İçimde Bir Burjuva Var

  • Konbuyu başlatan SaLtan
  • Başlangıç tarihi

amca

Profesör
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
751
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Konum
İstanbul
İçimizdeki burjuva harekete geçti.Tutabilene aşkolsun.Ee ne demişler.Burjuvayı yenmek için burjuvadan daha burjuva olacaksın..

Bizimde yaptığımız bu değilmi zaten OKUR kardeşim...

Onlar Lüks villalarda otururda biz oturamazmıyız..

Onların eşleri SUV lara binerde bizimkiler binemezlermi..Pehh Kim demiş hem daha büyük daha pahalısına biner bizim eşlerimiz...

Ne onlar Diordan Kyafetmi almış...Pehhh biz dior Banal diye braktık Burbury takılıyoruz zaten...

Sen ne diyon OKUR biz burjuvalıkta geçtik onları yaa...

E efendimiz ne demiş "Allah nimetlerini Kulunun Üstünde Görmek İster..." , Hem efendimiz dönemin en iyi atına binerdi bizim mercedesede kulp bulduk...

Ah Ahhh o doymak bilmez nefis için ne hadisleriş, ne ayetleri çarpıttık...

Ve hiç aklımızın ucuna gelmedi o hayasızca çiğnediğimiz toprağın ALTIDA VAR...
 

okur

Doçent
Katılım
6 Ocak 2007
Mesajlar
603
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Bizimde yaptığımız bu değilmi zaten OKUR kardeşim...

Onlar Lüks villalarda otururda biz oturamazmıyız..

Onların eşleri SUV lara binerde bizimkiler binemezlermi..Pehh Kim demiş hem daha büyük daha pahalısına biner bizim eşlerimiz...

Ne onlar Diordan Kyafetmi almış...Pehhh biz dior Banal diye braktık Burbury takılıyoruz zaten...

Sen ne diyon OKUR biz burjuvalıkta geçtik onları yaa...

E efendimiz ne demiş "Allah nimetlerini Kulunun Üstünde Görmek İster..." , Hem efendimiz dönemin en iyi atına binerdi bizim mercedesede kulp bulduk...

Ah Ahhh o doymak bilmez nefis için ne hadisleriş, ne ayetleri çarpıttık...

Ve hiç aklımızın ucuna gelmedi o hayasızca çiğnediğimiz toprağın ALTIDA VAR...

Bir Abimiz bunların durumunu şöyle açıklamıştı."Allah'a rağmen,Allah için"Basiret sahibi olan için bu söz yeterli sanırım.
 

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
NAZAR etme ne olur!”
ya da “Dikkat köpek var!”


Bundan birkaç ay evvel, İstanbul’un Anadolu yakasının mutena bir semtinin mutena bir köşesinde yarı villa, yarı saray yavrusu bir evin kapısının önünde bulunmaklığım icap etmişti. Evin her tarafı duvarlarla ve dikenli tellerle çevrili avlusunun dış kapısının üzerindeki bir levha beni hayli düşündürmüştü: Dikkat Köpek Var. Gerçi bu uyarı levhası benim gibi hayli ‘sosyetik’ mekanlarda epey pabuç eskitmiş bir ‘proleterya’ çocuğu için hiç de yabancı değildi. O malum uyarı yazısı hiç de yabancı değildi aslında. Hatta, o yazının asılı olduğu kapıların arkasındaki ‘kırık hayatlar’ın melodramına epeyce aşina olmuş, dışı debdebeli içi virane insanların melallerini çokça seyretmiştim. Fakat bu kez durum başkaydı. Ben o kapının önünde beklerken, otomobil olmak için fazla büyük, bir kamyon olmak için de epeyce küçük bir siyah cip belirdi. Cipin şoför mahallinde rengarenk başörtüsüyle ve illa güneş gözlüğüyle genç bir hanımefendi oturuyordu. Buraya kadar bir sorun yoktu, olsundu, Allah daha çok versindi, kıskananın gözü çıksındı. Lakin kapının kenarında beklemek zorunda olan bencağıza o genç hanımefendinin, elit bir huzursuzluk edasıyla, ‘bir hırsız ya da tencere tava pazarlamacısı olabilir mi, ne işi var bunun burada’ diyen kuşkulu, yukardan ve soğuk bir bakış atışı vardı ki, işte benim bittiğim an o andı Sedat abi… Bir o bakışı düşündüm, bir ‘dikkat köpek var’ yazısını düşündüm. ‘Dikkat edilmesi gereken köpek sakın ben olmayayım’ diye bir an şüphe ettim. Ardından Kafka’nın bir sabah uyandığında kendini hamamböceğine dönüşmüş bulan kahramanını düşündüm, sendeledim, sarsıldım ve kapının kenarında bir yere çöktüm…

Bu bakışı çok iyi biliyordum. Bu nazar, ekmeğin fiyatını bilmeyen, dolmuşa otobüse hiç binmeyen, canı sıkılınca Akmerkez’e ya da bilmem ne merkeze alışverişe giden, çocuklarını istisnasız psikiyatriste gönderen, kendisi güzellik salonlarından çıkmayan, Moda’da, Bebek’te, Sarıyer’in boğaza nazır sırtlarında, boğaz kıyısındaki müstakil yalılarda kurum ve çalımla oturanlara has bir bakıştı. Kendileri dışındakilere ‘kapıcı’ya bakar gibi bakan bir bakış… İşte, böyle bir bakıştır ki uzun zamandır gözlemlediğim ve yazmayı bir düşünüp biriktirdiğim bu yazının zembereğini boşandırdı…

-----------------------------------------------------------------------
islamcı burjuva nasıl doğdu

Ötekiler Hawaii’ye, Berikiler Dubai’ye


Ki onların çoğu yiğidin harman olduğu, yitik hüzünler diyarı, Anadolu’nun kavruk evlatlarıydılar. Osmanlı’dan beri dedeleri, ataları değişmeyen bir senaryonun parya rolündeki figüranlarıydı.

Osmanlı’nın payitaht kurduğu yerlerin (Edirne, Bursa, İstanbul) dışında kaldıkları için hanla, hamamla, debdebeyle ihtişamla, medeniyetin rafine ürünleriyle karşılaşma fırsatları olmamıştı. Onlar, cumbalı köşklerde ud ve tambur ile suzinak bir şarkıyı terennüm etmenin ne demek olduğunu bilemediler, onlar alınlarını koydukları kuru toprak gibi bomboz bozlaklar, yareli ağıtlar, ciğer kokulu türküler söylediler. Babaları ve anaları, güneşin alnacında kavrula kavrula ekip biçtikleri bir avuç buğdayı, arpayı öşür, aşar diye verdiler. Mülazime, katibe, mutasarrıfa, hatta basit bir zabite karşı bür bür büküttüler, onların devlet soğuğu çehrelerinin karşısında, Osmanlı devrinde serpuşlarının ucunu, Cumhuriyet devrinde kasketlerini ellerinin arasında gevelediler.

Dedeleri ve babaları, ‘dövlet, hokümat ve cenderme’ üçgeninde ezik, şahsiyetleri dümdüz edilmiş, korku içinde yaşadılar. Dinden kopmuş, özü boşalmış gelenek, görenek ve törenin ezici ve tahripkar baskısı yetmezmiş gibi, ağaların ve eşkiyanın zulmü yetmezmiş gibi, kahreden yoksulluğun pençesinde hayat ve mematla pençeleştiler.

Sanıldığı gibi Cumhuriyet yeni bir devlet değildi. Bütün kurumlarıyla, zaaflarıyla, refleksleriyle Osmanlı’nın devamı idi. Dolayısıyla Osmanlı’nın özellikle son dönemde tebarüz eden bütün hastalıkları da (Prens Sabahattin’i hatırlarsak, onun dile getirdiği, memuriyet zihniyeti, merkeziyetçilik, kişisel girişim ruhunun olmayışı; ayrıca kişi eksenli liderlik anlayışı, toplumsal ikiyüzlülük, makam sahibine yaranma, toplumsal özgüven kaybı zenginlik ve servet karşısında aşırı eziklik vs.) devralındı. 1950’lere kadar onların dedeleri ve babaları bir avuç Cumhuriyetçi elitin güdümünde, gerektiğinde ezanları susturularak, gerektiğinde zorla senfoni orkestrası dinletilerek devlet eliyle ‘efendi’leştirilmeye tabi tutuldu. Fakat mide gurultularını dinleyen, sırtında ceketiyle ayağındaki poturu tozdan ve güneşten tanınmaz hale gelmiş, bulgur aşına talim etmekten imanı gevremiş bu insanlara efendilik n’etsindi? Eskiden beri, ‘katibime kolalı da mintan ne güzel yaraşır’dı, ‘dövlet her zaman on beş yaşında’ydı, ‘ben bilmem Ankara bilir’di. Bu, böyleydi…

Dedeleri ve babaları bu hisler içinde onlara, ‘Aman oğul sırtını dövlete yasla!’, ‘Oku, oku da adam ol, bizim gibi eşşek olma’, ‘Şu köyün başına bir taksiyle gel, yoksam gözüm açıh gider’, ‘Bizim oğlan tohtur, muvandiz olacah’ diye öğütler verdiler. Nineleri, anneleri onları takım elbise ve kravatla görünce hep gözleri yaşardı.

1950’lerden sonra vaziyet değişmeye başladı, ‘Yeter, söz milletin’ gibi sözler, sloganlar işitilir oldu. 60’lardan itibaren mektep medrese yüzü görmeye, birer ikişer ‘okumaya’ başladılar. Çoğu, Anadolu’da ne kadar dindarlık varsa o kadar dindardılar. Fakat ‘köyden şehere inince’, şehirli züppelerin, ikinci kuşak ayrıcalıklı kadronun çocuklarının yaşantılarını gördüler. Bütün suyun başını tutanların onlar olduğunu gördüler ki çoğu Robert Kolej, Galatasaray Lisesi ve muhtelif Fransızca eğitim yapan liselerden mezun besili, gürbüz ve frapan çocuklardı.

Bu baskın sistematik yapı karşısında korunma refleksiyle dini ve milli hislerine sarıldılar. Bir yandan da kökü tarihin derinliklerinde saklı dünyevi iktidar ve servet edinme taleplerini değişik biçimlere büründürerek ve ulvi taleplerin gölgesinde saklayarak dillendirmeye koyuldular. Bu gizli iç talepler bugün itibarıyla meyvesini veriyor görünmektedir. Nerden mi anlıyoruz? Birileri Hawaii’ye giderken, onlar bugün Dubai’ye gidiyorlar. Karıları ve kızları siyah camlı güneş gözlükleriyle siyah ciplere biniyorlar. Modayı takip ediyor, rengarenk giyiniyor, pahalı cafelere gidiyor, jakuzili ve yüzme havuzlu evlerini Anadolu menşeli kavruk bacılara temizletiyorlar. Şimdi onları gümüş yüzükleri ve afilli başörtüleri de olmasa ayırt etmek imkansız. Hanımları örtülü, sekreterleri mini etekli. Kişisel tarihlerinde annelerinden ve kız kardeşlerinden başka bir kadın görmeyerek başları bağlandığı için kadın meselesinde ciddi sıkıntıları var. Marka giyiniyorlar, parayı harcayacak yer bulamıyorlar, yüzlerine bakan yüz binlerce aç adamın karşısında kapılarında ‘dikkat köpek var’ yazılı villalarında yemekler, partiler veriyorlar. (Sözün burasında, mekanın ve nesnelerin üst düzey olmasının değil, bu mekan ve nesnelere yüklenen anlamın, bunlarla girilen ilişki biçiminin dünyevileşmeyi oluşturduğunun farkında olduğumu belirtmek isterim.)

Dini kimliklerini üzerinde bir kambur gibi taşıyorlar, kendilerini hep olduğundan farklı göstermeye, bir yerlere ve birilerine ispat etmeye gayret ediyorlar. Bunu gören Cumhuriyetçi elitin köşe başını tutmuş ağaları deliriyorlar, pastalarına ortak çıktığını görüp hafakanlar geçiriyorlar. ‘İslam ve İslamcılar’ konusunu sürekli ayakta tutarak, habire televizyon ekranlarına ve gazete sayfalarına taşıyarak hem malzeme ve gündem ihtiyaçlarını gideriyorlar, hem de onları pastanın başından kovmaya çalışıyorlar. Bir kısım büyük gazete köşe yazarları da sürekli bu konuları kaşıyarak hem günah çıkarıyor, hem de bireysel iktidarlarını pekiştiriyorlar. İşte, ‘İslamcı burjuva’ filan diye adlandırılan bugünün şeşi beş gören zengini, böyle bir psikolojik ve sosyolojik mirasın toprağında yeşermiştir.
YUSUF ÖZKAN ÖZBURUN
KARAKALEM DERGİSİ
www.karakalem.net

Önemli olan içimizdeki burjuvanın yanlış yaptığını görmek ve tevbe etmektir.Ama çoğu zaman içimizdeki burjuvanın nefsani isteklerini dini gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışıyoruz.
 

amca

Profesör
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
751
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Konum
İstanbul
Önemli olan içimizdeki burjuvanın yanlış yaptığını görmek ve tevbe etmektir.Ama çoğu zaman içimizdeki burjuvanın nefsani isteklerini dini gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışıyoruz.

İslami Burjuva ve Aristokrasi

Türkiye şuanlar da bir düğünü konuşuyor. Başbakan Erdoğan’ın oğlunun düğünü.Bir spor salonunda yapılacak düğün. Erbakan’ın kızı ve oğlunun düğünlerinin Çırağan Sarayında ve gösterişli bir şekilde yapılmasına karşı mütevazı bir düğün olması düşünülüyor muş. Düğünden haftalar öncesinde damat ve özelliklede gelin adayıyla ilgili gazete ve televizyonlarda bir sürü şey yazıldı söylendi. Gazete manşetlerini gelin adayının boy boy resimleri ile süsledi.

Türkiye kamuoyu bu güne kadar bir çok ünlünün düğününü de benzer şekilde günlerce manşetlerde izledi. Nice ünlü ve güzel bayanın saraylardaki düğünlerini genç kızlar hayranlıkla ve imrenme ile nice yakışıklı ve zengin erkeklerin düğünlerini de genç erkekler gıpta ile izlediler. Genelde Müslümanlar düğün ve düğün sahiplerini kendilerinden görmediklerinden olaya dışarıdan baktılar. Her olayın bilinç altımızda izler bırakması gibi bu olayda bizler de izler bıraktı.

İslami kesimin düğünlerini ekranlarda ve gazetelerde Erbakanla gördük. Saraylarda ve milyarlar harcanarak yapılan bu düğünlerde islami kesimin seçkin (!) davetlileri moda terimle şıklık yarışına girdiler. Tekbir Giyimin ünlü mankenlerde sergilediği moda giyim tarzı Tesettürlü kadınlarda renk cümbüşüne dönüşerek dünyevileşmenin ve kapitalizmin Müslümanların hayatındaki yerini gösterdi. Zenginliğin hoyratça sergilenmesi,lüks ve konformizim, israflar, balayı ve tatil kültürünün Müslümanların gündemlerine girip etkilemesine yol açtı. Tatil için Bali adalarına gitmeyenler için Kapris Oteller hazırlandı. Yiyiniz,içiniz israf etmeyiniz”ayeti sanki yalnızca yemek sofralardı geçerli bir öğreti gibi algılandı.

Müslüman kız ve erkeklerin bilinç altlarında izler bıraktığını düşündüğüm bu gelişmeler sonuncunda Müslüman erkekler Beyaz Atlı Prens Müslüman bayanlar ise Kül Kedisi olma heveslerine kapıldılar. Evliliklerde aranacak ölçüler değişti. Evlilikten beklentiler değişti. Bir erkeğin eş olarak seçimin de zengin ve yakışıklı olmak yeterli görüldüğü gibi bir bayanın seçiminde güzel ve zengin olması yeterli kriter oldu. Peygamber Efendimiz Hz.Hatice ile evlenirken acaba onunla parası için mi evlenmişti ? Hz. Ayşe ile evlenirken gençliği ve güzelliğimiydi tercih nedeni ? Cihan Aktaş’in dediği gibi 80 sonrası radikal kesimde evliliklerin örgüt ,evlerinin hücre evi ,yapıp edilenlerin eylem olarak hatalı algılanmasını anımsayaraktan Peygamberin evliliklerini iyi okumamız gerekir. Hem evlilikten hem dünyadan hem de ahiretten beklentilerimizi şekillendirecek olan Peygamberin örnekliğidir.

Müslümanların zenginleri arasında sanki belli bir kast teşkilatı kuruldu ve her türlü faaliyet o sınırlar çerçevesinde gerçekleşmeye başladı. Ticari ilişkilerden ,cemaatsel ilişkilere ,kız alıp vermeden toplumsal yardımlaşmalar kadar her şey o klik içinde gerçekleşti .İslam öncesi Mekke site şehrindeki zenginlerin konumu ve onlarla fakir halk arasındaki ilişkiye benzer görüntüleri çağımızda çok kolay yakalıyoruz.

Tabii Müslümanlar arasında ekonomik uçurumlar gittikçe artmaya devam etti. Yalılarda oturanlar olduğu gibi evine ekmek götürmek için çöpten kağıt toplayanlar var oldu. Zenginler kendi din kardeşlerine üstten bakarken ekonomik olarak orta ve alt seviyedeki müslümanlar da gibta ve imrenme ile bakmaya başladılar onlara. Müslümanların birbirlerinden örnek alacakları değerler kapitalizmin ve modernizmin bize dayattığı değerler oldu. Parasının olanın hem cemaatler içerisinde kollanıp yükseltildiği hem de her alanda itibar gördüğü bir duruma gelindi.Her türlü dünyevi değerin ve doğum ile birlikte kendiliğinden gelen ve bizim oluşturmak için gayretimizin olmadığı (irk,soy,zenginlik vs.) değerlerin insanlar arasında üstünlük ölçüsü olamayacağı ve üstünlüğün takvada (yanı Allah’a olan yakınlıkta onu hakkıyla bilip rızasını kazanma da) olduğunu bildiren Peygamberi öğretiyi bu post-modern çağda yeniden içselleştirmeliyiz.

İngilizlerin Leydi Diana sı varsa bizim neden bir prenses Reyyan’ımız olamasın. Ve sonunda özellikle meydanında pohpohlaması ile bir prensesimiz oldu. İslami Burjuvanın yanında artık İslami bir Aristokrasi oluşmaya başlandı. Ortadoğu ve Avrupa kültüründe olduğu gibi prens ve prensesler ve soylu - köklü aileler meydana çıkmaya başladı. Müslümanlara örneklik olarak herhangi bir öz değeri olmayanlar birer ideal Müslüman prototipi olarak ortaya çıkarılıyor. Dünyevileşen ve islami kimliği örtünüp bazı ibadetleri yerine getirmeye indirgeyen bir anlayışın yaygınlaştığını görüyoruz. Müslümanlar siyasi ve ideolojik olarak rejimin içine çekilip eritilmeye çalışılırken islami kimlikte modern ve post-modern düşünce ve hayat tarzı içinde yozlaşmaya ve farklılıklarını yitirip aynileşmeye başlıyor

Bu durumda egemen zihniyete karşı direnmek ve kendine özgü bir medeniyet oluşturmak gayretini kendilerinde gören Müslümanların bu çabaları siyasi arenada belli bir açılım sağlayacaksa aynı şekilde fert olarak ta şirk toplumunun değerlerine ve yaşam tarzına bir direnmenin çıkış noktası olacaktır. Mücadele içerisinde yer almayanlar kendilerine dayatılan yaşam tarzının etkisinden kendilerini kurtaramayacaktır.


Bu yazıyı ekleyince Foruma Bugün OKUR, HASAN DEMİR, SALTAN geldi AKLIMA....

Kimler Geldi Kimler GEÇTİ.....
 
Üst