dedekorkut1
Doçent
İLAHİ İDRAK
SELİM GÜRBÜZER
Hiç kuşku yoktur ki, sahabenin bilinç algısı ilahi idrakle beslenmiş bilinç algısıdır. Bu gayet tabii durumdur elbet. Çünkü Resulüllah (s.a.v)’in dizinin dibinde aynı meclisi soluklamışlar. Düşünsenize aynı mecliste Allah Resulünün dilinden işittikleri her bir ayet-i celile kendilerinden geçip kendilerine gelmelerine yettiği gibi bu arada ilahi idrak bilinç kazanmalarını da beraberinde getiriyordu. Böylece sahabeden kimi haftalarca, kimi aylarca, kimi de senelerce Ayet-i Celilelerin tesirinden kendine gelememe hali cezbe olarak karşılık bulurken kendine gelme hali de ilahi idrak bilinçlenmesi olarak karşılık bulur. Hani kimileri cezbede neyin nesi diyorlar ya, şimdi tamda sırası gelmişken buna cevaben tıpkı sahabenin ruh ikliminde yaşadığı kendinde geçme halinin adıdır dersek yeridir. Ancak bu ruhi dalgalanma (cezbe hali) geçici olup devamlılık arz etmez. Tâ ki ruhi dalgalanmalar durulur hale gelir, işte o zaman cezbe halinin yerini ilahi idrak bilinci alması mukadderdir. Tabii ilahi idrak bilincinden kastımız had hududu aşmayan ilahi idrak bilincidir. Nitekim Yüce Allah (c.c) ilahi idrak bilincin hudutlarını şöyle çizmiş bile: “Gözler onu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder. O en gizli şeyleri bilendir (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır” (Enam suresi, ayet 103). İşte ayetten de anlaşıldığı üzere çıplak gözle Yüce Allah’ın zâtî ve subûti sıfatlarının asli asla idrak edilemez. Malumunuz, İlahi idrak bilinçlenmeyle sadece zâtî ve subûti sıfatların ancak nurani tecelli daireleri idrak edilebilir. Bunun dışında idrak edilir iddiasında bulunmak tamamen haddi aşmak olur. İşte Kur’an ayetlerinin tecelli daireleri etki yaptığı içindir, Sahabe bu sayede Peygamber kavlince ilahi idrak bilincine yelken açmış oluyorlardı.
Peki, Kur’an ayetlerinin nurani tecellileri sahabenin ruh iklimine doğrudan etki yaparda, aynı ayet-i celileler bize niye acaba aynı ölçüde tesir etmez ki? Tabii bu sorunun cevabı için bir değil belki bin düşünmek gerekir ki, neyin doğrudan etken olup olmadığının sırrına vakıf olabilelim. Öyle ya, Sahabe-i Kiram Kur’an ayetlerini işittiğinde halden hale girip uyanışa geçerken, biz ayetleri işittiğimizde tam aksine sadece bir ses ve bir tılsım olarak algılamaktayız. Keza Kur’an okurken de aynı durum söz konusu, maalesef ruh iklimimizde herhangi bir kıpırdanma olmuyor. Neden acaba dediğimizde, şöyle kendimize baktığımızda ilahi idrak bilincimiz açık değil ki kıpırdanma olsun. Değim yerindeyse Allah’ı zikretmeye zikretmeye kalbimizin üzerini zift bağlamış durumda. Anlaşılan kalbin üzerini kaplayan ziftten arınmadıkça daha çok ilahi idrak bilincimiz kapalı kalacak demektir.
Evet, kalben kirlenmişlik ayetlerin nuraniyet tecellilerinden istifade etmemize mani olabiliyor. O halde neydik edip İlahi idrak bilincimizin açılması için Allah adını kalbimizde zikretmekte çok fayda var. Hele hele Allah’ın zikrine ilk başta ihlâs ve teslimiyetle kalpte çekmeye başlarsak gerisi gelir elbet. Şayet ilahi idrak bilinç sahibi bir mümin olmak diye bir dert davamız varsa buna mecburuz da. Yeter ki, İslam’ı hakkıyla yaşayalım, bak o zaman ruhumuzda ilahi idrak pencerenin perde perde açıldığını görmek an be an mümkün diyebiliriz. Bakın, İmam-ı Gazali Hz.leri İhya-ı Ulumiddin adlı eserinde bu hususta ne diyor: “Dünya halini enbiyanın ve evliyanın sırrı ile anladım” (Bkz.3.cilt Sh.500). Dikkat edin şunun ilmiyle bunun ilmiyle demiyor, bilakis enbiya ve evliya sırrı diyor.
Şurası muhakkak, Ashab-ı Kiram Resulüllah (s.a.v)’i görmenin avantajıyla ilahi idrak uyanışına geçtiler, madem bizler bu avantajdan mahrumuz, o halde bizlerde son ümmet olarak Peygamberimizin varisi hükmünde ilmiyle amil olmuş evliyaların kapısını aşındıraraktan ilahi idrak uyanışına geçebiliriz pekâlâ. Düşünsenize İmam-ı Rabbânî (k.s) gibi çok büyük müceddid bir âlim zat olmasına rağmen “Ne mutlu murat bir mürşit bulana” demekten kendini alamamıştır. Niye derseniz gayet net açık; enbiyanın ve evliyanın ilahi idrak bilincinin açık olduğunun farkında olduğu için böyle deme ihtiyacı duymuştur. Hatta sözlerine dikkat ettiyseniz üstüne basa basa ‘Ne mutlu murat bir mürşit bulana’ diyor. Yani ‘Ne mutlu muradı olana’ demiyor, ilahi idrak nazar sahibi murat mürşit diyor. Çünkü İmam-ı Gazali Hz.leri de gayet iyi biliyordu ki; murat mürşitler bir şeye baktıklarında Allah’ın nuruyla nazar ederler hep. Nasıl mı? İşte aşağıda anlatacağımız şu kıssaya göz attığımızda ne demek istediğimizin meramı daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Bakın, zamanın birinde bir padişah atıyla birlikte kabristana yol alırken birde ne görsün oracıkta Bayezîd-ı Bistâmî (k.s)’in mezarı başında ruhuna fatiha okuyan bir sofi var. Atından inip yanına sokulduğunda sofiye sorar:
SELİM GÜRBÜZER
Hiç kuşku yoktur ki, sahabenin bilinç algısı ilahi idrakle beslenmiş bilinç algısıdır. Bu gayet tabii durumdur elbet. Çünkü Resulüllah (s.a.v)’in dizinin dibinde aynı meclisi soluklamışlar. Düşünsenize aynı mecliste Allah Resulünün dilinden işittikleri her bir ayet-i celile kendilerinden geçip kendilerine gelmelerine yettiği gibi bu arada ilahi idrak bilinç kazanmalarını da beraberinde getiriyordu. Böylece sahabeden kimi haftalarca, kimi aylarca, kimi de senelerce Ayet-i Celilelerin tesirinden kendine gelememe hali cezbe olarak karşılık bulurken kendine gelme hali de ilahi idrak bilinçlenmesi olarak karşılık bulur. Hani kimileri cezbede neyin nesi diyorlar ya, şimdi tamda sırası gelmişken buna cevaben tıpkı sahabenin ruh ikliminde yaşadığı kendinde geçme halinin adıdır dersek yeridir. Ancak bu ruhi dalgalanma (cezbe hali) geçici olup devamlılık arz etmez. Tâ ki ruhi dalgalanmalar durulur hale gelir, işte o zaman cezbe halinin yerini ilahi idrak bilinci alması mukadderdir. Tabii ilahi idrak bilincinden kastımız had hududu aşmayan ilahi idrak bilincidir. Nitekim Yüce Allah (c.c) ilahi idrak bilincin hudutlarını şöyle çizmiş bile: “Gözler onu idrak edemez ama O, gözleri idrak eder. O en gizli şeyleri bilendir (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır” (Enam suresi, ayet 103). İşte ayetten de anlaşıldığı üzere çıplak gözle Yüce Allah’ın zâtî ve subûti sıfatlarının asli asla idrak edilemez. Malumunuz, İlahi idrak bilinçlenmeyle sadece zâtî ve subûti sıfatların ancak nurani tecelli daireleri idrak edilebilir. Bunun dışında idrak edilir iddiasında bulunmak tamamen haddi aşmak olur. İşte Kur’an ayetlerinin tecelli daireleri etki yaptığı içindir, Sahabe bu sayede Peygamber kavlince ilahi idrak bilincine yelken açmış oluyorlardı.
Peki, Kur’an ayetlerinin nurani tecellileri sahabenin ruh iklimine doğrudan etki yaparda, aynı ayet-i celileler bize niye acaba aynı ölçüde tesir etmez ki? Tabii bu sorunun cevabı için bir değil belki bin düşünmek gerekir ki, neyin doğrudan etken olup olmadığının sırrına vakıf olabilelim. Öyle ya, Sahabe-i Kiram Kur’an ayetlerini işittiğinde halden hale girip uyanışa geçerken, biz ayetleri işittiğimizde tam aksine sadece bir ses ve bir tılsım olarak algılamaktayız. Keza Kur’an okurken de aynı durum söz konusu, maalesef ruh iklimimizde herhangi bir kıpırdanma olmuyor. Neden acaba dediğimizde, şöyle kendimize baktığımızda ilahi idrak bilincimiz açık değil ki kıpırdanma olsun. Değim yerindeyse Allah’ı zikretmeye zikretmeye kalbimizin üzerini zift bağlamış durumda. Anlaşılan kalbin üzerini kaplayan ziftten arınmadıkça daha çok ilahi idrak bilincimiz kapalı kalacak demektir.
Evet, kalben kirlenmişlik ayetlerin nuraniyet tecellilerinden istifade etmemize mani olabiliyor. O halde neydik edip İlahi idrak bilincimizin açılması için Allah adını kalbimizde zikretmekte çok fayda var. Hele hele Allah’ın zikrine ilk başta ihlâs ve teslimiyetle kalpte çekmeye başlarsak gerisi gelir elbet. Şayet ilahi idrak bilinç sahibi bir mümin olmak diye bir dert davamız varsa buna mecburuz da. Yeter ki, İslam’ı hakkıyla yaşayalım, bak o zaman ruhumuzda ilahi idrak pencerenin perde perde açıldığını görmek an be an mümkün diyebiliriz. Bakın, İmam-ı Gazali Hz.leri İhya-ı Ulumiddin adlı eserinde bu hususta ne diyor: “Dünya halini enbiyanın ve evliyanın sırrı ile anladım” (Bkz.3.cilt Sh.500). Dikkat edin şunun ilmiyle bunun ilmiyle demiyor, bilakis enbiya ve evliya sırrı diyor.
Şurası muhakkak, Ashab-ı Kiram Resulüllah (s.a.v)’i görmenin avantajıyla ilahi idrak uyanışına geçtiler, madem bizler bu avantajdan mahrumuz, o halde bizlerde son ümmet olarak Peygamberimizin varisi hükmünde ilmiyle amil olmuş evliyaların kapısını aşındıraraktan ilahi idrak uyanışına geçebiliriz pekâlâ. Düşünsenize İmam-ı Rabbânî (k.s) gibi çok büyük müceddid bir âlim zat olmasına rağmen “Ne mutlu murat bir mürşit bulana” demekten kendini alamamıştır. Niye derseniz gayet net açık; enbiyanın ve evliyanın ilahi idrak bilincinin açık olduğunun farkında olduğu için böyle deme ihtiyacı duymuştur. Hatta sözlerine dikkat ettiyseniz üstüne basa basa ‘Ne mutlu murat bir mürşit bulana’ diyor. Yani ‘Ne mutlu muradı olana’ demiyor, ilahi idrak nazar sahibi murat mürşit diyor. Çünkü İmam-ı Gazali Hz.leri de gayet iyi biliyordu ki; murat mürşitler bir şeye baktıklarında Allah’ın nuruyla nazar ederler hep. Nasıl mı? İşte aşağıda anlatacağımız şu kıssaya göz attığımızda ne demek istediğimizin meramı daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Bakın, zamanın birinde bir padişah atıyla birlikte kabristana yol alırken birde ne görsün oracıkta Bayezîd-ı Bistâmî (k.s)’in mezarı başında ruhuna fatiha okuyan bir sofi var. Atından inip yanına sokulduğunda sofiye sorar: