o yoldan gidiyor.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:
"Andolsun ki İblis onların aleyhindeki zannını gerçekleştirdi.
Müminlerden bir fırka hariç olmak üzere hepsi ona uydular." (Sebe: 20)
Sayıları az da olsa sapıklığa karşı çıkan, şeytana ve nefsin arzularına muhalefet eden bir zümre her zaman için mevcuttur. İşte bu bir fırkanın mevcut olması sebebiyle bu dalâlet üzerine gidilebiliyor.
Görünüşte bunlar da müslüman. Fakat bunlar Resulullah Aleyhisselâm'ın yolunda değil. Yetmiş üç fırkanın yetmiş ikisi cehennemlik olduğuna göre, Hadis-i şerif aynen tezahür etmiş oluyor.
"Bunlar da müslüman!" demeyin. Hadis-i şerif'e bakın, karar verin.
Onlar zaten ümmet olmayı bile kabul etmiyorlar, Ümmet-i Muhammed fırkasından olmaya bile râzı değiller.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Daha önce hem kendileri sapmış, hem de birçoklarını saptırarak doğru yoldan ayrılmış bir topluluğun hevâ ve heveslerine uymayın." (Mâide: 77)
İşte iman ile küfrün, hak ile bâtılın ayırım noktası budur.
Onun içindir ki bu hususta sizi uyarıyorum. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerle gerçeği ispat ediyorum.
Bu kadar izah ve ispattan sonra Hakk'tan sapar onlara meylederseniz, ateşin size dokunacağını katiyetle bilin! Şayet imanınız varsa!
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Zulmedenlere meyletmeyin, sonra size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım da görmezsiniz." (Hûd: 113)
Kendilerinde zulüm bulunan kimselere meyletmek insanı ateşe götürürse, zulmü kökleşmiş olanlara eğilim duymanın, üstelik tamamen meyletmenin neticesini düşünmek gerekir.
Diğer bir Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"Yoksa siz de onlar gibi olursunuz." (Nisâ: 140)
Onlardan hiçbir farkı kalmaz. Çünkü kişi sevdiği ile beraberdir.
Dünyada hemhâl oldukları gibi, cehennemde de beraber bulunacaklardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah'ın nimetini nankörlükle karşılayanları ve (peşlerine taktıkları) toplulukları helâk olacakları yere, yaslanacakları cehenneme götürenleri görmedin mi?" (İbrahim: 28)
İnsanları saptırıp yoldan çıkaranların, dinden diyanetten mahrum bırakanların büyük bir azaba uğrayacaklarında şüphe yoktur.
Fakat Allah-u Teâlâ'nın kendilerine verdiği aklı kullanmayıp, dinin ilâhî beyanlarını dinlemeyip, bu gibi saptırıcıların gösterdikleri çıkmaz yollara sapan kimseler de onlar gibi azaba müstehak olmuşlardır.
Kendilerini mazur göstermeye asla salâhiyetleri olamaz.
Bütün bu çalışmalarımız, çabalarımız ehl-i hakikatın dalâlete düşmemesi, sizin tuzağınıza, sizin batağınıza batmaması içindir.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Seni yalanlarlarsa de ki:
Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım." (Yunus: 41)
İşte bu Âyet-i kerime size cevap veriyor.
Bizim beyanlarımız aslâ Ehl-i sünnet vel-cemaat olan Araplar'a değildir. Onlara saygı ve sevgimiz sonsuzdur. Zira ben de Arab'ım, Resulullah Aleyhisselâm'ın aslındanım ve onun yolundayım.

Sözümüz Araplar'a değil; İslâm dininden çıkmış, dinini kurmuş vehhâbîleredir.
Kaynak:http://www.hakikat.com/dergi/239/bsyz239.html


 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
"Allah katında yegane Din, İslam'dır..."

"Kim İslam'dan başka bir Din ararsa, o merduttur (Allahü Teala katında reddedilir..."

Ayetlerden öğrendiğimize göre, tek bir Din vardır O da İslam'dır...

Vahhabilik Dini..? Böyle bir dini kim kurmuş ki..?

Hanefilik... Şafiilik... Hanebeli... Maliki...

Bunlar da din mi..???

Ne çok din varmış böyle, ne kadar cahil kalmışız..?
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
(((__meftun__))) öldürülen tüm müslümanlarında günahı senin boynunadır.

""Reddül-Muhtar" adlı eserinde buyurur ki:
"Zamanımızda Abdülvehhâb'a tâbi olanlar Necid'den çıkarak Harameyn'e musallat olmuş, Hanbeli mezhebinin yanısıra, edindikleri bazı itikatlarla ancak kendilerinin müslüman olduklarını, muhaliflerinin müşrik olduklarını iddia etmiş, ehl-i sünnet ile savaşı ve ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mübah saymışlardır." (Cilt: 4, sh: 262)"

Çocuklarada zorla vehhabi saçmalıklarınızı öğretiyorsunuz.Kalpleriniz kas katı.

Bunların islamı nasıl bilmedikleri bakın nasıl meydandadır.
IŞİD tek gözlü bebek fotoğrafıyla 'Deccali bulduk' dedi
http://www.internethaber.com/isid-tek-gozlu-bebek-fotografiyla-deccali-bulduk-dedi--746133h.htm

Ne ayetden ne hadisden haberiniz var.Deccali bilmiyorsunuz tasavvufu nereden bileceksiniz?

NİSÂ SÛRESİ

93. Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.

Siz sizden olmayını kafir görüyor,müşrik sayıyor ve hertürlü zalimliği,zorbalığı yapıyorsunuz.Böyle bir inanç mı olur?
Var mı sizden başka bukadar müslümanı öldüren?İsrail orada yolunuzumu şaşırdınız?Kafirleri öldürüyorlarmış size göre herkez kafir kendinizden başka... Kafirleri değil sizin işiniz müslümanlarla.Geçmişten bu güne bu görülüyor.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
IŞİD'in komutanı da ben oldum... Ama bu nasıl komutan ki, evinde PC önünde "www.ihvanforum.org"ta bir şeyler paylaşıyor...

İnsanlar neden zıvanadan çıkar bilen var mı..???
 

alitufan2003

Profesör
Katılım
27 Ağu 2013
Mesajlar
1,370
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
Yalova
IŞİD Mes'elesi
IŞİD müntesipleri müslümandır... Mü'mindir... Ve Kur'an ve Sünnet merkezlidirler...

Bu IŞİD zihniyetinin Kur'an ve Sünnet merkezli diye açıklanması, hele ki imam olduğunu söyleyen bir kimse tarafından dile getirilmesi gerçekten GARABET'tir.
Madem IŞİD Kur'an ve Sünnet Merkezli;

1-) “Kim bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir kimseyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Mâide: 32)
ayeti kerimesi ortadayken nasıl olur da silahsız insanları katleder? Haksız yere bir başkasının hayatını alan veya ölümüne sebep olan kimse, yalnızca bir kişiye zulmetmekle kalmamış, aynı zamanda insan hayatının ulvîliğini ayaklar altına almış, bu hususta başkalarına da cesaret vermiş, Allah-u Teâlâ’nın gazabını haketmiş olur.

2-) “Kim bir mümini kasden öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânetlemiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisâ: 93)
Bedir muharebesine iştirak etmiş bulunan Mikdâd bin Amr -radiyallahu anh- Hazretleri bir gün Cenâb-ı Fahr-i Kâinat - sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e gelerek:"Yâ Resulellah! Ben bir kâfirle karşılaşıp vuruşsam, o benim iki elimden birisini kılıcı ile vurup koparsa, sonra benden kaçıp bir ağacın arkasına sığınsa da, 'Ben Allah için müslüman oldum.' dese, ben onu tevhid kelimesini söyledikten sonra öldürebilir miyim?" dedi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz "Hayır! Öldüremezsin!" cevabını verdi.
İkinci olarak "Fakat yâ Resulellah! O ellerimden birini kesti, kopardı da sonra tevhid kelimesini söyledi!"
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Sakın onu öldürme! Eğer onu öldürürsen, sen onu öldürmeden evvel ne durumda isen, o kimse de senin durumunda olur. Sen ise onun söylediği tevhid kelimesini söylemezden evvelki durumunda olursun." buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1573)

Ayet-i kerime ve hadis-i şerif'ler de açıkca kelime-i şehadet getirenlerin malı'nın, ırzının emin olması gerektiği emredilmişken, bunların kelime-i şehadet getirenleri kesmeleri HANGİ DİNE göredir?

3-) İbni Ömer -radiyallahu anh-den şöyle rivayet edilmiştir:
"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in katıldığı gazvelerden birinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Rasûlullah (s.a.v.) bunun üzerine kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakladı." (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd)
Hergün haberlerde oradaki masum çocuk ve kadınları kurşuna dizerek öldürdüklerini görüyoruz...

4-) "Allah'ın adı ile yola çıkın, Allah'ın dini için savaşın, ihtiyarları öldürmeyin." buyurdu. (Ebu Davud)
Yaşlıları da aynı şekilde işkence ile öldürüyorlar...

5-) "Kabirleri ziyaret ediniz. Zira ahireti hatırınıza getirir." (İbn-i Mâce)
Kabir ziyareti peygamber efendimizin emr-i şerif'i dir. Bunlar ise kabir düşmanı!!!


PEKİ,
Kimdir bu IŞİD?


Hazret-i Ali -radiyallahu anh- devrinde ortaya çıkan ilk dalâlet fırkasının devamıdır!!!
Onun ordusundan ayrılarak kendilerinden olmayan herkesi tekfir eden ve İbn-i Mülcem adlı fedailerine Hazret-i Ali -radiyallahu anh-i şehid ettiren HARİCİ'lerdir. Bunların en temel özelliği ise
"Bizden olmayan müslüman değil, canı, malı, ırzı helâldir" zihniyetiyle her türlü harama irtikab etmeleridir.
Aynı zamanda İSRAİL'in taşeronudur.
Çünkü İSRAİL'in temel planı: Etrafını çevreleyen İslâm ülkelerinin,devleti yıkılmış, ordusu çözülmüş, birlik ve beraberliğini kaybetmiş; aşiretler, gruplar düzeyine indirgenmiş memleketler haline gelmesini sağlamak!!!
BOP da GOP da budur...Bunu görmemek hem ahmaklık, hem de gafilliktir!!!

 
Üst