İlim Adamları

serkan..

Profesör
Katılım
5 Eyl 2009
Mesajlar
1,305
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Ebu Yusuf Yâkub İbn İshak el-Kindî' "İlk olarak izafi fizik ve izafiyet teorisini ortaya atan bilim adamıdır"

"Rabbinin adıyla oku ki, (herşeyi) o yarattı. İnsanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku.. Senin Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalem ile yazıyı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti" (1).

"Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlarla, sana indirilen kitaba ve senden önce indi-rilen kitaba İnanan mü'minlere, namaz kılanlara, zekât verenlere, Allah'a ve ahiret gününe inananlara elbette büyük ecir vereceğiz" (2).

Kur'ân'daki bütün emir ve yasaklara itaatte büyük hassasiyet gösteren Müslümanlar, ilme teşvik eden, hatta ilmi emreden âyetlere itaatte de aynı titizliği göstermişlerdir. İtaatteki bu hassasiyet onların Fizik, Kimya, Tıp, Astronomi ve Jeoloji üzerindeki araştırmalarını başlatan ve devam ettiren en büyük muharriktir.

Bu sayede İslâm dünyasında dev isimler yetişmiştir. Bu dev isimlerden birisi de ilgi sahasındaki konuların çokluğu ve bu konulardaki derinliği ile nadide bir sima olan el-Kindî'dir.

El-Kindî 801-873 yılları arasında Küfe şehrinde yaşadı. Tam ismi Ebu Yusuf Yâkub İbn İshak el-Kindî'dir. İsmi Batılı kaynaklarda Alkindus olarak geçer. Ailesi devletin önemli kademelerinde söz sahibi idi ve Küfe şehrinin yöneticisiydi (3).

Kindî çalışmalarına, ilk olarak, atalarının, Kindî'nin İslâmiyet'le şereflenip Efendimiz'in (sav) Ashabına katılan ilk hükümdarı el-Eş'as zamanından beri, büyük bir mülk sahibi olduğu Basra'da başladı.

El-Me'mun (813-833) döneminde Kindî, devrin büyük bir kültür merkezi olan Abbasî başkenti Bağdad'a geldi. Buradaki verimli çalışmaları sayesinde kısa sürede saray astronomluğuna yükseldi. 837 yılında gökcisimleri konusundaki bilgileri bütün muasırlarını geçmişti ve bu ona bir ayrıcalık getiriyordu.

Kindî daha sonra Samarra'da Halife el-Mutasım'ın oğlu Ahmet'e öğretmenlik yapmaya başladı. Abbasiler'le olan bu yakın ilişkileri pek uzun sürmedi ve 847'de Halife el-Vâsık'ın vefatıyla sona erdi. 861'den sonra Kindî tekrar kütüphanesine döndü ve 873 yılında öldü.

Kindî 72 yıllık hayatı boyunca birçok konuda araştırmalar yapmış ve seviyeli eserler vermiştir. Kitab fi Mahiyeti'1-İlim ve Aksamihi (İlmin mahiyeti ve kısımları) adlı eserinde ilimleri sistematize etmeyi denemiştir. Kindî'nin çalıştığı konulardan bazılarına kısaca temas edelim:

1-FİZİK:

El-Kindîye göre bütün varlıklar ve varlığın fiziki hâdiseleri izafîdir. Zaman, mekân ve hız birbirine bağlı İzafî olaylardır.

Kindî şöyle der: "... Zaman ancak hareketle, cisim hareketle, hareket cisimle vardır.." (4). Aynı şekilde şunu da ilâve eder: "... O halde asla, cisim, hareket ve zamandan biri diğe-rinden esasta Önce değildir" (5)

Kindî'ye göre herşey birbiriyle izafîdir. Aynı zamanda herşey gözlemciye göre de izafîdir. Bunu Einstein, yürüyen vagonlar misaliyle ifade ettiği gibi, el-Kindî de inip çıkan in-san misaliyle anlatır.

El-Kindî fiziğine göre zaman, cismin varolma süresidir. Hız ve yavaşlık ise hareketin modaliteleridir (*1). Onlar ancak zamanla bilinebilir ve ölçülebilirler.

El-Kindî yavaşlığı şöyle tarif eder: "Yavaş diye isimlendirdiğimiz şey, uzun zaman içinde hareket etmektedir" (6).
Aynı şekilde hızı da şöyle tarif eder: "Hız ise kısa zamanın içinde hareket etmektir" (7).

El-Kindî henüz erken bir dönemde, Öklid'i esas alarak optik üzerine bir eseri kaleme almıştı ve bu eserin Latince inceleme olan La Aspectus, Öklid optiğinin Batı'da tanınmasını sağlamıştı. Kindî ayrıca göğün neden mavi olduğunu da açıklamıştı (8).

2-MATEMATİK:

El-Kindî gerek Aritmetik'te gerekse Geometri'de kayda değer orijinal çalışmalar yapmıştır. En önemli çalışması ise onun ışığın yansıması ve Kâinatın yuvarlaklığı hakkındaki tesbitleridir (9).

Kindî "Uzay Geometrisi" ile de ilgilenmiş ve kâinatın kürevî olduğunu, sonsuz büyüklükte olamayacağını ispatlamış, dünyanın ve okyanus yüzeylerinin de mecburen yuvarlak olacağını belirtmişti (10).

El-Kindî sekizi sayılar teorisi, ikisi oran ve zaman ölçümü, birisi de İzafî büyüklükler hakkında olmak üzere yazdığı 11 kitabında modern aritmetiğin temellerini atmıştı. Kindî'nin bu risaleleri şunlardır:

1.Aritmetiğe Giriş
2.Hint Rakamları Üzerine Risale
3.Sayıların İzahı Hakkında Risale
4.Sayıların Armonisi Üzerine
5.Sayılar Zaviyesinden Ehadİyet Risalesi.
6.İkiz Sayıların Islahı Üzerine Risale.
7.Sayılar Zaviyesinden Tahmin Üzerine Risale.
8.Doğrular ve Sayılarla Çarpımları Üzerine Risale.
9.İzafi Büyüklükler Üzerine Risale.
10.Oran ve Zaman Ölçümleri Üzerine Risale.
11.Sayılar, İşlemler ve Sadeleştirme Üzerine Risale (11).
El-Kindî ayrıca uzay geometrisinin de kuruculuğunu yapmış ve bu dalda da aşağıda adı geçen eserleri vermiştir.
1.Kâinatın Yuvarlaklığı Üzerine.
2.Basit Elementlerin ve En Uzak Kütlelerin Yuvarlaklığı Üzerine.
3.Kürevî Şekiller Üzerine.
4.Bir Küre Üzerine Azimut Yapımı Hakkında Risale.
5.Deniz ve Su Yüzeyinin Yuvarlaklığı Hakkında Risale.
6.Kürenin Ayarlanması Üzerine Risale.
7.Ekliptik Düzlemin ve Diğer Gökcisimlerinin İzafi Vaziyetlerini Temsil Eden Küre İskeletinin Yapımı Üzerine Risale.

3-TIP:

El-Kindî, yoğun bir şekilde olmasa da tıpla, özellikle eczacılıkla ilgilenmişti.El-Kindî'nin bu konudaki uzmanlığı "Akrabazim" adlı eserinden anlaşılabilir.

Bieşimli ilaçların pozolojisi üzerindeki çalışması olan "Risale fi Marife al-Kuvve il Edviyye il-Mürekkeb" adlı eserinde ilaçların tesir şiddetlerine ve kalitelerine göre sınıflandırmaya çalışmıştır.

El-Kindî, "Yunan hekimleri sadece basit ilaçlarla uğraştılar ve yalnız onları incelediler, ama çok daha etkili olan bileşimli ilaçları açıklamayı başaramadılar" diyor.

El-Kindî, geometrik işlem mantığını bir ilacın basit bileşenlerinin kalitesi ve miktarını tayin amacıyla Galenik doktrine uyguladı. Daha sonra temel maddelerin toplam miktarını hesapladı.

El-Kindî, aynı zamanda Psikofizyoloji dalının ilk temsilcisidir. Psikofizyoloji genci olarak maddî âmillerin, yani fizikî tesirlerin, insan ruh, hissiyat ve iç duygularında meydana getirdiği etkiyi Ölçme bilimi olarak tarif edilebilir.

Bu tarif daha çok modern psikofizyolojistlerin ilki kabul edilen Weber ve Fechner'in tariflerine uygundur. Ancak el-Kindî bu bilimi tıbbın bir dalı olarak ve hastalığın şiddet ve tabiatıyla, ilaçların dozajları arasında bir ilgi kurulabileceğini ve ilaçların bünyede meydana getirecekleri etkinin ölçülebileceğini düşünür; böylece basil bir pozoloji yerine ilmî psikofizyoloji'yi oturtmak ister (12).

El-Kindî, adı geçen eserinde, ilaçların, hastalığın şiddetine göre tayin edilebileceğini, böylece de bunlar hastaya verildiğinde hiçbir yan tesir meydana getirmeden, hastalığı iyileştirilebileceğini söyler.

El-Kindî ilk defa ilaçlarla, onların vücuttaki tesirlerini ölçmek ister ve bunun kanunlarını tesbit eder ki, bu kanunlar daha sonra iki Alman psikolofizyolojist tarafından aynen tekrarlanacaktır.

El-Kindî'nin tesbit ettiği kanunlar şöyle özetlenebilir:

1)Her ilaç vücutta, doktor tarafından hissedilebilen bir sansasyon oluşturur ve bütün sansasyonlarda aynı olan, hissedilebilen minimum bir sansasyon eşiği vardır.
2)Sansasyonlar, onlara âmil olan fizikî etkenlerden daha az büyür (3 3).

Weber ve Fechner bu konuları matematiksel olarak dile getirdi ve Fechner sansasyonun fizikî âmilin logaritmasıyla doğru orantılı olduğunu buldu.

4- JEOLOJİ VE MÎNEROLOJİ:
El-Kindî, mineroloji konusunda "Risale fi Enva'il Cevahir il-Samina ve Gayriha" (Kıymetli taşlar ve diğer taş türleri hakkında) ve "Risale fi Enva'il-Hıcare ve Cevahir" (Taş ve cevher türleri üzerine risale) adlı eserleri meşhurdur.

Kindî ayrıca metalürji ve kılıç yapımı hakkında Arapça'da türünün ilk örneği olan bir Risale yazmıştır. Bu risale Risale fi Enva es-Suyuf el-Hadid (Çelik kılıç türleri hakkında risale) adıyla anılır (14). (Bkz. A. Treatise on Swords and their esential attributes, a Rare and orifinal work of al-Kindî, the great Arab philosopher, nşr. RMN Eshan Elahie, Lahor, 1962).

5-DİĞER DALLAR:

El-Kindi coğrafyayla ilgili olarak matematiksel eserler de ortaya koydu ve bu konuda Batlamyus modelini izledi. Kindi zooloji konusunda da birkaç risale kaleme aldı (15). Ayrıca "Kimya el-Itr vel Te'sidat" (*2) adlı eserinde de aromatik ilaçlar ve kozmetikler hakkında bilgi vermiştir.

Bu eser Kral Garbers tarafından Almanca'ya tercüme edilmiş ve "Buchüber die Chemie der Parfumchemie und Drogenkuke aus dem 9 Fahrhunderl Leipzig,1943", başlığında yayınlanmıştır (16).

Büyük bir ilmî şahsiyete sahip olduğu eserlerinin seviyesinden belli olan el-Kindî'nin ilmin hemen her sahasında 270 adet büyüklü küçüklü eseri kayıtlara geçmiştir. Batı ortaçağına en çok tesir edenlerden biri olduğu için Cordano ona, insanlığın 12 büyük adamından biri unvanını verir (17).

En çok tesir ettiği Batılılar Gerarde de Cremano, Roger Bacon, Witeldo ve Yahudi İsak el-İsraili'dir. Kindî büyük ölçüde Farabî, İbn-İ Sina ve diğer İslâm düşünürlerine de tesir etmiştir.

DİPNOTLAR:
(*I) İki farklı haldir.
(*2) Eserin bir kopyası İstanbul'da mevcuttur. Ayasofya, no.3594.
2) en-Nisa(162).
3) Watt, Monlgomery, İslamic Philosophy and Technology.
4) Kindî, el-Felscfe ul-Ula, s.l 19.
5) a.g.e. s.119.
6) El-Kindî, Kitab ul-Cevahir'il-Hamse, s. 32.
7) a.g.e., s. 32.
8) Nasr. Seyyid Hüseyin. İslâm ve İlim.
9} Singerg Charles. A short of scientifıc İdeas, c.2, s. 445-6.
10) Serdar. Ziyaüddin. The Touch of Midas. Science values and enviroment in Islam and the West, s. 7075.
11) El-Dafia', Ali Abdullah, The Müslim Controbulion to Mathematics. s. 32.
12) Doç. Dr. Bayrakdur, M. İslamda Bilim ve Teknoloji Tarihi.
13) Gouthier, Los Alileeedents Greco-Arabes; de la Psychopsique, s. 10-27.
14) Nasr Seyyid Hüseyin, a.g. e., 15.
15) a.g.e
16) Hamarneh Sami, Life and Ideas of Al-Kindî, Hamdard c. 29. s.68.
I7) Bayrakdar, a.g.e., s. 206.
 

serkan..

Profesör
Katılım
5 Eyl 2009
Mesajlar
1,305
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Câbir bin Hayyân Abdullah el-Ezdî

Modern kimyânın kurucusu meşhûr İslâm âlimi. Tebe-i tâbiîndendir. İsmi Câbir bin Hayyân Abdullah el-Ezdî olup, künyesi Ebû Abdullah’tır. Horasanlı, Tuslu, Harrânlı ve Kûfeli olduğu söylenen Câbir’in âilesi hakkında çok az bilgi vardır. İslâm âleminde Sûfi, Avrupa’da Al-Geber ismiyle şöhret buldu. Doğum târihi kesin olarak bilinmemekte ve yaklaşık 815 (H. 200) yılında vefat ettiği kabul edilmektedir.

Aslen Türk olan Câbir bin Hayyan, Abbâsî Halîfesi Hârûn Reşîd’in sarayında yaşadı. vezir Yahyâ bin Hâlid el- Bermekî’den himâye gördü. Asrının fen âlimiydi. Bütün İslâm âlimleri gibi, fen ilmini, İslâmî ilimlerle berâber okudu. Tıp, astronomi, matematik, felsefe, kimyâ ve zamanın diğer ilimlerinde yetişti.

Câbir bin Hayyân, Câfer-i Sâdık hazretlerinin derslerine devâm etti ve hizmetinde bulundu. Temel din ilimlerini öğrendi. İlmî araştırmalarda husûsî metodlar geliştirdi. O zamanda meşhûr olan simyâ (sihir ve büyücülerin, olması mümkün olmayacak şeyleri yapıyorlar gibi göstermeleri) ilminin bir fen ilmi olmadığını isbât edip, ondan ayrı olarak tecrübeye, analize ve matematiğe dayalı kimyâ ilmini kurdu. Böylelikle bugünkü modern kimyânın temelini atmış oldu.

İlim öğretip birçok talebe yetiştiren Câbir bin Hayyân, eserlerinde yapmış olduğu ilmi ve fenni tecrübeleri, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar îzâh etti. Ulaştığı netîceleri son derece hassâsiyet ve dikkatle yorumladı. Bâzı mühim kimyevî maddelerin terkibini tesbit edip, açıkladı. Kimyâda kullanılabilecek bâzı metodlar ortaya koydu. Deneylerde kullanılacak âletlerin îmâli ve bunların kullanılış metodunu îzâh etti. Kimyâ ilminde kullanılabilecek hassas ölçü âletlerini yaptı.

Kristalleşme, damıtma, kalsinasyon (kavurma), sublimasyon ve buharlaşma gibi kimyevî teknikleri, kimyâ ilmine kazandırdı. Sülfirik ve nitrik asitler gibi birçok asitler ile sodyum karbonat ve potasyumu buldu. Zehir ve zehirli maddelerin kimyevî yapıları üzerinde incelemelerde bulundu. Bu konuda Kitâb-üs-Sümûm adlı eserini yazdı. Bitkilerden elde edilen bir boya ile derilerin nasıl boyanabileceğini ve derilerin nasıl dabağlanacağını ortaya koydu. Ateşte yanmayan kâğıt îmâlini gerçekleştirdi. İlk defâ imbik yaptı. Çeşitli metallerin kullanılır hâle getirilmesi, çeliğin geliştirilmesi, su geçirmez kumaşların verniklenmesi, cam îmâlinde mangan dört oksit’in (Mn3O4) kullanılması, paslanmanın önlenmesi, altın yaldızla süsleme, boyaların ve yağların tesbiti gibi alanlarda birçok buluşlar yaptı. Cisimleri hassalarına göre üç sınıfta tasnif ederek, daha sonra yapılan sınıflandırmalara rehberlik etti. Birçok kimyevî maddeyi tesbit ederek, günümüzde de kullanılan Arapça isimler verdi.


Câbir bin Hayyân, maddelerin atomik yapısını gösteren orjinal tesbitler yaparak, kimyevî reaksiyonlarda belli miktarların belirli miktarlarla reaksiyona girdiğini söyledi. Atom hakkında, ancak asırlar sonra anlaşılabilecek şu sözleri söyledi: Maddenin en küçük parçası olan "el-cüz’ü lâ yetecezzâ" da yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin söylediği gibi, bunun parçalanamayacağı söylenemez. Atom da parçalanabilir. Parçalanınca da öyle bir güç meydana gelir ki, bir anda Bağdât’ın altını üstüne getirebilir. Bu, Allahü teâlânın kudret nişânıdır." Bu sözlerden asırlar sonra yapılan atom bombası, atıldığı şehirleri yerle bir etti.

Câbir bin Hayyân, maddeleri, yapılarındaki özelliğe göre üç ana sınıfa ayırdı: 1) Ateş veya sıcaklıkla hemen buharlaşabilen maddeler, 2) Çekiçle dövülebilen, parlaklık arz eden, ses çıkaran metalik cisimler, 3) Mineral cinsinden olan, ne çekiçle dövülebilen, ne de toz hâline dönüştürülebilen katı cisimler. Birinci gruba giren maddeleri, sülfür, arsenik, civa, amonyak, kâfur olmak üzere beş gruba ayırdı. Metalik cisimleri de kendi arasında kalay, kurşun, demir, bakır, gümüş, altın olmak üzere altı çeşide ayırdı.

Câbir bin Hayyân, kimyânın geniş uygulama alanı olan arıtma konusuyla alâkalı ilk misâlleri ortaya koydu. Arıtma yollarından oksitlenme, süblinasyon (amalgam yapmak), damıtma, arıtma, çökeltme, ergitme ve kristalleştirmeyle ilgili işlemleri, uygulamaları ile birlikte açıkladı. Kükürt ile civanın karıştırılması sonucu kırmızı bir taşın (zencefre) meydana geldiğini açıkladı. Sirke ile asetik asit elde etme yollarını ilk olarak ortaya koydu.

George Sarton onu, "Orta çağların ilimler ansiklopedisi" olarak değerlendirmekte, şöhret ve tesirlerinin, 17. asra kadar devâm etmiş olduğunu ifâde etmektedir. Gerçekten 17. asra gelinceye kadar kimyâ bilimleri alanında onun seviyesine kimse çıkamamış, kimse onu gölgede bırakamamıştır. Doğu ve batı ilim dünyâsında ona denk ve onu aşan bir kimyâcı yetişmemiştir.

Kimyâ târihçisi Leclerc; Histoire de la Medicine Arabe adlı eserinde, Câbir bin Hayyân’ı orta çağların tartışılamaz en büyük âlimi, ilmî otoritesi ve derinliği ile benzeri olmayan bir üstat, metodu ile yol gösterici olması bakımından büyük bir ilim teşvikçisi ve nihâyet modern kimyânın kurucusu ve tamamlayıcısı olarak değerlendirmektedir. İslâm âleminde, Ebû Bekr Râzî, İbn-i Sinâ, Mesleme el- Macrîtî, Fârâbî ve daha birçok bilgin, onun eserlerinin gölgesinde yetişip, olgunlaştılar.

Onun eserleri, farklı metodlarda hazırlanmıştır. Meselâ bâzı eserlerinde, son derece kısa ve özlü bir üslub tâkib etmiş, hattâ bâzılarında semboller kullanmıştır. Bâzı eserlerinde ise ayrıntılı ve uzun anlatımlı bir yol tâkib etmiştir. Batılı ve doğulu birçok bilgin, onun eserlerinden istifâde etti. Batılı bilginlerden Galileo, Francis, Bacon, Newton ve başka bir çokları ondan çok faydalandılar. 17 ve 18. asırda, batı ilim çevrelerinde meydana gelen birçok ilmî buluşların teşekkülünde, onun eserlerinin büyük tesiri vardır. Özellikle bugün kimyâ ilminde mevcûd olan birçok orjinal keşif ve metodlar, hemen hemen bütünüyle ona âit veya onun fikirlerinden kaynaklanmıştır.

Ünlü Fransız bilim târihçisi M. Berthelot, Orta Çağlarda Kimyâ Târihi adlı eserinde şöyle demektedir: "Aristo’nun mantık ilmindeki yeri neyse, Câbir bin Hayyân’ın kimyâ ilmindeki yeri de odur. Aristo, mantığın kurucu ve üstâdı olarak kabul edildiği gibi, Câbir bin Hayyân da kimyânın kurucusu ve üstâdıdır."

Modern araştırmacılar şöyle demektedirler. Eğer Câbir bin Hayyân çağımız teknolojisini kullanarak aynı eserleri yazsaydı, modern sonuçlara ulaşırdı. Çünkü o, tüme varım metodunu kullanıyordu. Yâni maddenin en küçük parçasından araştırmaya başlayarak, istediğine ulaşıyordu. Bununla berâber, dış gözlemlerinde tümden gelim metodundan da yararlandı. Yâni maddenin tabiî hâlinden en küçük parçasına kadar inceleyerek sonuca vardı. Francis Bacon, bu metodu onun eserlerinden öğrenmiş, Dekart ise onu taklid etmiştir.

O, deney yoluyla elde edilecek bilgi ve prensiplerin kat’î ve değişmez olduğunu iddiâ etmedi. Aksine modern bilim çalışmalarında olduğu gibi, bunların zannî ve ihtimâlî olduğunu belirtti. Onun metodunun esâsını, "mazbut müşâhede ve sağlam tecrübe" teşkil etmektedir. O, bu metodu ile hayal ve kuru faraziyelerle oyalanmamış, gerçek anlamda bir ilmi çalışma ortaya koyarak çığır açmıştır.

Câbir bin Hayyân; tıb, astronomi ve mantık, felsefe, fizik, mekanik gibi ilim dallarında da çalışmalar yaparak bunlarla ilgili eserler verdi. Usturlâb hakkında yazdığı eseri gören âlimler, eserin bin bölümden meydana geldiğini ve akılları durduracak üsünlükte olduğunu kaydetmişlerdir.

Yazdığı eserler, asırlarca İslâm medreselerinde okutulunca, Endülüs Müslümanları yoluyla Avrupa’ya geçti. İslâm dünyâsında ve Avrupa’da kimyâ ilminde Câbir çağının sonu bir türlü gelmedi. Öyle ki, Avrupa’da bâzı kimyâgerler, kabul görmesi için eserlerini ona mâl ederek, kendi eserlerine onun ismini yazdılar.

Câbir’in eserlerinin büyük bir kısmı kayboldu. Bunlardan yirmi yedi tânesi, Lâtince ve Almanca olarak Nürnberg, Frankfurt ve Strazburg’ta 1473-1710 yılları arasında basılmıştır. Basılmış olan eserlerinden bâzılar şunlardır:

1) kitâb-ül-Beyân, 2) Kitâb-ül-Hacer, 3) Kitâb-ün-Nûr, 4) Kitâb-ül-İzâh, 5) Kitâb-ül-Istakas-is-Sâlis, 6) Tefsîr-ül-İstaka, 7) Kitâb-üt- Tecrid, 8) Kitâb-ül-Mülk, 9) Kitâb-ur-Rahme.

Basılmamış eserlerinden bâzıları ise şunlardır:

1) Kitâb-üş-Şems, 2) Kitâb-ül-Kamer, 3) Kitâb-ül-Hayvân, 4) Kitâb-ün-Nebât, 5) Kitâb-ül-Hikmet, 6) Kitâb-ül-Anâsır, 7) Kitâb-ül-Kimân-il-Meâdin, 8) Kitâb-ül-Hilkat, 9) Kitâb-ül-Hey’et, 10) Kitâb-ün-Nakd.
 

serkan..

Profesör
Katılım
5 Eyl 2009
Mesajlar
1,305
Tepkime puanı
169
Puanları
0
El-Battânî

Harran’ın Battân kasabasında doğdu (859–929). Asıl adı Muhammet bin Cabir bin Sinan er-Rakki el-Harranî’dir. Ebu Abdullah künyesi ve Battânî ismiyle meşhur olmuştur. Dünyanın gelmiş geçmiş en meşhur 20 astronomundan biri kabul edilir.

Battânî, ilimdeki gâyesini şu esas üzerine bina eder: “İnsan, Allah’ın (cc) varlığını, birliğini, kudretini ve eserlerinin mükemmelliğini başta astronomi olmak üzere, ilimler sayesinde öğrenebilir. Meselâ şu görünen yıldızlar, üstünde yaşadığımız bu dünya ve dünyanın hareketleri Allah’ın (cc) varlık ve birliğinin açık bir delilidir.”

Güneş sistemini tespiti

Battânî’nin çalışmalarının tamamı astronomiyle ilgilidir. Battânî bugünkü Halep’in 160 km doğusunda Fırat nehri kıyısındaki Rakka şehrinde bir rasathane (gözlem evi) yapmış; Güneş ve Ay’ın görünür çaplarında yıl boyunca meydana gelen değişiklikleri ölçmede, önceki ilim adamlarının yaptığı çalışmalara katkılarda bulunmuş; Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerini, yörüngelerini daha doğru bir şekilde belirlemeye çalışmıştır. Güneş’in Dünya’dan en uzak bulunduğu noktadaki hareketini keşfetmiş, Dünya’nınkine göre Güneş’in yörünge eğimini ve Dünya’nın dönüş eksenindeki değişme değerlerini bulmuştur. Kendisinden beş asır sonra gelen Kopernik’in 23° 35ı olarak bulduğu Dünya’nın ekliptik eğimini o, 23° olarak hesaplamış, bugün bilinen açı değerini yaklaşık yarım dakikalık bir farkla bulmayı başarmıştır.

Güneş ve Ay tutulmaları

Battânî, kendi geliştirdiği güneş saati zâtü’l-halak,2 duvara tespit edilmiş büyük kadran3 ve daha sonraları triguetum (zâtü’ş-şubeteyn) adı verilecek âlet ile, Rakka’da, bazı fezâ hâdiselerinin yanı sıra, Güneş ve Ay tutulmalarını rasat etmiş ve elde ettiği bilgilerle Ay ve gezegen hareketleri hakkındaki bilgileri düzeltmiş, yeni Ay’ın görülme şartlarını tayine yarayan bir usûl geliştirmiştir. Yaptığı gözlemlerle tam 489 yıldızı sınıflamayı başarmıştır. Battânî, yaptığı bu son derece hassas rasatlar neticesi güneş yılını (tropik seneyi) ilk defa 365 gün 5 saat 46 dakika 32 saniye olarak gerçek değere çok yakın hesaplamıştır. Çağımızdaki son derece gelişmiş teleskoplar ve ilmî hesaplamalar neticesi ise bu değer, 365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniye olarak hesaplanmıştır.

Kıble tayini konusundaki çalışmaları

Battânî, Müslümanlar için büyük ehemmiyet arz eden kıble yönünün farklı coğrafyalarda hesaplanabilmesine yönelik çalışmalar yapmıştır. Kıble doğrultusu belirlenecek yerin ve Mekke’nin boylam ve enlemini tespit etmiş, bu ikisinin farkını alıp kıble doğrultusunu bulmuştur. Hazırlanan cizlere, usturlablara ve rubu tahtalarına kıble cetvellerini eklemiştir.

Matematik, trigonometri ve diğer çalışmaları

Trigonometrinin gerçek mucidi olarak da kabul edilen Battânî, astronomi çalışmaları sırasında matematik ve trigonometriden faydalanmış (bu konuda “ilk” kabul edilir), küre ve düzlem trigonometrisi üzerinde araştırmalar yapmıştır. Bilhassa astronomik cetvel (zic) hazırlarken trigonometriyi çok iyi kullanmıştır.
Battânî’nin keşif ve başarılarından bazıları şöyledir:
1- Matematik alanında Yunan kirişi yerine sinüsleri kullanan ilk ilim adamıdır.
2- İlk defa kotanjant kavramını geliştirmiş ve dereceli bir tablo oluşturmuştur.
3- Ay’ın boylamda ortalama hareketini tespit etmiştir
4- Güneş ve Ay’ın görünür çaplarını ölçmüştür.
5- Güneş’te bir yıl, Ay’da ise bir ay zarfında gözlenen değişiklikleri hesaplamıştır.
6- Ay’ın tutulma derecesinin hesabı için çok sağlam bir metot geliştirmiştir.
7- Küre trigonometrisinin ba–zı problemlerini ortografik projeksiyon yardımıyla incelemiştir.
8- Dik üçgenleri inceleyerek geometrideki temel kavramlardan sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantın tariflerini yapan ve bunları gerçek mânâda ilk defa kullanan kişidir.
9- Gerçek astronomik cetveli (zic, yıllık) hazırlayan ilk ilim adamıdır.
10- Sıfırdan 90 dereceye kadar açıların trigonometrik değerlerini hesaplamıştır.
11- Cebir çözüm metotlarını trigonometrik denklemlere uygulamıştır.
12- Yukarıda bahsi geçen bütün matematik ve trigonometri teknikleri Batı Avrupa’da 15. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar Kopernik, Kepler, Tycho Brahe ve Galile gibi ilim adamları tarafından da kullanılmıştır.

Eserleri
Orta Çağ Batı dünyasında eserleri ilk defa Lâtinceye çevrilen Müslüman ilim adamı olan Battânî, yaşadığı devrin en önemli astronomu ve matematikçisidir. Batı, Battânî’nin astronomideki hizmetlerinin değerini ortaya koymak adına Ay’a onun ismini vermiştir. Ay, Ay haritalarında Albategnus (el-Battânî) olarak kaydedildiğinden, Battânî Batı’da ‘Albategnus’ olarak şöhret bulmuştur.

1)Kitabe’l-Zic: Bir astronomi cetvelleri kitabı olan bu eser 57 bahisten müteşekkildir. Battânî bunu yazma sebebini, diğer ziclerde gördüğü yanlışlık ve farklılıklardan yola çıkarak gök cisimlerinin hareketleri konusundaki teorileri iyileştirme ve neticeleri yeni gözlemlere dayanarak geliştirme olarak açıklar. Bu eser Battânî’nin en hacimli, en fazla bilinen ve günümüze kadar ulaşan tek kitabıdır. Özellikle hesap ve rasatların neticelerini içine alan bir almanak özelliğindeki bu eser yalnız İslâm dünyasında değil, Orta Çağ Avrupa’sında ve Rönesans’ın ilk devirlerinde küre trigonometrisi sahasında önemli bir kaynak olmuştur. Bu eserde, tespit edilmiş her yıldızın uzaydaki yeri, yörüngesi ve hareketleri hesaplanmıştır.
Astronomi ve küre trigonometrisinin gelişmesinde belirleyici tesiri olan bu kitap, yazılışından üç asır sonra Batı’da anlaşılmış, 12. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar tercüme ve şerhleri önce Lâtinceye, sonra da İspanyolcaya çevrilmiştir.
Tycho Brahe’nin ve G.B. Ricioli’nin eserlerinde Kitabe’l-Zic’den ne kadar çok iktibas yaptıkları, Kepler ve Galile’nin de Battânî’nin tespitleriyle yakından ilgilendikleri bilinmektedir. Kitabın, 20. yüzyılın başlarında Arapça aslıyla birlikte yeniden baskısı yapılmıştır.

2) Kitâb ü Mârifeti’l-Metâlii’l-Bürûc fî mâ Beyne Erbaati’l-Felek: Astronomiye dâir bu eserde, 12 burcun gök küresinin dörtte birindeki doğuş noktalarından, Ay ve yıldızların doğuş yerlerinden ve Ay’ın tutulmasından bahsedilir. Battânî’nin, boylamları 0°’den 36°’ye tekabül eden yıldızların doğuş yerlerini gösteren cetveline benzer cetveller bugün modern astronomide kullanılmaktadır.

3) Risâletü’n fi Tahkik-i Akdari’l-İttisalat: Yıdızların yan yana gelme ölçülerinin araştırılmasıyla alâkalı olan bu eserde yıldızların ışıklarını göndermeleri, enlemlerden ve küre trigonometrisinden faydalanılarak izâh edilmektedir.
Battânî’nin astronomiyle alâkalı diğer eserleri şunlardır:
4) Risâletü’n fi Ameliyyati’t-Tercimi’d-Dakika
5) Kitab u Ta’dili’l-Kevakib
6) İlmü’n-Nücûm
7) Kitabü’n fi İlmi’l-Felek
8) Kitabün an Daireti’l-Bürüc ve’l-Kubbeti’ş- Şemsiyye
9) Muhtasarun Ii Kütübi Batlemyüsi’l-Felekiyye
10) Risâletü’n fi Mikdari’l İttisalati’l-Felekiyye

Kimler, hakkında ne dedi?

Battânî, Sâbiî Cetvelleri adıyla şöhret bulan yıldız kataloglarını hazırlarken Avrupalılar astronomi cetvellerini hesaplamak bir yana, Müslümanlarınkine eş rasatları bile henüz yapamamışlardı. Battânî’nin buluşlarını, Batılılar asırlarca sonra kullanabilmiş ve sahip çıkmıştır. Eserlerinden Batı’da çok faydalanılan ve bir deha olarak kabul edilen Battânî, yazdığı eserlerin Lâtinceye tercümelerinde Albategni veya Albategnus adıyla isimlendirilmiştir.
Battânî’den ve çalışmalarından haleflerinden Birûnî takdirle söz etmekte, Sa’îde’l-Endülüsî ise, Tabakâtü’l-Ümem adlı eserinde, Battânî’yi İslâm bilim tarihinde, yıldız ve gezegenlerin hareketlerini doğru gözlemleyebilen bir âlim olarak gördüğünü ifade etmiştir.

Batı dünyasında Gibbs ve Kremers gibi ünlü oryantalistler, Battânî’de müthiş bir zekâ bulunduğunu, onun, İslâm dünyasındaki her çeşit kültürü içine alan bir ansiklopedi gibi olduğunu belirtmişlerdir.

Onsekizinci asrın Fransız astronomu Laland Battânî’yi gelmiş geçmiş en büyük 20 astronom arasında sayarken, bilim tarihçisi G. Sarton, onu çağının en büyük Müslüman astronomi âlimi olarak kabul etmiş, bir başka bilim tarihçisi Erich Bell ise, trigonometriye cebir ilmini uygulayan ilk bilim adamının Battânî olduğunu kaydetmiştir.
Paris İslâm Enstitüsü profesörlerinden Jacques Risler, yeni trigonometrinin mucidinin ve trigonometrik bağıntıları bugün kullanılan şekliyle formülleştirenin Battânî olduğunu, Batı dünyasına trigonometriyi onun öğrettiğini büyük bir cesaretle ifade etmiştir.

Prof. Philip K. Hitti ise, Batı’da matematik bilginlerinin tanjant hakkında Battânî’den ancak beş asır sonra bilgi sahibi olabildiğini söylemiştir.
M. Charles ise, Battânî’den söz ederken, onun sinüs ve kosinüs tabirlerini ilk kullanan kişi olduğunu, bunları güneş saati hesaplamasında geliştirdiğini, ona uzayan gölge adını verdiğini, buna da modern geometride tanjant dendiğini belirtmiştir.

Görüldüğü gibi, bizim dünyamızın el-Battânî gibi parlak insanları kendilerine bahşedilmiş zekâ ve kabiliyetleri, insanlığın ortak mirası olan bilimin gelişmesi istikametinde kullanmışlar ve bu sahada asırlarca eskimeyen keşif ve icatlara vesile olmuşlardır. Köklerimizin ilim ve araştırmayla yoğrulduğu dikkate alındığında, bu maziden ilham alan günümüz genç nesillerinin de yakın bir gelecekte ilim dünyasına tekrar önemli katkılarda bulunacağına, olimpiyatlarda gösterilen başarıların da bunun müjdecisi olduğuna inanıyoruz.

Dipnotlar
1. Urfa bölgesi binlerce yıllık tarihinde pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış ve özellikle İslâmiyet’in bu bölgede hâkim olmasından sonra, birçok bilim adamı ve filozofun yetiştiği, dünyanın ilk üniversitesinin de kurulduğu bir coğrafyadır.
2. Zatü’l-halak (çemberli küre) iç içe geçmiş çeşitli halkalardan meydana gelen bir gözlem âletidir.
3. Kadran: Dörtte bir daire şeklinde olup gözlem yapmak için kullanılmış olan en eski âletlerden biridir. Rasathanelerin duvarına tespit edilerek kullanılan büyük şekli İslâm astronomları tarafından libne olarak adlandırılmıştır. Daha küçük boyutlardaki taşınabilir şekline el-rub veya ruba tahtası adı verilmiştir.

Kaynaklar
- Bilim Tarihi, Colin A.Ronan,Tübitak Yayınları, Akademik Dizi-1, İst, 2003, Sayfa 231-235.
- TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 6, Sayfa 9-10, Ferruh Müftüoğlu.
- Müslüman İlim Öncüleri, Heyet, Işık Yay, 2005, Sayfa 73.
- Tarih Boyunca Ünlü Astronomlar, Haz. Uğurcan Sağır, 2001, Sayfa 6-7, Öğrenci Tezleri, dermanscience.ankara.edu.tr
- Yeni Rehber Ansiklopedisi, Cilt 3, Sayfa 373-374
- İslâm ve Dünya Medeniyetler Tarihi, Bilge Erdem Yay, Şevki Ebu Halil, 2005, Sayfa 442.
 

serkan..

Profesör
Katılım
5 Eyl 2009
Mesajlar
1,305
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Onuncu yüzyılda, İslam aleminde yetişmiş büyük matematik ve astronomi alimi, ismi Muhammed bin Yahya bin İsmail bin Abbas'tır.

10 Haziran 940 (H.328) tarihinde Horosan'ın Buzcan kasabasında doğdu.Bu yüzden Ebü'l-Vefa Buzcani diye meşhur oldu. 1 Temmuz 988 (H.388)tarihinde Bağdat'ta vefat etti.

İlim tahsiline amcası Ebu Amr Mugazili ve Ebu Yahya bin Kanib'in yanında başlayan Ebü'l Vefa, on dokuz yaşında Bağdat'a gitti (959).Ölümüne kadar burada ilim ile meşgul oldu. Şerefüddevle'nin sarayındayaptırdığı rasathanede çalışan alimIer arasında yer aldı. Matematik başta olmak üzere, ömrünün büvük kısmını astronomik gözlemler yapmak, eser telif etmek ve ders vermekle geçirdi.

Ebu'l Vefa, Matematik ve astronomideki hizmetleriyle ilim tarihinde unutulmazlar arasında yerini almıştır .Onu, gerek klasik ve gerekse modern matematik konularında gördüğümüz birçok trigonometrik kavram, tarif, teorem ve formülleri ilk defa ortaya koyan bir Müslüman bilgin olarak tanıyoruz. Yazdığı eserler, yüzyıllarca hem İslam dünyasında, hem de Avrupa'da kaynak kitaplar olarak kabul edilmiştir.

Ebü'l Vefa, trigonometride büyük hizmetlerde bulundu, ona büyük ölçüde açıklık kazandırdı. Bilhassa, küresel trigonometride sinüs konusunu ilmi bir düşünceyle inceledi. Tanjant tabloları düzenledi. Trigonometriye tanjant, kotanjat, sekant A=1/Cos A ve kosekant A=1/sinüs A tarifve kavram-larını kazandırdı. Trigonometrinin altı esas eğrisi (grafiği) arasındaki trigonometrik oranlan ilk defa belirtti. Bu oranlar, bugün bile trigonometride grafiklerin tarifinde aynen kullanılmaktadır .

Ebü'l Vefa, çağına kadar hiçbir matematikçinin yapamadığı incelikte trigonometrik çizelgeler düzenledi. Astronomik gözlemleri için gerkli olan sinüs ve tanjant değerlerini gösteren çizelgeleri on beşer dakikalık (açı dakikası) aralıklarla hesaplayarak hazırladı.

Onun matematiğe kazandırdığı bu yenilikleri, Avrupa'da ancak beş yüzyıl kadar sonra Alman bilgini Johann Müller (1436-1476) tarafından ilk defa ortaya atılıp kullanılabildi.

Bu demektir ki, Avrupa, ancak Ebü'l Vefa'nın eserlerinin Batı dillerine çevrilmesinden sonra, bu konudaki bilgilere sahip olabilmiştir .Diophantos'un ve Batlamyus'un eserlerini inceleyip, açıkladı. Zamanına kadar hiçbir matematikçinin yapamadığı hassaslıkta trigonometrik çizelge-ler hazırladı. Astronomik gözlemlere için gerekli ceyb (sinüs) ve zıl (tanjant) değerlerini gösteren çizelgeleri, on beşer dakikalık açı aralıklarıylahesapladı. Trigonometrinin altı esas oranı arasındaki trigonometrik münasebetlerini ilk defa açıkladı. Bu oranlar, günümüzde de aynen kullanılmaktadır .

Ünlü bilim tarihçisi Plorian Cajori, History of Mathematick adlı eserin-de onun hakkında: "

Ebü'l Vefa şüphesiz ki, Harezmi'nin matematik ve cebirdeki buluşlarını önemli ölçüde geliştirdi. Özellikle geometri ile cebir arasındaki münasebetler üzerinde durdu. Böylece bazı cebirsel denklemleri geometri yoluyla çözmeyi başardı ve diferansiyel hesabın ve analitik geometrinin temelini kurdu. Bilindiği gibi, diferansiyel hesap, insan zekasının bulduğu mühim ve pek faydalı bir mevzu olup, ilim ve teknolojik muasır gelişmelerin temel kaynağını teşkil etmektedir. Ayrıca, Battani'nin trigonometreleriyle ilgili eserlerini inceleyerek, girift ve anlaşılmayan yönlerini açıklığa kavuşturdu." demektedir.

Sekant'ın kaşifi olarak genellikle Kopernik bilinirse de, ünlü bilim tarihçilerinden Morite Candon ve Carra da Vaux'un araştırmaları sonucu, Ebü'l Vefa'ya ait olduğu tesbit edilmiştir.
Ebü'l Vefa, sinüs değerlerinin hesabı için yeni bir metod geliştirdi. Böylece hazırladığı cetvellerinde 30 derece ve 15 derecelik açının sinüsünü son derece dakik olarak, virgülden sonraki sekiz ondalık basamak halinde hesapladı.

Trigonometrinin yanında cebir ilmi üzerinde de derinlemesine çalışmalarda bulunan Ebü'l Vefa, o zamana kadar bilİnmeyen dördüncü dereceden denklemlerin çözümünü
gerçekleştirdi.Bugün, 30 derecelik yayın sinüs değerinin hesaplama metodlarını da, Ebü'l Vefa'ya borçlu bulunuyoruz. Onun bulduğu bu değerin bugün bulunan değerlere göre ilk sekiz ondalık kesrinin denkliği görülmektedir .Ebul Vefa, trigonometrik çizelgeleri hazırlamada da öylesine bir incelik göstermiştir ki, onun 10 dakikalık aralıkla düzenlediği sinüs çizelgesindeki incelik (prezisyon) 1/604 kadardır .

Ebu'l Vefa, Encylopedia Britanica'nın yazdığına göre,tanjantı, yayın bir fonksiyonel olarak trigonometriye katmıştır. "Zıll=Gölge" dediği çizgileri,yayın iki katı; tanjantı ve sekantı da "kutr zıll" diye tarifetmiştir. Ebü'l Vefa, üçgenler üzerinde ilk ciddi çalışmayı yapan bilgin olarak tarihe kaydolmuştur. Onun bu konudaki keşifleri, tarifleri, kavramları, çizelgeleri, daha sonra Avrupa'nın ünlü matematikçilerinden D'Alembert (1717-1178) ve Laplace ( 17 49-1827) ile çağdaşları olan büyük matematikçilerin fikir yapıIarının temelinde yer bulmuştur .

Demek oluyor ki, klasik ve modem matematikte görülen, düzlem ve küresel trigonometriye ait tarif, kavram ve formüllerin çoğunluğunu ilk defa ortaya koyan, trigonometriye tanjant kavramı kazandıran, tanjantı yayın bir fonksiyonu olarak düşünerek trigonometrik bilgileri sistematik bir disiplin haline getiren Ebu'l Vefa'dır.

Her ne kadar müsteşrik Henrich Suter, İslam Ansiklopedisi'ne yazdığı makalede, trigonometriye tanjant, kontenjant, sekant, kosekant ile ilgili tarif ve kavramların daha önce yaşayan Habeş EI-Hasib tarafından bilindiğini kaydetmekteyse de, yapılan araştırmalar sonucunda bu görüşün doğru olmadığı anlaşılmıştır .

Ebu'l Vefa, sadece tanjant cetvellerini düzenlemek, trigonometriye sekant ve kosekantı kazandırmakla kalmadı, Sinüs problemini derinden derine inceledi. Trigonometrinin alt temes çizgisi arasındaki oranları belirtti. Onun tespit ettiği bu oranlar, bugün bile o çizgilerin tarifinde kullanılmaktadır. Aynca Ebu'l Vefa, Battani (858-929)'nin trigonometriyle ilgili eseri-
ni, hatırı sayılır derecede geliştirdi. Virgülden sonra üçüncü haneye kadar hesaplama imkanını veren sinüs cetvellerinin yeni hesaplama metodlarını buldu. Ebu'l Vefa'nın ulaştığı bu yüksek basamağı, Avrupa ancak asırlarca sonra aşabilmiştir .

Ebu'l Vefa'nın yaptığı hizmetler sadece bunlardan ibaret değildir. O, aynı zamanda büyük maharet sahibi bir geometriciydi. Birçok problemlerle uğraştı ve parabolün ekseni atrafında döndürülmesi ve parabolliod'un hacmi konularıyla meşgul oldu.

Ebu'l Vefa sadece matematikte değil, astronomide de isim yaptı. O kadar ki, bu sahada yaptığı keşif onu büyük bir şöhrete kavuşturdu. O, Avrupa'da Batlamyus'un ay teorisi üzerinde ilk defa araştırma yapan Tycho Brahe'den (1546-1601) tam 600 sene önce teorinin kritiğini yaptı, ona tenkitler yöneltti. Noksanlarını görüp yeniden gözlemlerde bulundu ve ayın üçüncü değişimini keşfetti. Bu, Ebu'l Vefa için, keşfe ismini verdirecek kadar büyüktü.

Zamanında, birçok Müslüman astronomi ve matematik alimi, Ebu'l Vefa'nın çalışmalarını ve eserlerini görmek üzere Bağdat'a gittiler ve derslerinde bulundular. Günümüzde birçok Batılı ilim adamı, Ebü'l Vefa'nın eserleri üzerinde araştırma yapmaktadır. Onun yaptığı ilmi çalışmalar, o devirde İslam alimlerinin ilim ve fende ne kadar ileri olduğunu açık bir şekide
göstermektedir .

Zahiruddin Beyhaki, Tarihu Hukema-il-İslam kitabında, Ebü'l Vefa'nm şu sözlerini nakletmektedir: " Mal, can emniyeti ve sıhhat olmadan yaşanılan hayat, hayat değildir. Bir kimse sana, söz ile üstün gelirse aldırma, yeter ki sükut ile galip gelmesin. Bir kimsenin seviyesine uygun olarak arkadaşlık et. Eğer sen cahile ilimle, laubaliye ciddiyetle muamele edersen, arkadaşına eziyet etmiş olursun. Halbuki sen, onlara sıkıntı vermekten uzaksın. Sözüne ancak ihtiyacı anında kıymet verenle sohbet etme. Hocanın hakkını gözetmemek ahlaka sığmaz. Düşük, karaktersiz kimselerle görüşüp konuşma! "

ESERLERİ
1- kitab'ül-Kamil: Trigonometri ve astronomiden bahseden meşhur eseridir. Birinci bölümde, yıldızların hareketinden önce bilinmesi gereken meseleler , ikinci kısmında yıldızların
hareketlerinin incelenmesi, üçüncü kısımda yıldızların hareketlerine arız olan şeyler anlatılmaktadır. Eserin yazma bir nüshası Paris National Kütüphanesi'nde, 1138 numarada kayıtlıdır. L.P .E.A. Sedilot tarafından, eser tercüme edilerek basılmıştır .

2- Ez-Ziyc'üs şamil: Ebu'l Vefa'nın astronomiden bahseden en önemli eseri budur. Ziyc-i şamil de denilen bu kitap, ince ve isabetli gözlemlerle dolu bir faaliyet abidesidir. Öyle ki, bu Ziyc (astronomi cetveli) Harizmi (780-850) ve Ferganalı Ahmed bin Kesir'in ziycleri gibi asırlar sonra bölüm bölüm D'Alembert (1717-1783) ve Laplace (1749-1827) gibi Batılı büyük
matematikçi ve astronomların eserlerinde yer buldu.

3- Kitabün fi Amel-il-Mistarati vel-Pergar vel-Gunye,

4- Kitab ma Yahtacu İleyh-il-Küttab vel Ummal min İlm-il-Hisab,

5- Kitabun Fahirün bil Hisab,

6- Kitabun fi ilmi Hisab-il-musellesat-il-Küreviyye,

7- Kitabun fil-Felek,

8- Kitabun fil-Hendese,

9- Kitab'ül-Medhal ila Aritmetik,

10- Tefsir-üi-Harezmi fil Cebri vel-Mukabele
 

serkan..

Profesör
Katılım
5 Eyl 2009
Mesajlar
1,305
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Sabit Bin Kurra


Sabit bin Kurra, matematik, astronomi ve tıp konularında uzman İslam bilginlerinden biridir. Döneminde tüm bu alanlarda çok büyük gelişmelere öncü olmuş, özellikle geometri ve cebir konusunda yeniliklere imza atmıştır. Sabit bin Kurra'nın geometrideki yeri hakkında oryantalist Georges Rivoire şunları yazar: "Cebirin geometriye uygulanmasını, Müslümanlara borçluyuz. Bu da 900 yılında vefat etmiş olan Sabit bin Kurra'nın eseridir."

Matematik, astronomi, astroloji, tıp ve çeviri ile uğraşan Sabit'in 79 eseri olduğu bilinmektedir. Bunlardan 21'i tıp, 2'si müzikle, geri kalan 25 eser ise matematik ve felsefe ile ilgilidir.

Sabit, Oaklides'in bilgilerini kullanarak cebir konusunda çok daha genel denklemlerin çözümlerini göstermeyi başarmıştır. O da Harezmi gibi pozitif köklü ikinci derece denklemlerin çözümü ile uğraşmıştır. Üçüncü derece denklemlerin çözümü iki yüzyıl sonra Ömer Hayyam'a nasip olacaktır. C. B. Boyer, bu usta matematikçi için şunları söylemektedir.

"MS 9. yüzyıl Müslüman matematikçilerin altın çağı oldu. Yüzyılın ilk yarısında Harzemli, ikinci yarısında Sabit bin Kurra damgasını vurdular. Harzemli ile Oaklides 'temelciler' olarak benzeşir. Sabit ise, Pappus gibi, yüksek matematik yorumcusudur." (Boyer, C. B. (1968). A History of Mathematics, John Wiley and Sons, New York, sf. 258)


El-Harezmi


Ebu Abdullah Muhammed bin Musa El-Harezmi tahmini olarak MS 770 yılında Özbekistan'da doğmuştur. Batı bilim dünyasına en sürekli ve en derin etkiler bırakmış matematikçi olarak tanınmaktadır.

Harezmi, doğu bilim dünyasında cebir ilmine ilişkin ilk eser yazan kişidir. Bu bilim dalı daha önceleri az çok işlenmiş ve geometriden farklı bir ilim olarak görülmeye başlamıştır. Birinci dereceden denklemler çözülebilmiş ama ikinci derece denklemlerin kökeni konusu henüz anlaşılamamıştır. Harezmi, ikinci kitabı olan El Cebr ve'l Mukabele ile ikinci derece denklemlerin çözüm yolunu sistemli olarak belirleyen ilk kişidir. Harezmi eserinde belirttiği yöntemleri bir öğretmen yeteneğiyle açıklamış ve bu kuralları geometrik olarak ispatlamıştır.

Harezmi'nin bu eseri, matematik tarihi bakımından çok önemli gelişmelere başlangıç olmuş ve 600 yıldan fazla süre boyunca matematik öğrenimi için temel sayılmıştır. Roger Bacon, Fibonacci gibi bilim adamları eseri hayranlıkla incelemişler ve kendi öğretilerinde bu eserden faydalanmışlardır. 1598-1599 yıllarında hala cebir ilminde tek kaynak Harezmi'nin bu eseridir.

Matematiğin yanısıra astronomi ve coğrafya ilimlerinde de eserler vermiştir. Güneş saatleri ve saatler üzerinde yazılmış eserleri bulunmaktadır.
 

serkan..

Profesör
Katılım
5 Eyl 2009
Mesajlar
1,305
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Abdurrahmân el- Mansûr el-Hâzinî "YER ÇEKİMİNİ İLK KEŞFEDEN BİLİM ADAMI"

On ikinci yüzyılda Türkistan’da yetişen yer çekimi ve terâzilerle alâkalı çalışmalar yapan fizik, astronomi ve matematik âlimi. İsmi Abdurrahmân el- Mansûr el-Hâzinî olup,künyesi Ebü’l-Feth’tir. Doğum târihi belli değildir. Türkistan’ın Merv şehrinde yetişti ve 1118 (H.512) senesinden îtibâren tanınıp meşhur oldu. 1155 (H.550) senesinde vefât etti. Bâzan Ebû Ca’fer Ali Hâzinî adlı başka bir âlim ile karıştırılmaktadır. Ebû Ca’fer Ali el-Hâzinî de devrinin önde gelen âlimlerindendi ve bilhassa matematik ve astronomi ilimlerinde söz sâhibiydi. Ebü’l-Feth Hâzinî bu zâtın kölesi idi. Hâzinî’deki kâbiliyeti fark eden Ebû Ca’fer, ona ilim öğrettikten sonra âzâd etti. Batı ilim dünyâsında İbn-ül-Heysem’e (Al-Hazen) denildiği için de Hâzinî ile karıştırılmaktadır.

Abdurrahmân Hâzinî, doğup büyüdüğü Merv şehrinin ünlü âlimlerinden iyi bir tahsil gördü. Özellikle fizik, astronomi ve matematik ilimlerinde devrinde söz sâhibi oldu. İbn-i Heysem ve Bîrûnî’nin eserlerini inceleyip istifâde etti. Astronomiye çok önem verdi. Birçok İslâm şehirlerinde kıblenin nasıl bulunabileceği husûsunda esaslı çalışmalar yaptı.

Fiziğin dinamik ve hidrostatik konularına ağırlık verip bilhassa hidrostatik üzerine yöneldi. Sıvıların yoğunluğunu ölçme âletini keşfetti. Ayrıca, Bîrûnî’nin kullandığı altı geniş, üstü dar konik bir kap biçimindeki âlet ile, cisimlerin sıvılar içindeki sürüklenme mukâvemetleri konusunu da inceledi. Birçok katı ve sıvı cismin yoğunluklarını son derece hassas ve bugünkü netîcelere yakın bir şekilde tesbit etti.

Ünlü ilim târihçisi Aldo Mieli, Bîrûnî’nin ve Hâzinî’nin yapmış oldukları katı maddelerin yoğunluk tesbitlerini modern değerlerle şöyle mukâyese etmektedir:

Altın 19.2619.0519.26

Demir 7.827.747.79

Bakır 8.928.838.85

Yâkut 3.753.603.52

Zümrüt 2.732.622.73

Kuvarts 2.532.582.58

Kalay 11.4011.2911.35

İnci 2.732.622.75

Yine Hâzinî, yoğunlukları ölçmek için aerometre kullandı. Sıvı maddelerin yoğunluğunu hesaplama metodunu ve cisimlerin hava içindeki ağırlıklarını hesaplamak için hikmet terâzisi denilen beş kefeli terâziyi geliştirdi.

Hâzinî havanın ağırlığının bulunduğunu ve ölçülebileceğini ortaya koymakla, Toriçelli’den önce meseleyi ele almış ve incelemiş olmaktadır. Hâzinî, sıvılar gibi havanın da bir ağırlığı ve kaldırma gücü bulunduğunu ve hava içinde bulunan cismin ağırlığının, kaldırma kuvveti sebebiyle azalmış olduğunu ve cismin noksanlaşan bu ağırlığının, havanın kesâfetine göre değişeceğini söyledi. Arşimed kânununun sâdece sıvılar için geçerli olmadığını, gazlar için de söz konusu olduğunu ve bunun bütün sıvılar için böyle olduğunu ifâde etti. Hâzinî’nin bu ve benzeri ilmî araştırmaları, barometrenin (basınç ölçme âleti) keşfedilmesinde temel teşkil etmiştir. Böylece o, Toriçelli, Paskal, Boyle ve bâzı diğer batılı bilim adamlarına öncülük etmiş oldu ve Akışkanlar Mekaniği ilmini kurdu.

Hâzinî, ışığın kırılma prensiplerini de inceledi ve gök küreye temâs eden güneş ışınlarının dünyâya doğrudan doğruya dik olarak değil de kırılarak ulaştığını söyledi. Ayrıca, yer çekimi konusu üzerinde araştırmalarda bulundu. Birçok ilmî deneyler yaptı ve sonunda bütün cisimlerin yer kürenin merkezine doğru, bir câzibe kuvveti (gravitasyon) ile çekildiklerini gösterdi. Cisimlerin bu çekilme kuvvetinin farklı oluşunu da, düşen cisim ile çekim merkezi arasındaki mesâfeye bağlı olduğunu söyledi. Bîrûnî’nin yaptığı araştırmayı geliştirerek, kütleler arasındaki çekim prensibini ortaya koydu.

Bu konuyu eserinde şöyle anlatır: “Kuvvet, hacim, şekil ve âlemin merkezinden uzaklık bakımından birbirinin aynı olan cisimlerin ağırlıkları birbirlerine eşittir. Dünyânın merkezine muayyen uzaklıktaki ağırlığı belli olan her cismin, dünyânın merkezine olan uzaklığının farklılığına göre ağırlığı da farklıdır. Dünyânın merkezine olan uzaklık arttıkça, ağırlık da artar, yaklaştıkça hafifler. Bu sebeple bir cismin ağırlığının diğer cismin ağırlığına nisbeti, onların dünyânın merkezine olan uzaklıklarının nisbeti gibidir.”

Görüldüğü gibi yer çekimini Newton (1665) değil, ondan beş yüz elli sene önce yaşayan iki İslâm âlimi keşfetmiştir. Batılılar, ilmî ahlâka aykırı olarak Müslümanların her buluşunu kendilerine mâl ettikleri gibi, yer çekimini de kendi ilim adamlarının bulduğu iddiâsındalar. Hâzinî, vardığı bütün bu ilmî netîceleri, tamâmen ilmî deneyler ve mukâyeselere dayandırıyordu. Bu özelliğinden dolayı Hâzinî’ye; “Dinamik ve Hidrostatiğin üstâdı, öncüsü ve Akışkanlar Mekaniğinin ve Gravitasyon prensibinin kâşifi” ünvânını vermek gerekir.

Eserleri:

1. Ez-Zîc-ül-Mu’teber-il-Sencerî: Merv şehrindeki rasathânesinde yaptığı astronomik gözlemler sonucu hazırladığı bu eserini, Sultan Melikşâh’ın oğlu Sultan Sencer’e sundu. Eserinde, bütün gezegenlerin gözlem sonuçlarını, pozisyonlarının hesaplanmasını yaptı. Güneş ve ay’ın pozisyonlarını hesapladı. Sonraki asırlarda Kutbüddîn Şîrâzî’nin çalışmalarına zemin hazırladı. Bu eserini hazırlarken, Hüsâmeddîn Sâlar ve Envârî adlı iki ilim adamıyla çalışarak gözlemler yaptı. Ayrıca bu eserinde, Merv şehri enlemine göre yıldızların durumları hakkında da bilgi vermektedir.

2. Kitâb-ül-Âlât-il-Acîbeti: Bu eserinde rasad âletleri üzerinde durmakta ve astronomi nazariyesini ortaya koymaktadır.

3. Kitâbu Mîzân-il-Hikme: Bu eser sekiz ciltten meydana gelmiştir. Her ciltte ayrı konular ele alınmaktadır. Birinci ciltte; hidrostatik konuları, ikinci ciltte muhtelif yoğunluk hesaplamaları, üçüncü ciltte yerçekim nazariyeleri, dördüncü ciltte Arşimed ve Menelaos’un hidrostatikle ilgili görüşleri, beşinci ciltte muhtelif maddelerin ağırlık ölçümleri, altıncı ciltte muhtelif cisimlerin yoğunluklarının hesaplanması, yedinci ciltte muhtelif konularda kendi buluşlarına âit örneklerin incelenmesi, sekizinci ciltte ise astronomi ile ilgili konular anlatılmaktadır.

Hâzinî’nin beş eseri M.Khanikov tarafından kısmen incelenmiş ve İngilizceye tercüme edilerek Amerika’da New Haven’de 1859’da neşredilmiştir.

Eserlerini inceleyen bilim adamları hayranlıklarını ifâde ve îtirâf etmekten kendilerini alamamışlardır. Fizik konularındaki buluşları, günümüzün modern üniversitelerinde incelenmekte olup, sâhasına ışık tutmaktadır. Bilim Târihi otoritelerinin çoğu, Hâzinî’nin bütün asırların fizik üstâdı olduğunu, İbn-i Sînâ, Bîrûnî ve İbn-i Heysem gibi üstatlarını bu sâhada geride bıraktığını kabul etmektedirler.

Hâzinî, Mîzân-ül-Hikme’sinde, düşmekte olan cismin sürati, aldığı mesâfe ve geçen zaman arasındaki münâsebet (ilişki) üzerinde de geniş inceleme ve araştırmalarda bulundu. Onun tesbit edip incelediği bu mühim münâsebet, çıkan mühim ilmî prensip ve denklemler, batılı bilim adamlarına (meselâ Galileo, Keppler ve Newton) mâl edilmektedir ki, bunun apaçık bir hatâ ve yanlışlık olduğu ortaya çıkmış bulunmaktadır.

İşin doğrusu şu ki, Abdurrahmân Hâzinî’nin bu pek mühim eseri, orta çağlarda batı dillerine tercüme edilmiş, onun ilmî görüşlerinden Avrupa ilim çevreleri ziyâsiyle istifâde etmişlerdir. Bilim târihçisi G.Sarton, Hâzinî’nin Mîzân-ül-Hikme’sini, ortaçağlar İslâm dehâsının en önde gelen eseri olarak vasıflandırmakta ve o devir dünyâsı için eşsiz bir eser saymaktadır.

4) Câmi-üt-Tevârîh, 5) Kitâbün fil-Fecri veş-Şafak, 6) Kitâb-üt-Tefhîm
 

serkan..

Profesör
Katılım
5 Eyl 2009
Mesajlar
1,305
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Şerafeddin Sabuncuoğlu


Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir. 85 yaşında iken yazdığı ‘Mücerrebname’ adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir. Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir. ‘Cerrahiyatü’l-Haniye’ isimli eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiştir. Bu eserinde, yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir.

Diş sağlığı ile ilgili olarak verdiği bilgiler oldukça ilgi çekicidir. Örneğin, bugün ‘paradontoloji’ bilim dalının konusu içinde yer alan birçok tıbbi aletin nasıl kullanılacağını ve nasıl temizlenmeleri gerektiğini açıkça anlatmıştır. Boğazından hasta olan bir kişiye yaptığı estetik cerrahi girişimi ve boğaza kaçan cismin çıkarılması, ele aldığı başka bir konudur.

Hayvanlar üzerinde yaptığı çeşitli deneylere yer verdiği ‘Mücerrebname’ adlı eseriyle, günümüzden 500 yıl önce, deneysel fizyolojinin temellerini atmıştır. Yılan ısırmaları için, tiryak adını verdiği bir panzehir yapmış ve bunu bir horoz üzerinde denemiştir. Daha sonra kendini yılana sokturmuş, panzehiri yılanın ısırdığı yere sürerek kendini tedavi etmiştir


Bursalı Ali Münşi


1710 yılında hekimlik yapmaya başlamış Türk bilim adamıdır. Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri ‘Kınakına’ hakkındaki çalışmasıdır. Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir.

Bir başka çalışması da bugün dizanterinin en etkili ilacı olarak kullanılan ‘İpeka’ ile ilgilidir. Bu çalışmasında, Batılı kaşiflerce 1711 yılında Amerika kıtasında keşfedilen ‘kınakına’nın 1686’da İstanbul’da tanındığından bahsetmektedir. Ayrıca, ‘ipeka’yı dünyaya tanıtan (1686) Dr. John Hadrian Helvetius’ın yanlış fikirlerinin de kritiğini yapar. İpekanın ishallerde, dizanteride cilt hastalığında, uyuzda, öksürükte ve melankolide, kusma ve zehirlenmelerde nasıl kullanılacağını tarif eder.



Musaoğulları


Horasan'lı Musa Bin Şakir'in oğulları Muhammed Hasan ve Ahmed, bilim ve teknoloji tarihinde Benu Musa, "Musaoğulları" olarak bilinir. Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Memun (M.S. 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi.

Kardeşlerden Ahmed'in teknolojiye ilgisi, ‘Kitab-el Hiyal’ adlı bir eserin yazılmasına neden olmuş olmalıdır. (M.S. 850) Ülkemizde Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi'nde bulunan bu eserde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kaldırma düzeninden söz edilmektedir. Cisim, su ve hava etkisiyle oluşturulan “harika düzenler” ya da “harika otomatlar” bilimine, İslam Dünyası’nda “ilm al alat al ruhaniyet” (Pnömatik Aletler İlmi) ya da kısaca “ilm al hiyal” (Harika Düzen*ler İlmi) adı verilmektedir.

Akfani'nin tanımına göre, pnömatik aletler ilmi, boşluğun bulunmaması prensibine dayanan bir takım aletlerin nasıl imal edileceğini konu edinen bir ilimdir. Amaç, ölçülü kaplar, sifonlar ve diğer elemanlardan oluşan bu düzenleri oluştururken zihni eğitmektir.

Benu Musa Kardeşler’in Kitab-el Hiyal adlı eserinde yer alan 100 düzen içinde, 18 tane otomatik kontrol düzeni bulunur. İncelendiğinde, bunların teknik yönden, bugün hala kullanılabilir türden otomatik kontrol sistemleri olduğu görülür.
 

serkan..

Profesör
Katılım
5 Eyl 2009
Mesajlar
1,305
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Abu'l-Reyhan Muhammed Bin Ahmet El-Biruni El-Harizmi "BİRUNİ"

Biruni tam adı Abu'l-Reyhan Muhammed Bin Ahmet El-Biruni El-Harizmi, sadece Türk ve İslam dünyasının değil, dünyanın en büyük bilim adamlarından biri sayılmaktadır. 15 Eylül 973 tarihinde Ceyhun nehri kıyısındaki Hive kasabasında doğmuştur. 1048 yılında Gazne'de ölmüştür. Biruni hastalıkları tedavi konusunda değerli bir uzmandı. Sultan Mesud'un gözünü tedavi etmişti. Otların hangisinin hangi derde deva ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun sınırlarını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir.

Biruni, Cebir, Geometri ve Coğrafya konularında bile o konuyla ilgili bir ayet zikretmiş, ayette bahsi geçen konunun yorumlarını yapmış, ilimle dini birleştirmiş, fenni ilimlerle ilahi bilgilere daha iyi nüfuz edileceğini söylemiş, ilim öğrenmekten kastın hakkı ve hakikatı bulmak olduğunu dile getirmiş ve "Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah'a tevbe ederim. Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah'tan yardım dilerim. Batıl Şeylerden korunmak için de Allah'tan hidayet isterim. İyilik O'nun elindedir!" demiştir.

Yaşadığı çağa damgasını vurup "Biruni Asrı" denmesine sebep olan zeka harikası bilgin 973 yılında Harizm'in merkezi Kas'ta doğdu. Esas adı Ebu Reyhan b. Muhammed'dir. Küçük yaşta babasını kaybetti. Annesi onu zor şartlarda, odunsatarak büyüttü. Daha çocuk yaşta araştırmacı bir ruha sahipti. Birçok kOnuyu öğrenmek için çılgınca hırs gösteriyordu. Tahsil çağına girdiğinde Harizmşahların himayesine alındı ve saray terbiyesiyle yetişmesine özen gösterildi. Bu aileden bilhassa Mansur, Biruni'nin en iyi bir eğitim alması için her imkanı sağladı.

Bu arada İbni Irak ve Abdüssamed b. Hakim'den de dersler alan bilginimizin öğrenimi uzun sürmedi, daha çok özel çabalarıyla kendisini yetiştirdi. Araştırmacı ruhu, öğrenme hırsı ve sönmeyen azmiyle birleşince 17 yaşında eser vermeye başladı. Fakat Me'munilerin Kas'ı alıp Harizmşahları tarihten silmeleriyle Biruni'nin huzuru kaçtı, sıkıntılar başladı ve Kas'ı terketmek zorunda kaldı. Ancak iki yıl sonra tekrar döndüğünde ünlü bilgin Ebü'lVefa ile buluşup rasat çalışmaları yaptı.

Daha sonra hükümdar Ebü'lAbbas, sarayında Biruni'ye bir daire tahsisedip, müşavir ve vezir olarak görevlendirdi. Bu durum, hükümdarların ilme duydukları derin saygının göstergesi, bilginimizin de devlet başkanları yanındaki yüksek itibarının belgesiydi.

Gazneli Mahmud Hindistan'ı alınca hocalarıyla Biruni'yi de oraya götürdü. Zira onun yanında da itibarı çok yüksekti. "Biruni, sarayımızın en değerli hazinesidir'derdi. Bu yüzden tedbirli hünkar, liyakatını bildiği Biruni'yi Hazine Genel Müdürlüğü'ne tayin etti. O da orada Hint dil ve kültürünü bütünüyle inceledi. Üstün dehasıyla kısa sürede Hintli bilginler üzerinde şaşkınlık ve hayranlık uyandırdı. Kendisine sağlanan siyasi ve ilmi araştırmalarına devam etti. Bir devre adını veren, çağını aşan ilmi hayatının zirvesine erişti. Sultan Mes'ud, kendisine ithaf ettiği Kanunu Mes'udi adlı eseri için Biruni'ye bir fil yükü gümüş para vermişse de o, bu hediyeyi almadı.

Biruni, "Elinden kalem düşmeyen, gözü kitaptan ayrılmayan, iman dolu kalbi tefekkürden dur olmayan, benzeri her asırda görülmeyen bilginler bilgini bir dahiydi. Arapça, Farsça, Ibranice, Rumca, Süryanice, Yunanca ve Çinçe gibi daha birçok lisan biliyordu. Matematik, Astronomi, Geometri, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık, Tarih, Coğrafya, Filoloji, Etnoloji, Jeoloji, Dinler ve Mezhepler Tarihi gibi 30 kadar ilim dalında çalışmalar yaptı, eserler verdi.

Onun tabiat ilimleriyle yakından ilgilenmesi, Allah'ın kevni ayetlerini anlamak, kainatın yapı ve düzeninden Allah'a ulaşmak, Onu yüceltmek gayesine yönelikti. Eserlerinde çok defa Kur an ayetlerine başvurur, onların çeşitli ilimler açısından yorumlanmasını amaçlardı. Kuran'ın belağat ve i'cazına olan hayranlığını her vesileyle dile getirdi. İlmi kaynaklara dayanma, deney ve tecrübeyle ispat etme şartını ilk defa o ileri sürdü.

İbni Sina'yla yaptığı karşılıklı yazışmalarındaki ilmi metod ve yorumları, günümüzde yazılmış gibi tazeliğini halen korumaktadır. Tahkik ve Kanunı Mes'udi adlı eserleriyle trigonometri konusunda bugünkü ilmi seviyeye ta o günden, ulaştıgı açıkça görülür. Bu eser astronomi alanında zengin ve ciddi bir araştırma abidesi olarak tarihe mal olmuştur. İlmiyle dine hizmetten mutluluk duymaktadır.

Gazne'de kıbleyi tam olarak tespit etmesi ve kıblenin tayini için geliştirdiği matematik yöntemi dolayısıyla kıyamet günü Rabb'inden sevap ummaktadır. Ayın, güneşin ve dünyanın hareketleri, güneş tutulması anında ulaşan hadiseler üzerine verdiği bilgi ve yaptığı rasatlarda, çağdaş tespitlere uygun neticeler elde etti.

Bu çalışmalarıyla yer ölçüsü ilminin temellerini sekiz asır önce attı. Israrlı çabaları sonunda yerin çapını ölçmeyi başardı. Dünyanın çapının ölçülmesiyle ilgili görüşü, günümüz matematik ölçülerine tıpatıp uymaktadır. Avrupa'da buna BÎRÛNI KURALI denmektedir.

Newton ve Fransız Piscard yaptıkları hesaplama sonucu ekvatoru 25.000 mil olarak bulmuşlardır. Halbuki bu ölçüyü Biruni, onlardan tam 700 yıl önce Pakistan'da bulmuştu.

Daha o çağda Ümit Burnu'nun varlığından söz etmiş, Kuzey Asya ve Kuzey Avrupa'dan geniş bilgiler vermişti. Christof Coloumb'dan beş asır önce Amerika kıtasından, Japonya'nın varlığından ilk defa sözeden O'dur.

Dünyanın yuvarlak ve dönmekte olduğunu, yerçekimin varlığını Newton'dan asırlarca önce ortaya koydu.( Ebû Ca’fer Ali el-Hâzinî ile çağdaş) Henüz çağımızda sözü edilebilen karaların kuzeye doğru kayma fikrini 9.5 asır önce dile getirdi.

Botanikle ilgilendi, geometriyi botaniğe uyguladı. Bitki ve hayvanlarda üreme konularına eğildi. Kuşlarla ilgili çok orjinal tespitler yaptı. Tarihle ilgilendi. Gazneli Mahmud, Sebüktekin ve Harzem'in tarihlerini yazdı. Biruni, ayrıca dinler tarihi konusuna eğildi, ona birçok yenilik getirdi. Çağından dokuz asır sonra ancak ayrı bir ilim haline gelebilen Mukayeseli Dinler Tarihi, kurucusu sayılan Biruni'ye çok şey borçludur.Biruni, felsefeyle de ilgilendi. Ama felsefenin dumanlı havasında boğulup kalmadı. Meseleleri doğrudan Allah'a dayandırdı. Tabiat olaylarından sözederken, onlardaki hikmetin sahibini gösterdi. Eşyaya ve cisimlere takılıp kalmadı.

Eserleri halen Batı bilim dünyasında kaynak eser olarak kullanılmaktadır. Türk Tarih Kurumu 68. sayısını Biruni'ye Armağan adıyla bilginimize tahsis etti. Dünyanın çeşitli ülkelerinde Biruni'yi anmak için sempozyumlar, kongreler düzenlendi, pullar bastırıldı. UNESCO'nun 25 dilde çıkardığı Conrier Dergisi 1974 Haziran sayısını Biruni'ye ayırdı. Kapak fotoğrafının altına, "1000 yıl önce Orta Asya'da yaşayan evrensel deha Biruni; Astronom, Tarihçi, Botanikçi, Eczacılık uzmanı Jeolog, Şair, Mütefekkir, Matematikçi, Coğrafyacı ve Hümanist" diye yazılarak tanıtıldı.

Eserleri

Biruni, toplam 180 kadar eser kaleme aldı. En meşhurları şunlardır:

1. EI Asar'il Bakiye an'il Kuruni'I Haliye: (Boş geçen asırlardan kalan eserler.)
2. EI Kanun'ül Mes'udi; En büyük eseridir. Astronomiden coğrafyaya kadar birçok konuda yenilik, keşif ve buluşları içine alır.
3. Kitab'üt Tahkik Mali'I Hind: Hind Tarihi, dini, ilmi ve coğrafyası hakkında geniş bilgi verir.
4. Tahdid'ü Nihayeti'l Emakinli Tashihi Mesafet'il Mesakin: Meskenler arasındaki mesafeyi düzeltmek için mekanların sonunu sınırlama. Bu eseriyle Biruni, yepyeni bir ilim dalı olan Jeodezi'nin temelini atmış, ilk harcını koymuştu.
5. Kitabü'I Cemahirfi Ma'rifeti Cevahir: Cevherlerin bilinmesine dair kitap.
6. Kitabü't Tefhimfi Evaili Sıbaati't Tencim: Yıldızlar İlmine Giriş. 7: Kitabü's Saydelefi Tıp: Eczacılık Kitabı. İlaçların, şifalı otların adlarını altı dildeki karşılıklarıyla yazmış.
 

serkan..

Profesör
Katılım
5 Eyl 2009
Mesajlar
1,305
Tepkime puanı
169
Puanları
0
Ali bin Abbas el-Ehvezi 1000 sene önce ilk kanser ameliyatını yapan bilim adamı. Kılcal damar sitemini ilk defa ortaya atan bilim adamıdır. Eski çağın en büyük hekimlerinden olan Hipokrates'in (Hipokrat) doğum olayı görüşünü kökünden yıktı.


Onuncu yüzyılda yetişen meşhur Müslüman tıp alimi. Adı, Ali bin Abbas el-Ehvezi olup, künyesi Ebül-Hasendir. Batı dünyası Haly Abbas adıyla tanımıştır. İranda Cündişapurun güneybatısındaki Ehvezde doğdu. Doğum tarihi bilinmemekte ve hayatı hakkında kaynaklarda fazla bir bilgi bulunmamaktadır.

Aslen Zerdüşt dinine mensub bir ailenin çocuğu olmasına rağmen, müslüman olmuş ve 994 (H. 384) senesinde vefat etmiştir. Ali bin Abbas, Avrupanın ve Latinlerin tanıdığı ilk Müslüman tabiplerdendir.Ali bin Abbas, İslam bilginlerinin tıp sahasında en çok temayüz edenlerin başında gelmektedir. Devrine göre en zor ameliyatları başarıyla yapan iyi bir cerrahtı. Yunanlıların bilmedikleri pekçok tıbbi mühim keşifler yaptı. Tecrübe ve deneylerini birleştiren kabiliyetli bir hekimdi.

Ali bin Abbasın tıbbi görüş ve metotlarının ağırlık noktasını, bugün hıfzısıhha denen sıhhati muhafazanın esaslarını incelemek ve tesbit etmek teşkil etmiştir.
Eserlerinde; sıhhatin korunması hususunda en tesirli metodun, ölçülü ve lüzumu kadar gıda almak ve beden hareketleri yapmak olduğunu ifade etmiştir. Bilhassa yemekten önce yapılan sporun çok faydalı olduğunu söylemiştir.

Ayrıca epilepsi denilen sara hastalığını incelemiş ve en ince ayrıntılarına varıncaya kadar tedkik etmiştir. Vardığı ilmi neticeler, asırlarca tıp dünyasına yol göstermiştir. Hatta çağlar boyunca yapılan tarihi araştırmalar neticesinde bu hastalık üzerinde en ayrıntılı ve çağına göre en sağlam bilgileri Ali bin Abbas vermiştir.

O, Arabistan Yarımadasında görülen bazı göz hastalıkları üzerinde de araştırmalar yapmış ve kendine göre mühim tedavi yolları tesbit etmiştir.Bu meşhur İslam cerrahı, tıbbi araştırmalar yaparken, kılcal damarlardaki kan dolaşımını da keşfetmiştir. Batılı bazı ilim adamları, bu ve benzeri bir çok ilmi keşifleri kendilerine malederek, insanlığı asırlar boyunca aldatmışlardır.

Mesela, kılcal damarlardaki kan dolaşımının kaşifi İngiliz bilgini Harvey olarak gösterilmiştir. Halbuki Ali bin Abbas, ondan çok önceleri, damarların büzülme ve genişleme özelliğini açıklarken, kılcal damarlardaki kan dolaşımını anlatmış ve isbat etmiştir. Ayrıca atar ve toplar damarlar arasında kılcal damarlar şebekesinin varlığından da bahsetmiştir.


Ali bin Abbas, ayrıca jinekoloji (kadın ve doğum) ile ilgili konularda da orijinal incelemelerde bulunmuştur. Öyle ki, modern araştırmacılar; bu incelemelere hayranlıklarını ifade etmekten geri duramamışlardır. Hipokrat ve ondan sonrakiler, çocuğun kendi hareketi ile dünyaya geldiğini kabul ederlerken, Ali bin Abbas bu görüşü yıkmış, doğum olayının çocuğun hareketi ile değil, rahimdeki adalelerin sıkışıp gerilmesiyle gerçekleştiğini tesbit edip, ilim dünyasına açıklamıştır. Ayrıca ceninin ana rahminde geçirdiği muhtelif dönem ve safhaları, muhtaç olduğu gıdayı ve bunun ana rahminde nasıl sağlandığını uzun uzadıya anlatarak, kıymetli bilgiler ortaya koymuştur.

Ali bin Abbas, cerrahi sahada da meşhur ve öncü olmuştur. İnsan bedeniyle ilgili birçok cerrahi ameliyatı tek tek ele alıp incelemiş ve ameliyat yoluyla tedavi usullerini anlatmıştır. Kendine has cerrahi metodlarla, hemen hemen bütün insan uzuvlarını ameliyata tabi tutmuş, kırık kemiklerin yeniden kaynamasını sağlayıp, çıkıkların yerine oturtulup tedavi edilmesini de maharetle tatbik etmiştir.

Ali bin Abbas, 10. asırda ilk defa alt karın kanserleri hakkında yazılar yazdığı gibi kanser ameliyatları da yapmıştır. Bu ameliyatlar hakkında; “Tabipler, bu hususta nadir olarak yardımda bulunabilirler. Tümörün organdan tamamen ayrılmasını sağlamalı, köklerinden, geride bir şey kalmaması için tümörden muayyen bir mesafe uzaklaşacak şekilde etrafı kesilmeli ve temizlenmelidir.” derken, kanser ameliyatının bugünkü şekline ışık tutmuştur.

Eserleri:

Ali bin Abbasın yazdığı eserlerin en meşhuru Batıda Liber Regius (hükümdar kitap) diye tanınan, Kamil-üs-Sınaat-it-Tıbbiyyedir. Bu eser, asırlarca doğu ve batı dünyasında tabiplerin, tıp alimlerinin başta gelen müracaat kaynağı olmuştur. Onun bu eserinde verdiği bilgiler, tamamen pratik müşahadelere yani bizzat tecrübelere dayanıyordu. Ali bin Abbas, öncelikle, zamanından önceki tıp bilginlerinin eserlerini dikkatle gözden geçirerek, araştırmalar ve incelemeler yaptı. Fevkalade ilmi, ama açık bir üslup ve düzen ile tıp araştırmalarının temelini ve metodunu inceledi.

Kamil-üs-Sınaa, esas itibariyle iki ana bölüm olmak üzere yirmi makaleden ve bunların alt bölümlerinden meydana gelmektedir. Eserin birinci ana bölümü, yani ilk on makalesi daha ziyade nazari tıp hakkında bilgi vermekte; ikinci ana bölümünde, yani ikinci on makalesinde de tababetin esasları üzerinde durmaktadır. Bu makalelerden birisi, cerrahi ile ilgili tam yüz on bölüm ihtiva etmektedir.

Ali bin Abbas, bu eserinde, eski Yunanlı tabiplerden Hipokrat, Calinus (Galen) ve Aripposiusu inceleyerek, bilgilerini ilmi tenkide tabi tuttu ve yanıldıkları noktaları gösterdi. Hipokratı, çok kısa bilgi vermekle, üslup ve ifadesinin kapalılığı yüzünden, Calinusu da doldurma bilgilere yer vermekle tenkit etti.

Eserinde, meseleleri açık bir ifadeyle ve kolay anlaşılan bir üslubla ortaya koyan Ali bin Abbas, bir konuda bilgi verirken mevzuun tarihi geçmişi üzerinde de durmuş ve kendi orijinalitesini tartışma götürmez bir açıklıkla ortaya koymasını bilmiştir. Tıb tarihi araştırmacıları, onun sadece tıp alanındaki çalışma metodunu değil; eczacılık sahasındaki ilmi araştırma anlayışını da hayranlıkla zikretmişlerdir.

Ali bin Abbas, yine bu meşhur eserinin ikinci makalesini eczacılık konusuna hasretmiş ve elli beş kısımda hemen hemen bütün ilaçları, ilaç yapılacak hammaddeleri ile etki ve özelliklerini incelemiştir. Onuncu makalesinde de tertip halindeki ilaçların nasıl yapılacağını, bunların özellikle; gıdalarla tedaviyi esas alarak, tabii ilaçların kullanılmasını tavsiye etmiştir. Tedavi bu yoldan hasıl olmadığı takdirde, ilaçların hazırlanıp tatbik edilmesini teklif etmiştir. Yani ilaç kullanılması ikinci planda tatbik edilecektir. Esas olan, tabii gıdalarla hastalıkları tedavi etmektir. İlaçlar ancak zaruret halinde verilebilir, kullanılabilir.

Ali bin Abbas, bu meşhur eserinin mukaddimesinde, hekim ve cerrah olmak isteyenlere tavsiyelerde de bulunup; “Tabip, her şeyden evvel kalp ve beden temizliğine çok dikkat etmeli, daima Allahü tealanın rızasını gözetmeli, hayatını Onun rızasına uygun geçirmeye çalışmalıdır. Tatlı dilli ve nazik olmalıdır. Hayatı, yaşayışı örnek alınacak derecede ölçülü olmalıdır. Her türlü günahtan, kir ve pisliklerden uzak durmalı, hastasının kendisine açıkladığı şahsi meselelerini hiç kimseye söylememelidir. Çünkü, nice hastalar vardır ki, kendilerinde zuhur eden hastalıkları, babalarına ve en yakınlarına bile söylemezken tabibe çekinmeden söylerler.

Bu hastalıkların bazısı çok mahrem olabilir. Tabip olacakların dikkat edeceği diğer hususlar da şunlardır: Hekim olacak kimse, daima hastanelerde hastalara hizmeti gözetmeli, hastalık bulunan mahalleri arayıp, hastalıkların tedavi yollarını araştırmalıdır. Özellikle tabib-i hazık (uzman) olanların görüşlerine sık sık başvurmalı, onların tecrübe ve bilgilerinden faydalanmasını bilmeli ve buna çok önem vermelidir.

Müşahede ettiği, incelediği hastalık alametlerini okuyup öğrendiği bilgilerin ışığında değerlendirmeli, hocalarının konsültasyonuna da başvurmak suretiyle; doğru, sağlam bir teşhis ve tedavi yolunu tutmalıdır. Yaptığı işin ne ölçüde mesuliyetli olduğunu iyi düşünüp, idrak etmelidir. Böylece onlar hekimlikte en olgun seviyeye ulaşacak, herkesin sevgi ve güvenini kazanacaklardır...” demektedir.

Ali bin Abbas, ayrıca özetle şu altı prensibe uyulmasını eserinde sık sık belirtir:
1. Hastalarla daima beraber olup, hastalıkları tanımak. Böylece, ihtiyaç anında pratiğe kolayca geçebilmek mümkün olabilecektir.
2. Hastaları evlerinde, yerlerinde ziyaret edip, hal - hatır sorup, onlara sıcak alaka göstermek.
3. Otorite olan hocalarının verdiği bilgilere uymak, daima onlardan istifade yollarını aramak suretiyle çeşitli hastalıkların teşhisini hakkıyla kavramak.
4. Hastaların değişik hallerini iyi tetkik etmek; yani hastalığın ayrı ayrı merhalelerini, seyir halini, alametleriyle beraber iyi tanımak.
5. Uygulama ve davranışlarıyla hastanın güvenini, itimadını kazanıp ona moral vermek. Böylece psikolojik olarak da süratle iyileşme ümidi içinde olmasını sağlamak.
6. Hocaları ve meslekdaşlarıyla birlikte daima hastaların proplemlerine eğilerek, onlarla ilgilenmek.

Tıp tarihçilerinin ifadesine göre, İbn-i Sinanın Kanunundan üstün olan bu eser, müellifin dehasını göstermektedir. Sırf bu yüzden Orta çağlarda, hemen batılıların dikkatini çeken ve batı bilim çevrelerinde çok derin tesirler bırakan bu eser, 1078li yıllarda ölen Kostantin el-Afriki (ConstantinedAfricain) tarafından Latinceye tercüme edildi.

Fakat Kostantin el-Afriki, eseri Latinceye tercüme ederken kimden tercüme ettiğini belirtmemiş ve kendine ait gibi göstermiştir.Görüldüğü gibi Ali bin Abbas, modern tıbbın hemen her şubesinde erişilmeye çalışılan ana prensipleri derin bir kavrayışla ta o devirde tesbit etmiş ve ilmi sistemi yerleştirmiştir.Alimler, tıp alanında çok eser telif etme yolunu tercih ederken, o tek ve pek kıymetli bir eser bırakarak, hem İslam, hem de Avrupa tıp aleminde derin ve köklü tesirler icra etmiştir. Onun ve diğer müslüman alimlerin ilmi çalışmaları olmasaydı, tıp ilminin sahası, çağlar boyunca hemen hemen karanlık kalacak ve belki de modern merhalelere kolay ulaşılamayacaktı.

Tıptaki bu derin otoritesinden dolayı hemen hemen hiç tenkide uğramayan Ali bin Abbas, yüzyıllar ötesinden modern tıbbın temellerini atmış oldu. Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki, ortaya koyduğu sağlam prensip ve nazariyeler hala incelemelere tabi tutulmakta, insanlığa yeni bir takım ilmi ipuçları vermektedir. Fakat Avrupalıların bu nazariye ve prensipleri çalarak, kendilerine mal edip, asıl sahibini asırlarca gizlemeleri, insanlık ve ilim tarihi açısından hoş bir şey değildir.

Kamil-us-Sınaanın güzel bir nüshası Irak Müzesi Kütüphanesinde olup, siyah ve kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Frankfurtta faaliyet gösteren “Instıtute für Geschichten Arabisch Islamischen Wissenschaften (IGAIW)” tarafından orijinal bir yazması esas alınmak suretiyle 1987 yılında iki cild halinde nefis bir faksimile baskısı yapılmış, dünyanın muhtelif önde gelen kütüphanelerine gönderilmiş, ilim adamlarına ve ilim akademilerinin tetkikine yeniden arz edilmiştir.
 
Üst