Netanyahu ve İngiltere’nin tehlikeli 'büyük oyunu'
İsrail çok acımasız bir devlet.
Filistinlilerin terörist devlet tanımlamasını hak ediyor.
IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri-İsrail ordusunun adı) eski komutanlarından General Dan Haluts, bir keresinde,
“Nokta hedefli suikastlar İsrail’in terörle mücadelesinde en etkili yöntemdir” demişti.
Gazze’de gazeteci olarak bulunurken, Hamas güçlerinin bir infazına şahit olmuştum.
Meydanda kurşuna dizdikleri bir adamın göğsüne Arapça “İsrail ajanıdır” yaftası etiketlenmişti.
Meğer bu tip ajanlar, örgüt yöneticilerinin araçlarını lazer pointer türü aletlerle işaretliyor, İsrail hava kuvvetleri de bu işareti baz alarak o araçları füzeyle vuruyormuş.
İsrail bu yöntemle yüzlerce FKÖ veya Hamas yöneticisini öldürdü.
İranlı nükleer Fizikçi
Muhsin Fahrizade’nin 27 Kasım’da Tahran yakınlarındaki alçak bir pusuda öldürülmesi de bana o suikastları hatırlattı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, başıbozuk Amerika’yı yularından tutmuş istediği yöne sevk ediyor.
Biden gelmeden İran ile bir savaş çıkartmanın yollarını arıyor.
Yahut da, İran’ın olası bir nükleer anlaşmayla masaya oturmasını engellemek hedefi.
Tehlikeli bir oyun oynadığı kesin.
Fahrizade öyle sıradan bir bilim adamı değildi.
İran’ın nükleer programının başındaki isimdi.
Resmi adı “Müdafa-i Araştırma ve İnovasyon Kuruluşu” olan askeri birimin başındaydı yıllarca.
Bu suikast, ABD’nin İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’yi Irak’ta öldürmesi kadar önemli bir olay.
İran’ın nükleer enerji programına eylemli olarak karşı çıkan tek ülke var. O da İsrail...
2012’de İran’ın önde gelen fizikçilerinden
Mustafa Ahmet Ruşen, aracına konulan bir bomba ile öldürülmüştü.
Kasım 2011'de İranlı füze uzmanı General
Hasan Mukaddem, Tahran dışındaki Bid Bani üssünde meydana gelen patlamada öldürüldü.
Temmuz 2011'de, motosikletli silahlı kişiler, İran Atom Enerjisi Örgütü üyesi
Daryuş Rızainejad'ı öldürdü.
Kasım 2010'da arabasına yerleştirilen bir bomba, İranlı nükleer mühendis
Macit Şehriyari’nin ölümüne yol açtı.
Ocak 2010'da evinin önünde patlayan bir bomba, İranlı nükleer bilim adamı
Mesud Ali-Mohammadi'yi öldürdü.
Fahrizade, 2010’dan bu yana öldürülen 6. nükleer fizikçi oldu.
İran yönetimi bu işin arkasında İsrail’in olduğundan emin.
Zaten İsrail de zımnen kabullendi.
Ancak bu kez CIA ne kadar bu olaya karıştı, orası muallak.
Normalde Mossad ile CIA kan kardeşler gibi her işte ortaktır.
Ancak ABD’de iç karışıklık ve seçim tartışmaları bitmeden böylesi bir oldu bittiye Amerikan gizli servislerinin karışması ancak farklı yollarla mümkün.
Yani Trump CIA’ye böyle bir emir verebilir. Ama gidici bir başkanın savaş çıkarabilecek bir ‘oldu bittisine’ Amerikan güvenlik yapısı ne kadar uyar bunları bilemiyoruz.
Batı medyası, suikastı İsrail'in yürüttüğü tek taraflı bir operasyon olarak betimliyor. New York Times yazmış:
“
Hedef bu muydu? İstihbarat yetkilileri, cinayetin arkasında İsrail'in olduğuna dair çok az şüphe olduğunu söylüyorlar - ülkenin casus teşkilatı Mossad'ın kesin zamanlanmış bir operasyonunun tüm özelliklerini taşıyordu. Ve İsrailliler bu görüşü bozacak hiçbir şey yapmadı. Netanyahu'nun bu saldırıda ikinci bir gündemi var. O da Biden'ın önceki nükleer anlaşmaya geri dönüşünü engellemek".
Ortada kesin olan bir şey var ki, o da Netanyahu’nun Biden yönetime gelmeden önce provokasyon peşinde olduğu.
Aslında bu sadece Netanyahu’nun da planı değil. ABD’deki Ziocon ekipler, (Siyonist ve Neocon artı Evanjelist) bu kumpası çok önceden planlamış da olabilir.
Brookings Enstitüsü’nün 2009 tarihli raporuna bakarsak bu söylediklerim daha da net anlaşılır.
Rapordan alıntılıyorum:
“…
ABD'nin İran provokasyonunu hava saldırılarını başlatmadan önce gerekçe olarak göstermesi çok daha tercih edilir. Açıktır ki, İran eylemi ne kadar çirkin, daha ölümcül ve ne kadar kışkırtıcı olursa, Amerika Birleşik Devletleri'nin durumu o kadar iyi olacaktır. Elbette, dünyanın geri kalanı bu oyunu anlamadan ABD'nin İran'ı böyle bir provokasyona sevk etmesi çok zor olacak ve bu da onu baltalayacaktır. (Bir miktar başarı olasılığı olan bir yöntem, Tahran'ın alenen veya hatta yarı açık bir şekilde misilleme yapacağı ümidiyle, gizli rejim değişikliği çabalarını hızlandırmak olabilir ve bu, daha sonra İran'ın kışkırtılmamış bir saldırısı olarak tasvir edilebilir.”
Görüldüğü gibi Brookings adeta İsrail hizmetinde çalışıyor. Rapordan devam ediyorum:
“
Benzer şekilde, İran'a karşı herhangi bir askeri operasyon muhtemelen dünya çapında pek popüler olmayacak ve uygun uluslararası bağlamı gerektirecektir - hem operasyonun gerektireceği lojistik desteği sağlamak hem de geri dönüşü en aza indirmek için. Uluslararası itirazı en aza indirmenin ve desteği en üst düzeye çıkarmanın (ancak, isteksiz veya gizli) en iyi yolu, yalnızca İranlılara mükemmel bir teklif verildiğine dair yaygın bir kanaat varken vuruş yapmaktır; teklif o kadar iyi ki, yalnızca nükleer güç olmaya azimli bir rejim bunu geri çevirirdi. Bu koşullar altında, Amerika Birleşik Devletleri (veya İsrail) operasyonlarını öfkeyle değil, üzüntüyle alınmış olarak tasvir edebilir ve uluslararası toplumdan en azından bazıları, İranlıların çok iyi bir anlaşmayı reddederek bunu “kendi başlarına yaptıkları” sonucuna varabilir.”
11 yıl önce açıkça bir provokasyon planı yapılmış.
İsrail, son dönemde Suriye ve Lübnan’daki tahrikleri de arttırdı.
Cuma günkü suikastin hemen öncesinde, 18 Kasım’da da İsrail hava kuvvetleri, Suriye’nin başkenti Şam’ın güneyindeki İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah güçlerinin bulunduğu bölgelere hava saldırısı düzenledi.
Suriye resmi Haber Ajansı SANA, saldırıda 3 kişinin öldüğünü bildirdi.
Şimdi konuyu buradan başka bir noktaya getireceğim. Karabağ’a...
KARABAĞ ZAFERİ VE BÜYÜK OYUN
Azerbaycan’ın Türkiye desteğinde 44 günlük savaşla Ermeni güçlerini işgal altındaki Karabağ’dan kovalaması büyük bir zaferdi.
Herkes yorum yaparken, kazananları; Türkiye, Azerbaycan ve dolaylı olarak Rusya, kaybedenleri ise Ermenistan ve (Soros) ABD olarak değerlendirdi.
Ancak orada jeopolitik olarak bir başka kazanan/kaybeden ikilisi daha vardı.
Kazanan İsrail ve İngiltere, kaybeden ise İran olmuştu.
Zaten beni rahatsız eden bir şey vardı Azerbaycan cephesinde.
İsrail’in Bakü’ye verdiği aşırı destek.
Tüm haberlerde Bakü’de sallanan Türk ve Azerbaycan bayraklarının yanı sıra İsrail bayrakları da gördük.
İsrail’in askeri teknolojik desteği konuşuldu.
Peki bu işin arkasında ne vardı?
1-İran’ı içeriden çökertmek için Güney Azerbaycan kartı. İran’daki Azerileri ayaklandırıp Azerbaycan’a katmak için girişilecek bir operasyon.
2- Azerbaycan ve Nahçıvan arasında açılan yeni koridor. Bu yeni “Türk Koridoru” ile Orta Asya ve Uzak Asya’ya giden yoldaki ticaret kavşağı olan İran, bu özelliğini yitirebilir.
Her iki gelişme de Türkiye’nin lehine, İran’ın aleyhine.
Yani öyle bir plan yapılmış ki, 2003’teki Irak işgali gibi bir hataya düşülmeden, yani Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermek bir yana, Türkiye’yi de bu işten faydalandıran bir kurgu hazırlanmış.
Birinci maddeden başlayalım isterseniz. Yani Karabağ’daki savaşın gidişatından.
Fransız gazeteci Thierry Meyssan, bu kurgunun planlayıcısının İngiltere olduğunu ileri sürüyor:
“
Dağlık Karabağ savaşını planlayan Pentagon, İngiliz müttefikleri tarafından geride bırakıldı. Ancak büyük güçlerin hiçbiri bunun yol açacağı ölümler konusunda endişelenmedi. Dahası, Londra ve Ankara tarihi ittifaklarını tazelerken, Washington ve Moskova hiçbir şey elde edemedi, Georges Soros ve Ermeniler ise çok şey kaybetti.”
Buraya şunu da not düşeyim: Bu Thierry Meyssan Suriye’de yaşayan bir Ermeni dostudur. Türkiye ve Tayyip Erdoğan’ı düşman olarak kabul etmektedir. Ancak donanımlı bir gazeteci, anti emperyalist ve analiz yeteneği güçlüdür.
“
19. yüzyıl boyunca Britanya ve Rus İmparatorlukları, Kafkasya’nın ve tüm Orta Asya’nın denetimini ele geçirmek üzere şiddetli bir rekabete girdi. Tarihteki bu serüven İngiltere’de “Büyük Oyun” ve Rusya’da “Gölgelerin Turnuvası” olarak bilinir.”
Meyssan, bu yeni büyük oyunun kurucusu olarak da tanıdık bir ismi işaret ediyor. Türkiye’de iken attığı Türkçe twitlerle ‘Beşiktaşlı’ olarak ‘çok sevilen’ eski Büyükelçi
Richard Moore...
“
İngiltere’nin mevcut Başbakanı Boris Johnson, biyografi yazarı da olduğu Winston Churchill’in emperyal politikalarının devam ettiricisi olmak istemektedir. Geçen günlerde ordularını modernize etmeye yönelik büyük bütçeli bir planı kamuoyuna açıkladı. “Büyük Oyun”u yeniden başlatmak için 29 Temmuz 2020’de Foreign Office’in genel müdürü Richard Moore’u, MI6’nın (dış istihbarat servisi) başkanı olarak atadı. Daha önce Majestelerinin Ankara Büyükelçisi olarak görev yapmış olan Moore, çok iyi Türkçe konuşmakta ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile dostluk bağı bulunmaktadır. Yeni görevini, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’a saldırmasından ancak dört gün sonra, 1 Ekim’de devralmıştır.”
Affınıza sığınarak bu önemli iddiayı, noktası virgülüne dokunmadan burada göstermek istiyorum:
“
Richard Moore’un oynadığı kilit rol: Richard Moore, Müslüman Kardeşler cemaatı aydınlarının yirmi beş yıldır eğitim gördüğü Oxford İslami Araştırmalar Merkezi’nin (Oxford Center for İslamic Studies) hamisi olan Prens Charles’ın kişisel dostudur. Eski Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu merkezin yöneticisidir.
Richard Moore, Ankara Büyükelçisi (2014-2017) olarak cemaatin hamisi olması yolunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanındaydı. Moore aynı şekilde, İngilizlerin 2014’te Suriye’ye karşı yürütülen savaştan çekilmesinde de rol oynadı. Londra, sömürgeci heveslerle bulaştığı, ancak ABD’nin emperyal operasyonuna (Rumsfeld/Cebrowski stratejisi) dönüşen bir çatışmayı sürdürmek niyetinde değildi. Richard Moore, Mısır ve Türkiye’yi içeren bir ziyaret turuna başladı. 9 Kasım’da (yani Rusya’nın Karabağ’da ateşkes ilan ettiği gün) Cumhurbaşkanı el-Sisi ile görüşmek üzere Kahire’de ve 11 Kasım’da Ankara’daydı. Resmi olarak açıklananlara göre, eski dostu Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilmedi, sadece Ak Saray’da onun sözcüsü ile görüştü.”
Meyssan, Soros ile İngiltere çelişmesine de dikkat çekiyor:
“
Devletler Soros’a güvenmiyor: Washington, Dağlık Karabağ’daki Azeri-Türk savaşında yem olarak düşündüğü, Cumhurbaşkanı Armen Sarkisyan ve George Soros’un adamlarından biri olan Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’a güvenebileceğine inanıyordu. George Soros, kendi siyasi gündemini takip eden, ancak CIA ile uyum içerisinde çalışan bir Amerikan spekülatörüdür. Ne var ki İngilizler Soros ile aynı ilişkiye sahip değildirler. Soros servetini sterline karşı gerçekleştirdiği büyük bir operasyona borçludur (Kara Çarşamba 16 Eylül 1992), bu nedenle ona “İngiliz Merkez Bankası’nı yıkan adam” denmektedir.”
Bu arada geçenki yazımda Katar ile Rothschild ilişkilerini anlatmıştım. Şunu vurgulamakta yarar var: Rothschild finans imparatorluğu ağırlıklı olarak İngiltere merkezlidir. Amerika ile araları çok iyi değildir. Rothschild’ların en büyük rakipleri Amerikalı Rockefeller grubudur. O yazımda alıntı yaptığım (2011 tarihli) Haaretz röportajında konuşan Benjamin de Rothschild, ABD’deki varlıklarını tasfiye ettiklerini ve ABD kapitalizminin battığını ilan ediyordu.
Rothschild’ın 2008 ABD krizinden hemen sonra Ortadoğu ve özellikle Körfez’de daha etkili bir oyun planı kurduğunu da vurgulamak lazım.
Yani İngiltere’nin Karabağ oyun planı ile Türkiye’deki Katar alımları eş zamanlı.
İsrail de bu noktada Azerbaycan ve İngiltere paralelinde bir tutum aldı.
Azerbaycan’a gelişmiş teknoloji (Ermenileri bitiren SİHA’lar başta) silahlar sattı.
ABD’de Neoconların önde gelenlerinden FETÖ dostu Yahudi kökenli
Michael Rubin, National Interest dergisinde, “İsrail’in Azerbaycan Hatası” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Rubin, 29 Kasım tarihli yazıyı bizzat bulunduğu Dağlık Karabağ’dan yazdı ve İsrail’in Azerbaycan’a verdiği askeri desteğin çok büyük bir yanlış olduğunu savundu.
İsrail’in petrolünün yarısının Azerbaycan’dan aldığını vurgulayan Rubin, “kısa realpolitik bu hareketi gerektirse de İsrail için uzun erimli siyasette bu yaptığı bir yanlıştır.” dedi.
Michael Rubin’in İsrail’in verdiği askeri desteğe de ışık tutuyor:
“Azerbaycan’ın düzinelerce İsrail kamikaze ve gözetleme dronu satın alıp kullanması Ermenistan'a karşı savaşın dengesini bozdu.”
FETÖ dostu Rubin, bol “soykırım soslu” yazısında, İsrail’i üstü kapalı tehdit ederken bir ayrıntıyı unutuyordu.