İlkeler

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
Herkes, kendi idealize ettiği dünyayı ve hayat anlayışını başkasına dayatıyor. Erdem ve inançla değil, inat ve heves ile..

Kimse kendi beğeni ve arzusunun haricinde farklı bir anlayış ve yaşama biçimini bir başkaya reva görmüyor.

Böyle olunca, gücü gücü yetene misali, baskıcı, dayatmacı, emr-i vakici bir uslubun hakim olduğu ilişkilerde yapmacıklık, sonuçsuzluk, güvensizlik, maksatsızlık ve aslında anarşi hakim oluyor.

Herkes aynı değerlerin saf söylemi ile, birbirinin hayatını zehir etmeye çalışıyor.

Konuşulan, anlatılan, benimsenilmesi istenilen kıymetleri, kendisine ait hayatında görmek mümkün olmayan niceler, başkalarının hayatını , özde ve sözde kabul ettiğini iddia ettiği değerlerlerle paramparça etmede yarış halinde bir portre çiziyor.

Gıybetten herkes nefret ediyor; ama herkes gıybet ediyor.

Su-i zan herkesin çirkin gördüğü bir amel olmasına rağmen, bazen İslam adına dahi gayet rahatlıkla yapılabiliyor.

Haber dolaştırma, çekişme, kin, husumet, kuyu kazma, fitne, çekememezlik, bencillik, nefret duygusu, hazımsızlık, menfaatçilik, asabiyet, riya, gösteriş, aşırı hırs, hükmetme arzusu, sözü geçer olma isteği, servet, şöhret ile başkası üzerinde nefsani duyguları tatmin etmek, beğeniyi kişisel duygulara ait değerlendirmek, tek taraflı hükümler vermek, acımamak, merhametsizlik, şefkat eksikliği, sevgi zayıflığı, tahammülsüzlük..

Bütün bu olumsuz duyguları reddettiğini söyleyen her insanda, bu zararlı duyguların aşağı yukarı hepsini görmek yer yer mümkün olabiliyor.

Var mı bundan istisna? Evet var birkaç kişi. Eğer din sadece bu birkaç kişinin yükselme ve kurtulma erkinin bir aracı olarak ifade buluyorsa birilerinin gönlünde, dinin cihanşumullüğü ciddi zarar görecektir!

İnsanlar, sevmeleri dini bir vazife olan insanlara yani müslümanlara bunlardan herhangi birini yapabilmeyi kendilerine yedirebiliyorlarsa, orada dinin misyonu kişide geçersiz kalıyor ve akıllar kök hücrelere kadar karışabiliyor.

Beğenileri sahsileşmiş, değer yargısını dinden aldığını söyleyip, dinin kerih gördüğü ile meşgul olan herkesin öncelikli sorgusu, kendi iç dinamiklerine yönelik olmalı.

En azından din bu denli ayağa düşmemeli.

Din mühim bir kanundur. Pespayeliği kabul etmez.

Din ağızlarda sakız misali gevelenen bir lezzet unsuru da değildir.

Özünde dinsiz, sözünde dinli her nefs sahibi, kendine şunu sormalı:

Ben inandığımı söylediğim dine ne kadar hürmetkarım?

Yobazlığın, ham softalığın , cehaletin, kendini beğenmişliğin birinci alameti;

ne olursa olsun din adına, din dışı telkinlere, kişinin kendini kaptırıp, kraldan çok kralcı hesabınca dini tahrip noktasındaki eylemleri ve sözleri olsa gerektir.

Bilmeyen susabilmeli.

Susan suskunluğunu hazmedebilmeli.

Susana karşı, ukalalık yapmamak erdem sayılmalı.

Söylediğini yapamayan, sükutunu din bilmeli.


Bilen ise yapmadan söyleyememeli.

Yaptığını söyleyen ise sonuç alamazsa, kendini dinin sahibi gibi görüp, malını beğenmeyen müşteriye kızan esnaf tarzı burun kıvırıcı olmamalı.

Dinine saygısı olan, dinini öncelikle ve ivedilikle kendine tebliğ edebilmeli ki dinden nasibsizlere nefes alma imkanı verilebilsin.

Din bu kadar konuşulamamalı herhangi bir ortamda.

Din olabildiğince yaşanmalı.

Müslüman, İslamdan nasibsiz olamamalı, buna müsaade edilmemeli.

İslam kof bir iddia değildir. Laf ebelerinin söz salatasında zeytinyağı mesabesinde hiç değildir.

İlla ki tatbikat görmek ister her hususta.

Sevgisini kaybetmiş, merhametten yoksun, Allah için buğuz kadar muhabbeti de hayatına katamamış her kişi ebede kadar sussun ancak!

Yaşam bulmayan her kaide, ancak kaidesizlik ve karmaşa ile karışık inançsızlıklara gebedir .
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Çok güzel tespitler sevgili Zebih, kaleminize kuvvet diliyorum :flw
 
Üst