İran bölge başkentlerine nüfuz ederken

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
İran bölge başkentlerine nüfuz ederken


İran’ın stratejik aklı dört Arap ülkesinin başkentini kontrol etmenin sarhoşluğunu yaşıyor. Beyrut, Bağdat, Şam ve şimdi de Yemen’in başkenti Sana. İran iç siyasetinde bu bir başarı hikâyesi olarak işleniyor...

Bunda şaşılacak bir şey yok, çünkü İran bölgenin güçlü ülkelerindendir ve güçlü ülkeler nüfuzunu diğer ülkelerde artırmaya çalışırlar, denebilir. Ancak bu siyaset Ümmeti birleştirmiyor, aksine tehlikeli şekilde bölüyorsa kabullenilemez. Çünkü bu mezhepler arası savaşı dayatıp Ümmet’in gücünü zayıflatmaktadır. Fırkanın dar çıkarlarını Ümmet’in büyük maslahatlarının önüne geçirmektedir.

Oysa Ümmet’in bütünü huzurlu ve istikrarlı olmazsa İran’ın da istikrara kavuşması, bölgedeki çıkarlarını uzun soluklu temin etmesi mümkün değildir.

Bugün, “İran, Arap başkentlerini nüfuzu altına almayı nasıl başardı?” sorusunun önemli bir boyutuna değineceğim.
İran, bunu başarmak için “devrim ideolojisini ve fırka asabiyetini” profesyonelce kullandı. Hiçbir zaman dünya Müslümanları ve bahusus bölge Müslümanlarıyla hakiki bir vahdet arayışına girmedi.

Girdi gibi yaptı ama bunun avantajlarını kullanarak kendi gizli ajandasını maksimum düzeyde hayata geçirmeye çalıştı.

Bölge ülkelerindeki On İki İmam (İran’ın resmi mezhebi Caferîlik) fırkasına müntesip toplumlara nüfuz etme planlarını başarıyla yürüttü. Bu manada Pakistan, Afganistan, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Azerbaycan, Türkiye ve diğer ülkelerde önemli devşirmeler gerçekleştirdi. Bu ülkelerdeki Şiilerin önemli bölümünü her türlü nüfuz casusluğunda kullandı.

Şia’nın On İki İmamcı olmayan diğer fırkaları üzerine de yoğunlaştı. Suriye’de gulat Nusayrî fırkasını buna örnek verebiliriz. Oysa bunları Müslüman görmezlerdi. Aradaki Ehli Beyt’e bağlılık müşterek iddiasını ustaca kullanarak siyasi birlikteliği önemli ölçüde dinî birlikteliğe de dönüştürdü.

Meselâ On İki İmamcılar’ın Iraklı büyük âlimi Mâmakânî, onlara lanet okumuştur. “Muhammed b. Nusayr en-Nemîrî, İmam Ali b. Muhammed El Askerî’yi rab olarak görürdü. Haramları da helal kıldı. Erkekle nikaha cevaz verdi” diyerek onların sapkın oldukları hükmünü vermişti. (Mikbâsu’l Hidâye: 2/374)

Bugünkü durum biraz değişmiştir. Iraklı Şiî din âlimi Şeyh Celaleddin es-Sağir’in bu meyanda çok açık itirafları var. Youtube’ta; “Hâlihazırda Şia’nın Gücü ve Hızını Artıran Şia Treni” isimli videosunu izlediğinizde meselenin ciddiyeti anlaşılır.

Meselâ Suriye rejiminin kendi başına ayakta kalmasının mümkün olmadığını, On İki İmamcı Şiilerin bu rejimi ayakta tuttuğunu, onlara savaşçı sunduğunu, savaşı onların yönettiğini; Irak, Lübnan ve Suriyeli Şiîlerin bilfiil savaştıklarını, bunun neticesi olarak da sekülerleşmiş, dinle alakası kalmamış, dünyevîleşmiş Suriyeli Nusayrî Alevilerin Şiîliğin (On İki İmamcılar) farkına vardıklarını ve Şiîleştiklerini, dini merci olarak Hamaney ve Sistani’yi kabullendiklerini söylüyor. (http://www.youtube.com/watch?v=tvYoM6TLDGY)

Suriye’de yaptıklarını Yemen’de de yaptılar. Aslında İmamet teorisine inanmayan ve bu yüzden de Şia ulemâsı tarafından “Şiiliğe en yakın Ehli Sünnet fırkası” diye kabul edilen Zeydiler üzerinde faaliyetlerini artırdılar. Husiler denilen kesimi kontrollerine aldılar. Silah ve eğitim verdiler. Şimdi de bunlar üzerinden Yemen’i kontrol etmeye başladılar.

Manidardır, Husiler Yemen vesayet rejimin asker ve siyasetteki adamlarıyla beraber hareket ederek Arap Baharı’nın bu ülkede de sekteye uğramasını sağladılar. Bir diğer ifade ile İran’ın stratejik aklı böyle emrettiği için bunu yaptılar...

İran, Türkiye’deki az sayıdaki On İki İmamcılar üzerinde de aktif faaliyetler yürütüyor. Mezhep olarak ve siyaseten Şiîleştirdiği Sünniler üzerinde de etkin. Bir de Aleviler üzerinde başarılı çalışmalar yürütmektedir. Bunların vardığı boyutu incelemek gerekmektedir. Bunlar arasında oluşturduğu lobiler üzerinden Suriye meselesinde Hükümet’e ne kadar baskı yaptığı ortadadır.

İran bunu emperyal niyetlerini gerçekleştirmek üzere yapıyor, bunu biliyoruz. Ama bunun bedeli Şii-Sünni çatışması ve Sünnilerin destabilize edilmesi olmuştur. Bu bumerang gibi bir gün dönüp İran’ı da vuracaktır.

serdar demirel
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
​Savaşların sadece İslami yönü yoktur... Konjöktürel yönü de vardır... Menfeat yönü de vardır... Vs...
 
Üst