İbrahim Sadri:Din Din'i Tiyatroya Karşı

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
DİN DİNÎ TİYATROYA KARŞI


23684.jpg

Ayyar Hamza oynayacak değildik!


İbrahim Sadri çok yerinde değerlendirmelerde bulundu. Tiyatro Sanatçısı ve şiir yorumcusu İbrahim Sadri ile konuştuk



“Şiir okuyan adam” olarak anons edildiğinizde, tiyatrocu olduğunuzu özellikle vurguluyorsunuz. Yaptığınız işlere baktığımızda da, Türk tiyatrosunda önemli bir yerde durduğunuz muhakkak. Tiyatroyu neden seçtiniz? Bir sanat sevdası mı, yoksa “halk için sanat” anlayışına sahneden mi hizmet etmek istediniz?


Evet, tiyatro oyuncusu ya da bir şeyi olmayı çok önemsiyorum. Bu sevda uğrunda üniversite eğitimini yarım bırakıp, tiyatro eğitimi aldım. 1985-1992 arasında da yapabildiğim kadar tiyatroda oldum. Oyuncu olarak, yazar olarak, yönetmen olarak. Ben tiyatronun kendisini çok seviyorum. Üretilirken tüketilen ve her bir seferi biricik olan bu tek sanat türü beni çocukluğumdan beri çekiyor. Doğrusu bu ya, konjonktürel olarak elbette “bir şeyler için” tiyatro yapan insanlardan biriydim. Bunu da en az tiyatro sevgim ve maceram kadar önemserim.


Batılı anlamda Türk Tiyatrosu’nun ülkemizde ilk örneklerinin görüldüğü zamanlardan itibaren, dindar kesimin tiyatro ile ilişkisi nasıl oldu? Bu ilişki, günümüzde nasıl? Bu ilişki veya ilişkisizliğin nedenleri hakkında ne düşünüyorsunuz?


Tabi bu dindar kesim yaftası, açıklamaya muhtaç duruyor sorunuzda. Kastınız nedir ona bakmak lazım. Gelenekçi, muhafazakâr kesimse kastınız; sağlıklı bir ilişkiden söz edemeyiz. Yok, eğer ideolojik anlamda İslamcı bir tarafı önceliyorsanız, orada tam bir geç kalmış ilişkiden söz edilebilir. Yani İslamcılar, hem sanat olarak, hem bir güç olarak, hem bir iletişim biçimi olarak tiyatroyu doğru dürüst 70’lerden sonra fark etmeye başladılar ki, atı alan üsküdarı çoktan geçmişti. Üstelik kurumsal anlamda var olabilmeniz için bir mektep ve veya ekole sahip olmanız gereken bu sanat dalında –hadi sizin deyiminizle söyleyelim- dindar kesim treni çoktan kaçırmıştı.


Sizce din, tiyatroya karşı mıdır?


Fıkıh ya da fetva anlamında soruyorsanız eğer, buna cevap vermek bana düşmez. Yok, prensip olarak bakacak olursak; niye karşı olsun ki! Kur’an-ı Kerim’i okuduğunuzda, en büyük mucizesi olan i’cazın yanında, ayetlerin söz diziminin bir benzerinin getirilemeyecek olmasının yanında, benzersiz bir akış yani bugünkü deyimle kurgu ile karşılaşırsınız. Geçmiş toplumların öyküleri anlatılırken birden insanın iç dünyasına ilişkin bir ayet karşılar sizi. Oradan kıyamet tasvirine geçer ve tekrar bahsedilen toplumun hikâyesine geri döner. Şaşırtıcı, sarsıcı, benzersiz bir kurgudur bu. Görsel sanatların yazım anlamında dayandığı en temel kavram da kurgu dilidir. Yani tiyatroda hangi kahramanları nerede ve nasıl ve hangi sırayla göstereceğinizdir önemli olan. İyi oyun yazarları, oyun kurgusunu, yani matematiğini iyi yapabilen insanlar arasından çıkar. Ben her zaman nerede ne yaptığınızı değil, nasıl ve ne için yaptığınızı önemsemişimdir.


Konumuz, 80’lerde görülmeye başlanan ve günümüze kadar varlığını bir şekilde koruyan dinî oyunlar. 80’li yılların sonlarına doğru Azim Dağıtım’dan çıkmaya başlayan tiyatro kasetleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu kasetler, hangi kesimin ilgisini çekti?


Dini oyunlardan kastınız “Hz.Ömerin Adaleti” ya da “Kırkıncı Müslüman” gibi eserler ise, bunlar hakkında konuşabilecek müktesebata sahip değilim. Çünkü o kadrolarda bulunmadım ve doğrusu çoğunu da görmedim. Ama 12 Eylül 1980 sonrası kendilerini iyi hissetmeyen, seslerini duyurmak için zeminler arayan, baskıya maruz kalan İslamcı tarafta çoğunun başlangıcında bizzat bulunduğum bant tiyatroları ya da oyunlar olsun işlevsel anlamda önemli görevler üstlenmiştir. Kalabalık halde bir araya gelmekten bile çekinen Müslümanlar, Çağrı Sahnesinin şövalyece çıkışı ile salonları hıncahınç doldurmuşlar, bir anlamda güven tazelemişlerdir. Doğrusu öyle bir dönemde bu yapılanmanın içinde önemli bir rol üstlenmiş olmaktan onur duyarım.


Sizi 90’lı yıllarda yaptığınız “stand-up” gösterileri ve Hasan Nail Canat, Ulvi Alacakaptan gibi isimlerle beraber yürüttüğünüz tiyatro çalışmaları ile tanıdık. “İnsanlar ve Soytarılar” “Efendi Hayrettin Süperstar” gibi oyunlarınızla hatırlıyoruz sizi. Oynadığınız oyunlarda genelde “ileti kaygısı” görüyoruz. O dönemde bu oyunları yazma ve temsil nedenleriniz nelerdi? Bir de, seyircinin tepkilerini merak ediyorum. Yani, tiyatronuz amacına ulaştı mı?



"İnsanlar ve Soytarılar" tiyatro grubu Evet, Türkiye’de ilk stand-up gösteriyi 1994 yılında ben yaptım. Daha öncesinde de 1985’ten itibaren kendimce önemli saydığım İnsanlar ve Soytarılar gibi, Efendi Hayrettin gibi oyunları yazdım ve bunlar da önemli roller aldım. O dönemde Çağrı Sahnesi başta olmak üzere, Adım Sanat, Gece Oyuncuları ve benzeri birkaç topluluğun yaptığı tiyatro türü tam olarak politik tiyatroydu bence. Tam olarak sizin kibarca ileti dediğiniz o yıllarda insanların mesaj dediği bir işlevi vardı tiyatrolarımızın. Ama sanatsal anlamda, epik, kabare, göstermeci oyunlardı. Fakat bizi izleyen büyük çoğunluk için nasıl yaptığımız değil, ne dediğimiz önemli olduğu için; işin bu tarafı ile çok ilgilenilmedi maalesef. Ne yani başörtülü üniversiteli kızlara olmadık çile çektirilirken, onlarca kitap dergi yasaklanırken, örgütlü olarak her türlü sosyal yapılanmaların kapısına asma kilitler asılırken, dünyanın dört bir yanında mazlumlar aşağılanıp işgale uğrarken, tutup da Ayyar Hamza oynayacak değildik herhalde.


İnsanlar ve Soytarılar, “Dindar camiada ayakları yere basmış ilk oyun” olarak nitelendiriliyor. Bu oyun sayesinde ilk kez, dindar kesime hitap edilen bir oyunda profesyonel anlamda müzik kullanımı görüyoruz. Oyunlarınız, sadece öğretilere yer veren değil, hitap ettiği kesime yenilikçi mesajlar da vermeye çalışan yapıya mı sahip?


23687.jpg


İnsanlar ve Soytarılar benim yazdığım ilk oyundur. O oyun o dönem bir efsane haline gelmişti, yani seksenlerde. Birçok şeyin ilki vardı o oyunda. İlk kez canlı müzikle yüz yüze geldi bizim izleyicimiz. İlk kez doğrudan Amerika, Sovyetler Birliği eleştirileri ve mizah konusu yapılmaları ile tanıştı. Çok zordu benim ve o oyunda görev alan bütün dostlarım için. El yordamı ile bir şey yapıyorduk ve işin nereye gideceğini biz de kestirememiştik. Aşağı yukarı yüz oyun oynadık ve tiyatrocu deyimi ile kalabalıklardan ve ilgiden kapılar pencereler kırıldı. Evet, yenilikçiydi; evet, cesurdu; evet, zekiceydi.


Oyunlarınızın genelde “dindar” kesim tarafından izlendiğini görüyoruz. Bu, işlediğiniz konular göz önünde bulundurulduğunda bilinçli bir seçim gibi görünüyor. Bu aşamada hiç zorlandınız mı? Örnek vermek gerekirse, Abdullah Kars “Müslüman bir insan dinî tiyatro yaparsa, Müslüman olmayan zaten tepki gösterir. Müslümanı da istismarcı der, tiyatroyu dine karşı görür. Müslüman tiyatrocu her iki cepheden de tepki alır. İşi çok zor” demişti. Siz bu zorluğu hissettiniz mi?


"İnsanlar ve Soytarılar" tiyatro grubu Hayır, hissetmedim diyebilirim. Bizim yaptığımız tiyatro bizim içindi. Bir dergi çıkarmak, bir parti kurmak, bir özgün müzik albümü yapmak gibi... Belki şimdilerde daha profesyonel kaygılar duyuluyor olabilir. Ama biz oynadığımız oyunlardan elde edilen gelirin tamamını kapanış galasında, sahne üzerinde Rusların zulmü altında inleyen Afganistanlı Müslümanlara teslim etmiştik. Oyunun metni gibi, müziği gibi bu da işin bir parçasıydı. Bugün kurumsal olarak kimi yardım derneklerinin yaptığı işi biz tiyatro ile yapıyorduk. Hiç tepki almadık diyebilirim. Tam tersine kendilerini mümin olarak tanımlayan ve kafa yoran insanlar bizi gittiğimiz her yerde bağrına bastı. Ta ki 90lara kadar.
Sonrasında hepimizin bildiği değişim, dönüşüm, transformasyon ve benzeri şeyler başladı memlekette ve duyulan kaygıların biçimi ve yapısı değişti. Özetle işin tadı kaçtı, zaten ben de 92’de bu anlamdaki tiyatro faaliyetime son verdim.


Batılı anlamda ilk tiyatro örneklerine bakıyoruz, genelde dinî öğeler olumsuz anlamda kullanılmış. Örneğin, hoca tiplemeleri genelde sevimsiz ve rüşvet karşılığı fetva veren tipler. Bu durumun nedenleri ne sizce? İkinci olarak da şunu sormak istiyorum, Hasan Nail Canat, bir gün bulunduğu ilçeye gelen tiyatrocuların söylemlerine kızıp tiyatrocu olmaya karar vermiş. Dinî anlamda tiyatro yapan insanları bu durum mu tetikledi?


Eh doğrusu, cahil ama sofu tiplemesi ülkemizin görsel sanatlarında önemli bir figürdür. Özellikle Cumhuriyet devrimlerinin hemen ardından bu akımın örneklerini yaygın olarak görürüz. Nedeni nedir derseniz, herhalde büyük yığınları değişen Türkiye’nin yeni anlayışına ve duruşuna yaklaştırmak ve modernizmle barışık kılmak çabası diyebiliriz. Başarılmış mıdır derseniz, bence asla! Diğer yandan bir okul ya da ekole sahip olmadığınız için bizim gibi tiyatrocuların hepsi tek kişilik ordu gibiydiler. Bireysel çabaları ve inatları ile bu işe girdiler ve sürdürdüler diyebilirim.


“Dinî Tiyatro” diye bir tanım var mı sizce? Yoksa uzun dönem beraber çalıştığınız Hasan Nail Canat, Ulvi Alacakaptan gibi isimlerle beraber yaptığınız tiyatroya nasıl bir isim veriyorsunuz?


Biz tiyatro yaptık. ‘Dinî’ diye başlayan her türlü sanatsal ürüne kuşkuyla yaklaşan biri olarak, aşağı-yukarı aynı kuşkulara sahip insanlarla geliştirdiğimiz bir tiyatro biçimi ile izleyici ile performansımızı paylaştık. Hani başta sormuştunuz ya, din tiyatroya karşı mıdır diye. İşte söyleyeyim bence din, dini tiyatroya karşıdır.



İbrahim Sadri Dindar bir insan tiyatro ile uğraşırken, hassasiyetleri noktasında zorlanır mı? İnancı gereği askılı tişört giyemeyen bir kadın yahut karşı cins ile olan ilişkilerini sınırlı tutan bir erkek oyuncu için tiyatro yapmak zor mudur?
Benim yazdığım ve oynadığım oyunlar tamamı kadro olarak erkeklerden oluşuyordu. Onun ötesinde, tiyatro da insan yaşamının bir parçası olduğuna göre aynı sınırlar inancı ile paralel olarak tiyatro sahnesinde de geçerlidir elbette. Ama bu bir zorluk değil, tercihtir. Tıpkı bir yönetmenin ısrarla filmini siyah-beyaz çekmek istemesi gibi... Böyle bakmak lazım diye düşünürüm.


Tekrar oyun yazmayı ve oynamayı düşünür müsünüz? Olursa, eski tiyatrolarınızdan farklı bir yapı mı görürüz, yoksa tarzınızı ve konularınızı eski oyunlarınıza benzer şekilde mi belirlersiniz?


İstemez miyim? O kulis tozu, ya da sahne tozu denilen şey bizim oynadığımız salonlarda da vardı. Bizim de genzimize kaçtı bir kere. Yaklaşık yirmi yıl aradan sonra bir toplulukla tiyatro yapmayı çok özledim. Gerçi yıllardır sahne üzerinde şiir gösterileri ve tek kişilik stand-up’lar yapıyorum ama tiyatro özlemi başka bir şey. Nasıl ve ne yapacağımı, yapınca görürsünüz. Bakalım eskilerine benziyor mu, yoksa Ayyar Hazma tadında mı? Yaşarsak göreceğiz.



Sümeyye Karaarslan
 

türkü

Kıdemli Üye
Katılım
18 Tem 2007
Mesajlar
4,973
Tepkime puanı
975
Puanları
0
sarık ve cübbeden, çöl, deveden sıyrılmış, güncel müslüman hayatı ile paralel bir kurgu oluşturabilen, -bu demek degildir ki ayak uydurma niyetiyle tavizkâr olunan-aslında daha çok ve özünde insanı tasvir ve tahlil eden bir anlatım biçimi olarak, "din, dini tiyatroya karşıdır" demesinin mahiyeti böyle bişey olabilir mi:)
 
Üst