İçimde kaybolmuş Ali'dir Kerbela

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İçimde kaybolmuş Ali'dir Kerbela


fotograf0045-1.jpg



Ebediyete akıp giden bir ırmaktır Kerbela. Asıl mesele, bu ırmağa kimin ne kadar gözyaşı kattığıdır..


Kerbela vakası üzerine ne kadar yazılsa azdır; çünkü bir peygamber torunu katledilmiştir. Hem de son peygamber Hazreti Muhammed’in torunu, Hazreti Hüseyin. Öncesi de vardır, Ali’siyle, Hasan’ıyla. Bu yüzden ebediyete akıp giden bir ırmaktır Kerbela. Asıl mesele, bu ırmağa kimin ne kadar gözyaşı kattığıdır. Ki bu seslerdir, bu seslerin söylemek istedikleridir, gözyaşlarının rengini ve miktarını belirleyen.
Birinci Ses: Aliyyül Mürteza
İçimde kaybolmuş Ali’dir Kerbela, gördüğüm, bir türlü görmezlikten gelemediğim. Ruh ıssızlığında kevire gömüldüğünde söylenecek sözün olmadığı, dahası sözün ‘avretlere’ çarpıp geleceği anlaşılmıştı ve Peygamberin burnuna çalan Hüseynî kanın kokusu alınmıştı, çok uzaklardan, binlerce yıl ötelerden. Yücelerden karar alınmıştı.

kerbela-cenk-cihad1-1.jpg


Aylardan ekimdir, mevsimlerden sonbahar. Vakt-i hazan. Kanla sulanacaktır Kerbela ve hep siyaha bürünecektir asuman. Tansıklığında kadim varlığını kaldıramayacaktır gök kubbe. Acının değişmez adıdır artık Kerbela yürek haritamızda, hüznün mahşere çalınmış yüzü, elemin ebedî taşıyıcısı. Duramazdık artık şehirlerinde, Mekke muhacirdir suretimizde. Medine, yeni bir medeniyetin beşiği... Bir yol ayrımındaydık ki kıyamet zulası kalbimizde, aslanpençesi cengimizde. Kerbela çölündeydik, mavinin parmak uçlarında asıldı asılacak, yeşilin ırmağında fena savrulacak. Kızıl bir fanus çıkmıştı karşımıza. Dökülecekti kanımız. Takdiri ilahi.
“Ben Ali’yim!” derse bir ses, ferman çıkarıyordur ölümcül yalnızlığıma, rengi kopmuş benzi atmış bir münzevi.
“Ben Ali’yim!” derse bir ses, Yezit’tir içimizdeki Yehuda, Kerbela’ya çıkmıştır adımız. Durmaz yerde kanımız, tarih tarih, şerha şerha, damar damar bilenir adı konulmamış coğrafyalarda.
“Ben Ali’yim!” derse bir ses, Zülfikar’dır musalla taşlarına vurduğumuz, hüviyetimiz, aslımız, canımız, ciğerimiz.
İkinci Ses: Hüseyin Bin Ali Bin Ebu Talib
İçimde kaybolmuş Ali’dir Kerbela, gecelerimi kolaçan eden, mecnun olup çöllere vuran, kuyudaki çığlığına ağlayan. Daha yola çıkmamıştır ihanet, kurulmamış muhannet darağaçları, urganları sapan. Yıldızlar salkım saçak gecelerimizde, ‘kızıl olaylara’ gebe olsa da bütün bir ömrümüz. Bir yolumuz vardır çöllerde belirip belirip kaybolan, bir hülya gelip geçici harbi yeli, bir rüya pusuya yatmış aslanağzı.
Sonra kuyu günleri… İlim babında çiçek açmış o meşum sonbahar. Sararmış yapraklar arasında biten Hüseynî bir baş. Susuzluğa teslim olmuştur kalpler, iman tahtalarını yerinden oynatır dualar, içten içe, sessizce bir ürperiş. Nazara gelmiştir insan, tekvin sultasında. Karışmamış mıydı İblis’in suyu âdemin toprağına. Kopacaktır bir tarafımız, sökülüp alınacaktır içeriden ciğerimiz. Şirazesi kopmuş tespih gibidir beytimiz. Bir yaşamak varmış nübüvvetli zamanlarda. Yolunda kalmış biraderim. Kim görür kim bilir kaybımı! Dile gelmez, hani eksik yaşamak, kendine rağmen dur durak bilmeksizin.
“Ben Hasan’ım!” derse bir ses, ayağa kalkar peygamberin el emeği göz nuru gül bahçesi, kırılan dişi, dökülen kanı ve geçmek bilmeyen Taif acısı.
“Ben Hasan’ım!” derse bir ses, secdedir dedesi birkaç yaratılış arasında, gözleri şefkatten nemli, yetiminin babası, kızının annesi.
“Ben Hasan’ım!” derse bir ses, Mus’ab olup yürüyecektir peygamber nesli, belki Bedir’de canhıraş bir tekbir ya da şahadete koşan Ali Ekber.
Üçüncü Ses: Hasan Bin Ali Bin Ebu Talib
İçimde kaybolmuş Ali’dir Kerbela, bir nebinin yüreğinde çırpınıp duran siyah gözler, Fatıma’sına hasret, gizli bir müntehir zırhında. Hani okçular yerlerini terk etmişlerdi de dere ayağa kalkmıştı, peygamber günlerce kan ağlamıştı ve Hüseyin’in babası süratle ileri atılmıştı, dünya dünyevîliğini hepten kaybetmişti, atlar rüyalarında uyuyakalmıştı, peygambere Veda Hutbesi’nin yeri işmar edilmişti Veda Tepesi’nde. Görmüştü işte, Kerbela’da dökülecek Hüseynî kanı, Fatıma’sına da göstermişti. Taif’te de görmüştü bir avuç hazan, Uhut’ta acılı bir hatıra, bir tutam gözden, kulaktan, burundan, dilden müteşekkil musle, Hamza. Durmuştu dünya hepten. Kopmuştu tufan dizginsiz. Aşk galip gelse de suyunda, kırılmıştır bir kere teneşir taşı, kopmuştur gönül bağı. Bir Peygamber gülü koparılacaktır dalından. Bilen konuşmaz, konuşan geri çekilmez. Dönüşü olmayan bir yola girmiştir gayrı.
“Ben Hüseyin’im!” derse bir ses, savaş meydanlarında vuruşuyordur babası, yitik bir gazeldir bütün geçmişi, başında şeb-i yelda, ayağında cehennemlik odun taşıyıcısının dikeni.
“Ben Hüseyin’im!” derse bir ses, kopmuştur babası hepten. Ömrüne zehirli akreptir zaman, yeni bir hüznün kapısını aralayacaktır dedesi.
“Ben Hüseyin’im!” derse bir ses, ateş alacaktır canı çıkmış Kerbela. Aşura. Utanç.
Görecektir babası çöllerde yeşertemediği, kuyudan çıkaramadığı acıyı.
Görecektir aslanların düşüşünü, çakalların baş oluşunu.
Görecektir yüreği susuzluktan çatlayan şehidi, şehit babası.

Faik Öcal yazdı
 
Üst