İhtida Öyküleri

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
“Ben Zaten Müslümanmışım!”

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

LARA

1993’te, 23 yaşında, üniversitede okurken ihtida etti. İskandinav asıllı bir Kanadalı.


İSKANDİNAV ASILLI BİR AİLENİN Kanada doğumlu bir çocuğuyum ve Kanada’da büyüdüm. 1993 Şubat’ında, yirmiüç yaşında Müslüman oldum. O zamana kadar herhangi bir dine bağlı değildim gerçi, ama ateist de değildim. Ondört-onbeş yaşıma geldiğimde dine dair birtakım şeyler düşünmeye başlamıştım ve daha o zaman tevhide, Allah’ın birliğine inanmıştım. Hıristiyanlık asla ilgimi çekmedi.

Müslümanlarla ilk kez temasım, 1988’de değişik ülkelerden gelmiş bazı Müslüman öğrencilerle tanışmamla gerçekleşti. Onlar sayesinde İslâm hakkında bir parça mâlûmat edindim. Meselâ, Ramazan orucundan haberdar oldum. Ancak, gerçekte 1992’ye kadar İslâm’la ilgilenmiş olduğum söylenemez. 1992 yılının yaz aylarında, bir Kanada gazetesi, bizatihî İslâm’ı aşağılamaya matuf bir teşebbüs dahilinde, bazı Müslümanların İslâm’a aykırı davranışlarını malzeme edinerek İslâm’a saldıran bir dizi makale yayınladı. Gayrimüslimler İslâm’ı bazı müslümanların davranışlarına bakarak yargılama eğilimindedirlerósözkonusu Müslümanların bu davranışları İslâmî olmasa bile. Henüz Müslüman olmuş biri değildim; lâkin, sözkonusu makaleler o kadar rezilâne idi ki, gazetenin editörüne İslâm’ı savunan bir mektup gönderdim. Bu vesileyle İslâm’ın gerçekten ne olduğunu merak etmeye başladım. Amerika’daki Müslüman üniversite öğrencilerinin derneği olan MSA’in okuduğum üniversitede birkaç ay önce düzenlediği İslâm’ı Tanıma Haftasında açtığı sergide görüp aldığım bazı makaleleri yeniden okudum. Bu makalelerden biri, İsa Aleyhisselam’ın bir İslâm peygamberi olduğuna dairdi. Ayrıca, üniversiteden tanıdığım bir Müslümandan bana İslâm hakkında bazı kitaplar getirmesini rica ettim. Getirdiği kitaplar topyekün İslâm ideolojisi hakkındaydı ve iki tanınmış Müslüman yazar tarafından yazılmışlardı. Etkilenmiştim. "İslâm bu mu? Buysa, doğru birşey gibi gözüküyor" diye düşündüm.

Takip eden aylarda, üniversitedeki derslerimi takip ederken, İslâm hakkındaki araştırmamı devam ettirecek boş zamanım da oldu ve Dr. Muhammed Heykel’in Hazreti Muhammed’in Hayatı adlı eseri gibi otantik İslâmî eserleri okudum. Anladım ki, İslâm’ın gerçekte ne olduğunu medyadan öğrenmek kesinlikle imkânsız! Ayrıca, İslâm dairesine yeni girenlerin, İslâm’a bağlı olduklarını ifade eden ama insanları yanlış yola sevkeden sapkın grupların yazdıklarından kaçınma noktasında da özellikle dikkatli olmaları gerek. Ve, bir yazarın Arapça bir isim taşıyor olması, mutlaka onun bilgi ve marifet sahibi bir Müslüman olduğu anlamına gelmiyor. Müslüman ismi taşıyan bir yazar, İslâm hakkında insanları bilgilendirecek bir Müslüman olmayabilir, hatta Müslüman bile olmayabilir. Dahası, bana hiç mi hiç baskıda bulunmayan bilgi ve marifet sahibi Müslüman erkekler ve hanımlardan İslâm hakkında birşeyler öğrendim. Bu süre zarfında davranışımı İslâmîleştirmeye başladım; ki, bu muazzam bir değişim gerektirmiyordu benim için. Alkol kullanmaktan ve domuz eti yemekten oldum olası kaçınan biriydim. Ayrıca, muhafazakâr, edepli bir giyim tarzını hep tercih etmiştim ve evimin dışında makyajlı, parfüm sürünmüş halde veya mücevherat takınarak dolaşmaktan zaten uzak durmaktaydım. O yüzden, ilk etapta, İslâmî usulde kesilmiş etleri yemeye başladım. Bu zaman zarfında, hayatımda ilk kez, bir mescidi ziyaret ettimó bulunduğum şehirdeki bir mescidiÖ

İslâm’ı keşfedinceye kadar, onun hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyordum. ‘Keşfetmek’ten söz ediyorum; çünkü medya kanalıyla her zaman kendisine dair birşeyler işittiğim ‘İslâm’ gerçek İslâm değil. O zamana kadar İslâm’ın insan elinin eseri başka bir din olduğunu sanıyordum, onun Hakikat olduğundan habersizdim. Ayrıca, bir insanın Müslüman sayılması için, Müslüman olarak yetiştirilmiş olması gerektiğini de sanıyordum. Bütün insanların Müslüman olarak, yani İslâm üzere, yani Yaratıcıya teslim olmuş olarak doğduğu gerçeğinden habersizdim. Pek çok ‘Batılı’ gibi, İslâm’ı ‘Doğu’yla özdeşleştirmiştim ve İslâm’ın gerek zaman, gerek mekân itibarıyla evrensel olduğunu bilmiyordum. Bununla birlikte, elhamdülillah, İslâm hakkında hiçbir zaman olumsuz duygular taşımamıştım. İslâm’a dair daha fazla bilgi edindikçe, şunu da ziyadesiyle anlamaya başladım: Ben, umumî anlamda Müslüman sayılmasam da, gerçekte zaten Müslümanmışım; İslâm’ın va’zettiği birçok iman esasını kabul edegelmişim zaten.

Düşünüp taşınarak İslâm’ın esas olarak ne olduğu ve Müslüman bir kişinin görevlerinin ve yapması gereken asıl vazifenin neler olduğu konusunda böylesi bir aşinalık sağladıktan sonra, İslâm’ı kabul etmeye ve bir Müslime olarak yaşamaya hazır hale geldiğimi hissettim. Elhamdülillah, evde olduğum bir gün kelime-i şehadet getirdim ve beş vakit namaz kılmaya başladım. Bu, 1993 Şubat’ında, oruç ayı Ramazan’ın başlamasından birkaç gün önce gerçekleşti. Önümüzde Ramazan ayı varken, Ramazan orucunu kaçırmak istemedim! Oruç, bana tahmin ettiğimden çok daha kolay geldi; oruç tutmazdan evvel, açlıktan bayılabileceğim endişesi taşıyordum, ama hiç de öyle olmadı. İlk etapta namaz kılma ve oruç tutma eksenindeki yeni gündelik hayata alışma noktasında belli bir ‘intibak süreci’ geçirdim, ama bu hiç de zor değildióbilakis, heyecan vericiydi. Abdullah Yusuf Ali’nin mealiyle Kur’ân okumaya başladım; bu İngilizce meali, İslâm’ı kabul etmemden çok kısa bir süre sonra, biri vermişti bana. Daha önce, başka kitaplarda Kur’ân’dan bazı pasajlar okumuştum yalnızca. Ayrıca, başlangıçta, Dr. Yusuf el-Kardâvî’nin İslâm’da Helâller ve Haramlar kitabı da benim için faydalı bir rehber oldu.

Ocak 1996’da (gene Ramazan ayı içerisinde) başörtüsü takmaya başladım. Anladım ki, Müslüman olmak Allah’a teslim olmak olduğuna göre, başımı örtmezsem Allah’a tam anlamıyla teslim olamamış durumda olacağım. Anladım ki, İslâm’ın bir bütün olarak kabul edilmesi ve yaşanması gerekiyor; o bir "kafana-göre-takıl," "işine-göre-eğ-bük" dini değil. İslâm’ı kabul ettiğimde, Müslüman bir kadının başını örtmesi gerektiğinin farkındaydım ve en sonunda buna niyet etmiştim. Müslüman olur olmaz başımı örtmüş olmam gerekirdi aslında, ama birçok Müslime için (hatta Müslüman bir aileden gelen insanlardan bir kısmı için) gayrimüslim bir toplumda bu adımı atmak ve başına örtüyü geçirmek pek de kolay değil. Birçok insanın onu bir bez parçası diye görmesi aptalca birşey! Hem, enteresandır, Hıristiyan rahibeler, onlar da başlarını örttükleri halde, başlarını örtüyorlar diye tenkit edilmiyorlar. Kendi hayatımda, başını örten mesture hanımlar gördüğüm vakit onlara karşı hiçbir zaman olumsuz duygular taşımamışımdır. Beni başımı örtüp örtmeme konusunda tereddüde sevkeden şey, başka insanlardan, özellikle ailemden kötü mualeme görme korkusu idi. Fakat, bizim yalnızca Allahu Teâlâ’dan korkuyor olmamız gerek; başkalarından değil. Başımı kesin olarak örtmemden önceki birkaç ay zarfında, adım adım başörtüsü takma ‘pratiği’ne başladım. En başta, evim ile Cuma günleri Cuma namazlarına iştirak etmek üzere gitmeye başladığım mescid arasında gidip gelirken başımı örttüm. (Maamafih, Müslüman olalı beri, her namaz esnasında başını zaten örtüyordum). Başımı tamamen örtmeye başlamamdan iki hafta önce, dualarımda, Allah’a başörtüsü takmayı benim için kolay kılması yolunda tazarruda bulunmaya başladım.

En sonunda başımı kesin olarak örtme noktasına ulaştığım gün, artık örtüsüz bir başla dışarı çıkamayacağımı hissettim ve başkaları başımı örtmemden hoşlanmasa da başı açık vaziyette ‘kemale ermemiş’ olacağımı düşündüm. Yaptığım amellerin hesabını verecek olan bendim ve benim İslâmî vazifelerimi yerine getirmem gerekiyordu, o yüzden de başkalarının hoşnut olup olmaması hiçbir surette beni ilgilendirmemeliydi. Kimi zamanlar, başörtüsüne muhalefet bir denetim meselesidir: Bazıları, bağımsız, ne yapması gerektiğine kendisi karar veren insanlardan hiç hi hiç hoşlanmazlar; hele hele bunlar kendi çocukları ise...

Başımı örttüğümde, hemencecik kendimi ‘koruma altında’ hissettim ve en nihayeti erkeklerin bana gözlerini dikmelerinden, onların şehvetli bakışlarının hedefi olmaktan kurtulmaya muktedir olmuş oldum. İlk etapta bir derece tedirginlik yaşamadım değil, ama birkaç hafta sonra başörtüsüyle dolaşmaya tamamen alıştım. Zaman zaman, sair insanlar beni bu halde görünce şaşırıyor, hatta şaşkına dönüyorlar; sanıyorum, soluk benizli, mavi gözlü Müslimeler görmeye pek alışık olmadıkları için! Bu bakımdan, başımı örtüyor olmam, insanların dikkatini İslâm’a çekerek, bir nevi İslâm’a davet niteliği de taşıyor.

İslâm’ı kabul edişimden beri, dinin hakikatına dair bilgi edinme çabamı sürdürüyorum; bu, erkek-kadın bütün Müslümanların ömür boyu yürütecekleri bir görev çünkü. Halihazırda Arapça öğreniyorum ve inşaallah, kısa bir zaman sonra Kur’ân’ı Arapça olarak okumaya kâdir olacağımı ümit ediyorum. Okumak, sair Müslümanlarla İslâm’a dair müzakerelerde bulunmak ve Cuma hutbesi, hepsi insanı eğiten şeyler. Olabildiğince müttaki bir insan olmaya cehdetmek ve kendi nefsine karşı mücadele etmek, yani nefsi ile olan cihadını yürütmek gayret istiyor; üstelik, bu, Müslümanlar için daimî ve hiç bitmeyecek bir görev.

İslâm’ı hadsiz derecede hayranlık uyandırıcı bir din olarak görüyor ve bir Müslime olarak yaşamaktan çok hoşlanıyorum.

İhtida ÖYKÜLERİ
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Üç Yıl Süren Arayış

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

NATASSIA M. KELLY

1997’de, 15 yaşında, lisedeyken ihtida etti. ABD’li.


ÇOCUK YAŞTAN İTİBAREN, Allah’a inanarak büyüdüm. Hemen her Pazar kilisedeki ayine katıldım, Kitab-ı Mukaddes okuluna gittim, kilise korosunda şarkı söyledim. Yine de din hiçbir zaman hayatımın önemli bir parçası olmadı.

Allah’a çok yakın olduğumu düşündüğüm zamanlar vardı. Ümitsizliğe düştüğüm vakitler yol göstermesi ve güç vermesi için veyahut bir isteğimin olduğu vakitlerde dileğimin yerine gelmesi için O’na sık sık dua ettim. Fakat, kısa bir süre sonra, bu yakınlık hissinin artık birşeyler için Allah’a yalvarmadığım zamanlarda uçup gittiğini farkettim. Hâlâ inanıyor olsam bile, inancımın eksildiğini anladım.

Dünyayı, Allah’ın zaman zaman keyfini çıkardığı bir oyun olarak algılamaya başladım. Allah insanlara bir Kutsal Kitap yazmayı ilham etmiş ve insanlar bu Kutsal Kitabın içerisinde iman bulmaya her nasılsa muktedir olmuşlardı.

Daha da büyüyüp dünyanın daha bir farkına vardıkça, Allah’a daha fazla inandım. Bu kaotik âleme düzen getirecek bir Tanrı’nın olması gerektiğine inandım. Şayet Tanrı yok olsaydı, dünya binlerce yıl önce mutlak bir anarşi içinde helak olup giderdi, diye düşündüm. İnsana yol gösteren ve onu koruyan doğaüstü bir gücün var olduğuna inanmak beni ferahlatıyordu.

Çocuklar genellikle anne-babalarının dinlerini benimserler. Benim durumumda da, bir farklılık yoktu. Oniki yaşında, maneviyatım üzerine derin düşüncelere dalmaya başladım. Bir inancın var olması gereken hayatımda bir boşluk duygusu yaşıyor, birşeylerin eksik olduğunu hissediyordum. Ne zaman başım sıkışsa, ne vakit ümitsizliğe düşsem, Rab dediğim birine dua ederdim. Fakat bu Rab kimdi gerçekten? Bir keresinde, anneme "Kime dua etmeliyim?" diye sordum: İsa’ya mı, Allah’a mı? Annemin doğru söylediğine inanarak İsa’ya dua ettim ve bütün güzel şeyleri ona atfettim.

Dinin münazara suretinde konuşulup tartışılacak birşey olmadığını işitmişimdir. Lâkin, arkadaşlarım ve ben, birçok kereler bunu yapmaya çalıştık. Sık sık, arkadaşlarımla birlikte, Protestanlık, Katolisizm ve Yahudilik hakkında münazaralar yaptık. Bu münazaralar sayesinde kendi iç dünyamı daha bir derinlemesine inceleme imkânı buldum ve içimdeki boşlukla ilgili birşeyler yapmam gerektiğine karar verdim. Ve böylece, onüç yaşında hakikat arayışım başladı.

İnsanlık her zaman, şaşmaz bir biçimde, yakînî bilginin veya hakikatin peşinde olmuştur. Benim hakikat arayışım ise, aktif bir yakîn arayışı olarak addedilemezdi. Münazaralarda bulunmayı sürdürdüm, ve Kitab-ı Mukaddes’i daha fazla okudum. Fakat bu yol hakikatin keşfine götürmedi beni. Bu dönemim boyunca davranışlarımda meydana gelen değişme annemin dikkatini çekti. İnsanlar, bir dönem bir ‘dindarlık evresi’ geçirirler; benimki, bir ‘evre’den öteydi. Edindiğim yeni bilgileri ailemle paylaştım. Hıristiyanlık içerisindeki inançlar, uygulamalar ve doktrinler; Yahudilik içerisindeki en temel inançlar ve uygulamalar hakkında belli bir bilgi edinmiştim.

Arayış içerisindeyken, birkaç ay, şayet Hıristiyanlığa inanıyorsam cehenemde cezalandırılacağıma inandığımı farkettim. Geçmişte işlediğim günahları düşünmemden kaynaklanmıyordu bu! Güney vaizlerinin söylemeye meyyal oldukları üzere, ‘cehenneme giden bir tek yol’un üzerindeydim: Hıristiyanlık içerisindeki bütün öğretilere inanamadım. Maamafih, inanmaya çalıştım.

Kilisede olduğum ve ‘Havariliğe Çağrı’ süresince kendimle mücadele ettiğim birçok zamanı hatırlayabiliyorum. Bana, basitçe, "İsa’nın Rabbin ve Kurtarıcın olduğunu ikrar edersen, cennette ebedî bir hayatı garantilemiş olursun" demişlerdi. Asla bir rahibin olabildiğine uzatılmış ellerini tutarak kilisenin yan koridorundan aşağıya doğru yürümedim ve bu noktadaki gönülsüzlüğüm cehennemde başında olma korkularımı daha da arttırdı. Bu zaman süresince, tedirginlik ve huzursuzluk taşıyordum. Sık sık kâbuslar görüyor ve kendimi dünyada çok yalnız hissediyordum.

Fakat, sadece iman eksikliği hissediyor değildim. Bilakis, bulabildiğim her bilgi sahibi Hıristiyana arzettiğim ve gerçekten tatmin edici bir cevabı asla alamadığım pek çok sorularım vardı. Onlar, olsa olsa, kafamı daha da fazla karıştıran şeyler söylediler bana. Allah’ı mantığa sığıştırmaya çalışıyor olduğumu; oysa, iman sahibiysem, salt inanabilmem gerektiğini, cennete ancak bu şekilde gidebileceğimi söylediler. Tamam, problem buydu: İman sahibi değildim. İnanmıyordum.

Geçrekten, öyle herşeye inanmıyordum. Tek bir Allah’ın var olduğuna ve İsa’nın O’nun insanlığı kurtarmak için gönderilmiş oğlu olduğuna inanıyordum. Bu, buydu. Ne var ki, sorularım ve akıl yürütmelerim inançlarımı aşıyordu.

Sorular sürüp gitti. Kafa karışıklığım arttı. Yakîn halinden uzaklığım da arttı. Onbeş yıl boyu, bir inancı, sırf bu annem ile babamın inancı olduğu için, körcesine izlemiştim.

Hayatımda, sahip olduğum az bir parça inancın tamamen azaldığı birşeyler vuku buldu. Arayışım neredeyse durma noktasına geldi. Artık kendi iç dünyam, Kitab-ı Mukaddes, veya Kilise içerisinde bir arayış ve araştırmaya girişmedim. Bir süreliğine, vazgeçmiştim. Bir gün bir arkadaşım bana bir kitap verinceye kadar ümidi kırık, tatsız duygular ile dolu sinirli bir insan olup çıkmıştım. Arkadaşımın verdiği kitap ise, Müslüman-Hıristiyan Diyalogu başlığını taşıyordu.

Kitabı aldım, okudum. Arayışım esnasında, Hıristiyanlıktan başka bir dini bir kerecik olsun ciddi ciddi kaale almadığımı söylemekten utanç tutuyorum. Bütün bildiğim, Hıristiyanlık idi ve hiçbir zaman ondan ayrılmayı düşünmemiştim. İslâm hakkındaki bilgim çok azdı. Vâkıa, bu az bilgi de temelde yanlış anlayışlar ve basmakalıp kanaatlerden ibaretti. Kitap beni şaşırttı. Yalnızca bir Tanrının var olduğuna inanan biri olmadığımı öğrendim. Daha fazla kitap istedim. Birtakım kitapçıklar kadar, bunları da aldım.

İslâm hakkında, entellektüel bir veçheden, birşeyler öğrendim. Kendisi Müslüman olan yakın bir arkadaşım vardı. Sık sık ona İslâmî amel ve uygulamalar hakkında sorular sordum. Bir kerecik olsun İslâm’ı kendi inancım olarak düşünmedim. İslâm’la ilgili birçok şey bana çok yabancı geliyordu.

İki aylık bir okumadan sonra, Ramazan ayı başladı. Her Cuma bulunduğumuz beldedeki Müslüman cemaatin iftarlarına ve Kur’ân okumalarına katılma imkânı buldum. Rastlayabildiğim Müslüman kızlara sorular sordum. Birileri inandıkları ve izinden gittikleri şey hakkında nasıl böylesine kuvvetli bir yakîn sahibi olabiliyorlar diye dehşete düştüm. Kendime yabancı gördüğüm bu dinin, içten içe, beni kendine çekmeye başladığını hissettim.

Uzun zamandan beri, yapayalnız olduğuma inanagelmiştim. İslâm ise, birçok açıdan huzur ve ferahlık verdi bana. İslâm, dünyaya dair bir hatırlatıcı olarak gönderilmişti. İnsanları yeniden doğru yola sevketmek üzere gönderilmişti.

Benim için önemli yegâne şey, salt inançlar değildi. Hayatıma sayesinde biçim verebileceğim bir disiplin de olsun istiyordum. Benim kurtarıcım olan birilerinin var olduğuna, ne yaparsam yapayım bu sayede beni cennete götürecek bileti elde etmiş olacağıma inanmak istiyor değildim; böyle bir inanç beni tatmin etmiyordu. Allah’ın rızasını kazanmak için nasıl davranmam ve neler yapmam gerektiğini bilmek istedim. Allah’a yakın olmak istedim. Hep Allah’ın varlığını şuurunda tutuyor olmak istedim. Hepsinden öte, cennete erişme şansı edinmek istedim. Hıristiyanlığın bunu bana vermediğini, ama İslâm’ın veriyor olduğunu hissetmeye başladım.

İslâm’ı daha da öğrenmeye devam ettim. Arkadaşlarımla bayram tebriğine, Cuma’lara ve haftalık derslere gittim. İnsanın kafası, din sayesinde huzur ve sükûna erişir. edinir/alır/receives. Bende de, böylesi bir sükûnet hâsıl olmaya başlamıştı. Gerçekte, arayış içinde olduğum üç yıl boyu dinin karşısında gel-gitler yaşamıştım. Uzaklaşma anlarımda, şeytanın iğvalarına daha duyarlı hale geliyordum. 1997 Şubat’ının başlarında, İslâm’ın doğru ve hak olduğunu derketmeye başladım. Ne var ki, alelacele karar vermek de istemedim. Beklemeye karar verdim.

Bu bekleyiş içerisinde şeytanın iğvaları arttı. İçinde şeytanın da bulunduğu iki rüya hâlâ hatırımda. Şeytan beni kendisine çağırıyordu. Bu kâbuslardan uyandığımda, teselliyi İslâm’da buldum. Şehadet kelimelerini tekrar eder haldeydim. Bu rüyalar, kafamı değiştirmemi sağladı. Rüyalarımı Müslüman arkadaşıma açtım. Arkadaşım belki de şeytanın beni hakikatten alıkoymak için rüyama girdiği kanaatini serdetti. Hiç bu şekilde düşünmemiştim.

19 Mart 1997’de, bir haftalık dersten döndükten sonra, kendi kendime kelime-i şehadet getirdim. Sonra, 26 Mart’ta, şahitlerın huzurunda tekrar kelime-i şehadet getirdim ve resmen Müslüman oldum. O an hissettiğim hazzı ifade edemem. Omuzlarımdan kaldırılmış olan ağırlığı ifade etmem mümkün değil. En sonunda aklım ve ruhum huzur ve sükûn bulmuştu.

Kelime-i şehadet getirmemin üzerinden hemen hemen beş ay geçmiş bulunuyor. İslâm beni daha iyi bir insan kıldı. Şimdi daha güçlüyüm ve eşyayı daha iyi anlıyorum. Hayatım manidar ölçüde değişti. Şimdi bir amacım var: cennetteki ebedî hayatın değerini kendime isbat etmek. Uzunca zamandır aradığım şeye artık kavuşmuş bulunuyorum: imanın yanısıra, hayatımın amacına... Din, yirmidört saatimin ayrılmaz bir parçası artık. Her gün ne kadar elimden geliyorsa, o kadar iyi bir Müslüman olmaya çalışıyorum.

İnsanlar onbeş yaşındaki bir kızın hayatta böylesine önemli bir kararı nasıl verebildiğine çoğunlukla hayret ediyorlar. Allah’a, bana bahşettiği akıl ve zekâ düzeyinden dolayı öylesine hamd ediyorum ki! Zira, bu nimet iledir ki, bu kadar genç yaşta İslâm’ı bulmayı becerebildim.

Hıristiyanların hâkim olduğum bir toplumda iyi bir Müslüman olmaya cehdetmek kolay iş değil. Hıristiyan bir aile ile birlikte yaşamak daha da zor. Maamafih, bunları söyleyip şevk ve ümit kırıcı çalışmıyorum. Kendi durumumun zorluğu üzerinde fazla konuşmak istemiyorum, ama bu mücahedemin beni olsa olsa daha da güçlü kıldığına inandığımı belirtmek isterim. Bir keresinde birileri "Sen Müslüman bir aile içinde doğan kimi insanlardan çok daha iyisin" dediler bana. Bulmak, tecrübe etmek ve Allah’ın azametini ve rahmetini kavramak zorunda kalmış olmamın beni çok ilerilere götürmüş olduğunu söylediler.

Dünya üzerinde yetmiş yıllır bir hayata bakıyorum da, cennetteki ebedî hayata kıyasla olsa olsa bir hiç mesabesinde. Bu muhakememi hiç akıldan çıkarmıyorum.

Allah’ın rahmet, azamet ve haşmetini haşmetini ifadeye istidadımın yetmediğini teslim etme durumundayım. Anlattıklarımın, hissettiklerimi hisseden veya uğrunda mücadele ettiğim yol uğruna mücadele eden başkalarına yardımcı olacağını ümit ediyorum.

28.12.2003

© 2006 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
10.May.99

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

ADEM (ADAM) KAFELNIKOW

1999’da, 14 yaşında, lisede okurken ihtida etti. ABD’li.


İSLÂM’A YOLCULUĞUMU SİZE anlatmadan önce, kendim hakkında, bilmeyi istemenizin muhtemel olduğu bazı bilgiler vermek isterim. Indiana eyaletinin kuzeybatısında yaşayan 15 yaşında Kafkasyalı bir gencim. Katolik lisesine gidiyorum; lise ikinci sınıftayım. Yaşadığım şehir (Whiting) küçük bir şehir; nüfusu yaklaşık 5.150, ve kasabadaki tek Müslüman benim.

İslâm’a yolculuğum, başkalarınınkine pek benzemiyor. Bir Müslümanla şahsen karşılaşıp tanışmam vâki olmadı. Keza, Cahide kardeşin yaşadığı türden olaylara da şahit olmadım. Yine de, kendi namıma, İslâm’a yolculuğumun enteresan olduğunu sanıyorum.

Bu süreç, 1998 yılının sonlarına doğru, aşağı-yukarı Ağustos ayında başladı. Lise başlamak üzereydi, ve ben, başka pek çok öğrenci gibi, çok sinirliydim. Çok sinirlenmiştim; zira, din dersimize bir rahibin gireceğini öğrenmiştim. Buna, yalnızca çok dindar biri olmadığım için sinirlenmiş de değildim.

Her neyse; okul açıldı, derslerimiz başladı ve din dersimiz dünya dinlerinin şöyle genel hatlarıyla ele alındığı bir bölüme geldi. Bu arada İslâm da ele alınmış oldu. Öğretmen İslâm hakkında bir ödev hazırlamak üzere beni görevlendirdi. Ve, işe bakın ki, tam da bu ödevi üstlendiğim günün gecesi televizyonda cihad hakkında bir program gördüm. (Elbette, tamamen yalan yanlış şeylerle dolu bir program.)

Bu ödev için araştırmalar yapıp durdum. En sonunda kendimi ödev boyutunu aşan bir iş yapar vaziyette buldum. İşi bu derece büyütmemin sadece daha iyi bir not alma gayretiyle açıklanması mümkün değildi. Bilakis, araştırmamı, İslâm ilgimi bir hayli çektiği için böylesine genişletmiştim.

O sıralar, bir gün, bir grup arkadaşla birlikte, günübirlik gidip dönmek üzere Chicago’ya gittik. Orasının İslâm’la ilgili eserler bulma bakımından iyi bir yer olacağını düşünmüştüm. Nitekim, oradan bir Kur’ân satın aldım. Maşaallah, onu okudum. Üzerimde muazzam bir hayranlık uyandırdı. İlk defa okumak üzere Kur’ân’ı öyle rastgele açtığımda karşıma çıkan sayfanın başında, Kadr sûresi vardı. Bu sûre, okuduğumda, sözleri kısa bile olsa, bende uzun ve kalıcı bir tesir bıraktı.

Günler öylece geçip giderken sonbahar kışa döndü, ve kış da bahara. Bütün bu zaman zarfında, şehadet getireyim mi, getirmeyeyim mi kararsızlığı yaşayıp durdum. Annem de, babam da bundan pek hoşlanmazlar diye düşündüm. O kadar ki, bu durum benim için büyük bir endişe kaynağı haline geldi. Ayrıca, şehadet getirdiğimde, yaşadığım beldedeki ve gittiğim okuldaki tek Müslüman olacaktım. Buna hazır mıydım? Şayet İslâm’ı seçecek olursam, insanlara karşı kendimi savunmaya ve verdiğim karar uğruna onlarla cedelleşmeye hazır mıydım?

Elhamdülillah, evet, hazırdım! 10 Mayıs 1999 günü, 14 yaşında kelime-i şehadet getirdim.

Herşey, benim için, altı ay içinde oldu bitti. Sübhanallah! Ve o günden bugüne, aklımın bir köşesinden, İslâm’ı seçme kararıma dair hiçbir tereddüt geçmedi. Durumumu anneme söyleyebilsem iyi olurdu; ama nasıl ve ne zaman? Hâlâ daha, bu sorunun cevabını çözmeye çalışıyor ve Allah’ın izniyle fazla zaman geçmeden bunun cevabını bileyim diye, Rabbime dua ediyorum.

Babam,óki, annemden ayrılmıştı, ve ben onunla yaşamıyorumóMüslüman olduğumu biliyor ve bunu itiraz etmeden kabullendi.

İnşaallah, ilk Ramazan’ım hafızamdan hiç silinmeyecek bir Ramazan olacak. Ve dilerim ki, hayatımın bundan sonraki günleri de öyle olsun.

28.12.2003

© 2006 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İhtiyar İmamın Kapısı’nda

SÜLEYMAN AHMED

1997’de, 49 yaşında ihtida etti. ABD’li.


AMERİKALI BİR GAZETECİ VE yazarım. 1997’de, otuz yılı aşan bir araştırma, inceleme ve de hayat tecrübesinden sonra, kırkdokuz yaşında İslâm’a geldim. Bu kararım, hayatımdaki birçok hususu aksettirir.

Pek çok Amerikalıya son derece garip gelecek bir çevrede büyüdüm. Babam Yahudiydi; annem ise, meşhur bir fundamentalist Protestan rahibin kızıydı. Babam, gençliğinde, yeşiva-boher Yahudiliğe dair araştırmalara adamıştı kendisini. Annem ise yoğun biçimde Kitab-ı Mukaddes’in okunduğu bir atmosferde büyümüştü ve Eski ve Yeni Ahitleri ezbere bilirdi.

Annem ile babamın inancı, 1930’lu yıllarda gerçekleşen olaylar vesilesiyle, annem ile babam bir inanç sınavı yaşamışlardı. Annem, Yahudileri asıl ehlullah (Allah’ın seçtiği halk) diye görecek şekilde terbiye görmüştü; ve şimdi, onlara yönelik Nazi saldırılarına karşı protesto mahiyetinde, Hıristiyanlığı terketmişti. Daha sonra, Yahudiliğe dönüş yaptı.

Gerek annem, gerek babam, Yahudilerin seçilmişliğine inanmaya devam etseler dahi, hayatlarının müteakip uzun bir dilimini Komünist Partinin etkisi altında harcadılar. Hayatlarının trajik paradoksu buydu işte; içinde doğdukları dinlerin hataları karşısında hayal kırıklığına uğrayıp, bütün bâtıl dinlerin en kötüsüne [komünizme] dönmüşlerdi. Bununla birlikte, liberal-radikalizm ve Allah arasında bir o yana bir bu yana salınıp dururken, siyonizm noktasında asla ifrata düşmemişlerdi. Gerçekte, Orta Doğudaki çatışmadan dolayı içimde hep acı hissetmiş ve daima İsrailliler ile Araplar arasında adalet ve dostluk özlemi duymuşumdur. Gençken, aşırı derecede radikal bir solcuydum. Bununla birlikte, şiir de yazdım; ve, annem ile babamın din hakkındaki kafa karışıklığı ve nefreti o noktadaki şevkimi ve cesaretimi kırıcı bir unsur olsa dahi, Allah’a inandım. Bu hususları seçip ayırmaya çalıştım. Dinin hakikatına dair ilk arayışım beni Katolik kilisesine sevketti. Hıristiyanlığa dönmediğim halde, Katolisizmin mistik literatürü beni derinden derine etkiledi.

En başta, İspanyol Katolik mistiklerin muhteşem eserlerinin ardında İslâm’ın İspanya’daki tarihinin yattığını ve sözkonusu mistiklerin temsil ettiği geleneğin güzel bir İslâmî ilham sayesinde hayatiyetini sürdürdüğünü öğrendim. En sonunda, İspanya’ya tekrar tekrar giderek, İber Yarımadasında çok uzun bir süre [yaklaşık 800 yıl] kalan İslâm’ın bıraktığı izleri araştırdım. Bir yazar olarak, nice yıllar boyu bu fenomene dair araştırmalarda bulundum. Eserleri derin bir İslâmî tesir sergileyen İspanyol halk ozanlarıyla ilgili araştırmalar yaptım. 1979’dan itibaren, Yahudi mistisizmi içindeki Kabala geleneğini incelemeye başladım. Orada da, Yahudilik süzgecinden geçirilmiş muazzam bir İslâmî yansıma buldum.

Bununla birlikte, İslâm’a olan yolculuğumda beni kesin karara ulaştıran olay, 1990’da bir gazeteci olarak Balkanlara gitmeye başladığımda gerçekleşti. Saraybosna’yı ziyaret ettim, ve Bosna savaşına dair haberler geçtim.

Saraybosna’da, bazı şaşırtıcı şeyler keşfettim. Kendimi bir turist gibi hissetmediğim, Müslüman mü’minler ve âlimlerle sade ve doğrudan münasebetler kurabildiğim bir çevrede, İslâm’ın Avrupa’daki sınır boylarından birini keşfetmiş oldum. İslâm’ın taşıdığı rahmet ve sevgi gibi değerlerin ifadesi olan güzel bir şiiriyet ve musiki ile yüzyüze geldim.

Meşhur bir Bosna şarkısından bir dize iktibas edecek olursam, ‘ihtiyar imamın kapısı’nı keşfetmiştimóBalkanlardaki büyük Osmanlı hâkimiyeti döneminin ve onun İslâm medeniyetine olan muazzam katkılarınının bakiyesini yaniÖ

Balkanlara yaptığım geziler esnasında Kur’ân’ı okudum ve İslâmî anıtları ziyaret ettim. Bahçeye geri dönmeyi sürdürdüm, ve en sonunda kapısından içeri girdim.

İslâm’ı kabul edişimden beri, arkadaşlarımı, komşularımı, birlikte çalıştığım kişileri ve başkalarını bilgilendirmede hususi bir özen ve dikkat sergilemeye çalışıyorum. Bir çatışma veya tartışma üretmek istemiyorum. Yaşadığım ihtida tecrübesinin sathî veya gelip geçici birşey gibi görülmesini de istemiyorum. Bu, benimle ilgili bir iş değil; Allah subhanehu ve teâlâ’nın bir işi bu. Ümmetin refahı için ve "Lâ ilahe illallah"a inanan bütün mü’minler arasında daha iyi ilişkilerin tesisi için elimden ne geliyorsa yapacağım bir yolda yürümek istiyorum.

Ara sıra karşıma çıkan kaba düşünceleri bir kenara atacak olursak, ihtidam yüzünden hiçbir problem yaşamadım. Eskiye göre ille de bir fark aranacaksa, haber dairemdeki insanlar artık çevrelerinde bu meseleler hakkında daha büyük bir sahihlikle haber yazabilecek birinin aralarında olmasından memnun gözüküyorlar. Başkaları ise, şaşırıyorlar ama saygılılar; bunun siyaseten veya şöhret amacıyla alınmış bir tavır olmadığını, uzun bir kişisel arayışı yansıttığını anlamışa benziyorlar.

Tam anlamıyla dürüst olmak gerekirse, gayrimüslimlerin beni Balkanlarda edindiğim tecrübeden derin bir biçimde etkilenmiş biri olarak gördüklerini düşünüyorum. Böyle görüyorlar; tâ ki, bu tercihimi bu bağlamda anlamlandırsınlar. Oysa, hemencecik belirteyim ki, siyasî veya insancıl gerekçelerle Müslüman olmuş değilim. Muhammed aleyhisselamın getirdiği mesajın Allah subhanehu ve teâlâ’nın marziyatının, yani bizden istediklerinin en açık delilini teşkil etmesinden dolayı Müslüman oldum.

İşteyken namaz kılamıyorumókılma imkânı bulmaya çalışıyor olsam da. Maamafih, gün boyu, işte ve başka yerde Allahu Teâlâ’yı tesbih ve tahmid etmeyi ihmal etmiyorum.

Bar mitzvah’ta* bir Yahudi ismi alınmasıyla aynı sebebe binaen, yani ahd ve misakımı sembolize etmek üzere Arapça bir isim aldım. Arapça ismimi her yerde kullanarak en nihayeti yazılarımda eski ismim yerine bunu kullanma noktasına gelmeyi planlıyorum.

Yukarıda yazdığım gibi, Muhammed aleyhisselamın getirdiği mesajı en açık delil ve Allah’tan gelen en son vahiy olarak gördüğümden dolayı Müslüman oldum. Yazımın başlarında belirttiğim üzere, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta görülen müsbet şeylerin büyük kısmını, İslâm’ın onlar üzerindeki etkisinin bir yansıması olarak görüyorum.

İspanyol Katolisizminden söz etmiştim. İspanyol Katoliklerinin kendi inançlarına sair Katoliklerden daha bir yoğunlukla bağlanmalarının elbette bir sebebi bulunmaktadır ve bu sebep de kültürlerindeki İslâmî mirastır. Haçlı Seferleri ve Engizisyon bu nuru söndüremedi. Ne var ki, kimileri için bir derece kararttığı söylenebilir.

Şuna kesinkes inanıyorum: İspanya’daki Arap emîrlerin hoşgorüsü olmasaydı ve bilhassa Osmanlı halifeleri onları samimiyetle himayelerine almasalardı, Yahudilik dünyadan silinip gitmiş olabilirdi. Şüphesiz, günümüz Yahudi din tarihçileri, Yahudilik bir Müslüman çevrede yaşamaktan türetilmiş olumlu bir istihsal olmasaydı bugün çok farklı bir durumda olurdu, diye teslim ve itiraf ediyorlar.

Şahsen, Müslümanlar ile Yahudilerin ve Hıristiyanların şu modern dünyada kendi dinî cemaatlerimiz ile tevhide dayanmayan dinler arasında bir çizgi çekmeleri gerektiğine de inanıyorum. Onlar aleyhine konuşup durmamız veya onlardan nefret etmemiz gerekir demiyorum; ama, Tek Bir Allah’a olan imanımızda ısrarlı olmaktan korkmamamız gerekiyor.

İslâm’ın beni en çok etkileyen veçhesi, insanın iç dünyasındaki, Allah subhanehu ve teâlâ’nın iradesine teslimiyetle sağlanabilen barış ve huzur hali üzerindeki vurgusudur. En feci işkencelere maruz kalmış bulunan, ama yine de taşıdıkları sükûn ve sekînet halini bırakmayan Bosnalı Müslümanların nezaket, incelik, sadelik ve ihlaslarında işte bunu gördüm.

Bu sekînet hali hayatımı daha bir kolaylaştırdı. Gündelik hayatımda ne zaman bir müşkilat ve sınanma durumu hissetsem veya geleceğe dair endişe ve korkuya kapılsam, veyahut ne vakit yazı çalışmalarım esnasında istediğim kıvamı tutturamadığım anlarda bir engellenme hissiyle yüzyüze gelsem, zihnim otomatikman Bosna’da tanıdığım müslim ve müslime kardeşlerin hatırasına, Cuma namazının o sükûnet ve birlik yüklü iklimine, ve, hepsinden önemlisi, Kur’ân’ın berrak ve teskin edici sözlerine gidiyor artık.

Yegâne problemim, Yahudiler ve Hıristiyanlarla çatışma yaşama noktasındaki korkularımın üstesinden gelmek olmuştur. Sekülarizme tavizler vermekten yana değilsem de, bir uzlaşma noktası arıyorum. Ağır bir içki müptelası olmuş değilim asla ve Müslüman olmazdan önce içtiğim alkol miktarını bir hayli aşağılara çekmiştim. Tütünü ise, yıllar önce bıraktım. Yaşadığım en büyük kişisel meydan okuma ise, farz olan günde beş vakit namazı eda etmek.

Amerikan hayatına İslâm’ın sağlayacağı en önemli katkının ırklar arasında adaleti ve bir bütün olarak toplumda ahlâkî değerlerin hakim olmasını temin olacağına inanıyorum. Hepimiz, kardeşimiz Malcolm X’in Amerika’nın ırksal sorunlarının çözümü İslâm’dır şeklindeki açıklamasının bir hakikatın ifadesi olduğunu kabul ediyoruz. İslâm’ın, Amerika’nın ahlâk-maneviyat sorununa da çözüm sunuyor olduğunu düşünüyorum. Toplumumuzdaki bozulma ve tefessühün bütün feci sonuçlarıyla hemhal olup durmaktan, benim gibi gazetecilerin yüreğinin yağı eriyor. İslâm, kişisel hayatlarımız ve de meslek hayatımız açısından bize yol gösterdiği kadar, topluluklarımız dahilindeki beşerî ilişkilerin iyileştirilmesi noktasında da yol gösterici ölçüler sunmaktadır.

İslâm’a uzanan yolumda en büyük yardımı Bosna’daki Müslüman âlimlerden ve onların yanısıra Nakşibendî tarikatına mensup iki harikulâde şeyh olarak Şeyh Nâzım el-Hakkânî ile Şeyh Hişam el-Kabbânî’den almışımdır.

Amerika’da tanıdığım Müslümanların sahip olduğu değerler ve yüzyüze oldukları büyük sıkıntı karşısında Balkan Müslümanlarının gösterdiği manevî-ahlâkî direnç, Müslüman olmamdan önce, beni çok etkilemişti. Bugün, ümmeti böylesine derin bir biçimde bölünmüş halde bulmaktan ve Müslümanların birbirlerine karşı yürüttükleri kavga ve çatışmaları görmüş olmaktan dolayı kendimi bir nebze kötü hissediyorum; bunu söylemem gerek. Müslümanların Balkanlardaki Ortodoks Hıristiyan emperyalizminin kurbanları için daha fazla şeyler yapmayı beceremeyişleri de beni düşündürüyor.

Başkalarına yapacağım tavsiye çok basit: Allah subhanehu ve teâlâ’yı bütün kalbinizle, her nefeste, hayatınızın her anında sevin.

Müslüman olma kararımı açıkça ilan etme hususundaki dikkatli ve yavaş yaklaşımımla birlikte, tebliğ ve İslâm’a davet hususuyla iştigal etmeye şimdiden başladım.

İslâm hayatıma büyük bir huzur ve güzellik getirdi. Başkalarına da söylediğim üzere, hayatımın kalan yıllarını kendimi Allah’ın yoluna adayarak geçireceğim. Şahsen, Bosna ve Kosova’daki mescidlerin yeniden inşa edilmesine yardım etmek üzere yapabildiğim herşeyi yapma noktasında sözüm de var kendime.




* Bar mitzvah: Yahudilikte, dinî mes’uliyet yaşına (genellikle onüç yaş) ulaşmış erkek çocuk; bu olay vesilesiyle düzenlenen tören [Haz.]
www.karakalem.net
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Chat’le Gelen Bir Şehadet

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

SİGRÚN VALSDÓTTİR (ÂMİNE)

90’lı yılların sonuna doğru, üniversitede iken ihtida etti. İzlandalı.


1976, İZLANDA DOĞUMLUYUM. Ailem İzlanda’nın resmî kilisesine mensup; yani Evanjelik Luteran (Protestan). Maamafih, din, hayatımda belirli bir ölçüde hep yeri olduğu halde, yetişmemde hiç de önemli bir rol oynamadı. Çok küçükken, Pazar okuluna muntazaman katılırdım, dinî faaliyetlerde bulunan teşkilâtların yürüttüğü yaz kamplarına da giderdim. Ayrıca, büyükannem yanıma gelir ve ben uykuya dalmadan önce yorganımı düzeltir ve o arada dualar öğretir, ben de onunla birlikte dualar okurdum. Yine de, ailem hiçbir zaman kiliseye düzenli biçimde gitmedi ve de din gündelik hayatımızın bir parçası haline gelmedi.

İzlanda’da, ondört yaş civarında, Hıristiyanlık hakkında bilgi edinip bu bilginizin sınanmasıyla birlikte inancınızın teyid edilmesi ve böylece Kiliseye kabul edilmeniz, bir gelenektir. Bu yaşa geldiğinizde, artık erişkin biri olarak görülürsünüz; ve inancınız ile ailenizin siz çok küçük bir yaştayken yaptırmış olduğu vaftizin teyid edilmesi gerekir. Bu işlemi yapma veya yapmama şıkları arasında karar vermek zorunda kaldığımda, "Gerçekten, bunu yapma gereğine içtenlikle inanıyor muyum?" diye kendi kendime düşündüğümü hatırlıyorum. Ulaştığım sonuç, Allah’a inandığım, hatta başından bu işlem geçmiş olan başka pek çok insandan daha da fazla inandığım, ve eğer bu işlemi reddedersem yapmayı asla tahayyül edemediğim birşeyi yapmış, yani Allah’ı inkâr etmiş olacağım şeklindeydi.

Bu inanç teyidi işlemi için hazırlanırken, bir rahibin verdiği derslere devam etmemiz ve düzenli biçimde kiliseye gitmemiz gerekiyordu. Bu dersler bittikten sonra da kiliseye gitme âdetini sürdürmeye gayret ettim; bu arada sözkonusu işlemi geçip Kiliseye kabul edildim. Lâkin, yine de, doğru birşey yaptığımı hissi taşıyor da değildim. Kiliseye gitmek benim için bir anlam ifade etmiyordu. Böylece, yıllar boyu, din ve dinin hayatım üzerindeki etkisine dair pek birşey düşünmedim. Sık sık Allah’a dua ederdim, ama bu salt bir dua idi işte. Ne bir vicdan muhasebesine gittim, ne de farklı dinleri araştırdım. Herşey, şu haliyde, yerli yerinde gözüküyordu bana. Yani, hepsinden önemlisi, Allah’a inanıyordum; bu kâfi gelmez miydi?

İzlanda’da İslâm’ın fazlaca bir varlığı yoktur; nitekim, büyüme dönemimde, onunla ilgili pek birşey öğrenmedim. Okulda Hıristiyanlık dışındaki dinler hakkında, Hıristiyanlık tarihiyle olan ilintisi dolayısıyla Yahudilikle ilgili olarak öğretilen çok az şey dışında, hiçbir şey öğretilmedi. Büyüme çağında, hatırlıyorum, İslâm’a en ziyade ‘Muhammedîlik’ diye, Müslümanlara da ‘Muhammedîler’ diye atıfta bulunulurdu; ki, bugün bile, insanlar büyük çoğunlukla ‘İslâm’ ve ‘Müslim’ kelimelerinden ziyade bu kelimeleri kullanırlar. Bunu şu son ay içinde ülkenin en büyük gazetesinde de birkaç kez gördüm.

Velhasıl, İslam hakkındaki bilgim çok azdı ve bunların da pek çoğu okuduklarımdan ve medyanın verdiği haberlerden geliyordu. İslâm hakkında zihnimde beliren manzara hiç de hoş değildi kısacası; ama, haberlerdeki dehşet öykülerinin yanısıra Kızım Olmadan Asla ve benzeri başkaca kitaplar misali bütün bu dehşet öykülerini okumama rağmen, elhamdülillah, İslam’a karşı önyargılı olmamış, zihnimi açık tutmuştum. Bunun başlıca sebeplerinden biri, muhtemelen, ülkeler arası öğrenci mübadelesi vesilesiyle Venezuela’ya gittiğim sıralar, aynı vesileyle Endonezya’da bulunan İzlandalı bir kızla mektup arkadaşlığı yapıyor olmamdı. Bu kız, gerek mektuplarında, gerek yurdumuza dönüşümüzden sonraki görüşmelerimizde Endonezya’daki hayatına ve yaşadığı tecrübelere dair öyküler anlattı bana. Bunların hepsi de çok olumlu şeylerdi ve benim önüme kitaplarda okuduklarımdan ve de medyada tasvir edilenden farklı bir İslam ve Müslüman imajı sunuyordu.

Bununla birlikte, 1997 sonbaharında üniversitede okumak üzere ABD’ye gidinceye kadar, İslâm’la gerçekten bir temasa geçmiş değildim. Birleşik Devletlere, Rotary kulüplerinin düzenlediği bir yıllık bir öğretim programı dahilinde gittim. Gittiğim üniversitede aynı programın bir parçası olan Mısırlı bir erkek öğrenci vardı. Zamanla ahbap olduk ve onunla beraberliğim sayesinde İslâm’la ilgilenir hale geldim. Bu arkadaşım çoğu kez bana İslâm’a dair birşeyler anlatırdı; ayrıca, onu İslâmî ibadetleri eda ederken seyrettim de. Ufaktan ufağa, İslâm’la ilgilenmeye başladım. Ona İslâm hakkında sorular sormaya ve kendisiyle İslâm’a dair müzakerelerde bulunmaya başladım. Sonra da, ilk kez kendi başıma internet üzerinden araştırma yapmaya ve peşisıra, İslam hakkında kitaplar okumaya giriştimóokuduklarım arasında bir Kur’ân meali de vardı.

Araştırmam, gerçekte, bahar sonlarında başladı ve, İzlanda’ya döndüğüm halde, yaz ayları boyunca devam etti. Sonra, sonbaharda, oradaki kendime ait çalışmaları bitirmek üzere ABD’ye geri döndüm. Uzunca bir zaman İslâm hakkında konuşup tartıştığım ve kendisine İslâm’la ilgili sorular sorduğum yegâne kişi, Mısırlı arkadaşım olmuştu; ama bu son yılın Aralık ayında internet üzerinden İslâm hakkında yapılagelen bir chat’e rastladım. Bu şekilde, kendileriyle chat yapıp sorular sorduğum gerçekten harika bazı Müslümanlarla tanışmış oldum. Onlar bana bir hayli yardımcı oldular. Başka biriyle konuşurken bir derece tarafsız durmak benim için gerçekten önemlidir.

İslâm’a araştırmaya ilk kez başladığımda çok heyecanlıydım ve İslam hakkında öylesine çok harikulâde şeyler keşfediyordum ki, bunları önceden bilmiyordum ve bir şekilde bunlar kafama takıldığından, kendimi İslam’ı düşünmekten alıkoyamadım ve daha da fazlasını okumak istedim. Lâkin uzunca bir süre bocaladım; anlamadığım birçok mesele vardı ve çoğu, o zaman için, bana kabul edilmesi çok zor geliyordu.

İslam hakkında olumsuz şeyler bulmaya çalıştığım bir dönem geçti başımdan. Bu aşamada, kendimi, Müslüman olmaya mecbur olmadığıma ikna etmeye çalıştım. Çünkü, dürüst olmam gerekirse, dehşete kapılmıştım, kafam karışmıştı, ve hayatımı el’an yaşıyor olduğum şekilde yaşamayı sürdürmek hakikatı kabul edip hayat tarzımı değiştirmekten çok daha kolay gibi gözüküyordu. Bu zaman zarfında gerçekten kafam karışmış haldeydi. Bir an, İslam’ın gerçek olduğunu ve bütün istediğimin Allah’a teslim olmak ve dolayısıyla bir Müslüman olmak olduğunu hissediyor; ama bir sonraki an İslam’la ilgili herşeyi yanlış buluyordum. Hani, karikatürlerde görülen, bir kulağına meleğin, diğer kulağına şeytanın fısıldadığı insanlara benziyordum.

Fakat, en sonunda ‘küçük şeytan’ı dinlemekten kurtulmayı başardım ve gerçekten gördüm ki, İslâm hakikatin ta kendisidir ve benim bütün istediğim kendimi Allah’a teslim etmem ve hayatımı bir Müslüman olarak yaşamamdır. Şehadet getirme zamanının geldiğine karar verdiğim esnada, Aralık’ta yaptığım ilk chat’te tanışmış olduğum bir Müslime kardeşle chat yapıyordum. Zaten, bir sonraki ay, Müslüman kızların katıldığı bir ders halkasına gitme planları yapmıştım. Gecenin ortasında chat yapıyorduk ve bu kardeşe bu ders gittiğimde kelime-i şehadet getireceğimi söyledim. Lâkin, kelime-i şehadeti hemencecik yapabilmeyi çok arzuluyordum. Bunun üzerine, bu kardeş de mümkünse hemen olsun diye gayret etti ve online olarak tanıdığı (internet üzerinden tanışıp haberleştiği) üç Müslime kardeşi daha o an chat’imize dahil etti; sonuçta, hepimiz bir chat odasında tanıştık ve internet üzerinden kelime-i şehadet getirmiş oldum.

Müslüman olalı beri çok mutlu zamanlarım da, zor zamanlarım da oldu. Sürekli, İslam hakkında daha fazla bilgi edinme ve nasıl iyi bir Müslüman olunacağını kavrama mücadelesi veriyor; aynı şekilde, ailem ve arkadaşlarımdan gelen olumsuz tepkilere rağmen, güçlü kalmaya çalışıyorum.

Bildiğim birşey varsa, o da, doğru kararı vermiş olduğum. Beni hakikate hidayet ettiği için de, Allah’a şükrediyorum.


www.karakalem.net
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İhtİda ÖykÜlerİ İsİmlİ Kİtaptan

Müslümanlara Rağmen İslâm

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

MİLAN SULC

80’li yılların başında ihtida etti. Aslen Çek, ama ABD’de yaşıyor


HAYATIMIN İLK YİRMİİKİ yılını komünist Çekoslovakya’da geçirdim. Hayatımın çok büyük bir bölümünü ise, Allah’ın olmadığına gerçekten inanmış vaziyette, bir ateist olarak yaşadım. Allah’ın varolması ihtimalini reddetmemin önemli bir sebebi, Hıristiyanlığın Teslis şeklindeki uluhiyet anlayışının akla ters düşen irrasyonel niteliği idi.

Büyükannem çocukken bana Allah hakkındaki, İsa ve annesi Meryem hakkında öyküler anlatırdı. Daha o zaman bile, bu öyküler için "Ne kadar da saçma?" diye düşünürdüm. O günler hâlâ gözlerimin önünde: "İyi de büyükanneciğim, Allah bir tane ise, aynı zamanda nasıl üç tane Allah olabiliyor?" "Ama büyükanneciğim, Meryem O’nun annesi ise, O doğmadan önce Tanrı kimdi?" vs. Zavallı büyükannemi hiç acımadan nasıl sıkıştırdığımı, ve onun nasıl da hiçbir zaman tatminkâr bir cevap bulamadığını hâlâ hatırlıyorum.

Keza, hayatımın yirmili yıllarının ortasında Minnesota Üniversitesinde bir lisansüstü eğitim görürken ne kadar da eğlendiğimi, meselâ sınıf arkadaşlarımdan birinin Allah’a inandığını ve muntazaman O’na dua ettiğini keşfettiğimde nasıl da kahkahalarımı tutamadığımı, nasıl da "İşletme alanında master yapmaya yetecek kadar zeki biri, aynı zamanda nasıl Allah’a ve ahirete inanacak kadar aptal olabiliyor?" diye şaşırıp kaldığımı da hatırlıyorum.

Allah’ın olabileceği düşüncesine ancak otuzlu yıllarımda ulaştım. O dönemde, bilimle ilgilenmem sayesinde, birdenbire, tek bir tuğla duvarın bile tesafüfen var olamadığı gerçeği kafama dank etti. Yani, kâinattaki bütün tabiat kanunları böylesine hayret uyandırıcı bir şekilde tam bir mükemmellikle birbiriyle uyum içindeyse, bu bir şans veya tesadüf eseri olamazdı; bütün bu kâinatın ancak Allah tarafından yaratılmış olması icap ediyordu. Ve bu Allah ancak tek bir ilah olmalıydı.

Velhasıl Allah’ın olmadığı ve olmasına imkân da olmadığı şeklindeki bir kesinlikten Allah’ın olması gerektiği şeklindeki bir kesinlik ve yakîn haline, ikisi arasında herhangi bir belirsizlik dönemi yaşamadan, hemencecik ulaşmıştım.

Artık, Allah’ın var olduğunu biliyordum. O’nun Bir olduğunu da biliyordum. Ve, bütün dinlerin bu noktada yanıldıklarından emindim. Hıristiyanlığın yanıldığını zaten biliyordum. Yahudilikle ilgili izlenimlerime gelince, bu din de, Allah’ı yalnızca Yahudilere has kılıyor ve Alîm (ilmi sonsuz) olan bir Allah’a iman ile telif edilmesi imkânsız başkaca şeyler öğretiyordu. İslâm hakkında çok az şey bildiğimdenóelbette, o da gazetelerden!óİslâm’ın gerek Allah’a iman, gerek O’nun iradesine teslimiyet noktasında söylediği birşeyler olduğunu pek de düşünmüyordum.

İslâm hakkında o güne kadar edindiğim bu kötü intiba, hayatım boyu karşılaşmış olduğum ilk Müslümanlarla yüzyüze geldiğimde, olsa olsa, daha da pekişti.

Bunlar, Batı Afrika’ya yaptığım iş gezilerim esnasında Fildişi Sahili ve Liberya’da tanıştığım Lübnanlı ve Suriyeli tüccarlardı. Görebildiğim kadarıyla, pek dürüst değillerdi; içki içiyor, namaz kılmıyor ve Afrikalılara köle muamelesi yapıyorlardı. Sergiledikleri bütün bu tavırların Allah’ın emirleriyle tutarsızlık arzettiğini söylediğimde, bunu kabullendiler. Ama, doğrusu, bu durum onları pek de endişelendirmiyordu. Bana, bu rahatlığın İslâm’ın diğer dinler karşısındaki üstünlüğünden kaynaklandığını söylediler. "Çünkü," dediler, "İslâm’da, insanın iyi bir zamanı olur, o zaman zarfında istediği kadar çok günah işler. Bundan sonra, bu günahları işleyecek mecalinin kalmadığı ihtiyarlık zamanında yapması gereken iş, yalnızca Mekke’ye gidip haccetmekten ibarettir. Hacı olunca, işlediği bütün günahlardan temizlenir." Kendi kendime, "Tam bir deli saçması!" diye düşündüm. "Böyle bir dinden ötesi, can sağlığı!"

Dolayısıyla, bir müddet, sırf kendime özgü, kendimce Allah’a iman edip O’nun iradesine teslimiyet gösterdiğim hususî bir din edinme kanaatine eriştim. Tâ ki, yine Fildişi Sahilinde, oradaki akrabalarını ziyarete gelen Lübnanlı bir öğrenciyle tanışıp, kendisiyle dinî inançlarımızı karşılıklı olarak müzakere ettiğimiz bir sohbet gerçekleştiresiye kadar.

Bu genç, Kur’ân’ı hiç okumamış olduğumu öğrenince, şaşırıp kaldı. "Senin kesinlikle Kur’ân’ı okumuş olman gerek" deyip durdu. Durumun söylediğim şekilde olduğuna ikna ettim kendisine. Bunun üzerine, bana, "Kur’ân’ı okumuş olsaydın, inandığını söylediğin bir sürü şeyi onda bulmuş olurdun" dedi. Kendisine başka birtakım ‘Müslümanlar’a dair sorular sorduğumda, bana İslâm’ı bu insanlarla yargılamamam gerektiğini, çünkü onların cahil olduklarını söyledi.

Bu genç benim dünyamda derin bir etki bıraktı ve kısa bir süre sonra bir İngilizce Kur’ân meali satın aldım (N.J. Davud’un mealiydi bu; gerçekte, İngilizce’deki en iyi meal filan da değil! Bu tercümenin yaklaşık üç sene boyu kütüphanemin bir rafında hiç açılmadan öylece durduğunu itiraf etmem gerekiyor. Daha önceleri birkaç kez Kitab-ı Mukaddes’i başından sonuna kadar okuma teşebbüsünde bulunmuş; lâkin olabildiği kadar çok çelişki bulduğum için, bir de karşımdaki malzemenin çoğu kısmı bana olabildiğince kuru gelmiş olduğu için, bu teşebbüsümde asla başarılı olamamıştım. Sanırım, Kur’ân okuma noktasındaki gönülsüzlüğüm bundan kaynaklanıyordu. Belki, büyük bir ihtimalle, Kur’ân da aynı vaziyettedir diye düşündüm.

Fakat daha sonra, merakımı yenemeyip, günün birinde onu okumaya başladım. Elimdeki mealin yaklaşık üçte birini okuduğumda, çok etkilenmiş haldeydim. Karıma, "Muhammed çok zeki bir insan olmalı" filan gibi lâflar ettim. Okuduğum bahislerin tamamı, son derece mâkul ve mantıkî idi; hiçbir çelişki içermiyordu.

Bundan sonra, birdenbire, karşısında ağzımın ve dilimin tutulduğu, nefes kesici bazı bilimsel gerçeklerle karşılaştım. Bu bilimsel gerçeklerin ancak yirminci yüzyıl içerisinde keşfedilmiş olduklarını kesinkes biliyordum. Bu gerçekleri kendi kendine biliyor olamayacağına göre, Muhammed gerçekten bir peygamber ve bir elçi olmalıydı! Böylece, hemencecik, Kur’ân’ın ancak Allah’tan gelen bir vahiy olabileceği, başka türlü düşünmenin mümkün olmadığı hususunu apaçık kavramış oldum.

Bu hadise yaklaşık onyedi-onsekiz sene önce gerçekleşti. Ve, bir daha dönüp geriye bakmadım asla. Ailem ve arkadaşlarım ilk başta ciddi olduğuma inanamadılar, ve bir süre için, kendilerine numara çektiğimi yahut şaka yapıyor olduğumu düşündüler. Şimdi bile, bu halime alışkanlık kesbettikleri ve ciddi olduğumu da bildikleri halde, hâlâ daha İslâm’ı neden seçtiğimi hâlâ daha anlayabilmiş değiller ve hâlâ daha bana "Onların masum insanları katleden teröristler olduğunu nasıl göremiyorsun?," "Onların kadınlara ne kadar kötü muamele ettiklerini göremiyor musun?," "Onların bütün dünyayı Orta Çağlara geri döndürmeyi nasıl da istediklerini göremiyor musun?" kabilinden sorular sordukları oluyor. Ayrıca, "Zaten Tanrı’ya inanmaya istekliysen, tamam da;, ama niye onların ‘Allah’ına inanmak zorundasın ki? O’nun yerine, niye kendi Tanrı’mıza inanmıyorum?" türünden sorularla yüzyüze kalıyorum.

Sırasıyla yirmiüç, ondört, oniki ve on yaşında olan çocuklarım, tabiatıyla, İslâm’a geliyorlar. Ne var ki, yirmiyedi yıllık eşim, tek bir Allah’a inandığı, Teslis anlayışını ve İsa’nın uluhiyetini reddettiği, ve Allah ile insan arasında hiçbir aracıyı kabul etmediği halde, taşıdığı bu inançların İslâmî olduğunu söylediğimde buna ısrarla karşı çıkıyor. Kendi zihninde, Kur’ân’da Allah tarafından tarif edilen İslâm’ı dünya üzerindeki ‘Müslümanlar’ın ekserisinin ‘tatbik ediyor’ olduğu ‘İslâm’dan ayıramıyor. Kendisi Müslüman arkadaşlarımın büyük kısmıyla tanıştı, onların çok hoş insanlar olarak da görüyor; ama onların kuralın temsilcileri olarak düşünmüyor da, kuralın istisnaları olarak düşünüyor.

Günümüz Müslümanlarının birçoğu hakkındaki en kötü izlenimim, onların Allah’ın destekçileri olmaktan veóişleyen kişi Müslüman olduğunu iddia ediyor olsa dahióAllah’ın emirlerine ters düşen herhangi birşeyi veya herhangi bir kişiyi reddetmekten ziyade, ‘İslâmî’ olduğunu iddia eden ve onları kendi etrafında toplamaya mecbur olduğunu hisseden herhangi bir kimse veya herhangi birşeyin destekçisi olmaları. İlgili kişi veya şeyin tatbik ettiği şey Allah’ın emrettiği şeye doğrudan doğruya zıt olsa dahi! Bu bakımdan, Allah’tan korkmak yerine insanlardan korkuyorlar ve Hesap Gününde veya ahirette kimsenin kimseye yardımcı olamayacağını unutarak, Allah’ın emirlerini böylesi insanların emirleriyle uzlaştırmaya çalışıyorlar.

Çekoslovakya’yı, Batı için, 1968’te terkettimóRus işgalinin ‘Prag Baharı’nı ezmesinden hemen sonra. Değerli bir pul kolleksiyonunu rüşvet olarak vermem karşılığında temin ettiğim resmî bir pasaportla, bundan üç ay sonra, annemi, babamı ve erkek kardeşimi, Çek hükûmetinin Batıya yapılacak hususî seyahatlar için verilmiş bütün izinleri iptal etmesinden çok kısa bir süre önce, İsviçre’ye getirdim. 1969’da, Minnesota Üniversitesinin malî yardımını kazandım ve sonraki beş yılımı Birleşik Devletlerde okuyarak geçirdim.

Babam 1972’de İsviçre’de öldü. O vakte kadar kendisini Allah’a götüren bir yol bulup bulmadığını bilmiyorum. Önceden, kesin inançlı bir ateist idi. Ama ömrünün son yıllarında gözle görülür bir biçimde Allah’ın olup olmadığı konusunu merak etmeye başlamıştı. Annemin hatırladığına göre, babam Allah’a giden bir yol bularak öldü. Babam öldüğünde onyedi yaşında olan kardeşim ise, bundan pek emin değil. Kardeşim, babamın son günleri boyunca bir Hıristiyan rahibin hastanede onu ziyarete gelip durduğunu ve din üzerine bir sürü müzakerede bulunduklarını söylüyor. Fakat babam mantıklı bir insandı, Teslis fikrini kabul edemedi. Allah’ın Hıristiyanların O’nu tarif ettikleri gibi olmadığını keşfedecek bir zihinsel sıçramayı o güne kadar yapıp yapmadığını bilmiyorum. Ömrünün son demine kadar Allah’ı reddetmiş olması, yine de ihtimal dahilinde; çünkü aşina olduğu yegâne Tanrı anlayışı, Hıristiyanların Tanrı anlayışı idióbunu da kabul edemedi.

Kardeşim, beni Kur’ân okur vaziyette ilk kez gördüğünde, ve Allah’a inanmaya başladığımı kendisine söylediğimde, başını sallayıp kahkahalar atmaya başladı. Şimdi hem o, hem de yine eski bir ateist olan karısı, Allah’a inandıklarını söylüyorlar. Ama kendilerine birkaç sene önce vermiş olduğum Kur’ân’ı hâlâ daha okumuş değiller. Hâlâ daha İslâm’a şüpheyle, yan gözle bakıyorlar. İkisi de, ‘Müslümanlar’da gördükleri şeylerin kendilerini İslâm’a karşı soğuttuğunu söylüyorlaróbirçok Müslümanı Allah’ın emirlerine saygı göstermeyen riyakârlar olarak, başka birçoğunu da herhangi bir entellektüel müzakerede bulunulacak düzeyde olmayan insanlar olarak görüyorlar; ve maalesef, bütünüyle İslâm’ı, bunlarla yargılıyorlar.

Annemóki o da eski bir ateisttiróyıllar önce Allah’a giden hususî yolunu buldu. Ama o da henüz Kur’ân okumuş değil; gerekçeleri ise, kardeşim ve karısının gerekçelerine benziyor.

Onlar için duacı olmaya devam ediyorum; Allah doğru yolunu onlara da göstersin ve onları bu yola hidayet etsin diye...

28.12.2003

Metin Karabaşoğlu
www.karakalem.net

 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İhtida Öyküleri isimli kitap

Bin Türlü Sebep

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

GREG NOAKES

1989’da ihtida etti. ABD’li. Washington Report’un Orta Doğu editörü.


TEXAS EYALETİNİN FORTH WORTH ŞEHRİNDE, Protestan mezhebine mensup bir Hıristiyan aile içinde büyüdüm. Bir çocuk olarak, kilisemiz, önemli bir moral değerler kaynağıydı benim için; doğruyu yanlıştan, hayrı şerden, iyiyi de kötüden ayırmak için bir ölçek temin ediyordu. Ancak, gerek sosyal, gerek entellektüel faaliyetimin hayatî bir cüz’ü de değildi. Kilise, açıkçası, beni pek sarmıyordu, benim gözümde vazgeçilmez birşey değildi. Hem, Pazar sabahları öğretilen ve müzakere edilen şeyler, çoğunlukla, haftanın kalan kısmınaóyani, gündelik hayataópek de denk düşmeyen şeyler gibi gözüktü bana.

Üniversiteye gitme zamanım geldiğinde, Virginia Üniversitesini seçtim. İçimde bir tarih sevgisi hep var olagelmişti, ve seçmeli ders listesini gözden geçirirken Orta Doğu tarihine giriş mahiyetinde bir ders bulmuştum. Dünyanın bu bölgesi hakkındaki bilgim çok sınırlı olduğundan, bu dersin benim için yararlı olacağını düşündüm. Ayrıca, bu dersin eşliğinde, yabancı dil olarak Arapça’yı öğreneceğim bir dil kursuna da yazılmaya karar verdim. Daha önce sıkı bir Fransızca eğitimi görmüştüm ve Arapça’yı öğrenerek hasretini çekip durduğum büyük bir değişim gerçekleştireceğimi umuyordum.

Yıllar geçip giderken, ómimarlık bölümünde okuyan biri olarakómimarlıkla ilgili derslerden ziyade, Orta Doğu hakkındaki derslerimle ilgilenmeye başladım. Bir sene sonra, tarih bölümüne geçiş yaptım ve orada da, çalışma ve araştırmamı Arap dünyası üzerinde yoğunlaştırdım. Yaklaşık beş yıl önce Texas’tan mezun olalı beri, Washington Report’un Orta Doğu haberleri editörü olarak, Orta Doğudaki olayları ve trendleri takip etmeye devam ediyorum. Fakat, üniversitede gördüğüm Orta Doğuyla ilgili derslerin ve o dersleri veren profesörlerin, hayatımın yönünü ve yörüngesini tamamen değiştirdiğini özellikle belirtmeliyim.

Derslerim ve bu dersler muvacehesinde okumamız istenen metinler vesilesiyle İslâm’ın öğretileriyle yüzyüze gelmiş oldum. Böylece, üzerinde çalıştığım konular, büyük bir önem kazanmış oldu. İslâm, hakkında daha da fazla okudukça, beni daha da fazla cezbetti; ki, daha önceden, İslâm’a dair zerre kadar bilgim yoktu. Gerek Müslüman, gerek gayrimüslim yazarların yazdığı kitapları okuyarak, daha da derinlere daldım. Dikkatimi gerçekten çeken şeyler, bir avuç yazar tarafından yazılmış bazı eserlerdi. Bunlar arasında, Avrupalı bir Müslüman olan Charles Le Gai Eaton’ın Islam and the Destiny of Man (İslâm ve İnsanlığın Kaderi) başlıklı şaheser kitabını, Fazlurrahman’ın sadece Islam başlığını taşıyan İslâm itikadına dair genel özetini, ve gayrimüslim Marshall Hodgson’ın üç ciltlik tarihi The Venture of Islam’ı (İslâm’ın Serüveni) özellikle zikretmem gerek.

Ahlâkî öğretilerinin annem ve babam tarafından bana öğretilmiş olan değerleri hayli andırdığı bir din bulmuştum. Allah’a iman, başkalarına saygı, hakperestlik, nezaket, infak ve haysiyet gibi değerlerdi bunlar. Yeni olan şey ise, İslâm’ın vuzuhu ve berraklığı, dipdiri oluşu, bir de bütün bu değerlerin herhangi bir kopuklukla mâlul olmayan tam bir bütünlük içinde birarada bulunuyor olduğu gerçeğiydi. İslâmî öğretiler, ulvî, incelikli ve de anlaşılması kolay bir mahiyet arzediyordu.

Kararımdan emin olmak ve kendi bilgi düzeyimin yetersiz kaldığı İslâmî inanç ve ameller hakkında daha fazla bilgi edinmek amacıyla, "Bir yıl daha bekle!" dedim kendime. Kelime-i şehadet getirmek, hayatımın en önemli işi olacaktı; o yüzden, şehadet getirerek vereceğim ahde uygun bir ömür sürmeye muktedir olup olmayacağımdan emin olmak istedim. Aşağı-yukarı üç yıl süren bir araştırma, inceleme ve tefekkürden sonra, 1989 yazında İslâm’ı benimsedim.

Müslümanlarla veya gayrimüslimlerle yaptığım sohbetlerde karşıma hep "Neden ihtida ettin?" sorusu çıkar. İslâm’ın güzelliğini konuşacağımız üç-beş noktaya indirgemek, besbelli ki, saçma bir iş; neden Müslüman olduğum sorusunun cevabı sadedinde, irili ufaklı bin türlü sebep sayabilirim. Yine de, üç husus benim için özellikle öne çıkıyor.

Birincisi, İslâm’ın Hesap Günü hakkında ortaya koyduğu akidenin ruhumda derin bir iz bırakması, ruhumu en hassas yerinden yakalamasıdır. Buna göre, her insan, dil ama Rahîm bir Hâkim, yani Allah tarafından, yaptığı amellerdenóve, yalnızca kendi yaptığı amellerdenósorumlu tutulacaktır. Rahmet ile kıvamını bulan adaletin, bu dünyadaki en önemli şey olduğuna inanırım; ahiretteki en önemil şey de elbette budur! Doğruyu yanlıştan ayırt edecek araçlarla donatılmışız. Hem, birinden (doğrudan) hoşlandığımız halde, diğeri bize sevdirilmiyor; böyle bir özellikle donatılmışız. İslâm, amellerimize ve niyetlerimize, İslâm’a göre, kelimenin en gerçek anlamıyla, bir mânâ ve değer atfediyor.

İkincisi, bir yandan Hıristiyanî ve İslâmî ahlâk kuralları arasında büyük ölçüde benzerlik bulurken, öte yandan İslâm’ın Hıristiyanlığın tatminkâr bir cevap veremediğini gördüğüm imana dair bir yığın teolojik soruyu ve meseleyi çözmüş olduğunu kavramamdır. (Hıristiyan doktrini dahilinde vaktiyle yine de beni tatmin edecek şekilde açıklanmış olan) Hıristiyanî Teslis ‘sırrı’nın aksine, Tevhid, yani Allah’ın birliği inancı; her Müslümanın bir ruhbanın aracılığı olmaksızın Allah’ın huzurunda duruyor olması; ve de Kutsal Kitabın diline dair tüm meseleler, bunlar arasındadır.

İsa (a.s.) Aramî dilini kullanıyor olduğu, İncil ise ilk olarak Yunanca yazıldığı, sonra Latince’ye çevrildiği ve onu da takiben İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Almanca ve sair dillere tercüme edildiği halde; Kur’ân, Hz. Muhammed (a.s.m.) zamanından beri, asıl şekliyle ve asıl Arapça haliyle muhafaza edilegelmiştir.

İki dil konuşan ve bugüne kadar bir dilden ötekine çeviri yapmış bulunan hangi insana gitseniz, bu tercüme sürecinde birşeylerin kaybolduğunu söyleyecektir size. İfadelerin daha ince anlamları ve kelimelerin uyandırdığı çağrışımlar, tercüme esnasında, kaçınılmaz bir biçimde feda edilirler. O halde, İngilizce bir Kitab-ı Mukaddes’teki bir pasaja, insan nasıl ‘kutsal metin’ olarak atıfta bulunabilir; ve bunların gerçekten İsa’nın, Musa’nın veya İbrahim’in (aleyhimesselam) sözlerióve öğretilerióolduğunu nasıl ileri sürebilir? Müslümanların ise, Kelâmullah’a doğrudan muhatap olma imkânları vardır. Onlar, Yaratıcılarının Mesajını asıl haliyle takip etme imkânına sahiptirler.

Müslüman olmamdan beri, İslâm hakkındaki bilgim daha da derinleşti ve imana dair anlayışım daha da genişledi; ama hâlâ daha o engin İslâmî öğreti, düşünce ve ilim kütlesinin ancak sathında dolaştığımın farkındayım. Dünya üzerindeki Müslüman ümmetin böylesi bir çeşitlilik arzetmesi ve Müslümanların sahip oldukları görüş ve kanaatlerin bu derece çeşitlenmiş olması da, bende İslâm’a karşı gitgide artan bir takdir hissi uyandırmıştır. Bu durum, bir anlamda, bir gayrimüslim olarak üstlendiğim asıl görevin İslâm’ıóonu anlamak amacıylaóbellibaşlı temel unsurlarına indirgemeye çalışmak olmasına rağmen vâki olmuştur. Şimdi ise, dün belli unsurlara indirgemeye çalıştığım bütün bu çeşitlenme dahilinde İslâm’ı nasıl daha iyi anlayıp anlatacağımı görmeye çalışarak, bu süreci tersine çevirmekle meşgulümóki, bütün zamanlara hitap eden ve bütün insanlar tarafından uygulanabilir mahiyette olan bir inanç sistemi, kesinlikle, böylesi bir genişlik ve çeşitlilik arzetme durumundadır.

İslâm’ı kendi tercihleriyle benimseyenler için zaman zaman kullanıldığı üzere, ‘Muslim by choice’óyani, Müslüman bir çevrede doğmadığı halde kendi tercihiyle Müslüman olmuşóbiri olarak kendi bakış açımdan İslâm için coşku ve sürur dolu günlerin geleceğini, Müslüman kimliğinin heyecan ve coşkuyla ifade olunacağı müstakbel bir zamanın mevcut olduğunu görüyorum; bilvesile, bunu da belirtmek isterim.

28.12.2003

Metin Karabaşoğlu
http://www.karakalem.net/?article=484
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İhtİda ÖykÜlerİ İsİmlİ Kİtaptan

İslâm’ı Nasıl Kabul Ettim?

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

JIM BEAVEN

90’lı yıllarda ihtida etti. ABD’li.


İSLÂM’I BENİMSEMEM, BEŞ YILI aşan bir zaman aldı benim için. Onüç yaşından beri, İsa tarafından istikbalde ortaya çıkacağı noktasında uyarıldığımız bâtıl inancın İslâm olduğunu düşünüyordum. Daha da büyüdükçe, rahip olma fikri yerleşti aklıma. Üniversiteye başladığımda, intisap edeceğim bir Hıristiyan tarikatı arıyordum. Stigmatine’lere katıldım daha sonra.

Bu zaman zarfında, İran’dan gelmiş bir kadınla tanıştım. Birbirimize aşık olduk. Rahiplik fikrini bir kenara bıraktım. Güvenlikle ilgili bir iş buldum ve bir süre sonra, ona benimle evlenip evlenmeyeceğini sordum. "Evet" cevabını verdi. Birkaç hafta sonra da, kendisiyle evlenmek istiyorsam, İslâm’a dönmem gerektiğini söylemeye başladı. "Kesinlikle hayır!" cevabını verdim. Kendisi Müslüman olarak kalabilirdi; ben de Katolik olarak kalırdım. O, evlilik tarihimizi erteleyip durarak, birkaç yıl boyu beni dinine döndürmeye çalıştı. Saatler boyu dinle ilgili tartışmalar yaptık. Bir zaman sonra, bana "Ya İslâm’a dönersin, veya seni terkederim" dedi. Dönmeyeceğimi söyledim. O da beni terketti.

İşimi bırakıp batıya göçtüm. Artık, İslâm’da ve Müslümanlarda yanlış birşeylerin olması gerektiğinden emindim. Bu Müslüman milletlerin küliyen ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyordum. Lâkin, bir savaş açılması filan değildi düşündüğüm; savaş dediğin, olsa olsa savunma amaçlı veya Haçlı Seferleri kabilinden olurdu (ve bunun olmayacağı da açıktı). Dolayısıyla, bu işi, Müslümanları Hıristiyan inancına döndürerek yapabileceğimi farkettim.

Arizona’da iken, Kore’den gelmiş bir kadınla tanıştım. Kendisiyle çıktığım zaman zarfında, tekrar çalışmalarıma başladım ve Müslümanları dinlerinden döndürmeye gayret ettim. Müslümanlarla tartışmalar yaparak ve de bütün kutsal kitaplardaki mevzuları araştırarak geçen iki yıldan sonra da, İslâm’ı benimsedim.

Şimdi, bunun sebebi sorulsa, anlatacağım birçok şey var. İsa aleyhisselamın Allah olmadığı gerçeğinden Teslise ve Tevhide kadarÖ İslâm’ı benimseyişimin bütün gerekçelerine tek tek belirtmeye kalksam, bu yazı son derece uzardı. Kitap yazmak gerekirdi.

İslâm’ı benimsememden sonra, Koreli kız arkadaşım İnsuk, İslâm’ı terketmem ve Katolik inancına geri dönmem için bana altı ay mühlet tanıdı. Ona, "Ben Müslüman olarak kalırken, sen de kendi Katolik inancını sürdürsen hoş olur" dedim. Altı ay sonra, İnsuk bana Hıristiyanlığa geri dönüp dönmeyeceğimi sordu. Ben "Hayır" cevabını verince de beni terketti.

http://www.karakalem.net/?article=485
 

iskender

Üye
Katılım
4 Ocak 2007
Mesajlar
62
Tepkime puanı
0
Puanları
0
konu yanlış yere açılmış diye düşünüyorum.
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İhtİda ÖykÜlerİ İsİmlİ Kİtaptan

Heavy Metal’den İslâm’a

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

YAHIYE ADAM GADAHN

Yahyâ dem. 1995’te ihtida etti. ABD’li.


HAYATIMIN İLK ONYEDİ YILI, pek çok Amerikalının tecrübe ettiğinden bir nebze farklı bir biçimde geçti. Kaliforniya’nın, ailemin süt, peynir ve et için ortalama yüzelli-ikiyüz hayvan yetiştirdiği Western Riverside kesiminde, son derece kırsal özellikler arzeden bir keçi yetiştirme çiftliğinde büyüdüm.

Babam İslâmî tarzda kesim yapan bir kasap; ki, Los Angeles’ın şehir merkezindeki İslâm Merkezi içindeki bir İslâmî gıda pazarına et satıyor. Kendisi agnostik veya ateist olarak büyütülmüş biri. Ama, bir gün sahilde bırakılmış bir Kitab-ı Mukaddes’i eline alalı beri, tek bir Tanrı’nın varlığına inanan muvahhid bir mü’min olmuş. Bir vakit, babamın birçok Müslüman arkadaş edindiği oldu; ama bu arkadaşlarının hepsi şimdi Kaliforniya dışındaki yerlere göçtüler.

Annem Katolik terbiyesi görerek büyümüş. O yüzden, babam gibio da Teslisi benimsemiyor olduğu halde, Hıristiyanlığa doğru bir meyli var.

Ben ve kardeşlerim, okul eğitimini evde gördük; ve, mâlûm, okuldaki dersleri evde veren ailelerin büyük kısmı Hıristiyandır. Son sekiz-on sene içinde, evde verilen okul eğitimine destek sağlayan bazı gruplarla münasebetimiz oldu. Böylece, fundamentalist Hıristiyanlıktan da haberdar olduk. Bu, göz açıcı bir tecrübe oldu bizim için. Kör dogmatizmi ve karizmatik mantıksızlığı bir kenara koyarsak, bu insanların, dua ederken gerçekten İSA’YA dua ettiklerini anladığım an, tam bir şok hali yaşadım. Hep İsa’nın (a.s.) olsa olsa Kitab-ı Mukaddes’in aslındaki ‘Allah’ın kulu’ ifadesinin yanlışlıkla ‘Allah’ın Oğlu’ diye tercüme edildiğine, bundan dolayı ona ‘Allah’ın Oğlu’ denildiğine inanmıştım. Teslis inancı misali mutlak surette saçma bulduğum kimi şeylerin pek çok Hıristiyan tarafından ebedî âlemde selamete ve necata ermenin ön şartı olarak görüldüğünü öğrendikçe, yavaş yavaş anladım ki, ben Hıristiyan olamam.

Bu esnada, kafayı şeytanî heavy metal müziğine takmıştım. Oysa, sair aile efradının hiç de hoşlanmadığı bir müzikti buóne kadar haklı olduklarını şimdi anlıyorum. Heavy metal takıntım yüzünden, bütün hayatım, müzik kolleksiyonumu genişletmeye odaklanmıştı. Bu dönemde, temizlikten kasden uzak durdum, pis pis dolaştım ve odamın da inanılmaz derecede karmakarışık hale gelmesine göz yumdum. Annemle ve babamla ilişkilerim iyice gergin hale geldi. Halbuki, o güne kadar, kısa fasılalar bir tarafa, aramızda hiç böyle bir gerginlik olmamıştı. Bunu yazarken bile üzüntü duyuyorum.

Bu yılın başında, Hıristiyan radyosunun ‘kehanet uzmanları’nın Kıyamet vaktine dair atıp tutmalarını dinlemeye başladım. Onların değişik komplo teorilerine sağladığı paranoid arka çıkmalar, İsrail’e ve dinsel siyonizme tam bir fanatizm içinde sağladıkları destek ve ‘İslâmî Tehdit’e dair ateşli vaazları beni acayip bir büyülenme duygusuna sevketti. Neden? Sanırım, onları, kendim için husule getirmiş olduğum boşluğu doldurma ihtiyacı hissediyor olduğum için dinliyordum sadece.

Her hâlükârda, kısa bir süre sonra, bu evanjelistlerin sahip oldukları aslî günah ve ‘Tanrı Sözü’nün hatadan masuniyeti gibi inançlarının kendi teolojik fikirlerime ters düştüğünü anladım (maamafih, Kitab-ı Mukaddes’e bir lâf dediğim de yoktu), ve tutunacağım başka dallar aramaya başladım.

Dönüm noktası, herhalde, büyükbabam ve büyükannem ile birlikte Kaliforniya’nın Orange bölgesinin kırsal merkezi olan Santa Ana’ya göçmem idi. Bir bilgisayar dehası olan büyükannem bu sırada American Online’a bağlandı ve dolayısıyla, bu yılın Ocak ayından beri, enformasyon süperanayolunda hızla yol almaya başladım. Fakat, bir iş bulma niyetiyle dolaşmaya giriştiğim internetteóinternetten iş bulmak; söylemesi kolay da, yapması değil!ó AOL ve Usenet yazışma gruplarındaki din dosyalarını ziyaret etmeye başladım. Ki, buralarda, İslâm’a dair son derece merak uyandırıca müzakereler buldum. Bu dinin inanç esasları ile amelî pratiklerinin, temelde bütün insanların mantığına uygun düştüğü kadar, kendi şahsî teolojime ve kendi aklıma da denk düştüğünü keşfettim. İslâm Allah’ı antropomorfik (insan-biçimli) bir varlık olarak sunmaz; bilakis, O’nu beşer idrakinin ötesinde, müteâl, bağımsız ve bölünmez bir varlık olarak sunar. İslâm’ın, vasat bir insanın mânâsını kavrayabileceği bir kutsal kitabı vardır; ve, yoruma dair hususlarda kendilerine yanılmazlık izafe edilen papalığı veya ruhbanları yoktur: Kâfi derecede imanî terbiye edinmiş her Müslüman bu Kitabı tefekkür edip yorumlamakta serbesttir. İslâm, Tanrı’nın Kendisini inanmış bütün insanları bağışlamaya muktedir kılmak için bir çarmıha gerilip Kendisine eziyet edilmesine alicenaplıkla müsaade ettiği türünden itikadlar taşımazógüya, başka türlü, bağışlamaya muktedir değilmiş gibi! Aynı şekilde, böyle bir inancı benimsemedikleri sürece bütün insanların cehenneme girmeye mahkum olduğuna da inanmaz. İslâm, bir ‘Seçilmiş Irk’a da inanmazÖ

Kur’ân’ın İngilizce meallerini okumaya başladıkça, bu 114 sûrede bize sunulan öğretilerinin hepsinin hak ve hakikat olduğu; ve hepsinin doğrudan doğruya Allah’tan geldiği kanaati bende daha da pekişti. Şahsiyetimin şekillendiği yıllarda Müslümanların da var olduğu bir çevrede bulunduğumdan, onların, bize haberler sunan medyanın ve televizyon üzerinden Hıristiyanlığı yaymaya çalışan televanjelistlerin göstermeye çalıştıkları şekilde kana susamış barbar teröristler olmadıklarını çok iyi biliyordum. Kendi kişisel araştırmamı başka bir kişinin yapacağından daha ileri bir noktaya kadar götürmeye, belki de bu bilgi sevketti beni.

İslâm’ın benim için biçilmiş kaftan olduğuna birdenbire karar verdiğimi söyleyemem. Bu karara, fıtrî bir seyir dahilinde ulaştım. Her hâlükârda, geçen hafta [Kasım 1995], Garden Grove’daki Orange County İslâm Cemiyetine gittim ve bu cemiyetin kütüphanesine bakmakla görevli kardeşe Müslüman olmak istediğimi söyledim. Bana, okumak üzere, çok güzel bazı eserler verdi. Geçtiğimiz Cuma günü de tıklım tıklım dolu bir mescitte kelime-i şehadet getirdim. Şu haftamı ise, namaz kılmayı öğrenmekle ve Allah’ın azametini düşünmekle geçirdim.

Müslüman olmak, muazzam bir duygu... Subhâne rabbiye’l-azîm!

28.12.2003

Metin Karabaşoğlu
http://www.karakalem.net/?article=486
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İhtİda ÖykÜlerİ İsİmlİ Kİtaptan

Heavy Metal’den İslâm’a

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

YAHIYE ADAM GADAHN

Yahyâ dem. 1995’te ihtida etti. ABD’li.


HAYATIMIN İLK ONYEDİ YILI, pek çok Amerikalının tecrübe ettiğinden bir nebze farklı bir biçimde geçti. Kaliforniya’nın, ailemin süt, peynir ve et için ortalama yüzelli-ikiyüz hayvan yetiştirdiği Western Riverside kesiminde, son derece kırsal özellikler arzeden bir keçi yetiştirme çiftliğinde büyüdüm.

Babam İslâmî tarzda kesim yapan bir kasap; ki, Los Angeles’ın şehir merkezindeki İslâm Merkezi içindeki bir İslâmî gıda pazarına et satıyor. Kendisi agnostik veya ateist olarak büyütülmüş biri. Ama, bir gün sahilde bırakılmış bir Kitab-ı Mukaddes’i eline alalı beri, tek bir Tanrı’nın varlığına inanan muvahhid bir mü’min olmuş. Bir vakit, babamın birçok Müslüman arkadaş edindiği oldu; ama bu arkadaşlarının hepsi şimdi Kaliforniya dışındaki yerlere göçtüler.

Annem Katolik terbiyesi görerek büyümüş. O yüzden, babam gibio da Teslisi benimsemiyor olduğu halde, Hıristiyanlığa doğru bir meyli var.

Ben ve kardeşlerim, okul eğitimini evde gördük; ve, mâlûm, okuldaki dersleri evde veren ailelerin büyük kısmı Hıristiyandır. Son sekiz-on sene içinde, evde verilen okul eğitimine destek sağlayan bazı gruplarla münasebetimiz oldu. Böylece, fundamentalist Hıristiyanlıktan da haberdar olduk. Bu, göz açıcı bir tecrübe oldu bizim için. Kör dogmatizmi ve karizmatik mantıksızlığı bir kenara koyarsak, bu insanların, dua ederken gerçekten İSA’YA dua ettiklerini anladığım an, tam bir şok hali yaşadım. Hep İsa’nın (a.s.) olsa olsa Kitab-ı Mukaddes’in aslındaki ‘Allah’ın kulu’ ifadesinin yanlışlıkla ‘Allah’ın Oğlu’ diye tercüme edildiğine, bundan dolayı ona ‘Allah’ın Oğlu’ denildiğine inanmıştım. Teslis inancı misali mutlak surette saçma bulduğum kimi şeylerin pek çok Hıristiyan tarafından ebedî âlemde selamete ve necata ermenin ön şartı olarak görüldüğünü öğrendikçe, yavaş yavaş anladım ki, ben Hıristiyan olamam.

Bu esnada, kafayı şeytanî heavy metal müziğine takmıştım. Oysa, sair aile efradının hiç de hoşlanmadığı bir müzikti buóne kadar haklı olduklarını şimdi anlıyorum. Heavy metal takıntım yüzünden, bütün hayatım, müzik kolleksiyonumu genişletmeye odaklanmıştı. Bu dönemde, temizlikten kasden uzak durdum, pis pis dolaştım ve odamın da inanılmaz derecede karmakarışık hale gelmesine göz yumdum. Annemle ve babamla ilişkilerim iyice gergin hale geldi. Halbuki, o güne kadar, kısa fasılalar bir tarafa, aramızda hiç böyle bir gerginlik olmamıştı. Bunu yazarken bile üzüntü duyuyorum.

Bu yılın başında, Hıristiyan radyosunun ‘kehanet uzmanları’nın Kıyamet vaktine dair atıp tutmalarını dinlemeye başladım. Onların değişik komplo teorilerine sağladığı paranoid arka çıkmalar, İsrail’e ve dinsel siyonizme tam bir fanatizm içinde sağladıkları destek ve ‘İslâmî Tehdit’e dair ateşli vaazları beni acayip bir büyülenme duygusuna sevketti. Neden? Sanırım, onları, kendim için husule getirmiş olduğum boşluğu doldurma ihtiyacı hissediyor olduğum için dinliyordum sadece.

Her hâlükârda, kısa bir süre sonra, bu evanjelistlerin sahip oldukları aslî günah ve ‘Tanrı Sözü’nün hatadan masuniyeti gibi inançlarının kendi teolojik fikirlerime ters düştüğünü anladım (maamafih, Kitab-ı Mukaddes’e bir lâf dediğim de yoktu), ve tutunacağım başka dallar aramaya başladım.

Dönüm noktası, herhalde, büyükbabam ve büyükannem ile birlikte Kaliforniya’nın Orange bölgesinin kırsal merkezi olan Santa Ana’ya göçmem idi. Bir bilgisayar dehası olan büyükannem bu sırada American Online’a bağlandı ve dolayısıyla, bu yılın Ocak ayından beri, enformasyon süperanayolunda hızla yol almaya başladım. Fakat, bir iş bulma niyetiyle dolaşmaya giriştiğim internetteóinternetten iş bulmak; söylemesi kolay da, yapması değil!ó AOL ve Usenet yazışma gruplarındaki din dosyalarını ziyaret etmeye başladım. Ki, buralarda, İslâm’a dair son derece merak uyandırıca müzakereler buldum. Bu dinin inanç esasları ile amelî pratiklerinin, temelde bütün insanların mantığına uygun düştüğü kadar, kendi şahsî teolojime ve kendi aklıma da denk düştüğünü keşfettim. İslâm Allah’ı antropomorfik (insan-biçimli) bir varlık olarak sunmaz; bilakis, O’nu beşer idrakinin ötesinde, müteâl, bağımsız ve bölünmez bir varlık olarak sunar. İslâm’ın, vasat bir insanın mânâsını kavrayabileceği bir kutsal kitabı vardır; ve, yoruma dair hususlarda kendilerine yanılmazlık izafe edilen papalığı veya ruhbanları yoktur: Kâfi derecede imanî terbiye edinmiş her Müslüman bu Kitabı tefekkür edip yorumlamakta serbesttir. İslâm, Tanrı’nın Kendisini inanmış bütün insanları bağışlamaya muktedir kılmak için bir çarmıha gerilip Kendisine eziyet edilmesine alicenaplıkla müsaade ettiği türünden itikadlar taşımazógüya, başka türlü, bağışlamaya muktedir değilmiş gibi! Aynı şekilde, böyle bir inancı benimsemedikleri sürece bütün insanların cehenneme girmeye mahkum olduğuna da inanmaz. İslâm, bir ‘Seçilmiş Irk’a da inanmazÖ

Kur’ân’ın İngilizce meallerini okumaya başladıkça, bu 114 sûrede bize sunulan öğretilerinin hepsinin hak ve hakikat olduğu; ve hepsinin doğrudan doğruya Allah’tan geldiği kanaati bende daha da pekişti. Şahsiyetimin şekillendiği yıllarda Müslümanların da var olduğu bir çevrede bulunduğumdan, onların, bize haberler sunan medyanın ve televizyon üzerinden Hıristiyanlığı yaymaya çalışan televanjelistlerin göstermeye çalıştıkları şekilde kana susamış barbar teröristler olmadıklarını çok iyi biliyordum. Kendi kişisel araştırmamı başka bir kişinin yapacağından daha ileri bir noktaya kadar götürmeye, belki de bu bilgi sevketti beni.

İslâm’ın benim için biçilmiş kaftan olduğuna birdenbire karar verdiğimi söyleyemem. Bu karara, fıtrî bir seyir dahilinde ulaştım. Her hâlükârda, geçen hafta [Kasım 1995], Garden Grove’daki Orange County İslâm Cemiyetine gittim ve bu cemiyetin kütüphanesine bakmakla görevli kardeşe Müslüman olmak istediğimi söyledim. Bana, okumak üzere, çok güzel bazı eserler verdi. Geçtiğimiz Cuma günü de tıklım tıklım dolu bir mescitte kelime-i şehadet getirdim. Şu haftamı ise, namaz kılmayı öğrenmekle ve Allah’ın azametini düşünmekle geçirdim.

Müslüman olmak, muazzam bir duygu... Subhâne rabbiye’l-azîm!

28.12.2003

Metin Karabaşoğlu
http://www.karakalem.net/?article=486
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İhtİda ÖykÜlerİ İsİmlİ Kİtaptan

Heavy Metal’den İslâm’a

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

YAHIYE ADAM GADAHN

Yahyâ dem. 1995’te ihtida etti. ABD’li.


HAYATIMIN İLK ONYEDİ YILI, pek çok Amerikalının tecrübe ettiğinden bir nebze farklı bir biçimde geçti. Kaliforniya’nın, ailemin süt, peynir ve et için ortalama yüzelli-ikiyüz hayvan yetiştirdiği Western Riverside kesiminde, son derece kırsal özellikler arzeden bir keçi yetiştirme çiftliğinde büyüdüm.

Babam İslâmî tarzda kesim yapan bir kasap; ki, Los Angeles’ın şehir merkezindeki İslâm Merkezi içindeki bir İslâmî gıda pazarına et satıyor. Kendisi agnostik veya ateist olarak büyütülmüş biri. Ama, bir gün sahilde bırakılmış bir Kitab-ı Mukaddes’i eline alalı beri, tek bir Tanrı’nın varlığına inanan muvahhid bir mü’min olmuş. Bir vakit, babamın birçok Müslüman arkadaş edindiği oldu; ama bu arkadaşlarının hepsi şimdi Kaliforniya dışındaki yerlere göçtüler.

Annem Katolik terbiyesi görerek büyümüş. O yüzden, babam gibio da Teslisi benimsemiyor olduğu halde, Hıristiyanlığa doğru bir meyli var.

Ben ve kardeşlerim, okul eğitimini evde gördük; ve, mâlûm, okuldaki dersleri evde veren ailelerin büyük kısmı Hıristiyandır. Son sekiz-on sene içinde, evde verilen okul eğitimine destek sağlayan bazı gruplarla münasebetimiz oldu. Böylece, fundamentalist Hıristiyanlıktan da haberdar olduk. Bu, göz açıcı bir tecrübe oldu bizim için. Kör dogmatizmi ve karizmatik mantıksızlığı bir kenara koyarsak, bu insanların, dua ederken gerçekten İSA’YA dua ettiklerini anladığım an, tam bir şok hali yaşadım. Hep İsa’nın (a.s.) olsa olsa Kitab-ı Mukaddes’in aslındaki ‘Allah’ın kulu’ ifadesinin yanlışlıkla ‘Allah’ın Oğlu’ diye tercüme edildiğine, bundan dolayı ona ‘Allah’ın Oğlu’ denildiğine inanmıştım. Teslis inancı misali mutlak surette saçma bulduğum kimi şeylerin pek çok Hıristiyan tarafından ebedî âlemde selamete ve necata ermenin ön şartı olarak görüldüğünü öğrendikçe, yavaş yavaş anladım ki, ben Hıristiyan olamam.

Bu esnada, kafayı şeytanî heavy metal müziğine takmıştım. Oysa, sair aile efradının hiç de hoşlanmadığı bir müzikti buóne kadar haklı olduklarını şimdi anlıyorum. Heavy metal takıntım yüzünden, bütün hayatım, müzik kolleksiyonumu genişletmeye odaklanmıştı. Bu dönemde, temizlikten kasden uzak durdum, pis pis dolaştım ve odamın da inanılmaz derecede karmakarışık hale gelmesine göz yumdum. Annemle ve babamla ilişkilerim iyice gergin hale geldi. Halbuki, o güne kadar, kısa fasılalar bir tarafa, aramızda hiç böyle bir gerginlik olmamıştı. Bunu yazarken bile üzüntü duyuyorum.

Bu yılın başında, Hıristiyan radyosunun ‘kehanet uzmanları’nın Kıyamet vaktine dair atıp tutmalarını dinlemeye başladım. Onların değişik komplo teorilerine sağladığı paranoid arka çıkmalar, İsrail’e ve dinsel siyonizme tam bir fanatizm içinde sağladıkları destek ve ‘İslâmî Tehdit’e dair ateşli vaazları beni acayip bir büyülenme duygusuna sevketti. Neden? Sanırım, onları, kendim için husule getirmiş olduğum boşluğu doldurma ihtiyacı hissediyor olduğum için dinliyordum sadece.

Her hâlükârda, kısa bir süre sonra, bu evanjelistlerin sahip oldukları aslî günah ve ‘Tanrı Sözü’nün hatadan masuniyeti gibi inançlarının kendi teolojik fikirlerime ters düştüğünü anladım (maamafih, Kitab-ı Mukaddes’e bir lâf dediğim de yoktu), ve tutunacağım başka dallar aramaya başladım.

Dönüm noktası, herhalde, büyükbabam ve büyükannem ile birlikte Kaliforniya’nın Orange bölgesinin kırsal merkezi olan Santa Ana’ya göçmem idi. Bir bilgisayar dehası olan büyükannem bu sırada American Online’a bağlandı ve dolayısıyla, bu yılın Ocak ayından beri, enformasyon süperanayolunda hızla yol almaya başladım. Fakat, bir iş bulma niyetiyle dolaşmaya giriştiğim internetteóinternetten iş bulmak; söylemesi kolay da, yapması değil!ó AOL ve Usenet yazışma gruplarındaki din dosyalarını ziyaret etmeye başladım. Ki, buralarda, İslâm’a dair son derece merak uyandırıca müzakereler buldum. Bu dinin inanç esasları ile amelî pratiklerinin, temelde bütün insanların mantığına uygun düştüğü kadar, kendi şahsî teolojime ve kendi aklıma da denk düştüğünü keşfettim. İslâm Allah’ı antropomorfik (insan-biçimli) bir varlık olarak sunmaz; bilakis, O’nu beşer idrakinin ötesinde, müteâl, bağımsız ve bölünmez bir varlık olarak sunar. İslâm’ın, vasat bir insanın mânâsını kavrayabileceği bir kutsal kitabı vardır; ve, yoruma dair hususlarda kendilerine yanılmazlık izafe edilen papalığı veya ruhbanları yoktur: Kâfi derecede imanî terbiye edinmiş her Müslüman bu Kitabı tefekkür edip yorumlamakta serbesttir. İslâm, Tanrı’nın Kendisini inanmış bütün insanları bağışlamaya muktedir kılmak için bir çarmıha gerilip Kendisine eziyet edilmesine alicenaplıkla müsaade ettiği türünden itikadlar taşımazógüya, başka türlü, bağışlamaya muktedir değilmiş gibi! Aynı şekilde, böyle bir inancı benimsemedikleri sürece bütün insanların cehenneme girmeye mahkum olduğuna da inanmaz. İslâm, bir ‘Seçilmiş Irk’a da inanmazÖ

Kur’ân’ın İngilizce meallerini okumaya başladıkça, bu 114 sûrede bize sunulan öğretilerinin hepsinin hak ve hakikat olduğu; ve hepsinin doğrudan doğruya Allah’tan geldiği kanaati bende daha da pekişti. Şahsiyetimin şekillendiği yıllarda Müslümanların da var olduğu bir çevrede bulunduğumdan, onların, bize haberler sunan medyanın ve televizyon üzerinden Hıristiyanlığı yaymaya çalışan televanjelistlerin göstermeye çalıştıkları şekilde kana susamış barbar teröristler olmadıklarını çok iyi biliyordum. Kendi kişisel araştırmamı başka bir kişinin yapacağından daha ileri bir noktaya kadar götürmeye, belki de bu bilgi sevketti beni.

İslâm’ın benim için biçilmiş kaftan olduğuna birdenbire karar verdiğimi söyleyemem. Bu karara, fıtrî bir seyir dahilinde ulaştım. Her hâlükârda, geçen hafta [Kasım 1995], Garden Grove’daki Orange County İslâm Cemiyetine gittim ve bu cemiyetin kütüphanesine bakmakla görevli kardeşe Müslüman olmak istediğimi söyledim. Bana, okumak üzere, çok güzel bazı eserler verdi. Geçtiğimiz Cuma günü de tıklım tıklım dolu bir mescitte kelime-i şehadet getirdim. Şu haftamı ise, namaz kılmayı öğrenmekle ve Allah’ın azametini düşünmekle geçirdim.

Müslüman olmak, muazzam bir duygu... Subhâne rabbiye’l-azîm!

28.12.2003

Metin Karabaşoğlu
http://www.karakalem.net/?article=486
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
İhtİda ÖykÜlerİ İsİmlİ Kİtaptan

Müzisyen Ailenin Muhtedi Çocuğu

[Metin Karabaşoğlu] Yazara Mesaj Gönder

MÜSTAKİM SAHİR

90’lı yıllarda ihtida etti. ABD’li.


HIRİSTİYAN BİR AİLE İÇİNDE doğmuşum. Ailem, müzisyen bir aile. Evimizde müziksiz bir vakit geçmezdi. Annem piyanist, babam cazcı ve iki ağabeyim de müzisyen.

On yaş grubuna dahil olduğum süre zarfında, müzik alanında bir kariyer sahibi olma yönünde hiçbir planım olmadı, çünkü bir müzisyenin derli toplu bir hayatın ne kadar da uzağında olduğunu görmüştüm. Bu yüzden, doktor olmaya karar verdim ve biyoloji alanında üniversite öğrenimi görmeye başladım.

Üniversitedeki ilk üç yılımda kendimi sefil bir vaziyette buldum. Beni mutlu eden yegâne şey, kampüsteki binalardan birinde piyano çalıyor olmaktı.

Bu noktadan itibaren, müzikle gitgide daha da çok iştigal etmeye başladım. Benden daha küçük olan erkek kardeşim ve ben, birlikte şarkı sözleri yazmaya başladık ve sonra da, Allah’ın bana daha ziyade şarkı sözü yazarlığı kabiliyeti vermiş olduğunda karar kıldım.

Üniversitedeki bu son iki sene zarfında, ileride eşim olacak olan bir hanımla tanıştım. Bu hanım, Müslümandı. O sıralar dinini yaşıyor olmadığı halde, yine de kalbinde güçlü bir Allah sevgisi taşıyordu. Ne zaman bana İslâm’dan söz açsa, kahkahalar atar ve kendisine "Terörist!" filan deyip işi şakaya boğardım. Müslümanlar hakkında bütün bildiğim, onlarla ilgili, bombalanan bina ve uçak görüntüleri yüklü haberlerde gördüklerimden ibaretti. Bu bakımdan, o sıralar İslâm’ı reddettim.

Rahmetinden dolayı şükürler olsun Allah’a ki, müstakbel eşim bir yıllığına bir üniversitede çalışmalar yürütmek üzere başka bir eyalete gitti. Ve o sene orada bazı çok hoş Müslime kardeşlerle tanışıp yeniden İslâm’ı yaşamaya, namaz kılıp Kur’ân okumaya başladı.

Bir gece bana telefon etti ve bana gayrimüslim bir erkekle evlenemeyeceğini ve de evlenmeyeceğini söyledi. Şaka yapıyor olduğunu zannettim. Ama son derece ciddiydi. Beni değil, Allah’ı seçtiğini söylüyordu. Bunun üzerine, kendisini çok ama çok seviyor olduğum halde, sırf onun hatırına dinimi değiştirmeyeceğimi söyledim. Ondan, bana İslâm’ın ne anlama geldiğini açıklamasını istedim; ve sonra, hayatımda ilk kez, önyargısız açık bir zihinle kendisini dinledim. Şayet kabul edebileceğim türde birşey olsaydı, İslâm’ı kabul eder, Müslüman olurdum, dedim. Bunun üzerine bana İslâm’ın beş şartını açıkladı. "Hepsi bu mu?" dedim. "Evet" cevabını verdi. Buna karşılık, sanki dinini son derece bağlı bir Hıristiyanmışım gibi, "Tamam da, ben İsa’mdan vazgeçemem!" dedim. "İsa’dan vazgeçmen gerekmiyor ki! Biz İsa’nın bir peygamber olduğuna inanıyoruz" açıklamasını getirdi. Bana, İsa peygamber değil de Allah olsaydı, ölümle yüzyüze gelmezdi diye; bu hususu iyice izah etti. O dakikada İslâm’ı kabul ettim.

İslâm’ı kabul ettiğim halde, onu yaşamaya başlama yönünde içimde hiçbir kıpırtı yoktu. Sonra, depresif ve negatif düşüncelerle kendimi çökmüş vaziyette hissettiğim bir gün, zihnimi açık tutmaya çalıştım. Bu depresif haller arasıra başıma gelirdi. Kendi kendime, böyle bir histen nefret ettiğimi söyledim. Bu hisse karşı mücadele etmemi sağlayacak birşeylere, hayatımın kalan kısmında her gün ve de günboyu bana yardımcı olacak birtakım şeylere sahip olmak istedim. Sonra, birdenbire, "Müslümanlar her gün günde beş vakit ibadet etmiyorlar mı?" diye düşündüm. Cevabım "Evet!" idi elbette. "Evet, bu; çaresi bu!" dedim. "Müslümanların ibadetlerini öğreneceğim ve bu ibadeti yapmaya başlayacağım."

Öylesine heyecana kapılmıştım ki, bu mutlu haberi kendisiyle paylaşmak için babamın bürosuna gittim. İslâm’ı yaşamaya başlamak istediğimi kendisine söylediğimde, ne yazık ki, "Böyle birşey tavsiye etmezdim sana" dedi. Babamın destek vermemesi keyfimi kaçırdı, ama beni kararımdan vazgeçirmedi. Hiçbir şeyin beni durduramaz gibi bir his taşıyordum içimde.

Böylece, İslâm’ı yaşamaya başladım ve bu zaman zarfında, üç erkek kardeşimle bir müzik topluluğu oluşturmak üzere Hollywood’a göç ettim. Şarkı söylüyorduk, bu şarkıları kaydediyorduk ve bu alanda dünyanın en büyük firmalarından olan Arista Records’la sözleşme imzalama gibi büyük bir şans yakalamıştık. Annem ve babam, iki büyük oğulları ile iki küçük oğulları biraraya geldiği ve en sonunda büyük iş becerecekleri ve kendilerine bir sürü para getirecekleri için çok mutluydular. O sıra, hanımım ve ben, yeni evlenmiştik ve İslâm hayatımda daha büyük bir yer tutmaya başlamıştı. Kur’ân’ı ve Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünnetini okuduğumda, en güzel ve en temiz hayat tarzını görmüştüm.

Fakat, çevreme baktığımda gördüğüm şey, zina, fuhuş, uyuşturucu ve putperestlik yüklü rezil bir müzik piyasasından ibaretti. Şayet Arista Records firmasıyla sözleşme imzalarsam, yeni yeni bulmuş olduğum İslâmî inançlarımdan taviz vermeye mecbur bırakılacağımı söyledim. Fakat, kafam o kadar karışıktı ki, ne yapacağımı bilmiyordum. Bir sabah, böylesi bir halde kalktım sabah namazına. O yüzden, namazdan sonra, "Lütfen bana yolu göster Rabbim!" diye, Allah’a dua ettim. Seccademin başından kalktığımda, yapmam gereken şeyi biliyordum. Aynanın karşısına geçtim ve Hollywood ‘imajı’m için bir senedir uzatıyor olduğum saçlarımı kestim. Müzik kariyerimi sıfırladığımı biliyordum. Annem, babam ve kardeşlerim yapıyor olduğum şeye inanamadılar. ‘Büyük zaman’ı yakalamak üzere karşılarına çıkmış büyük şanslarını kaçırıyordum onların! Babama, taviz vermek istemediğimi söyledim. Bana, "Para için yapman gereken şeyi yaparsın!" dedi. Kardeşlerimden biri beni tehdit etmeye bile kalkıştı.

Dua ederken, "Bir daha yeni bir şarkı sözü yazmamam gerekiyorsa, tamam Allah’ım!" dedim. "Cennette bana vereceklerin, müzik kariyerimin bana verebileceği şeylerden çok daha büyük çünkü."

Böylece, eşim ve ben Boston’a geri döndük ve orada daimi bir iş edindik.

Sonra, acayip bir hadise vuku buldu. İslâmî bir mesaj yüklü yeni şarkılar yazıp besteleme fikri oluşmaya başladı zihnimde. Kısa bir süre sonra da, Allah subhanehu ve teâlâ’nın Kendi davası uğrunda şarkı sözleri yazmam için beni Hollywood’un dışına itmiş olduğunu görmeye başladım. Böylece, İslâmî bir mesaj taşır şekilde, Amerikan stili şarkılar yazmaya başladım.

Ne var ki, Müslümanlar için müzik yapmanın güçlüklerini kısa sürede keşfettim. Müzik âletlerinin kullanımını yasakladığı belirtilen bazı hadislere binaen, kimi Müslümanlar, yapıyor olduğum şeyi reddettiler. Yapıyor olduğum şeyin yanlış olduğuna inanmasam dahi, dünya üzerindeki bütün Müslümanların hoşlanacağı bir müzik yapmayı hâlâ daha istiyordum. Bu yüzden, tekrar Rabbime yöneldim ve her zaman olduğu üzere, O bana çıkış yolu gösterdi. Sesimi enstrümanların çıkardığı sesleri çıkaracak şekilde kullanarak ağzımla müzik yapmanın yolunu keşfettim. Elhamdulillah, bu iş yürüdü. Ki, bu tarzaómüzik diye adlandırmak yerineóAmerikan Neşîd adını vermeyi kararlaştırmış bulunuyorum.

Metin Karabaşoğlu
www.karakalem.net
 

okur

Doçent
Katılım
6 Ocak 2007
Mesajlar
603
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Güzel Hikayeler

Boş konularla uğraşacağımıza böyle ibretli hikayeler okusak daha iyi değil mi?
 

okur

Doçent
Katılım
6 Ocak 2007
Mesajlar
603
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Muhtedilerden öğreneceğimiz çok şey var.
 
Üst