dedekorkut1
Doçent
İMAN HEM NUR HEM KUVVET
SELİM GÜRBÜZER
Bediüzzaman Said Nursi Hz.leri iman hususunda bakın ne diyor: ''İman hem nur, hem de kuvvettir. İman insanı insan eder. İmanın dairesi kudsiyyesine giren cihana bile meydan okur.''
Ne mutlu iman nuruyla beslenen gönüllere ki, yeri geldiğinde tüm cihandaki tağutlara karşı koyabiliyorlar. Niye meydan okunmasın ki, iman sahibi bir insanın bu dünyada kaybedeceği fazla bir şey yoktur ki, tüm dert davası ebedi saadete imanla göç etmektir zaten. Dolayısıyla bu kutsi yolda çile çekmeden göç etmek onlara zül gelmektedir. Asıl bu noktada derin derin düşünecek varsa bir eli yağda bir eli balda inanmayanlar düşünsün. Çünkü ecel kapıya dayandığında çok şey kaybedeceklerdir. Öyle ya, nede olsa hiç ölmeyeceklermiş gibi sımsıkı sarıldıkları dünyaya gözlerini kapadıklarında elde avuçta her ne varsa kendisiyle birlikte uçuverecektir. Allah’a şükürler olsun ki inanmış insanlar öyle değil, dünyevi heveslilerin tam aksine onlar baki olana sımsıkı sarılmakla ölüm vuslat olabiliyor. Nasıl vuslat olmasın ki, hiç umulmadık anda bir bakıyorsun göğsü iman nuruyla çarpan gönüller her şart ve ahvalde İlay-ı kelimetullah uğruna göğsünü siper edebiliyor da. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminde FETÖ İhanet Örgütüne karşı verilen direniş mücadelesinde bu durumu gördük bile. Aman Allah’ım ne de müthiş bir direnişti, üstelik hem karadan hem de havadan yağan mermilere çıplak ellerle ölümüne karşı koyulan bir direnişti. İşte bu kutlu direniştir ki, bu sayede çilesiz zafer elde edilemeyeceğini idrak ettik. Öyle anlaşılıyor ki çile yolcularının tek dinlenebilecekleri durak ebedi saadet yurdudur. Zaten bu nedenle dünya fani, ahiret beka deriz. Mümin olan çok iyi bilir ki, fani olanda her türlü çileye göğüs germek vardır, baki olanda ise gonca gül misali ebediyete uçmak vardır. O halde bize canları pahasına şehadet şerbeti içip ebedi saadete kanatlananlara ruhları şad olsun demek düşer.
Malumunuz mümin olan her insanda iman hep aynıdır. Farklı olan sadece evsafıdır. Yani nitelik farkıdır. Nasıl ki bakkaldan satın aldığımız un, çuvalda ya da kilogramlık pakette olsun hiç fark etmez hep aynıdır, fakat aynı un zenginin evine girdiğinde çuval dolusu un olarak nitelik kazanırken fakirin evinde ise bir avuç un olarak nitelenebiliyor. İşte bu misalden hareketle iman hususunda ancak sadece evsaf (nitelik) farklılığından söz edebiliriz. Nitekim bir mümin düşünün ki, dünyanın en gelişmiş silahlarına karşı şairin dile getirdiği “Enginlere sığmam taşarım” şekliyle gözünü kırpmadan göğsünü siper ediyor. Elbette ki böylesi bir imana sahip mümin için Allah’ın aslanı Hz. Ali (k.v)’in meşrebiyle uyumlu bir iman nitelemesinde bulunmamız gayet tabiidir. Bir başka müminde düşünün ki; Allah’a sorgusuz sualsiz ve delilsiz inanıp tam teslim olmuş biri, elbette ki böylesi bir imana sahip mümin hakkında da Hz Ebu Bekir (r.a)’ın meşrebiyle uyumlu bir iman nitelemesinde bulunmamız gayet tabii bir durumdur. Malumunu, Peygamberimiz (s.a.v) Miraca yükseldiğinde, müşrikler kendilerince sanki büyük bir koz bulmuşçasına yana yana Ebu Bekir (r.a)’in yanına koşup:
“-Ya Ebu Bekir! Senin arkadaşın bu gece Beytü’l Makdis’e gittiğini, orada namaz kılıp Mekke’ye döndüğünden dem vuruyor” dediklerinde, müşriklerin yüzüne karşı:
“-Vallahi, O dediyse şeksiz şüphesiz doğrudur” şeklinde verdiği cevapla tam bir teslimiyet örneği sergilemiştir. Böylece imanda sebat ve teslim olmak neymiş büyük bir ders vermiş olur da. İşte onun öylesi akıl almaz teslimiyetidir ki, Allah’ın Habibi gıyabında ‘Ebubekir’in imanı bütün müminlerin imanlarının hepsi ile tartılsa Ebu Bekir’in imanı ağır gelir” hükmünü beyan eder bile.
Şu da var ki, mümin olarak hangi tür iman evsafı seciyesine sahip olursak olalım her halükarda Allah’a karşı iyi bir kul olmak bilinciyle hareket etmemiz icab eder. Allah korusun kulluk noktasında icabımızı yerine getiremezsek günlük hayatımızda ne helal bilir ne de haram biliriz. Bakın bir adam Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a)’a:
''- Ya. Ebû Bekir! Kendime kabir yaptıracağım, ne dersiniz? '' diye sorduğunda,
Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a):
''- Kendine kabir hazırlayacağına, sen kendini kabre hazırlayacak amel işlesen daha iyi olur'' cevabını vermiştir.
Evet, Hz. Ebû Bekir-i Sıddık (r.a)’ın beyan buyurduğu gibi kabre gerçek manada hazırlık Allah’a kul olmaktan geçmekte. Bir insan düşünün ki; yaşadığı şu dünyada edindiği tüm mal, mülk, şan ve şöhretiyle hava atmakta habire. Şayet bu insan yüreğinde zerre miskal iman taşımadan bu dünyadan göç ettiyse tüm o yaşadıkları suni ihtişam ve şaşaanın kendisine hiçbir faydası olmayacaktır. Üstelik işin içinde ruz-i mahşerde onca malın helal yoldan mı haram yoldan mı kazanıldığının hesabını vermekte var. Oysa dünyada iken yüreğinde iman hassasiyeti taşısaydı hesap vermek kolay olacaktı. Zira iman hem bu dünyada hem de ahirette insanı ‘Sultan’' eden bir cevherdir. Bakın Züleyha, Yusuf (a.s)’ın sarsılmaz imanı duruşu karşısında ''Allah'a itaatle köleler sultan olur, Allah'a isyanla sultanlar köle olur'' gerçeği ile yüzleşmiş bile.
SELİM GÜRBÜZER
Bediüzzaman Said Nursi Hz.leri iman hususunda bakın ne diyor: ''İman hem nur, hem de kuvvettir. İman insanı insan eder. İmanın dairesi kudsiyyesine giren cihana bile meydan okur.''
Ne mutlu iman nuruyla beslenen gönüllere ki, yeri geldiğinde tüm cihandaki tağutlara karşı koyabiliyorlar. Niye meydan okunmasın ki, iman sahibi bir insanın bu dünyada kaybedeceği fazla bir şey yoktur ki, tüm dert davası ebedi saadete imanla göç etmektir zaten. Dolayısıyla bu kutsi yolda çile çekmeden göç etmek onlara zül gelmektedir. Asıl bu noktada derin derin düşünecek varsa bir eli yağda bir eli balda inanmayanlar düşünsün. Çünkü ecel kapıya dayandığında çok şey kaybedeceklerdir. Öyle ya, nede olsa hiç ölmeyeceklermiş gibi sımsıkı sarıldıkları dünyaya gözlerini kapadıklarında elde avuçta her ne varsa kendisiyle birlikte uçuverecektir. Allah’a şükürler olsun ki inanmış insanlar öyle değil, dünyevi heveslilerin tam aksine onlar baki olana sımsıkı sarılmakla ölüm vuslat olabiliyor. Nasıl vuslat olmasın ki, hiç umulmadık anda bir bakıyorsun göğsü iman nuruyla çarpan gönüller her şart ve ahvalde İlay-ı kelimetullah uğruna göğsünü siper edebiliyor da. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminde FETÖ İhanet Örgütüne karşı verilen direniş mücadelesinde bu durumu gördük bile. Aman Allah’ım ne de müthiş bir direnişti, üstelik hem karadan hem de havadan yağan mermilere çıplak ellerle ölümüne karşı koyulan bir direnişti. İşte bu kutlu direniştir ki, bu sayede çilesiz zafer elde edilemeyeceğini idrak ettik. Öyle anlaşılıyor ki çile yolcularının tek dinlenebilecekleri durak ebedi saadet yurdudur. Zaten bu nedenle dünya fani, ahiret beka deriz. Mümin olan çok iyi bilir ki, fani olanda her türlü çileye göğüs germek vardır, baki olanda ise gonca gül misali ebediyete uçmak vardır. O halde bize canları pahasına şehadet şerbeti içip ebedi saadete kanatlananlara ruhları şad olsun demek düşer.
Malumunuz mümin olan her insanda iman hep aynıdır. Farklı olan sadece evsafıdır. Yani nitelik farkıdır. Nasıl ki bakkaldan satın aldığımız un, çuvalda ya da kilogramlık pakette olsun hiç fark etmez hep aynıdır, fakat aynı un zenginin evine girdiğinde çuval dolusu un olarak nitelik kazanırken fakirin evinde ise bir avuç un olarak nitelenebiliyor. İşte bu misalden hareketle iman hususunda ancak sadece evsaf (nitelik) farklılığından söz edebiliriz. Nitekim bir mümin düşünün ki, dünyanın en gelişmiş silahlarına karşı şairin dile getirdiği “Enginlere sığmam taşarım” şekliyle gözünü kırpmadan göğsünü siper ediyor. Elbette ki böylesi bir imana sahip mümin için Allah’ın aslanı Hz. Ali (k.v)’in meşrebiyle uyumlu bir iman nitelemesinde bulunmamız gayet tabiidir. Bir başka müminde düşünün ki; Allah’a sorgusuz sualsiz ve delilsiz inanıp tam teslim olmuş biri, elbette ki böylesi bir imana sahip mümin hakkında da Hz Ebu Bekir (r.a)’ın meşrebiyle uyumlu bir iman nitelemesinde bulunmamız gayet tabii bir durumdur. Malumunu, Peygamberimiz (s.a.v) Miraca yükseldiğinde, müşrikler kendilerince sanki büyük bir koz bulmuşçasına yana yana Ebu Bekir (r.a)’in yanına koşup:
“-Ya Ebu Bekir! Senin arkadaşın bu gece Beytü’l Makdis’e gittiğini, orada namaz kılıp Mekke’ye döndüğünden dem vuruyor” dediklerinde, müşriklerin yüzüne karşı:
“-Vallahi, O dediyse şeksiz şüphesiz doğrudur” şeklinde verdiği cevapla tam bir teslimiyet örneği sergilemiştir. Böylece imanda sebat ve teslim olmak neymiş büyük bir ders vermiş olur da. İşte onun öylesi akıl almaz teslimiyetidir ki, Allah’ın Habibi gıyabında ‘Ebubekir’in imanı bütün müminlerin imanlarının hepsi ile tartılsa Ebu Bekir’in imanı ağır gelir” hükmünü beyan eder bile.
Şu da var ki, mümin olarak hangi tür iman evsafı seciyesine sahip olursak olalım her halükarda Allah’a karşı iyi bir kul olmak bilinciyle hareket etmemiz icab eder. Allah korusun kulluk noktasında icabımızı yerine getiremezsek günlük hayatımızda ne helal bilir ne de haram biliriz. Bakın bir adam Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a)’a:
''- Ya. Ebû Bekir! Kendime kabir yaptıracağım, ne dersiniz? '' diye sorduğunda,
Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a):
''- Kendine kabir hazırlayacağına, sen kendini kabre hazırlayacak amel işlesen daha iyi olur'' cevabını vermiştir.
Evet, Hz. Ebû Bekir-i Sıddık (r.a)’ın beyan buyurduğu gibi kabre gerçek manada hazırlık Allah’a kul olmaktan geçmekte. Bir insan düşünün ki; yaşadığı şu dünyada edindiği tüm mal, mülk, şan ve şöhretiyle hava atmakta habire. Şayet bu insan yüreğinde zerre miskal iman taşımadan bu dünyadan göç ettiyse tüm o yaşadıkları suni ihtişam ve şaşaanın kendisine hiçbir faydası olmayacaktır. Üstelik işin içinde ruz-i mahşerde onca malın helal yoldan mı haram yoldan mı kazanıldığının hesabını vermekte var. Oysa dünyada iken yüreğinde iman hassasiyeti taşısaydı hesap vermek kolay olacaktı. Zira iman hem bu dünyada hem de ahirette insanı ‘Sultan’' eden bir cevherdir. Bakın Züleyha, Yusuf (a.s)’ın sarsılmaz imanı duruşu karşısında ''Allah'a itaatle köleler sultan olur, Allah'a isyanla sultanlar köle olur'' gerçeği ile yüzleşmiş bile.