İrlandanın çözüm sürecinde can alıcı notlar ....

Kaçak

Yeni
Katılım
21 Ara 2012
Mesajlar
8,416
Tepkime puanı
896
Puanları
0
15-20 Şubat’ta Democratic Progress Institute (DPI) ile gerçekleştirdiğimiz Dublin ziyaretinde İrlanda barışını konuştuk müzakere masasının aktörleriyle. Mübarek Cuma Anlaşması’na varan sürecin izini daha önce de Kuzey İrlanda’nın başşehri Belfast’ta sürmüştük.
Kısaca özetlemek gerekirse, 16. yüzyılda İngiliz ve İskoçların İrlanda adasına gelip buradaki Katolik halka zorla hükmetmeye kalkışmasının açtığı yaralar yüz yıllardır devam ediyor. 1916 Nisan ayındaki Paskalya başkaldırısının ardından gelen baskı döneminde, İrlandalı Gönüllüler IRA (Irish Republican Army, İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu) çatısı altında örgütlenip mücadeleye başladılar. 1921’de Katolik Güney İrlanda, İrlanda Bağımsız Devleti adıyla özgürleşti ama Birleşik Krallığa bağlı kalan Protestan Kuzey, çatışmalar içinde kaldı. Binlerce insan hayatını kaybetti, yüzlerce kişi cezaevlerinde mahpusluğu tattı. Rakamlar nüfusa oranlandığında bu durum ateşin ve acının her eve düşmesi demek.

İrlanda adası topluca Birleşik Krallığın bir parçasıydı, halk ayrı bir parlamento ve özerklik istiyordu ama kimse buna aldırmadı. Adaletsizlikler diz boyuydu. Katoliklere ikinci sınıf muamelesi yapılıyor, konut, iş, eğitim ve sağlık imkânlarından Protestanlar gibi yararlanamıyorlardı, hatta oyları bile eşit değildi. İşadamlarının iki oy hakkı vardı ve çoğu Protestan olduğundan büyük bir eşitsizlik çıkıyordu ortaya.
Dinlediğimiz politikacılar ve sivil toplumdan uzmanlar acılarla ayaklanmalarla dolu bir tarihten başlattılar konuşmalarını. I. Dünya Savaşı’nın sağladığı karmaşa ortamında Katolik İrlandalıların Easter Ayaklanması’nı (Paskalya Ayaklanması) gerçekleştirdiğini, İngilizler önderlerini öldürünce de bir bilinç yükselmesiyle halklaştıklarını söylüyorlar.
Baskılar ve şiddet, hareketin büyümesine ve bir bağımsızlık savaşına dönüşmesine yol açmış. Burada Kuzeyde Katolik, Güneyde ise Protestan olmak azınlık olarak kötü hissetmenize yol açabiliyor.
Aslında baştan 1921’de ülkenin ikiye bölünüp yarısına bağımsızlık verilmesi hataydı. Kuzey krallığa bağlı kaldı ama cebirle. Polis teşkilatı göz açtırmayıp çeşitli haksızlıklara yol açtı. Ekonomik olarak da Protestanlara göre daha kötü durumdaydı Katolikler. Sonunda halk örgütlenerek Sivil Haklar Hareketini kurdu. ABD’deki Martin Luther King hareketinden esinlendiklerini söylüyorlar ve eşit haklar talep ediyorlardı.
Bu hareket şiddetle bastırılmak istenince karşı militanlık başladı ve yüz yıldır pasif bir şekilde var olan IRA aktive oldu, 1969’da etkin hale geldi. Bu durumda insanlar ister istemez etnik ve dinsel gruplara ayrılarak kendi mahallelerinde oturmaya başladı. Mülteci sorunu olmamıştı ama onun yerine duvarlar inşa edildi mahalleler arasında. İronik biçimde Barış Duvarı dense de aslında halkın dilinde kargaşa duvarı.

Çatışma zamanlarında yaşanan olayların nasıl açıklandığı çok önemli, tek bir anlatı yaratmak çok zor ve gerekli de değil. İnsanların kendi hikâyelerini nasıl anlatması gerektiğini dikte edemezsiniz, herkes ne yaşadığını kendi zaviyesinden anlatacaktır.
Bu kirli savaşta bir mahallenin iki ucundaki insanlar birbirini öldürüyordu. 1922-60 arasına “karmaşa dönemi” deniliyor. Kuzey İrlanda’da 35 yıl süren iç çatışmada dört bine yakın insan hayatını kaybetmiş, 300 bin insan yaralanmış, sayısız insan cezaevlerinde ömür tüketmiş. Kuzey İrlanda nüfusunun 1.5 milyon olduğunu göz önüne alırsak durumun vahameti ortaya çıkar. Bazı parlamenterlerin kıyasladığı gibi ABD nüfusunda söz konusu olsa 4 milyon insanın ölümü demekti ki çok ağır bir rakam. Şiddetten etkilenmemiş insan ve aile yok bu durumda. Herkes ağır bilançodan payını almış.
Kralcı paramiliterlerle IRA arasında gizli açık görüşmeler var bu arada. Sonunda eski militanlardan şimdinin saygın parti lideri Gary Adams’ın dediği gibi savaş sonsuza kadar kimse ötekini yenemeden sürüp gidebilirdi. Sonunda açlık grevlerinin mezhep cinayetlerinin kilit aktörleri “kazanmak” yerine barış istemeye başladılar.
1994’te ilk barış konuşmalarının ardından IRA ve İngiliz destekli paramiliter güçler karşılıklı şiddeti durdurmaya karar verdiler. Sonuçta kazanan hiç kimse yoktu ve şiddet herkese kaybettiriyordu. Peki, “terörist” diye tanımlanan insanlarla kim konuşacaktı? Devlet konuşamazdı Glencree Barış ve Uzlaşma Direktörü William Devas’a göre. Arabulucu üçüncü şahıslar gerekliydi, görüşmelere ılımlı Katolik ve milliyetçilerden başlamışlar, onlar da IRA’nın radikal kanatlarına ulaşmayı ve ikna etmeyi başarmıştı.
Bu noktaya gelene kadar nice görüşmeler olmuş. Mesela yetmişlerde herkesin kendi şiddetine özgürlük savaşı ötekine terör dediği zamanda, bir rahip, Adams’la iletişim kurarak konuşmaya başlamış. Kurulan ikili ve çoklu özel gizli buluşmalar yıllar aldı. 1981’de Maze Hapishanesi’nde açlık grevi başlatan Boby Sand’in hayatını kaybetmesi çatışmaları da görüşmeleri de yeniden ateşledi.

1998’deki Mübarek Cuma Anlaşması’na (Good Friday Agreement) ulaşmak hiç kolay olmadı. Bu masanın müzakerecilerinden dinlediğimiz detaylar bütün tarafları masaya oturtmanın ve birbirleriyle aralarına kan girmiş insanları müzakerede tutmanın nasıl ince çabalarla ve büyük bir sabırla gerçekleştiğini gösteriyor.
Bu anlaşmanın maddelerinin temelinde, silahların bırakılması, iktidarın paylaşılması, Kuzey Güney arasındaki ilişkinin ilkeleri, İngiltere’yle ilişkilerin mahiyeti, medeni haklar meselesi olsa da en büyük sonuç çatışmanın büyük ölçüde sona ermesi ve yeni kuşakların görece şiddetsiz bir ortama doğması. Halka şiddet uygulamış olan Protestan polis teşkilatı silah bırakmada ve yeniden yapılanmada isteksizdi. Masadaki IRA’ya karşılık da Gerçek IRA (Real IRA) adlı bir gurup şiddete devam ediyordu.
Barış imzalanmasına ve halk referandumla bunu onaylamasına rağmen olaylar kısmen 2006’ya kadar sürdü. Maddelerin uygulanması 10 yıl aldı. Kuzey İrlanda, İrlanda Cumhuriyetinin parçası olmak, öte yandan İngiliz vatandaşlığının avantajlarından da yararlanmak istiyordu özetle. Durum karmaşık olduğundan çözüm de karmaşık olmak zorunda. Barış sürecinin sonunda taraflar yenme ya da yenilme hissine kapılmamalı.
İrlanda’da silahsızlanmayı denetlemek üzere uluslararası bağımsız bir komisyondan yardım alındığını da hatırlatmak lazım. Finlandiya, Güney Afrika, İngiltere, Amerika ve Kanada gibi ülkelerden deneyimli insanlar hakem olmuş.
Cumhuriyetçiler ve Birlikçiler hâlâ var. Kuzey’de referandum yapıldı ve İngiltere’ye bağlı kalma kararı alındı. İttifak Partisi (Alliance Party) ise halkın tercihi neyse onu desteklemek felsefesi üzerine çalışıyor. Faili meçhuller burada da var ve bunun için ciddi bir soruşturma komisyonu kurulmuş. Halkın ölümler hakkında bilgi edinme hakkı ve bilgi akışı için kurumlar var. Cinayet işlemiş de olsa iki yıldan fazla yatanlar için genel af çıkarılmış ki bu da aslında oldukça travmatik mağdurlar için.
Cuma Anlaşmasının pekiştirilmesi için 23 Aralık 2014’te imzalanan Stormont House Anlaşması’na göre, suçların araştırılması için bir organ kurulacağı yazılı. Özellikle de polisin öldürdüğü insanlar hakkında. Polis teşkilatında daha önce taraf olmuş insanlar görev yapamaz kaidesi getirildi. Şu an barışa karşı şiddeti savunanlar karmaşık bir yapı içinde, aralarında akaryakıt kaçakçıları, uyuşturucu tacirleri bile var.
Geçmişte birbirini düşman bilen insanların diyaloga girmesi esastı ve amaç herkes için istediğini söylediği, sesinin duyulduğunu bildiği bir yapı inşa etmekti. En radikal kişiler bile kendilerini başkalarını dinlerken onların endişe ve korkularına eğilirken buluyordu artık. İstenen de buydu zaten, ötekinin hakikatine eğilmeyi sağlamak. Hayatta kalan kim varsa, eski savaşçılar, kurbanların yakınları, sesleri marjinalize edilmiş olanlar, kilise grupları, gençler hepsi diyaloga katılmış süreç içinde.
“Karşılıklı canavarlaştırma ancak iletişimle son bulur ve siz sadece insanla barış yapabilirsiniz” diyor Devas. İlişkilere insaniyet kazandırmak için, geçmişi, acıları ama aynı zamanda okul taksiti, konut sorunu olan insana ulaşmaktı mesele. Sürekli çatışmayla nereye kadar gidebilirsiniz?
Konuşmalardan kısa notlar:
Kevin Kelly (İrlanda Cumhuriyeti Dış İlişkilerde Çatışma Çözümü Direktörü) :
Siyasi müzakerelerin zemini sivil toplum çalışmalarıyla kurulmuş olmasa anlaşma olmazdı, STK’ların toplumda yarattığı titreşim çok önemli. Masaya oturan hiç kimse tarafsız değildi, tarafsız olması gerekmez. Birbirine güven bile şart değil. Tartışmaları kolaylaştıranlara güven yeterli. Zamanla dürüst ve samimi olanlar arasında güven gelişir. Haiti’de katıldığım bir çözüm masasında odada sembolik boş tek sandalye bulunduruluyordu. Barış masasına henüz oturmamış guruplardan gelen olursa, yerinin hazır olduğunu simgelemek üzere. Geçmişle hesaplaşmada başarısızlığımız var ama artık polis şiddetini, bombaları bilmeyen bir nesil yetişiyor. Sadece çapraz müzakereler değil grup içi konuşmalar da önemliydi. Yaşlılar gençlere aktarıyor ve acılar miras bırakılıyor. Barış da miras. Tarihimizde sömürgecilik ve çatışma var ama barış ve müzakere süreçlerinin tarihi de bizim bir parçamız artık. Çok taraflılığa duyduğumuz bağlılık bizi ayakta tutuyor. Sürdürülebilir bir barış için kadınların çabası kilit önemde. Bunu ihmal ettik ve yeterince kapsayıcı olmamakla hata yaptık. Sürece 70’ler, 80’ler 90’lar diye devam etmeli, hiç bırakılmamalı. Çatışma farklılıklardan değil saygısızlıktan çıkmıştı, saygı önemli.
Liz O’Donnell (İrlanda Dışişleri Bakanlığı’nda İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı, anlaşmalarda müzakereci) :
Şiddetin ortasında hükümetlerin barış müzakerelerini yürütmesi cesaret ve özveriyle mümkün olabildi. Ateşkese rağmen süreç bombalarla kesilebiliyordu. Mümkün bir anlaşmanın mümkün taslaklarını inşa ederken taslak yapma ustası olmuştuk. İllegal faaliyetlerle sürekli kesintiye uğratılmak istenen çatışma çözümlerinden mükemmellik beklememek gerekir. Bazı tutukluların serbest bırakılması ve müzakerelere katılması önemliydi. İkili üçlü küçük görüşmeler çok etkili oldu ve daha özel bir ilerleme sağlandı. Sonuçta seçimler olacak ve taraflar rekabet edecekti, korkular tehditler kilitlenmeler arasında insanlar dinlemeyi öğrenmeyi öğrendi. Sivil toplum kuruluşları bile birbirinin rakibiydi. Fakat silahları bırakmayıp pazarlık için kullanmak isteyenlere karşı anlaşma yapılmadan silahlar bırakılmalı diyenler çoğunluktaydı. İnsanlar temsil ettikleri insanların taleplerinin ötesine geçemiyor, karşı tarafın yerine kendini koyup düşünme çabası zaman aldı. Bunun için çok uzun çılgın konuşmaları bile dinledik saatlerce. Süreçte halka her şeyi anlatamadık. Yalpalayan savrulan bir otobüste durumun ne kadarını yolculara anlatmalısınız?
Sonuçta başlangıçta hiç kimsenin birbirine güvenmediği hatta birbirine arkasını dönerek oturmaya çalıştığı kötü davrandığı bir müzakere masasından söz ediyoruz ve buradan hiç kimsenin endişelenmeyeceği bir anayasa zemini oluşturmaya çalışıyoruz. Her şey hakkında anlaşma sağlanana kadar hiçbir şey hakkında anlaşma sağlanmış sayılmazdı. Fakat sonunda politikadan çok tarih ve yaşanmışlıklar belirleyici oldu.
Anlaşmanın hemen ardından kendini Gerçek IRA olarak tanıtan bir grup bomba patlatmıştı ve pembe tül yırtıldı. Yanlış mı yaptık düşüncesi dolaştı ama harekette bölünme olursa elde olan şey yine terörizmdi. Neyse ki siyasi bir etkisi, halk arasında destekçisi yoktu artık bu hareketin. Cezaevinden serbest bırakılanlar arasında suç işleyip tekrar girenlerin oranı çok düşük ve bu önemli.
Bertie Ahern (İrlanda Eski Başbakanı, müzakereci) :
1962’de ortaya çıkan Sivil Haklar Hareketi’nin, Birlikçiler tarafından şiddetle ezilmesi liderin öldürülmesi çok kötü sonuçlar doğurdu. Küçücük Kuzey İrlanda sokaklarında 50 bin İngiliz askeri dolaşıyordu. 1985’te bir girişim olmuştu barış için ama şiddete başvuranlar masaya alınmadığından bu kendi kendine konuşmadan ve tabandakilerin sesini dışlamaktan başka bir şey değildi. Şiddet devam etti ve kurucusu olduğum İrlanda Cumhuriyetçi Parti’den (Irish Fiana Fail)arkadaşım Albert, şiddete dahil olanlarla 1994’te gizli görüşmeler yapmaya başladı. Süreç bir ileri bir geri şeklinde ilerlediğinden “tik- tak” adını vermiştik. Sonunda 1997’de şekillenen anlaşmaya kilise görevlileri, sendikacılar, akademisyenler, sivil toplum örgütleri herkesin emeği geçti. Zihinlerde oluşan bütün düşüncelerin toplandığı eşik atlatan bir belgeydi. IRA ve Kralcılar ateşkes ilan etti. Bu arada IRA Londra’yı bombalayınca iki kişi öldü ve moraller bozuldu. Sekiz ay boyunca şiddet ve müzakere iç içeydi.
ABD’den, Libya’dan gemilerle modern ve karmaşık silahlar geliyordu. Bir yandan da iyi bir yargıç olan Amerikalı senatör sıkı kolaylaştırıcı olarak müzakereleri yönetiyordu. Gerçekten tarafsız ve dirayetli davrandı. 1998’deki anlaşma 2007’de ancak uygulamaya girebildi ve o günden beri Kuzey İrlanda barışı yaşıyor. Politikacılar şiddeti konuşmak yerine sağlık refah konut refah istihdam gibi konulara eğilebiliyorlar. İrlanda’da sabah çocuğunu okula bırakan şefkatli baba akşam bir parka bomba koyabiliyordu. Bu şekilde devam edilemeyeceğini göstermek gerekliydi ve insanlar karşı tarafı sevmiyor bağışlamıyor olsalar da barışa şans vermek istedi.
Kore, Kıbrıs, İspanya, İran çatışmalarında da görev yaptım. Çözülemeyecek çatışma olmadığına inanıyorum. Önemli olan “geminin yüzmeye devam etmesi” ve masadan kalkmamak. Fakat Ortadoğu’da İsrail “gemiyi sallayan”, çatışma çıkaran taraf. BM faydasız bir kurum hiçbir şeyi sonuca bağlayamıyor, NY’da sıkışıp kalmış diplomatlar tamamen bloke olmuş vaziyette. Bize hiç el uzatan arayan olmadı, ne zaman ki anlaşmayı yaptık, Kofi Annan beni aradı kutladı. Anlaşmadan sonra IRA liderleri aileleri neredelerse orada kalmaya devam ettiler ve bir kısmı işlerine döndü. Liderler de adada yaşıyor. Çok az sayıda insan tekrar suç işledi. Onlara nerede yaşamaları gerektiğini söyleseydik bu anlaşma olmazdı.
İspanya’daki görüşmelerde hükümete “insanlar şiddeti durdurup normal hayat mı sürsün yoksa başka ülkelere gidip komplolara devam mı etsin?” dedim. Doğu Timor tecrübesinde de çatışan insanların adadan çıkartılmaya çalışılması büyük bir şiddet patlamasına sebep oldu.
***
Yazıyı Gary Adams’la noktalamak istiyorum. Onu İrlanda Parlamentosu’nda izlemek güzeldi. Kimsenin tecrübesi, çatışması birbirine benzemediği ve derin farklılıklar içerdiği için çözümler de farklı olacaktır. Fakat insanlar birbirinin deneyiminden yararlanabilir ve bu çok değerli, yaşanmış deneyimlerden yararlanmak lazım. Adams’ın babası daha 17 yaşındayken IRA’ya katılmış, kendisi de yoksulluk içinde büyümüş. Vurulmuş, hapis yatmış, işkence görmüş ve siyasi çözüm ve barış için mücadele vermiş sonunda.
Adams’a göre ancak silahlar susunca krizin kilidi açılıyor ve konuşmaktan kaçanlar savaşa ortak oluyor. Kısır döngüye giren savaşlarda artık büyük resmi görme imkânı kalmadığından yıkım sürüyor. Hapse düştüğünde ona işkence eden İngiliz asker, bir karşılaşmada özür dileyince o da affetmiş. Kendisi birçok suçlamayla karşılaştı ama bütün çözümlerde insanı aşan sırlar, pişmanlıklar, acılar olabilir, mahrem bir alanı mutlaka vardır yaşanan süreçlerin.


Yazar: Yıldız Ramazanoğlu
 
Üst