İmâm-ı Busîrî / El-Kasidetül Muzariyye Şerhi

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,656
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
EL-KASÎDETÜ’L-MUZARİYYE

يَا رَبِّ صَـلِّ عَـلَى الْمُـخْـتَـارِ مِـنْ مُـضَرِ
وَالْأَنْـبِيَـا وَجَـمِـيــعِ الــرُّسْـــلِ مَـا ذُكِـــرُوا

Ey Rabbim! Salât eyle kabilesi Muzar olan seçkin Nebiye,
İsimleri zikrolunan enbiya ve
rasullerin hepsine.

وَصَــلِّ رَبِّ عَــلَى الْــهَـــادِي وَشِـيعَــتِـــهِ
وَصَـحْبِـهِ مَـنْ لِـطَـيِّ الدِّيـنِ قَــدْ نَـشَـرُوا

Ey Rabbim! Salât eyle hidayet eden
Nebîye ve ümmetine,
İslam’ı gizlilikten kurtarıp dünyaya neşreden
ashâbının hepsine.

وَجَــاهَــدُوا مَــعَــهُ فِي اللّٰهِ وَاجْـتَــهَـدُوا
وَهَــاجَــرُوا وَلَــهُ آوَوْا وَقَـــدْ نَــصَـــرُوا

(O sahabe ki)
Nebi ile cihad edip Allâh yolunda çalıştılar,
(Kimisi) hicret ederek, (kimi de fakir muhâcirleri yurtlarında) barındırarak Rasûlüne yardım ettiler.

وَبَيَّنُوا الْفَـرْضَ وَالْمَـسْنُونَ وَاعْتَصَبُوا
لِلّٰهِ وَاعْــتَــصَـــمُـــوا بِاللّٰهِ فَــانْــتَــصَـــرُوا

Beyan ederek farz ile sünneti, Allâh
için birlik oldular,
Allah’ın dînine sarılıp zafer kazandılar.

أَزْكٰــى صَــلَاةٍ وَأَنْــمَــاهَـــا وَأَشْــرَفَــهَـا
يُـعَـطِّـرُ الْكَــوْنَ رَيًّــا نَـشْــرُهَـا الْـعَـطِـرُ

(Onlara olsun)
en pak, en üstün
ve en şerefli salâtın,
Ki o salâtın mis kokusu doldurur kâinatın.

مَـفْـتُـوقَــةٍ بِـعَـبِيــرِ الْــمِـسْــكِ زَاكِـيَـةٍ
مِــنْ طِيـبِهَــا أَرَجُ الـرِّضْـوَانِ يَـنْـتَــشِــرُ

(O sal
âtın) mayası misk kokusuyla yoğrulmuş ki
(Allâh-u Te‛âlâ’nın rahmetini) artırır,
Onun hoş râyihasından rıza kokusu yayılır.

عَـدَّ الْحَصٰى وَالـثَّرٰى وَالـرَّمْـلِ يَتْبَعُـهَا
نَجْمُ السَّمَا وَنَبَاتُ الْأَرْضِ وَالْمَـدَرُ

(Salât olsun)
çakıl taşları, topraklar
ve kumlar kadar,
Gökteki yıldızlar, yerdeki bitkiler
ve tepeler kadar.

وَعَــدَّ مَـــا حَـوَتِ الْأَشْـجَـارُ مِـنْ وَرَقٍ
وَكُــلُّ حَـــرْفٍ غَــدَا يُـتْـلٰى وَيُـسْـتَطَـرُ

(Salât olsun)
ağaçların yaprakları adedince,
Okunup yazılan bütün harfler adedince.

وَعَــدَّ وَزْنِ مَــثَــاقِيــــلِ الْـجِــبَــالِ كَــذَا
يَتْلُوهُ قَــطْــرُ جَـمِيـعِ الْـمَـاءِ وَالْـمَـطَــرُ

(Salât olsun)
dağların o hesapsız ağırlığı kadar,
Devamında da bütün su damlaları
ve yağmurlar kadar.

وَالطَّيْرُ وَالْوَحْشُ وَالْأَسْمَاكُ مَعْ نَعَمٍ
يَتْلُوهُمُ الْجِــنُّ وَالْأَمْــلَاكُ وَالْــبَــشَــرُ

(Salât olsun)
kuşlar, balıklar
ve hayvanlar adedince,
Bunların peşine cinler, melekler
ve insanlar adedince.

وَالذَّرُّ وَالنَّمْلُ مَعْ جَمْعِ الْحُبُوبِ كَذَا
وَالشَّعْرُ وَالصُّوفُ وَالْأَرْيَاشُ وَالْوَبَرُ

(Salât olsun)
zerreler ve tanelerle beraber karıncalar kadar,
Saçlar, yünlerle tüyler ve kıllar kadar.

وَمَا أَحَـاطَ بِـهِ الْعِلْـمُ الْـمُحِيـطُ وَمَـا
جَـرٰى بِـهِ الْـقَـلَـمُ الْـمَـأْمُـورُ وَالْـقَــدَرُ

(Salât olsun)
Mevlâ’nın her şeyi kuşatan ilminin kapladıkları kadar,
(Levh-i Mahfuz’da) görevli kalemin yazdığı kaderler kadar.

وَعَــدَّ نَـعْـمَـائِــكَ الـلَّاتِـي مَـنَــنْـــتَ بِــهَــا
عَـلَى الْخَـلَائِقِ مُـذْ كَـانُوا وَمُـذْ حُشِرُوا

(Salât olsun)
kendileriyle ihsân ettiğin nimetler adedinde,
(Ki o nimetleri ihsan ettin) mahlukatına,
var oldukları günde ve diriltilecekleri günde.

وَعَـدَّ مِـقْـدَارِهِ السَّـامِـي الَّذِي شَـرُفَـتْ
بِـهِ النَّـبِـيُّـونَ وَالْأَمْـلَاكُ وَافْــتَــخَــرُوا

Salât olsun
Efendimiz’e, miktarınca o yüce kadr-i kıymeti,
Ki onunla şerefy
âb olup nebiler ve melekler iftihar etti.

وَعَـدَّ مَا كَـانَ فِي الْأَكْـوَانِ يَـا سَـنَــدِي
وَمَـا يَـكُـونُ إِلٰـى أَنْ تُـبْـعَــثَ الصُّــوَرُ

(Salât eyle)
ey dayanağım! Âlemlerde mevcut olanlar adedince,
Mahlukatın diriltileceği güne kadar da yaratılacaklar adedince.

فِي كُـلِّ طَـرْفَــةِ عَـيْـنٍ يَـطْــرِفُـــونَ بِـهَــا
أَهْـلُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِينَ أَوْ يَـذَرُوا

(Salât olsun)
her göz açıp kapayıncaya
kadar ki göz açıp kapar,
Semâlarda ve yerlerde yaşayanlar
veya göz kırpar.

مِلْءَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِيـنَ مَـعْ جَـبَــلٍ
وَالْفَرْشِ وَالْعَرْشِ وَالْكُرْسِيِّ وَمَا حَصَرُوا

(Salât olsun)
göklerle yerler dahi dağlar dolusu kadar,
Arş-u Ferş’in ve Kürsî’nin kapladıkları kadar.

مَا أَعْــدَمَ اللّٰهُ مَــوْجُــودًا وَأَوْجَـدَ مَعْـــ
ـــدُومًـا صَـلَاةً دَوَامًــا لَـيْـسَ تَـنْحَصِـرُ

Allâh’ın yokları var etmesi ve
varları yok etmesi kadar,

(O Habîbe) sınırsız ve hep devam
eden salâtlar.

تَـسْتَغْرِقُ الْعَـدَّ مَعَ جَمْعِ الدُّهُورِ كَمَا
تُــحِيــطُ بِـالْــحَـــدِّ لَا تُـبْـقِــي وَلَا تَــذَرُ

(O salât ki) bütün zamanlarla beraber
sayıları kaplasın,
Öyle ki bütün
(salât) sınırlarını kuşatsın da
dışında kalan
(bir sal
ât) olmasın, tükenmesin.

لَا غَــايَــةً وَانْـتِــهَــاءً يَــا عَــظِيــمُ لَــهَـا
وَلَا لَــهَـــا أَمَـــدٌ يُــقْــضٰــى فَــيُــعْــتَــبَـرُ

Ey Azîm! O salâtın sonu ve bitişi olmasın,
Sayılacak ve bitecek bir nihayeti de olmasın.

مَــعَ السَّــلَامِ كَــمَـا قَــدْ مَــرَّ مِـنْ عَـدَدٍ
رَبِّ وَضَـاعِـفْـهُـمَـا وَالْـفَـضْلُ مُنْتَشِرُ

Geçen salâtların sayısı kadar da eyle selâmını,
Rabbim! O salât ve selâmları çoğalt da
arttır ikramını.

وَعَــدَّ أَضْعَـافِ مَـا قَــدْ مَـــرَّ مِــنْ عَــدَدٍ
مَـعَ ضِـعْـفِ أَضْـعَافِـهِ يَا مَـنْ لَـهُ الْـقَدَرُ

Geride geçen salâtların katları sayısınca,
Ey kudret sahibi!
(Salât eyle) katlarının
da katlarınca.


كَـمَـا تُـحِـبُّ وَتَـرْضٰـى سَـيِّـدِي وَكَمَا
أَمــَرْتَــنَا أَنْ نُـصَــلِّــيَ أَنْـتَ مُـقْـتَــدِرُ

Ey Efendim!
(Salât eyle) razı olup sevdiğin gibi,
Ey güç sahibi! Bize salât etmemizi emrettiğin gibi.

وَكُــلُّ ذٰلِــكَ مَـضْـرُوبٌ بِـحَـقِّــكَ فِــي
أَنْـفَـاسِ خَـلْـقِكَ إِنْ قَـلُّوا وَإِنْ كَثُـرُوا

Senin hakkına yemin olsun ki bu
sal
ât ve selamların katlansın hepsiyle,
Az ve çok
(olmak üzere bütün) mahlukatının nefesleriyle.

يَا رَبِّ وَاغْـفِـرْ لِـقَـارِيـهَـا وَسَــامِـعِـهَــا
وَالْمُـسْـلِـمِينَ جَمِيعًا أَيْـنَمَـا حَـضَـرُوا

Ey Rabbim! Mağfiret et okuyanı ve dinleyeni,
Her nerede olurlarsa bütün
Müslümanların hepsini.


وَوَالِـدِيـنَـا وَأَهْــلِـــيـنَـا وَجِيـــرَتِــــنَــا
وَكُــلُّــنَــا سَــيِّــدِي لِلْـعَـفْـوِ مُـفْـتَــقِــرُ

(Mağfiretini bahşet) ana babamıza,
ailemize ve komşumuza,
Ey Efendim! Hepimiz muhtacız Senin affına.


وَقَـدْ أَتَــيْــتُ ذُنُــوبًـا لَا عِـــدَادَ لَــهَــــا
لٰـكِــنَّ عَـــفْــوَكَ لَا يُــبْـقِــي وَلَا يَـــذَرُ

Muhakkak
(huzuruna) getirdim bunca günahı,
Ama Senin affın bizi yalnız bırakmaz, b
âki kılmaz (hiçbir günahı).

وَالْـهَـمُّ عَـنْ كُـلِّ مَـا أَبْـغِيـهِ أَشْـغَــلَـنِـي
وَقَدْ أَتٰى خَـاضِعًـا وَالْـقَـلْـبُ مُـنْكَـسِــرُ

Hüznüm beni
(Senden başkasıyla) meşgul eden isteklerim,
Elbette boynu bükük ve kalbi kırık olarak
(huzuruna) geldim.

أَرْجُـوكَ يَـا رَبِّ فِي الدَّارَيْـنِ تَـرْحَـمُـنَا
بِـجَــاهِ مَـنْ فِي يَــدَيْــهِ سَـبَّـــحَ الْــحَــجَـــرُ

Rabbim! Dileriz Senden iki cihanda bize rahmet edesin,
Hürmetine ellerinde taşlar tesbih eden
(Habîb)in.

يَـا رَبِّ أَعْـظِــمْ لَـنَـا أَجْــرًا وَمَــغْــفِــرَةً
فَإِنَّ جُــودَكَ بَـحْــرٌ لَـيْـسَ يَــنْحَــصِــرُ

Rabbim! Bizim için bol olsun affın ve mükâfâtın,
Zira sonu olmayan bir denizdir Senin rahmetin.


وَكُــنْ لَــطِــيفًا بِــنَـا فِي كُــلِّ نَــازِلَــــةٍ
لُطْــفًا جَــمِيلاً بِـهِ الْأَهْـوَالُ تَــنْحَـسِـرُ

Her sıkıntımızda bizim için ol lütufkâr,
O hoş olan lütfunla ki onunla yok olur sıkıntılar.

بِالْمُصْطَفٰى الْمُجْتَبٰى خَيْرِ الْأَنَامِ وَمَنْ
جَـلَالَــةً نَـزَلَـــتْ فِـي مَــدْحِـــهِ الــسُّــوَرُ

Mahlukatın en hayırlısı seçilmiş Mustafan hürmetine,
Medhini yüceltmek için sûreler
inen
(Habîbin) hürmetine.

ثُمَّ الصَّـلَاةُ عَلَى الْمُخْـتَـارِ مَا طَـلَـعَتْ
شَمْـسُ النَّهَارِ وَمَا قَـدْ شَـعْـشَعَ الْـقَمَـرُ
Sonra da salât et seçilmiş (Nebîy)e, doğdukça
Gündüzün güneşi ve ay ışıldadıkça.

ثُـمَّ الـرِّضٰــى عَــنْ أَبِــي بَـكْــرٍ خَـلِيفَـتِـهِ
مَــنْ قَــامَ مِــنْ بَـعْـدِهِ لِــلـدِّيـنِ يَـنْـتَـصِـرُ
(Rabbim!) Ebû Bekr’den razı ol ki o hem halifesi,
Habibinden sonra dininin yardımcısı.

وَعَـنْ أَبِـي حَـفْـصٍ الْـفَـارُوقِ صَاحِـبِهِ
مَنْ قَـوْلُـهُ الْـفَـصْـلُ فِي أَحْكَـامِـهِ عُـمَـرُ

Razı ol arkadaşı Ebû Hafs
(künyesiyle) Fâruk’tan,
Ömer’di o, ayırırdı sözleri hükümlerinde yanlışı doğrudan.

وَجُدْ لِعُثْمَانَ ذِي النُّورَيْنِ مَنْ كَمُلَتْ
لَـهُ الْـمَـحَـاسِنُ فِي الـدَّارَيْـنِ وَالظَّـفَــرُ

Osman-ı Zi’n-Nûreyn’e ihsân eyle ki
hâzır oldu,
Onun için iki cihan ki güzellik ve zafer dolu.

كَــــذَا عَـــلِـــيٌّ مَـــعَ ابْـنَـيْــهِ وَأُمِّــهِـــمَا
أَهْـلُ الْـعَـبَاءِ كَمَا قَـدْ جَــاءَنَا الْخَـبَــرُ

(Razı ol) Ali ile iki oğlundan ve onların annesinden,
Abâ ehli onlardır bize gelen haberden.

سَـعْـدٌ سَعِيدٌ اِبْـنُ عَـوْفٍ طَـلْحَـةٌ وَأَبُو
عُـــبَـــيْــدَةٍ وَزُبَــــيْــــرٌ سَــادَةٌ غُـــــرَرُ

Sa
d, Saîd dahi İbnü Avf ile Talha (Hazretleri),
Ebû Ubeyde ve Zübeyr ki
(kâinatın) nurlu efendileri.

وَحَــمْــزَةٌ وَكَــذَا الْعَــبَّـاسُ سَـيِّــدُنَا
وَنَجْـلُـهُ الْحَـبْـرُ مَـنْ زَالَـتْ بِهِ الْغِيَـرُ

Razı ol Hamza ve Abbas efendilerimizden,
Onların kıymetli soyları da başkadır herkesten.

وَالْآلُ وَالصَّـحْــبُ وَالْأَتْـبَـاعُ قَـاطِـبَةً
مَا جَــنَّ لَيْلُ الدَّيَاجِي أَوْ بَدَا السَّحَـرُ

(Razı ol)
hepsinden âl-i ashâbın ve ona uyanların,
Karardıkça gecelerin, aydınlandıkça gündüzlerin.
 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,656
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
KASÎDE-İ MUZARİYYE HAKKINDA
Rivayete göre İmâm-ı Busîrî (Rahimehullâh) bir gece hiç uyuyamaz, şiddetli bir şekilde mânen kalbi daralır ve bunun sebebini de anlayamaz. Bunun üzerine kalkıp abdest alır ve bir miktar namaz kıldıktan sonra içine düştüğü bu sıkıntıdan kurtulmak için Allâh-u Te‛âlâ’ya yalvarır ama yine bu hal kendisinden zâil olmaz.
Ardından sahile gidip biraz denize bakınca rahatlayacağını düşünerek deniz kenarına iner ama yine sıkıntısından hiçbir eksilme olmaz. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e yapılan salâtlardan oluşan birkaç beyit inşâd ederse bu darlığından kurtulacağına dâir kalbine bir ilham gelir.
O zat da buna binâen meşhur “Kasîde-i Muzariyye”sini inşâd etme (şiir şeklinde yazarak söyleme)ye başlar, o sırada denizin üzerinde güzel yüzlü, nur gibi ve tertemiz elbiseler içerisinde olan birinin kendisine doğru gelmekte olduğunu fark eder, hatta o zâtın nuru yerle göğü aydınlatmaktadır.
Gördüğü o zat İmâm-ı Busîrî (Rahimehullâh)a yaklaşınca selam verir ve ardından şöyle der: Beni büyük bir müjdeci ve gerçek bir uyarıcı olarak o hak (olan Kur’ân-ı Kerîm ve İslâm) ile gönderen Allâh-u Te‛âlâ’ya yemin olsun ki sen, bu okuduğun kasîdenin sevaplarını yazma hususunda yedi kat göklerdeki ve yerlerdeki, hatta Arş ve Kürsî’de görevli olan bütün melekleri yordun. (Şunu da söyleyeyim ki) hangi bir Müslüman bu kasîdeyi her farz namazın ardından okursa o kişi cennetteki Firdevs-i Âlâ’da benimle beraber olacaktır.” (Muhammed ibni İbrâhîm el-Yalvâcî, el-Mecme‛atü’l-kübrâ mine’l-kasâidi’l-fuhrâ fî hakk-ı Nebiyyinâ Muhammedini’l-büşrâ Aleyhi Salâtüllâhi ve Selâmühü’l-‛uzmâ, sh:39, -Süleymaniye Kütüphanesi, Düğümlü Baba Kısmı, 439 numaralı nüsha-; Süleyman el-Kerderî el-Basrî, Şerhu’l-Kasîdeti’l-Muzariyye, verak:2-3, -Süleymaniye Kütüphanesi, Aşir Efendi Kısmı, 302 numaralı nüsha-)
Daha sonra o gelen zat geldiği tarafa doğru giderek gözden kaybolur. Bunun üzerine İmâm-ı Busîrî (Rahimehullâh) şöyle der: “O zaman anladım ki bu zat kesinlikle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’di. Her kim bir sıkıntı, dert ve bela anında bu kasîdeyi okursa Allâh-u Te‛âlâ da onun duasını kabul eder ve muradını ihsân eder.” Artık gönlündeki bütün sıkıntılar gider ve bunların yerine sevinç ve sürurlar dolar.
İşte bu durum, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in, kendisine yazdığı eşsiz salevât-ı şerîfelerden oluşan beyitlerini methetmek için İmâm-ı Busîrî (Rahimehullâh)a âlem-i mânâda gerçekleştirdiği ilk ziyareti olup daha sonra da felçli olduğu dönemde “Kasîde-i Bürde”sini yazarken ikinci bir defa daha gelerek mübarek hırkası bereketiyle kendisinin felçten kurtulmasına vesile olmuştur.

KASÎDE-İ MUZARİYYE HAKKINDA
ULEM
ÂNIN YAZDIĞI ESERLER
“Kasîde-i Muzariyye” üzerine yapılan şerhler ve müellifleri:
1) “Şerhu’l-Muzariyye”, Muslihuddîn Muhammed ibni Mustafa el-Kovacî el-Ma‛rûf bi Şeyhzâde (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 950).
2) “ed-Dal‛atü’l-Bedriyye fî şerhi’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Abdülğanî ibni İsmâ‛îl en-Nablûsî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 1134).
3) “Şerhu’l-Kasîdeti’l-Muzariyye fi’s-salâti alâ Hayri’l-Beriyye”, Muhammed ibni Mustafa ibni Osman el-Hüseynî el-Hâdimî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 1176).
4) “el-Hediyetü’s-seferiyye ve’l-hazariyye fî şerhi’l-Muzariyye”, Süleyman ibni Sa‛diddîn ibni Emnillâh Abdirrahmân ibni Muhammed el-Ma‛rûf bi Müstakîmzâde er-Rûmî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 1202).
5) “eş-Şa‛şa‛tü’l-kameriyye fî şerhi’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Mustafa ibni ‛Isâmiddîn ibni Abdillâh ibni Süleym el-Kostantînî er-Rûmî el-Ma‛rûf bi ‛Isâm el-Üsküdârî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 1176).
6) “Şerhu’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Ömer ibni Süleyman el-Benderî (Rahimehullâh).
7) “Şerhu’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Süleyman el-Kerderî el-Basrî (Rahimehullâh).
8) “el-‛Ukûdu’n-nazmiyyetü’d-dürriyye fî şerhi’l-Muzariyye”, Ebû Abdillâh Muhammed et-Tayyib (Rahimehullâh).
9) “el-Lemhatü’l-Bedriyye fî şerhi’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Mustafa ibni ‛Isâmiddîn el-Mısrî (Rahimehullâh).
10) “el-Bâkûra Şerhu’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Ebû Bekr el-Erzurûmî (Rahimehullâh).
11) “Şerhu’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Mustafa Ârif (Rahimehullâh).
12) “Şerh ve tahmîsü’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Mustafa ibni Muhammed el-Elbistânî er-Rûmî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 1294).
Bunlardan başka “Kasîde-i Muzariyye” üzerine yazılan “Tahmis”ler de mevcuttur yani iki beyitlik olan kasîdenin mısraları yine kâfiye uyumuna riayet edilerek başka müellifler tarafından beş beyte çıkarılarak ilaveli hale getirilmiştir.
Yukarıdaki 12. maddede yazılan kitap hem şerh, hem de bir tahmis örneğidir. Buna ilaveten şu zikredeceklerimiz de “Kasîde-i Muzariyye” üzerine yazılan “Tahmis” örneklerinden bizim tespit edebildiklerimizdir:
13) “Tahmîsü’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, İsmâ‛îl ibni Ebî Bekr el-Mukrî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 837).
14) “Tahmîsü’l-Muzariyye”, Muhammed ibni Ahmed ibni Abdillâh er-Rûmî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 987).
15) “Tahmîsü’l-Muzariyye”, ez-Ziyâdî (Rahimehullâh).
16) “en-Nefhatü’l-merziyye fî tahmîsi’l-Muzariyye”, Ahmed ibni Muhammed ed-Dimeşkî es-Safedî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 1100).
17) “Tahmîsü’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Muhammed ibni Şeyhi’l-İslam Ebî İshâk İsmâ‛îl el-‛Alâiyyevî er-Rûmî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 1146).
18) “Tahmîsü’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Süleyman ibni Abdirrahmân ibni Sâlih er-Rûmî el-Ma‛rûf bi Hanefî er-Rûmî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 1151).
19) “Tahmîsü’l-Muzariyye”, Muhammed Ma‛rûf ibni Mustafa el-Hüseynî el-Ma‛rûf bi Ma‛rûfi’l-Berzencî (Rahimehullâh) (vefat tarihi hicrî 1254).
20) “Tahmîsü’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, el-Kādirî (Rahimehullâh).
21) “el-Cevheratü’l-muzîe tahmîsü’l-Kasîdeti’l-Muzariyye”, Abdülkādir ibni Muhammed Nasîrüddîn el-Kādirî (Rahimehullâh).
22) “Tahmîsü’l-Muzariyye”, el-Hicâzî (Rahimehullâh).
Bu eserlerin tamamına yakını basılmamış yani yazma olarak kütüphanelerde mevcuttur, zikrettiklerimizin hangi kütüphanelerde hangi numara ile kayıtlı oldukları elimizde mevcuttur ama burada çok yer alacağından ve mevzunun dışında bir konu olduğundan onları zikretmedik.
 
Üst