İbni Sebecileri susturan kesin deliller

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
İbni Sebecileri susturan kesin deliller
Önsöz
Eshab-ı kiramı kötüleyenler, yirmiden fazla fırkaya bölünmüştür.
Birinci kısım: En kötüsüdür. (Allah, Ali’nin içindedir. Ali’ye tapmak, Ona tapmaktır) diyor.

İkinci kısmı:
Bunları kötülüyor ve (Ali, Allah olur mu? O, insandır. Ama insanların en üstünüdür. Allah, Kur'anı ona gönderdi. Cebrail de, iltimas edip, Muhammed’e getirdi. O da Ali’nin hakkını yedi) diyor.

Üçüncü kısım:
Bunları kötüleyerek (Hiç böyle olur mu, Peygamber Muhammed “aleyhisselam”dır. Fakat, benden sonra, Ali halife olsun dedi. Sahabe, dinlemeyip, diğer üçünü halife yaptı. Ali’yi dördüncüye bıraktı) diyorlar. Diğer üç halifeye, Ali’nin hakkını aldılar diye düşman oluyorlar. Eshab-ı kiramın hepsine de, onun hakkını vermediler diye düşman oluyorlar. Kendi hakkını aramadı diye, Hz. Ali’ye de çok kızıyorlar. Bu üç kısmın hepsi de aşırı hareket ediyor.

Üçüncü halife Hz. Osman zamanında, Abdullah bin Sebe adındaki Yemenli bir Yahudi, İslam’da ilk olarak bölücülük fitnesini çıkardı. Buna aldananlar, Eshab-ı kiram arasına karıştılar. Tarih boyunca, din düşmanları tarafından desteklendiler. Zaman zaman azarak, İslamiyet’i içerden yıkmaya çalışmışlar ve çok müslüman kanı dökülmesine sebep olmuşlardır. Halbuki İslamiyet, birleşmeyi, kardeş gibi birbirini sevmeyi emretmektedir.

Müslüman görünerek, İslam’da ilk fitneyi çıkaran yahudi ibni Sebe’nin maksadı müslümanları birbirine düşürmek, Allah Resulüne ve arkadaşlarına akrabalarına itimadı sarsarak İslamiyet’i yıkmak idi. Bunu başarırsa din otomatikman yıkılıyordu. Dinin sahibine yani Allah ve Resulüne ve arkadaşlarına itimat kalmayınca daha kime inanılacaktı, bu iman nasıl iman olacaktı? Bu iman mı yoksa imansızlık mı olacaktı? Bu iddiaları yapan ibni Sebeciler, Hurufiler, Rafiziler, bu fitneyi ilk çıkaran yahudi ibni Sebe’nin yolundan gitmekte olup, o Yahudinin maksadına hizmet etmiş olmaktadırlar.

Ehl-i sünnet âlimleri, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Cennet ile müjdelenen eshab-ı kiramdan herhangi birine kâfir demenin küfre sebep olacağını, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle ispat etmişlerdir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Fitne veya bid'at yayıldığı, Eshabım kötülendiği zamanda, hakkı bilen, bilgisini müslümanlara duyursun! Hakkı yani doğru yolu bildiği [ve gücü yettiği] halde, müslümanlara duyurmayanlara, Allahü teâlâ ve melekler ve bütün insanlar lanet eylesin! Allahü teâlâ, böyle bir kimsenin farzlarını ve nafile ibadetlerini kabul etmez.) [Hatib, Deylemi]

Diğer maddelerde, ibni Sebecilerin iftiralarını ve bunları susturan kesin delilleri okuyacaksınız. Önce kısa bir bilgi verelim:

Sofiyye-i aliyyenin büyüklerinden ve reislerinden aynı zamanda Peygamber efendimizin torunlarından olan, gavs-i azam, seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:
(Muhammed aleyhisselamın ümmeti, başka Peygamberlerin ümmetlerinden daha üstündür. Bu ümmetin de üstünü, Ona iman ederek mübarek yüzünü görmekle şereflenen Eshab-ı kiramdır ki, hepsi Ona tâbi olmuş, Onun için harp etmiş, Onun uğruna canlarını, mallarını feda etmiştir. Onun emrini yapmak, birinci vazifeleri olmuş, her şeyde Onun yardımcısı olmuşlardır. Bu Eshabın da en üstünü Hudeybiye’de, Resulullah ile biat edip, Onun için ölmeye hazır olduklarını söz veren kahramanlardır. Bunlar, 1400 kişi idi. Bunların da en üstünü, Bedir muharebesinde bulunanlardır ki, bunlar 313 kişi idi.

Bunların da üstünü, ilk müslüman olan kırk kişidir ki, kırkıncısı Hz. Ömer, bunların otuz dördü erkek, altısı kadındır. Bunların da üstünü Aşere-i mübeşşere, yani Cennete girecekleri ismen müjdelenen on kişidir. Bunlar, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sad ibni Ebi Vakkas, Said bin Zeyd, Ebu Ubeyde bin Cerrah’dır.

Bunların da üstünü Hulefa-i raşidin, yani dört halife olup, bunların da üstünü Hz. Ebu Bekir, sonra Hz. Ömer, ondan sonra Hz. Osman, ondan sonra Hz. Ali’dir. Bu dördünden Hz.Ebu Bekir, iki sene dört ay, Hz.Ömer on sene, Hz.Osman oniki sene, Hz.Ali altı sene Resulullahın Halifesi oldu “radıyallahü anhüm”.

Dördünün hilafeti, bütün Sahabenin arzusu ve oy birliği ile ve her birinin, zamanının en üstünü olması ile idi. Zor ile, kuvvet ile ve kendinden daha üstün olanın hakkını almak sureti ile değildi. Ebu Bekri Sıddık, Muhacirlerin ve Ensarın söz birliği ile halife oldu. Şöyle ki, Resulullah vefat edince, Ensar-ı kiram, sizden bir emir, bizden bir emir olsun demişti. Hz. Ömer ayağa kalkıp, ey Ensar! Resulullahın Ebu Bekir’e, (Eshabıma imam ol!) diye emir buyurduğunu unuttunuz mu? deyince, biliyoruz ya Ömer, dediler. Hz.Ömer, devam ederek, içinizde Ebu Bekir’den üstünü var mı? dedi. Ensarın hepsi, kendimizi Ebu Bekir’den üstün sanmaktan Allah’a sığınırız, dedi. Hz.Ömer, Resulullahın tayin ettiği makamdan Ebu Bekir’i azletmeyi hanginiz hoş görür, deyince, bütün Ensar, hiçbirimiz hoş görmeyiz. Onu azletmekten Allah’a sığınırız, dediler. Muhacirler ile elbirliği yaparak Ebu Bekri Sıddıkı halife yaptılar. Hz.Ali ve Zübeyr de, sonra oraya geldi. İkisi de Halifeyi kabul etti. Hz.Ebu Bekri Sıddık, üç defa ayağa kalkıp, (Beni halife kabul etmekten vazgeçeniniz var mı?) dedi. Önde duranlar arasında bulunan Hz. Ali, ayağa kalkıp, (Hiçbirimiz vazgeçmeyiz. Vazgeçmeyi hiçbir zaman hatırımızdan geçirmeyeceğiz. Resulullah seni, hepimizin önüne geçirdi. Kim, seni geriye çekebilir?) buyurdu.

Hz.Ebu Bekri Sıddıkın halife olmasını isteyerek, en tesirli söz söyleyenin Hz. Ali olduğu kuvvetli, sağlam haberlerle gelmiştir. Mesela, Deve vakasından sonra, Abdullah bin Keva, Hz.Ali’ye gelip, Resulullah hilafet için, sana bir şey söylemedi mi? dediğinde: (Biz, önce dindeki vazifemize bakarız. Dinin direği ise namazdır. Allahü teâlânın ve Resulünün, dinde, bizden beğendikleri şeyleri, dünyalık olarak beğenir, seçeriz. Bunun için Ebu Bekir’i halife yaptık) buyurdu.

Resulullah son günlerinde, hasta iken, namaz kıldırmak için, Ebu Bekri Sıddıkı kendi yerine imam yapmıştı. Bilal-i Habeşi her ezan okuduğunda, (Ebu Bekir’e söyleyin, nasa imam olsun!) buyururdu. Resulullah, kendinden sonra, Hz.Ebu Bekir’in halife olmaya, herkesten daha layık olduğunu gösteren ve Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’den her birinin de, kendi zamanlarındaki insanlardan, hilafete en layık olduklarını bildiren çok şeyler söylemiştir.) [Gunyet-üt-Talibin]

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Hz. Ali, Ebu Bekri Sıddıkın halifeliğini seve seve kabul etmişti. Bunu herkes iyi bildiği için, (İstemeyerek kabul etti) demekten başka söz bulamadılar.

Hz. Ebu Bekir, halifeliğe layık olmasaydı, Hz.Ali onu istemez, benim hakkımdır derdi. Nitekim, Hz. Muaviye’nin halife olmasını kabul etmedi. Kendisi halife olmak için uğraştı. Halbuki, Hz. Muaviye’nin ordusu, kuvveti çok idi. Bu yüzden çok kimselerin ölmesine sebep oldu. Böylece güç durumda hakkını istediği halde, hakkı kendinde görseydi, Hz. Ebu Bekir’den istemesi daha kolay idi. Seçilmesini ister ve hemen seçilirdi. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir’i seçtiğini bildirip biat ettikten sonra, minberin önünde oturdu. Sonraki konuşmalarda, Halifenin suallerine tesirli cevaplar vererek Halifeyi destekledi. (Reddi Revafıd)

Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri aynı kitabında, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Hasan’ın üstünlüklerini gösteren hadis-i şerifleri ve hilafetlerini uzun uzadıya bildirdikten sonra, buyuruyor ki:
İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Hz. Muaviye’ye teslim etti. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Hz. Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Bu suretle, Server-i âlemin haber vermiş olduğu, (Bu benim oğlum seyyiddir. [Yani büyüktür] Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur. [Yani barıştırır]) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Görülüyor ki, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, Hz. Muaviye, İslamiyet’e uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi. Tabiin ve Tebe-i Tabiin ve dünyadaki bütün müslümanlar, Hz. Muaviye’yi halife olarak tanıdı. Server-i âlem, Hz. Muaviye’ye, (Halife olduğun zaman, yumuşak ol veya güzel idare et!) buyurdukları gibi, diğer bir hadis-i şerifte, (İslamiyet değirmeni, 35 sene veya 37 sene devam edecektir) buyurdu. Peygamber efendimizin çarh, yani dolab buyurmasının sebebi, dindeki kuvveti ve sağlamlığı bildirmek içindir. Bu müddetin otuz senesi dört halife ve imam-ı Hasan ile tamamlandıktan sonra, geri kalan beş veya yedi senesi, Hz. Muaviye’nin hilafeti zamanıdır. (Gunyet-üt-Talibin)

Mevahib-i ledünniyye
ikinci cildinde, Resulullahın gelecekte olacak şeylerden verdiği haberleri bildirirken diyor ki:
İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, Hz. Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et. Kötülük yapanları da, af eyle!) buyurdu. Yine İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) buyurdu. Hz. Ali, Sıffin muharebesinde: Bu hadis-i şerif hatırıma gelseydi, Muaviye ile harp etmezdim, dedi.
İmam-ı Beyheki diyor ki, Hz. Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, buyurdu ki:
(Ümmetimden bazı kimseler meydana çıkacak, Eshabımı kötüleyeceklerdir. Bunlar, müslümanlıktan ayrılacaklardır.)

Allahü teâlânın Kur’an-ı kerimde (Hepsine Cenneti vaad ettim, ben onlardan razıyım, onlar da benden razıdır) diye methettiği eshab-ı kiramın hiçbirine dil uzatılamaz. Fasık ve kâfir denilemez. Bu yüzden Hz.Ali kendisiyle savaş eden müslümanlar için buyurdu ki:
(Kardeşlerimiz bize asi oldu. Bunlar, kâfir veya fasık değildir.)

İmam-ı Şafii hazretleri de, (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu.

Ya Rabbi! Bizleri parçalanmaktan koru! Hepimizi, razı olduğun, beğendiğin, Ehl-i sünnetin doğru yolunda birleştir! İslam düşmanlarının yalanlarına aldanarak, tuzaklarına düşmekten koru!

Ya Rabbi! Bizi ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi af eyle! Mahlukların en kıymetlisi olan, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama ve temiz olan âline ve Eshabının hepsine bizlerden kıyamete kadar dua ve selamlar olsun! Âmin.


Abdullah bin Sebe hakkında kısa bilgi
Müslümanlar arasında Eshab-ı kiram düşmanlığını ilk aşılayan Yahudi dönmesi Abdullah bin Sebe’dir, “Sebeiyye” denilen sapık yolun kurucusudur. [Geniş bilgi için Abdullah bin Sebe kimdir maddesini okuyunuz. Burada özetle yazıyoruz.]

Hz. Osman’ın halifeliği zamanında Yemen’den Medine’ye geldi. Ben müslüman oldum dedi. Halifenin gözüne giremeyince, her yerde halifeyi kötülemeye başladı. Fitne ve fesat çıkaracağı anlaşılarak Medine dışına çıkartıldı. O da gittiği Basra, Şam ve Kufe’de de Halife Osman’ın aleyhindeki faaliyetlere devam etti. Eshab-ı kiramın büyüklerine uygunsuz sözler söyleyerek bozgunculuk yaptıysa da fazla taraftar bulamadı. Mısır’a gelerek cahilleri etrafına topladı. “Hz. İsa’nın döneceğine inanıp da Hz. Muhammed’in döneceğine inanmayana şaşarım” dedi. “Halifelik Hz. Ali’nin hakkıydı, Osman onun hakkına tecavüz ederek zalimlik yaptı” dedi. Hatta Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in hilafete geçmeye hakları olmadığını söyledi. Etrafına topladığı cahilleri isyana teşvik etti.

İbni Sebe ve taraftarlarının yaptığı fitnenin etkisinde kalarak Mısır ve Irak’tan Medine’ye gelen isyancılar Hz. Osman’ı şehid ettiler. Hz. Ali zamanında da fitne ateşini körüklemeye çalışan ibni Sebe, Kufe’ye giderek Hz. Ali’ye yaranmaya çalıştı. Hz. Ali’ye “sen tanrısın” diyerek ona secde etti. Hz. Ali, onu Medayin şehrine sürdü. Sebeiyye fırkası, Cemel ve Sıffin olayının hazırlayıcılarıdır. Hz. Ali’yi de şehid ettiler. Hz.Ali şehid olunca; “O ölmedi, bulutlara yerleşti, şimşek, yıldırım onun emri ile olmaktadır” derdi. Daha nice düzmece sözleri ile cahilleri aldatıp Müslümanları içeriden yıkmaya çalıştı. (Rehber Ansiklopedisi)

Yahudi İbni Sebe, 654’te Mısır’dan Medine’ye gelmiştir. (Müncid)

İbni Sebe Mısır’da isyana sebep oldu, ona inanan çapulcular, Osman’ı şehid etti. (Kamusül alam)

Yahudiler Resulullahı zehirledikleri halde, öldüremeyince bu sefer müslümanların arasında fitne çıkarmaya başladılar. İbni Sebe, her peygambere Allah tarafından vasi verildiği ve Hz. Muhammed’in vasisinin Hz. Ali olduğu hakkında propagandaya girişti. Mısır’dan Medine’ye gelmiştir. Hz. Ali’ye secde etmiştir. Hz. Ali de onu Medayin şehrine sürmüştür. (İslam Ansiklopedisi)

Cemel Savaşını hazırlayan ibni Sebe’nin Müslümanlığa karşı kazandığı zaferin bu ikincisi idi. Daha önce Hz. Osman’a karşı hazırladığı isyanı kazanmıştı. (Kısas-ı Enbiyâ, Mir’atül’iber)

Hz. Osman halife iken, Abdullah bin Sebe isminde Yemenli bir Yahudi, Medine’ye geldi. Halifeden yüz bulamayınca, Hz. Osman’ı kötüledi. Halife de, bunu Medine’den çıkardı. Bu da, Mısır’a gidip, halifeyi kötülemeye başladı. Çok bilgili olduğundan, cahilleri etrafına topladı. (Her Peygamberin bir veziri var idi. Peygamberimizin veziri de Ali’dir. Hilafet, onun hakkı idi. Osman, onun hakkını elinden aldı) diye her yerde konuşmaya başladı. (Tarih-i Taberi)

Eshab-ı kiramı kötüleyenlerin ilki, Abdullah bin Sebe’dir. (İbni Mülcem Hz. Ali’yi öldürmedi. Şeytan Ali’nin şekline girmişti. Şeytanı öldürdü. Ali, bulutlar içindedir. Gök gürlemesi, onun sesidir. Şimşek, kamçısıdır) derdi. İbni Sebe Yahudisinin sözlerine aldanan (Sebeciler), gök gürültüsü işitince, (Ey emirel-müminin! Sana selam olsun) derler. (Reddi revafıd)

Sebeiyye sapık inanışını kuran, Abdullah bin Sebe adında Yemenli bir Yahudidir. “Sen tanrısın” dediği için Hz. Ali bunu Medayin’e sürdü. (Tuhfe-i isna aşeriyye)

Eshab-ı kiramın hepsini sevenlere Ehl-i sünnet denir. Bir kısmını sevmeyenlere Şii denir. Tamamına düşman olanlara Rafizi denir. Rafiziler, ibni Sebe’nin yolundadır. (Cennet yolu ilmihali)

İbni Sebe’nin varlığı ve Sebe’iyye fırkası
Rafıziler ile Sünni görünen bazı mezhepsizler, İbni Sebe diye birisi yok diyorlar. Halbuki yüzlerce kitap İbni Sebe’den bahseder. (El Şia ve El Sünne) kitabında İhsan İlahi Zahir diyor ki: İslam güneşi doğup her yere yayılınca, kâfirlerin ve müşriklerin kalbleri yanıp tutuştu. Yahudiler, İran Mecusileri, Hindular, İslam’a tuzak hazırlamaya başladılar. Fitne çıkarıp, kan dökülmesine sebep oldularsa da, İslamiyet’i yıkamadılar. Kâfirliğini gizleyenlerin başında Yahudi Abdullah bin Sebe gelir. Sünni ve Şia’dan tarihçiler, hadisçiler ve tabakat sahipleri, edebiyat ve soy kütükçüleri İbni Sebe’ye yer vermişlerdir.

Bazıları şunlardır:
Çok bid’at çıkaran İbni Sebe’ye Allah lanet etsin. (İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/190);
İbni Sebe, Yemen Yahudisidir. (İbni Asakir Dimaşik Tarihi 3/29, İbni Esir, Kâmil 3/77);

İbni Sebe kendini tam kamufle etmiştir. Basra valisi Abdullah bin Amir, ona ismini sorduğunda, ben ehli kitaptan İslamiyet’i seçen ve size yakın olmak isteyen bir kişiyim demiştir. İbni Amir ona, bunu nereden bileyim der ve Basra’dan çıkarır. (Taberi 4/326-327),

İbni Sebe, Şam’da rolünü oynayamadan Mısır’a geçmiştir. (Taberi 4/340),

İbni Sebe’ye anası siyahi olduğu için İbni sevda da denir. (El Mukrizi, el Hutat 2/356);

İbni Sebe’nin anası Habeşli siyahi - zencidir. (Taberi 4/326-327),

İbni Sebe ve fırkası taşkınlar sınıfındadır. (Ebul Hasenil Eş’ari, Makalatil İslamiyyin 1/85);

Kelbi, ibni Sebecidir. (İbni Hibban kitabil Mecruhin 2/253);
İbni Sebe Hz. Ali ölmedi derdi. (El Mukaddesi, el Bedi vel Tarih 5/129);
Hz. Ali’nin nasla imam olacağını ilk ortaya atan İbni Sebe’dir. (Şehristani, Milel ve Nihal 2/116);

İbni Sebe, Hz. Ali’nin bir kısmı ilahtır derdi. (Essafidi, el Vafi bil Vefiyyet 17/20);

Yahudi Pavlos’un Hıristiyanlığa yaptığı gibi Yahudi İbni Sebe de müslüman görünüp İslam’ı bozmaya çalıştı. (Ebil Iz El Hanifi, Şerh el akidetü et-Tahaviyye s.578);

İbni Sebe tenasühü İslam’a sokmaya çalışmıştır. (Mukrizi, el Hutat 2/356);

Yahudi İbni Sebe, bâtıl davasını sinsice, tedrici olarak ve kurnazca yayardı. (Abdulaziz bin Veliyullah Muhtasaril Tuhfe el İsna Aşeriyye s.317);

Sebeciler biz vahye ulaştık derler. (İbni Ebi Ömer el Adni, Kitabül imam s.249);

Hz. Ali, Sebecileri ateşte yaktı. (El Maltı, Tenbih s.18, Cevzcani, Ahval el Rical s.38, Fahrettin el Razi İtikâdet Firak el Müslimin vel Müşrikin s.57; Hz. Ali’nin yaktığı hadis kitaplarında da geçer: Ebu Davud 4/126, Nesai 7/104, Hakim 3/538),

Sebeciler Hz. Ali’ye yaratıcı dediler. (İbni Abdu Rabbeh, el Akdul Ferid 2/405),
Sebeciler, İbni Sebe’nin adamlarıdır. (El Havarzemi, Mefatihul Ulum s.22).

İbni Sebe’den bahseden kitaplardan bazıları şunlardır:
İbni Asakir, Tarihi 3/29, 29/7;
İmam Taberi, Tarih Taberi 4/283-505;
Furazdak, Divan s.242-243;

İbni Kuteybe, Mearif 267; Muhtelif Hadis Tevili s.73;
Süyuti, Hüsnü Muhadara 2/174; Lubbul Elbab fi tahrirul Enseb 1/132;
Cevzcani, Ahval el Rical s.38;

El Belaziri, Enseb el Eşraf 3/382;
İbni Abdu Rabbeh, el Akdul Ferid 2/405;
Ebu Asım Huşeyş bin Esram, İstikame;

Ebu Hasan Eş’ari, Makaletil İslamiyyin 1/85;
İbni Hibban, Kitabil Mecruhin, 2/253;
El Mukaddesi, el Bedi vel Tarih 5/129;

El Maltı, Tenbih s.18;
El Havarzemi, Mefatihul Ulum s.22;
El Hemazani, Tesbit Dalail el Nübüvveh 3/548;

Mutezile Cahiz, Beyan ve Tebyin s.81-83;
Bağdadi, el Firak Beynel Firak s.15;
İbni Habib Bağdadi, Muhber s.308

İbni Hazm, Fasıl fil Milel ve Nihal 4/186;
El Esfarayani, el Tabsira fiddin s.108;
Şehristani, Milel ve Nihal 2/116-155;

Sem’ani, Enseb 7/24
Neşvan el Humeyri, Hivarul Ayn s.154;
İbni Esir, Ellubab 2/98; Kâmil, 3/144-154

Fahrettin el Razi, İtikâdet Firak el Müslimin vel Müşrikin s.57;
Es Sekseki, el-Burhan;
İbni Teymiye, Mecmu’ul Fetava 4/435, Minhec’ul Sünnetül Nübeviyye

El Ma’laki, Temhid vel Beyan s.54
Zehebi, el Muğni fid Duafa 1/339; Mizan 2/426, İslam Tarihi 2/122-123;
Essafidi, el Vafi bil Vefiyyet s.17-20

İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/183;
Kermani, Firak el İslamiyye, s. 34
Şatibi, el İ’tisam 2/197;

Ebil İz El Hanifi, Şerh el akidetü et-Tahaviyye s.578;
Cürcani, Tarifat;
Mukrizi, el Hutat 2/356-357;
Hafız bin Hacer, Lisanil Mizan 3/290;

El Ayni, Akdul Ceman 9/168;
Sefarani, Levamiul Envar 1/80;

İbni S’ad, Tabakat Kübra 3/39
Abdul Aziz bin Veliyullahil Dehlevi, Muhtasaril Tuhfe el İsne Aşeriyye s.317

Şia kitaplarından bazıları:
El Naşi el Ekber, Meseil el İmame s.23;
El Kami, Mekalet ve Firak s.2;
Nubahti, Firak el şia s.23;

Ebu Hatim el Razi, El zine fil Kelimatil İslamiyye s. 305;
El Keşi, Rical s. 98-99;
Ebu Cafer Saduk bin Babuvi el Kami, Men la Yahdurhül Fıkıh 10/213;

Şeyh el Mufiyd, Şerh Akaidil Sudur s. 257;
Ebu Cafer el Tusi, Tehzibul Ahkam 2/322;
İbni Şehri Aşub, Menakibi âli Ebi Talib 1-227-228;

İbni Ebil Hadid, Şerh Nehcül Belaga 2/99;
Hasan bin Ali el Hilli, Rical 2/71;
İbnil Murteda, Tacul Arus s.5-6;

Erdibili, Cami ul Rivat 1/485;
El Meclisi, Bahrul Envar elcamiatü lidürari Ehbaril Eimmetül Ethar 25/286;
Nimetullah El Cezairi, Envarul Numaniyye 2/234;

Tahir El Alimi, Miratül Envar ve Mişkatül Esrar fi Tefsirul Kur’an s.62;
Memakani, Tenkihul mekal fi ehvalir rical 2/183;

Muhammed Hüseyn el Muzferi, Tarih el Şia s.10;
El Havanseri, Ravdatül Cinan 3/141
 

buharaA

Paylaşımcı
Katılım
11 Ara 2006
Mesajlar
163
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Eshab-ı kirama dil uzatılamazSual: Allahü teâlânın, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an-ı kerimde methettiği, (Hepsinden razıyım, hepsine Cenneti vaad ettim) diye buyurduğu eshab-ı kirama, ibni Sebeciler, hâşâ münafık, kâfir diyorlar, olmadık şeyleri söylüyorlar. İlk üç halifeye sövmeyi ibadet kabul ediyorlar. Allah tarafından övülen Resulullahın arkadaşlarına sövmenin dindeki yeri nedir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Cennet ile müjdelenen eshab-ı kiramdan herhangi birine kâfir demek, küfre sebep olur. Eshab-ı kiramın istisnasız hepsinin Cennetlik olduğu âyet ve hadislerle bildirilmiştir. İşte bir âyet-i kerime meali:
(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal verip savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlarla eşit değildir. Onların derecesi, sonradan Allah yolunda harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah [Eshabın] hepsine de en güzel olanı [Cenneti] vaad etmiştir.) [Hadid 10]

Âyet-i kerimede, sapıklara fırsat vermemek için, ve küllen vaadallahü hüsna buyuruluyor. Yani Allah hepsine Cenneti söz vermiştir buyuruluyor. Fazilet bakımından elbette Mekke’nin fethinden önce Müslüman olanlar, daha sonra Müslüman olanlardan daha üstündür. Ama hepsi de Cennetliktir.

Âyet-i kerimede fetihten öncekilere Hüsna [Cennet] vaad edildiği gibi, fetihten sonrakiler, o dereceye kavuşmasa bile, onlara da Hüsna söz verilmiştir. Dört halife de fetihten önce, Allah yolunda infakta bulunmuş ve savaşmıştır. Bu âyeti inkâr edip üç halifeye zalim, kâfir gibi sözler söyleyenin kendisi kâfirdir. Piyasada birçok meal vardır. Hepsi de Ve küllen vaadallahü Hüsna âyetini birkaç kelime farkı ile aynısını bildirmiştir. Küllen kelimesini kimisi, hepsi diye, kimi de herbiri diye tercüme etmiş. Her biri Cennetlik demek de, istisnasız hepsi Cennetlik demektir. Şimdi meallere bakalım:

Diyanetin mealindeki ifade aynen şöyledir: (Allah, hepsine Cenneti vaad etmiştir.)
Ömer Nasuhi Bilmen’in mealindeki ifade: (Allah hepsine de pek güzel mükafat vaad etmiştir.)
Süleyman Ateş’in mealindeki ifade: (Allah hepsine de en güzel sonucu vaad etmiştir.)

Vehhabilerin dağıttığı mealdeki ifade: (Allah hepsine de en güzel olanı vaad etmiştir.)
Hasan Basri Çantay’ın mealindeki ifade: (Allah her birine en güzel olanı (Cenneti) vaad etti.)
Tibyan tefsirindeki ifade: (Allah her birine hüsnayı (Cenneti) vaad etti.)

A. Fikri Yavuz’un mealindeki ifade: (Allah hepsine Hüsna’yı=Cenneti vaad buyurdu.)
Hz. Osman’a dil uzatan S. Kutub’un ifadesi: (Hepsine de Allah en güzel olanı vaad etmiştir.)
Eshaba saldıran Mevdudi’nin ifadesi: (Allah her birine en güzel olanı vaad etmiştir.)

Elmalılı Hamdi Yazır, Konyalı M. Vehbi, Ali Arslan ve Celal Yıldırım’ın tefsirinde, M. Ali Sabuni Safvetüt Tefasirde ve piyasadaki diğer tefsir ve meallerde de aynı ifadeler geçmektedir.

Allahü teâlâ, sadece Eshab-ı kiramın Cennetlik olduğunu bildirmekle kalmadı, o mübarek insanları sevip onların yolundan giden Müslümanlardan da razı olduğunu, onları da Cennete koyacağını bildirdi. İşte bir âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin [Mekke’den hicret eden eshabın] ve Ensarın [Medine’de muhacir eshaba yardımedenlerin] önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allah razıdır ve bunlar da, Allah’tan razıdır. Allah bunlar için, altından ırmaklar akan Cennetler hazırladı. Bunlar Cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır.) [Tevbe 100]

Allahü teâlânın zatı gibi sıfatları da sonsuzdur. Razı olması da sonsuzdur. Allah, Eshabdan birkaç sene razı oldu sonra vazgeçti denilemez. Allah sözünden dönmez.
İki âyet-i kerime meali:
(Allah asla sözünden dönmez.) [Al-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31]
(Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6]

İbni Hacer-i Mekki hazretleri diyor ki:
Araf ve Hicr surelerinde (Biz azimüşşan, onların kalblerindeki gıl ve gışşı nezettik) buyuruluyor. Yani kalblerindeki kin ve düşmanlık gibi şeyleri kökünden çıkarıp attık. Demek ki, hiçbir sahabi, başka bir sahabiye haset ve kin beslemez. Çünkü, hepsi Hakkulyakin mertebesine ulaşmışlardır. Aralarındaki savaşlar ictihad sebebi ile idi. Her biri, kendi ictihadı ile hareket etmeye mecbur olduğundan, hiçbiri kötülenemez. Eshab-ı kiramdan birini kötülemek, (Allah onlardan razıdır) mealindeki âyete inanmamak olur. (Tathir-ül-cenan)

Allahü teâlâ, sahabi düşmanlarına fırsat vermemek için, sadece cihad edenlerin değil, evlerinde oturanların da Cennetlik olduğunu bildirmiştir. İşte âyet-i kerime meali:
(Müminlerden, oturanlarla malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı [Cennet] vaad etmiştir; ama cihad edenleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.) [Nisa 95] Bu âyette de, “hepsi Cennetliktir” buyuruluyor.

Hz. Âdem’den beri bir çok Peygamber gelmiştir. İçlerinde en kıymetlisinin, bizim Peygamberimiz olduğu ve en iyi eshab da Onun eshabı, en iyi ümmet de Onun ümmeti olduğu bildirilmiştir. İşte bir âyet-i kerime meali:
(Sizler, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.) [Âl-i İmran 110]

Eshab-ı kiram birbirinin dostu idi. İşte âyet-i kerime meali:
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve
[hicret eden eshabı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]
Eshab-ı kiramı birbirine düşman gibi göstermek bu âyet-i kerimeye de aykırıdır.

Burada bunu ispat için bir güzel misal verelim:
Eshab-ı kiramın, ensarın büyüklerinden, Peygamber efendimizin mihmandârı, sancaktârı ve katiplerinden olan Halid bin Zeyd Ebu Eyyub-i Ensari hazretleri [Türkiye’de Eyüp Sultan denilmekle meşhurdur] 670 (H.50) senesinde İstanbul’da şehid olmuştur.

Resulullah efendimiz, Medine’ye hicret edince, deve bunun kapısında çöktü. Mescid yapılıncaya kadar, yedi ay bu mübarek sahabinin evinde misafir kaldı. Bütün eshab-ı kiram istediği halde, Resulullahı yedi ay ağırlama ve evinde bulundurma şerefi bu mübarek zata nasip oldu. Medine ahalisi Hz. Halid’in evine gelip Resul-i ekremi ziyaret etti.

Hz. Halid, Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve başka gazalarda Resulullah efendimizin yanında bulundu ve hayır dualarına kavuştu. Birçok muharebelerde sancaktârlık hizmeti ile şereflendi. Bu sebeple kendisine Sancaktâr-ı Resulullah ünvanı verildi. Yüzelli hadis-i şerif haber vermiştir. İhtiyar olduğu halde Hz. Muaviye zamanında, Süfyan bin Avf kumandasındaki ordu ile İstanbul’u almaya geldi. Yezid’in de bulunduğu asker arasında otuzüç sahabi vardı.Abdullah ibni Abbas, Abdullah ibni Ömer, Abdullah ibni Zübeyr hazretleri de Ebu Eyyüb-el Ensari Halid hazretleri ile beraberdi. Bunlardan Hz. Halid dizanteriden vefat etti.

Ebu Eyyub-i Ensari hazretleri, Cemel ve Sıffin vakalarında, Hz. Ali’nin yanında bulundu. Kumandanları arasında yer aldı. Hakemlerin kararı ile Hz. Muaviye halife seçildiği gün, Medine’de Hz. Ali tarafından vali idi. Suriye, Filistin muharebelerinde, Mısır ve Kıbrıs’ın fethinde bulundu. Gayet şecaatli ve pek kahramandı. Bir muharebede özrü sebebiyle bulunmadığı için hep üzülürdü.

İlk imana gelenlerden ve hayatta iken ismen Cennetle müjdelenen on kişiden birisi olan Hz.Talha ile ahiret kardeşi idi. Resulullah efendimiz yapmıştı.

[Ki bu Talha hazretleri, Hicretin 36. yılında, Cemel vakasında, Hz. Ali’ye karşı savaş edenler arasında idi. Bu muharebede şehid olunca, Hz. Ali çok üzüldü. Ağlayarak yanına gitti, mübarek elleri ile, toprağı yüzünden sildi. Cenaze namazını kendi kıldırdı.]

Evet, bu yüce sahabi, Resulullahın sancaktârı, Hz.Ali’nin kumandan ve valilerinden Hz. Halid, bir zaman önce kendisine karşı savaştığı Hz. Muaviye’nin, halifeliği zamanında İstanbul’un fethi için teşkil ettiği orduya katıldı. Birbirlerini sevmeselerdi, Hz.Ali efendimizin buyurduğu gibi, birbirlerini kardeş bilmeselerdi hiç Hz. Muaviye’nin halifeliği zamanında onun emrine girip, fetih için gönderdiği orduya katılır mıydı? Ki bu katılması onun şehid olmasına da sebep oldu. (Kısas-ı Enbiya, Şevahüd-ün-nübüvve, Tezkire-i Kurtubi muhtasarı, H.S.Vesikaları, Eshab-ı Kiram, S. Ebediyye)

Eshab-ı kiramın birbirine karşı çok merhametli oldukları, tamamının birbirini sevdikleri, mesela Hz. Ali’nin Hz. Muaviye’yi sevdiğini şu âyet-i kerime açıkça bildirmektedir:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı şiddetli, çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır. Bunları çok zaman rüku ve secdede görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Çok secde ettikleri yüzlerinden belli olur. Bu Onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar, ekine benzer. İnce bir filiz yerden çıkıp kalınlaşıp yükseldiği gibi, az ve kuvvetsiz oldukları halde, kısa zamanda etrafa yayıldılar. Her tarafı iman nuru ile doldurdular. Herkes filizin halini görüp, az zamanda nasıl büyüdü diyerek, şaşırdıkları gibi, hâl ve şanları dünyaya yayılıp, görenler hayret etti ve kâfirler kızıp, öfkelendiler.) [Feth 29] Eshab-ı kirama kızanların da kâfir oldukları yine bu âyet-i kerimede bildirilmektedir.

Adam öldürmek, zina, içki, hırsızlık çok büyük günah iseler de kâfirlik değildir. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah, dilediğinin; şirkten [küfürden] gayri günahlarını affeder.) [Nisa 48, 116]

(Müminlerden iki taife birbiriyle çarpışırlarsa, aralarını bulun, müminler, elbette kardeştir, kardeşlerinizin arasını bulun.)
[Hucurat 9-10]

Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olan Hz. Vahşi ve diğerleri, tertemiz birer müslüman, Cennetlik bir sahabi olup, eski günahları da sevaba çevrilmişti. Çünkü Kur’an-ı kerimde açıkça buyuruluyor ki:
(Tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını sevaplara çeviririm.) [Furkan 70)
Bu husus kâfir iken Müslüman olan herkes için geçerlidir. Hangi günah olursa olsun, şirk yani kâfirlik dahil, tevbe edilince Allahü teâlâ onu affeder. Bu husus, kıyamete kadar böyledir.

Allahü teâlâ, Resulüne, (Sana indirdiğim bu Kur’anı açıkla) buyuruyor. (Nahl 44)
Resulü açıklayarak buyuruyor ki:
(Eshabıma dil uzatmakta Allah’tan korkun! Benden sonra onları kötü emellerinize alet etmeyin! Onları seven, beni sevdiği için sever. Beni sevmeyen de onları sevmez. Onları inciten beni incitmiş olur. Beni inciten de Allahü teâlâyı incitmiş olur. Bunun da cezası gecikmeden verilir.) [Buhari]

(Eshabımın hiçbirine dil uzatmayın. Onların şanlarına yakışmayan bir şey söylemeyin! Allah’a yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir avuç arpası kadar sevap alamaz.)
[Ebu Davud]

(Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.)
[Bezzar]

(Eshabımdan herhangisine uyarsanız, Allahü teâlânın sevgisine kavuşursunuz.)
[Beyheki]

(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz.)
[Darimi, Beyheki, İbni Adiy, Münavi]

(Rabbim bana vahyetti ki: "Eshabın gökteki yıldızlar gibidir. Bazısı bazısından daha parlaktır. Onlardan birine uyan hidayet üzeredir”)
[Deylemi]

(Eshabımın ve akrabamın ve gösterdiğim yolda gidenlerin sevgisinde benim hakkımı koruyun! Onları sevmek suretiyle peygamberlik hakkımı koruyanları, Allahü teâlâ, dünyada ve ahirette belalardan, zararlardan korur. Peygamberlik hakkımı düşünmeyip, onları incitenleri, Allahü teâlâ sevmez. Allah’ın sevmediklerine de azap etmesi yakındır.)
[Taberani]

(Eshabımın ismini işitince, susun, şanlarına yakışmayan söz söylemeyin!)
[Taberani]
(Eshabımı kötüleyene Allah lanet etsin.) [Taberani, Beyheki, Hakim]

(Eshabımın kusurlarını söylemeyin! Kalbleriniz onlara karşı değişir. Eshabımı iyilikle anın ki, kalbleriniz ülfet etsin!)
[Deylemi]

(Eshabım gibi hiç kimse İslamiyet’e hizmet edemez.)
[İ. Süyuti]
(Beni gören müslüman, Cehenneme girmez.) [Taberani]

(İnsanların en hayırlısı asrımdaki müslümanlar
[Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin] dir. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin] dir. Artık bunlardan sonra yalan yayılır. Bunların [Eshabımın yolunda olmayanların] sözlerine ve işlerine inanmayınız!) [Buhari, Müslim, Tirmizi]

(Eshabım arasında fitne çıkacak, o fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine af ve mağfiret edecektir. Sonra gelenler, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.)
[Müslim]

(Eshabımı kötüleyen hariç, kıyamette, her müminin kurtulma ümidi vardır.)
[Hakim]
(Eshabımı kötüleyenler, Müslümanlıktan ayrılmış olur.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ, bana eshab ve akraba olarak en iyileri seçti. Birçok kimse, eshabıma ve akrabama dil uzatır, kötülemeye çalışırlar. Böyle kimselerle oturmayın! Birlikte yiyip içmeyin, bunlardan kız alıp vermeyin.)
[Dare Kutni]

Ağaç altında söz veren eshab
Allahü teâlâ, ağaç altında sözleşme yapılan Eshabdan da razı olduğunu bildirmiştir. İşte âyet-i kerime meali:
(Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır. Kalblerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.) [Fetih 18]

İmam-ı Begavi diyor ki: Cabir bin Abdullah dedi ki, Resulullah, (Ağaç altında benimle sözleşenlerden hiçbiri Cehenneme girmez!) buyurdu. Bu sözleşmeye, Biat-ür-rıdvan denir. Çünkü, Allahü teâlâ, bunlardan razıdır. (Meâlimüttenzil)

[Bunlar, 1400 kişi idi. Hudeybiye’de (Biat-ür-rıdvan) yapıldı ve 8. senede Mekke feth edildi. Bu 1400 sahabe arasında üç halife ve ileride Hz. Ali ile savaşacak olan Eshab da var idi.]

Maveraünnehir âlimleri buyurdu ki:
Üç halife, Fetih suresinin, (Sana, ağaç altında söz veren müminlerden Allah razıdır) mealindeki 18. âyeti arasına da girmekle şereflendikleri için bunları kötülemek küfür olur.

Üç halife âyet-i kerimelerle Cennetle müjdelendiği gibi, ikram olarak ismen de Cennetle müjdelenmişlerdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(On kişi Cennettedir: Ebu Bekir ve Ömer ve Osman ve Talha ve Zübeyr ve Abdurrahman bin Avf ve Ali bin Ebi Talib ve Sad bin Ebi Vakkas ve Ebu Ubeyde bin Cerrah ve Said bin Zeyd.) [Tirmizi, İbni Mace]

(Bir kimseyi, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’den üstün gören beni yalanlamış olur.)
[Rafi'i]

(Şu dört kişinin sevgisi bir münafığın kalbinde toplanmaz. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali.)
[İbni Asakir]

(Allahü teâlâ, namazı, zekatı ve orucu farz ettiği gibi, Ebu Bekri, Ömer’i, Osman’ı ve Ali’yi sevmeyi de farz etti.)
[Vesile]

(Cebrail dedi ki: Allahü teâlâ buyuruyor ki, "Her ümmet kıyamette susuzluk görecek, yalnız Ebu Bekir Ömer, Osman ve Ali’yi sevenler müstesna.)
[Rafi'i]

(Başınıza Ebu Bekir gelince, onu zahid ve ahirete ragıb bulursunuz. Başınıza Ömer gelince, onu kuvvetli, emin ve Allah yolunda kimseden çekinmez görürsünüz. Başınıza Ali gelince, hadi ve mühdi olur. Sizi doğru yola götürür bulursunuz.)
[Hakim, İ.Ahmed]

(Ümmetimin en merhametlisi Ebu Bekir, dinde en sağlam olanı Ömer, en hayalısı Osman, en iyi hüküm vereni ise Ali’dir.)
[İbni Asakir, Ebu Ya’la]

(Her Peygambere eşraf ve kerimden 7 kimse verildi. Bana ise 14 kişi verildi. Ali, Hasan, Hüseyin, Cafer-i Tayyar, Hamza, Ebu Bekir, Ömer, Mus'ab ibni Umeyr, Bilâl, Selman, Ammar, Abdullah ibni Mes'ud, Mikdat ve Huzeyfe ibni Yemani.)
[Hakim, Ebu Nuaym]

(Sünnetime ve hulefa-i raşidinin yoluna sımsıkı sarılın!)
[Buhari]

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, Bedir savaşına katılanlardandır. Bedir ehlinin şânı için hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bedir savaşına katılan müslümanlar Cennetliktir.) [Dare Kutni]

(Allahü teâlâ Bedir ehline rahmetiyle tecelli edip şöyle buyurdu: "Ne yaparsanız yapınız, Ben sizi şimdiden affettim.")
[Hakim]

(Cebrail geldi ve bana "Bedir’de hazır olanları nasıl sayarsınız?" dedi. Dedim ki, Hayırlılarımızdır. Dedi ki, Melaikeden Bedir’de bulunanlar da bizim nazarımızda meleklerin hayırlılarıdır.)
[Buhari]

(Eshab-ı Bedirden birine nasıl söz söylersin? Eğer sen Uhud dağı kadar altını infak etsen, onun derecesini bulamazsın.)
[Hakim]

Eshab düşmanları diyor ki:
“Bu üç halife, birkaç iyi iş yapmışlarsa da, daha sonra kötülük yaparak, verdikleri sözü bozmuş ve Allah da rızasını onlardan kaldırmıştır. Peygamber, Ali’nin halife olmasını emrettiği halde, bu emre uymadılar. Fatıma’yı incittiler. Hadis-i şerifte, (Onu inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de, Allah’ı incitir) buyurulmuştur. Ahzab suresinde, (Allah’a ve Resulüne eziyet edenlere, dünyada da, ahirette de lanet olsun) buyuruldu. Bu kötü işlerinden, üç halifenin üçünü de kötülemek ve onlara sövmek gerekir.”

Bu sözlerle Allahü teâlâ hâşâ cahillikle suçlanmış oluyor. Allah onların ne yapacaklarını bilmiyor muydu? Allah’ın zatı gibi sıfatları da ebedidir. Birkaç seneliğine razı olup, sonra rızasını kaldırmaz. Allah verdiği sözden dönmez. (Al-i imran 9)

İlk dört halifeyi kötülemek Resulullahı kötülemek olur. Resulullah, âlemlere rahmet idi, çok kıymetli idi, Onun ehl-i beyti, hanımları ve eshabı da çok kıymetli oldu. (Feth 29)

Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafındanakraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim] (Bu dört halife, aynı zamanda Eshardan idi.)

Allahü teâlâ, ağaç altında söz veren Eshabdan razı olduğu zaman, onların niyetlerini elbette biliyordu. Allahü teâlâ, onların verdiği sözü beğenince, iman ile giderler. Çünkü, Allah, ileride kâfir olacakların hiçbir işinden razı olmaz. İmansız ölecek olanlar, güzel iş yapsa da, Allah bunların, böyle işlerini de beğenmez. Kâfirlerin yaptığı güzel işler için, Nur suresi, 39. âyetinde (Kâfirlerin yaptığı güzel işler, çölde görülen seraba benzer. Susuz olanlar, bunu uzaktan su sanır. Yanına gidince, bir şey bulmaz.) ve Maide suresi, 57. âyetinde, (Kâfir olarak ölenin yapmış olduğu bütün iyi işleri yok olur. Dünya ve ahirette fayda vermez) buyuruldu. Ahirette işe yaramayacak olan bir işten, Allah razı olur demek, Allah’ın sıfatlarını inkâr etmek olur.

Hz. Ali’nin ilk halife olmasını, Resulullah bildirmedi. Eğer bildirseydi, Hz. Ali, bu emri gizlemez, açıkça söyler ve Hz. Ebu Bekir’in halifeliğini kabul etmezdi. Nitekim Hz. Ebu Bekir, (Halifeler Kureyş’tendir) hadis-i şerifini söyleyerek, Ensarın halife olmasını kabul etmedi. Ensar da, razı olup, halifelik isteğinden vazgeçtiler.

Fatıma’yı incitmemek için olan emir, her türlü incitmeyiniz demek değildir. Çünkü, Hz. Ali, onu birkaç defa incitti. İncitmesi suç olmadı. Bunun gibi, Resulullah, (Âişe’yi üzerek, beni incitmeyiniz! Biliniz ki, onun yatağında iken bana vahiy gelmektedir) buyurmuştu. Âişe’yi incitmenin, kendisini incitmek olduğunu bildirdi. Halbuki, Hz. Âişe, Hz. Ali’den elbette incindi. Bunun için (incitmeyiniz) emri, şeytana uyarak incitmeyiniz, demektir. Yoksa, İslamiyet’in, emrini yerine getirmek için üzmek yasak olmaz. (Biz Peygamberler, miras bırakmayız. Bıraktıklarımız, fakirlere sadaka olur) hadis-i şerifine uyarak Hz. Ebu Bekir, Fedek hurmalığının gelirini Hz. Fatıma’ya vermeyip fakirlere dağıttı. Hz. Ali de, halife olunca, Fedek hurmalığının gelirini Hz. Fatıma’nın mirasçılarına vermeyip, emre uyarak o da fakirlere dağıttı. (Reddi revafıd)
Şu halde, Hz. Ebu Bekir Fedek hurmalığı yüzünden suçlanırsa, aynı uygulamayı yapan Hz. Ali de suçlanmış olur. Hz. Ali’ye bu suçlamayı yükleyenler, anlaşılıyor ki Hz. Ali’nin değil, yahudi ibni Sebe’nin yolundadırlar. Hz. Ali hâşâ korkak mıydı, kimden korkuyordu, hem Hz. Ebu Bekir de Hz. Ömer de Hz. Osman da vefat etmişti. Üstelik halife kendisi idi, bütün yetkiler elinde idi. Demek ki Hz. Ali doğru olanı yapmıştı.

Ehl-i beyti sever görünerek
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberimizin Halifelerine sövmeye ibadet diyen din, nasıl bir dindir? Din büyüklerini sövmeyi, kötülemeyi, imanlarının temeli sanan kimselerin, doğru yoldan nasibi ne olabilir! Bunlar, on iki fırkadır. Hepsi de Eshab-ı kirama kâfir diyor. Olmadık şeyleri söylüyorlar. Dört Halifeden üçüne sövmeyi ibadet biliyorlar. Böyle kimseler hakkındaki azapları bildiren hadis-i şerifleri de işitince, bunları başkaları için sanıyorlar. Keşke gittikleri yolun manasını bilip, bu yoldan da kaçınsalardı. Peygamber efendimizin Eshab-ı kiramına düşmanlık etmeselerdi ne güzel olurdu! Hıristiyanlar da kendilerine İsevi diyor. Yahudiler de Musevi deyip hiçbiri kendilerine kâfir demiyor ve kâfir bilmiyorlar. Kendi dinsizliklerini beğenmeyenlere kâfir diyorlar. Hepsi de aldanıyorlar. Her ikisi de kâfirdir.

Eshab-ı kirama düşman olmayı, Abdullah bin Sebe adındaki bir yahudi dönmesi ortaya çıkardı.

Bunlar, galiba Ehl-i beyt-i nebeviyi kendileri gibi sanıyor. Onları da, Hz.Ebu Bekir ile Hz. Ömer’e düşman biliyor, onları da, kendileri gibi, iki yüzlü, münafık hayal ediyorlar. Hz.Ali’nin, üç halife ile meşhur olan dostluğunun siyasi ve gösteriş olduğunu ve onlara, haklı bilerek, kalbinden gelerek değil de, münafıklıkla, hürmet ve sevgi gösterdiğini zan ediyorlar. Ne kadar şaşılacak şeydir. Bunlar, Ehl-i beyti, eğer, Resulullahı sevdikleri için seviyorsa, Onun düşmanlarına da, düşmanlık etmeleri lazım gelirdi. Onun düşmanlarına, Ehl-i beytin düşmanlarından daha çok sövüp, lanet etmeleri icap ederdi. Bunlardan hiçbirinin, Resulullahın en büyük düşmanı olan ve mübarek vücuduna ve nazik ruhuna eziyet ve işkenceler yapan Ebu Cehile lanet ettikleri, sövdükleri görülmemiştir. Fakat, Resulullahın en çok sevdiği Hz. Ebu Bekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı Ehl-i beytin düşmanı sanarak, âyet-i kerime ile ve hadis-i şerifler ile methedilmiş olan bu büyük zatlara lanet etmekten, çirkin şeyler söylemekten çekinmiyorlar. Bu nasıl müslümanlıktır?

Ehl-i sünnet, dört Halifenin de hilafetinin doğru olduğunu, dördünün de halife olduğunu söylüyor. Çünkü, Peygamberimiz buyurdu ki, (Benden sonra, Halifelik otuz senedir). Bu gaybdan haber veren hadis-i şeriflerdendir. Otuz sene Hz. Ali’nin hilafeti ile tamam oldu. Bu hadis-i şerif, dört Halifeyi göstermektedir ve hilafet sıraları doğrudur. Bunlar ise, üç Halifenin hilafetinin doğruluğuna inanmıyor. Zor ile, kuvvet kullanarak halife oldular diyor. Hz. Ali’den başka kimse halife olamazdı diyorlar. Hz. Ali’nin üç Halifeye biat ve itaat etmesi, (takıyye) idi. Yani istemeyerek, idare etmek için idi diyorlar. Bu sözleri ile, insanların en iyisinin Eshabı arasında nifak, iki yüzlülük vardı, birbirlerini aldatarak geçiniyorlardı sanıyorlar.

Çünkü, bunlara göre Hz. Ali’yi sevenler ile sevmeyenler, senelerle birbirleri ile yalancıktan sevişmişler. Kalblerindeki ayrılığı saklamışlar, düşmanlıklarını dostluk şeklinde göstermişler. Bunlara göre, Peygamberimizin mübarek sohbetinde edeplenen, yetişen Eshab-ı kiramın hepsi, hileci, yalancı ve iki yüzlü oluyor. Kalblerinde olanı saklayıp, olmayanı gösteriyorlar. Bunun için de, bu ümmetin en kötüsü, onlar oluyor. Sohbetlerin, derslerin en fenası da, Resulullahın sohbeti oluyor. Çünkü, bu kötü huylar, Ondan sirayet etmiş bulunuyor. Bunlara göre, asırların en kötüsü, Eshab-ı kiramın asrı oluyor. Çünkü, onların asrı, güya düşmanlık, intikam ve iki yüzlülük ile dolu bulunuyor. Halbuki, Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde Fetih suresinde, mealen, (Onlar kendi aralarında devam üzere ve pek fazla merhametlidirler) buyurmaktadır.

Bu ümmetin önde olanları bu kadar kötü huylu olursa, sonradan gelenlerinde artık iyilik bulunabilir mi? Bunlar, Peygamber efendimizin sohbetinde bulunmanın üstünlüğünü ve bu ümmetin ne kadar hayırlı, kıymetli olduğunu bildiren âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri acaba görmemişler mi, duymamışlar mı? Yoksa, bunları duyup da inanmamışlar mı? Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri bizlere onlar öğretti. Eshab-ı kiram kötü olursa, onlardan öğrenilen din de kötü olmaz mı? Bunların maksadı, yoksa, bu perde altında dini yıkmak mıdır ve İslamiyet’i ortadan kaldırmak mıdır? Ehl-i beyti sever görünerek, İslamiyet’i yok etmeye uğraşıyorlar. Keşke Hz.Ali’yi sevenlere kıymet verselerdi de, bari bunlara iki yüzlülük damgasını vurmasalardı. Hz.Ali’yi sever ve sevmez sandıkları Eshab-ı kiram, otuz sene birbirleri ile yalan, kin ve iki yüzlülük yaparak geçinmişler ise, bunların neresinde iyilik kalır? Hangi sözlerine inanılabilir?

Hz.Ali için de, iki yüzlülük yapıp, sustu diyorlar. Onun Şeyhaynı, yani Hz.Ebu Bekir ile Hz. Ömer’i metheden sözlerine acaba ne diyecekler. Halife iken, birçok insan arasında söylediği, üç Halifenin hilafetlerinin doğruluğunu bildiren sözleri karşısında ne yapacaklar? Çünkü, iki yüzlülükle, hilafet kendi hakkı olduğunu ve üç Halifenin hilafetlerinin haksız olduğunu söylemedi diyorlarsa da, onların hilafetlerinin doğru olduğunu ve kendisinden daha yüksek olduklarını söylemesi lazım değildi. Bundan başka, üç Halifenin üstünlüğünü bildiren hadis-i şeriflere ve bunları ve başkalarını Cennet ile müjdeleyen hadis-i şeriflere ne diyecekler? Çünkü, Peygamber efendimiz de, iki yüzlülük yaptı demeleri caiz değildir. Peygamberlerin doğruyu bildirmeleri lazımdır. Daha, daha! Bunları metheden âyet-i kerimelere ne diyecekler? Allahü teâlâya da mı dil uzatacaklar?

Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde Tevbe, Maide ve Mücadele ve Beyyine surelerinde buyuruyor ki, (Biz onların her birinden razıyız. Onların her biri de, Allah’tan razıdırlar.) Demek ki, hem sevmiş, hem de sevilmişlerdir.

Araf ve Hicr surelerinde mealen, (Biz azimüşşan, onların kalblerindeki gıl ve gışşı nezettik) buyuruyor. Yani kalblerindeki kin, hıyanet ve birbirlerine düşmanlık gibi şeyleri kökünden çıkarıp attık. Bu âyet-i kerime gösteriyor ki, hiçbir sahabi, hiçbir sahabi için haset ve kin besleyemez. Bunların kökü onlardan sökülmüş, atılmıştır.

Bu âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler gösteriyor ki, Allahü teâlâ ve Onun Resulü, Sahabe-i kiramın hepsini adil bilmiştir. Allahü teâlânın ve Onun Peygamberinin adil bildiği kimseleri, başkalarının adil bilmemesinin ne ehemmiyeti ve zararı olur?

Evet bu söylediklerimiz, Hz. Ali’yi, Peygamber efendimizi sevdiği ve saydığı için sevenler ve sayanlar içindir. Amma bir kimse, Muhammed aleyhisselamı araya katmadan, onu doğrudan doğruya seviyorsa, buna sözümüz yoktur. Zira söz anlamaz. Bunun maksadı, din-i İslamı yıkmak, ahkam-ı İslamiyeyi bozmaktır.

Bunlar Hz.Muhammedi (aleyhisselam) aradan kaldırarak, Onsuz bir din kurmak, doğruca imam-ı Ali’yi sevmek ve ona bağlanmak istiyorlar. Muhammed aleyhisselamdan yüz çevirmek, başka birini Ondan daha büyük, daha sevgili bilmek küfürdür, dalalettir, zındıklıktır. İmam-ı Ali bunları sevmez. Eshab-ı kiramın hepsi ve Hz. Osman ile Hz. Ali, hep Peygamberimizin hatırı ve sevgisi için sevilir. Zira, (Onları seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşman olan, bana düşmanlık etmiş olur) buyurmuştur.

Eshab-ı kiramı aşağılamak nasıl caiz olur ki, onlar din-i İslamı yükseltmek ve Resulullaha yardım etmek için, insan gücünün üstünde çalışmışlar, din uğrunda gecelerini, gündüzlerine katmışlardır. Mallarını Allahü teâlâ yolunda feda ettiler. Akrabalarını, ailelerini, çocuklarını, vatanlarını, evlerini, akarsularını, tarlalarını, ağaçlarını Resulullahın sevgisi yolunda terk ettiler. Onun mübarek vücudunu kendi vücutlarına ve Onun sevgisini, mallarının ve evlatlarının sevgisine tercih ve takdim ettiler.

Bunlar, onlardır ki, sohbet, yani arkadaşlık şerefine nail ve o sohbette, başkalarına nasip olmayan bereketlere ve derecelere malik oldular.

Bunlar onlardır ki, vahyi, yani Kur’an-ı kerimin inmesini görmek ve Cebrail ile beraber oturmak şerefine kavuştular. Mucizelere, harikalara şahit oldular. Başkalarına işitmek nasip olan nimetleri ve ilimleri gördüler. Onlardan sonra kimseye verilmeyen kalb temizliği, ruh olgunluğu, onlara verildi.

Bunlar onlardır ki, başkaları dağ kadar altın sadaka verse, onların bir avuç arpa sadakası sevabına, hatta yarısına yetişemez.

Bunlar onlardır ki, Allahü teâlâ, onları Kur’an-ı kerimde methederek, (Onlardan razıyım, onlar da benden razıdır) buyurdu. Sure-i Fetih sonunda da onlara kızanlara, düşman olanlara (Kâfirler) buyurdu.

Sakının! Din büyüklerine dil uzatmaktan, İslam’ın büyüklerini kötülemekten sakının! Aman sakının! Çok sakının! (Mektubat, 2.c. 36.m.)

Mümine kâfir diyenin kendisi kâfir olur
Şeyhaynı [Hz.Ebu Bekir ve Hz. Ömer’i] sövmek küfürdür. Şeyhaynı sövmek, onlara düşmanlık etmek demektir. Onlara düşmanlık ise, küfürdür. Çünkü, hadis-i şerifte, (Onlara düşmanlık bana düşmanlıktır. Onları incitmek, beni incitmektir. Beni incitmek de, Allahü teâlâya eziyet etmektir) buyuruldu. Ali bin Hasan ibni Asakir’in bildirdiği hadis-i şerifte, (Ebu Bekir ile Ömer’i sevmek imandır. Bunlara düşmanlık küfürdür) buyuruldu. Bir mümine kâfir diyen kâfir olur. Bir hadis-i şerifte, (Bir kimse bir mümine, onun kâfir olduğunu bildiren bir söz söylerse, [mesela Ey Allah’ın düşmanı derse] kendisi kâfir olur) buyuruldu. O halde, Şeyhayna kâfir diyen, onları kâfir bilen, kâfir olur. Biz iyi biliyoruz ki, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer mümindirler. Allahü teâlânın düşmanı değildirler. Cennet ile müjdelenmiştirler. O halde, bunlara kâfir diyen, kâfir olur.

Zamanın büyük âlimi olan Ebu Züra Razi buyuruyor ki:
(Resulullahın Eshabından birisini kötüleyen kimse, zındıktır. Çünkü, Kur’an-ı kerim, elbette doğrudur, Resulullah elbette doğru söyler. Bizlere bunlardan gelen haberler, elbette doğrudur. Bunların hepsi, Eshab-ı kiramı övmekte, yükseltmektedir. Bunları kötülemek, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere inanmamak olur. Bu ise, zındıklık, dalalet, sapıklıktır.)

Sehl bin Abdullah Tüsturi buyuruyor ki:
(Eshab-ı kiramı büyük bilmeyen kimse, Resulullaha iman etmiş olmaz.)

Abdullah bin Mübarekten soruldu ki, Hz. Muaviye ile Ömer bin Abdülaziz’den hangisi daha üstündür? Cevabında buyurdu ki, Hz. Muaviye Resulullahın yanında giderken, atının burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den kat kat daha üstündür. Böylece, Resulullahın sohbetinin ve mübarek yüzünü görmenin sebep olduğu yüksekliğe, hiçbir yükseklik yetişemeyeceğini bildirdi. Bu üstünlük, başka bir kıymet karışmadan yalnız sohbetin üstünlüğüdür ve bütün Eshabda vardır. Buna başka kıymetler de ekleyen, mesela Resulullah ile birlikte cihad eden ve sonra gelen müminlere, Ondan işittiklerini bildiren veya Onun uğrunda malını harc eden sahabi elbet daha yüksek, daha üstün olur. Hiç şüphe yok ki, iki Halife, Eshabın büyüklerindendi. Hatta, en üstünleri idi. O halde, Şeyhayna kâfir demek, hatta, biraz küçültmek, küfür olur. Zındıklık olur. Doğru yoldan ayrılmak olur.

Şemsüleimme Muhammed bin Ahmed Serahsinin (Muhit) kitabında diyor ki:
(Şeyhaynı kötüleyen imamın arkasında namaz kılmak caiz değildir. Çünkü bu, Ebu Bekir’in halife olduğunu kabul etmiyor. Halbuki, Onun hak halife seçildiğini bütün Eshab sözbirliği ile bildirdi).

Tahir bin Ahmed Buhari’nin (Hulasa) adındaki fetva kitabında diyor ki:
(Ebu Bekir’in hilafetine inanmayan kâfir olur. Bid’at sahibi olanın arkasında namaz kılmak mekruhtur. Bid’ati küfre varırsa ona uyanın namazı sahih olmaz. Küfre sebep olmazsa, sahih fakat mekruh olur. Ömer’in hilafetine inanmayanın da kâfir olduğu, daha doğrudur.)

Bunların Halifeliklerine inanmayan kâfir olunca, ya bunlara sövenlerin, lanet edenlerin ne olacağını düşünmeli. Görülüyor ki, bu taşkınlıklara küfür demek, âyet-i kerimelere, hadis-i şeriflere ve din âlimlerinin sözlerine tam uygun olmaktadır.

İyi bilinmelidir ki, Eshab-ı kiramın işlerine karışmak, onlar hakkında, aklına geleni söylemek, bir müslüman için, son derece edepsizlik ve zavallılıktır. Müslüman ismini taşıyan kimse, Eshab-ı kiram arasındaki ayrılıkları, çekişmeleri, Allahü teâlâya bırakmalı, hepsini iyi bilmelidir. Onları sevmek Muhammed aleyhisselamı sevmek demek olduğunu bilmelidir. Çünkü, (Onları seven, beni sevdiği için sever) buyurdu. Bir müslüman için, kurtuluş yolu, ancak budur.

İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki:
(Eshab-ı kiram arasındaki kanlara, ellerimizin bulaşmasından, Allahü teâlâ, bizleri koruduğu gibi, biz de dilimizi karıştırmaktan koruyalım.) Ömer bin Abdülaziz hazretleri de böyle söylemiştir.

Eshab-ı kiramın hiçbirine haklı idi, yanıldı gibi söylememiz doğru değildir. Hepsi için de, yalnız iyi olduklarını söylememiz lazımdır. Hadis-i şerifte de böyle buyuruldu. (Eshabım anıldığı zaman, dilinizi koruyunuz) hadis-i şerifi gösteriyor ki, Eshabım anıldığı zaman, birbirleri ile olan muharebeleri söylenildiği zaman kendinizi koruyunuz. Bir kısmını beğenip, ötekilerini kötülemekten sakınınız! Bu emre uymak lazımdır. (Reddi revafıd)
 

cüneytkaya

Profesör
Katılım
21 Ağu 2007
Mesajlar
1,681
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Eshab-ı kiramın işlerine karışmak, onlar hakkında, aklına geleni söylemek, bir müslüman için, son derece edepsizlik ve zavallılıktır. Müslüman ismini taşıyan kimse, Eshab-ı kiram arasındaki ayrılıkları, çekişmeleri, Allahü teâlâya bırakmalı, hepsini iyi bilmelidir. Onları sevmek Muhammed aleyhisselamı sevmek demek olduğunu bilmelidir. Çünkü, (Onları seven, beni sevdiği için sever) buyurdu. Bir müslüman için, kurtuluş yolu, ancak budur.
 

cüneytkaya

Profesör
Katılım
21 Ağu 2007
Mesajlar
1,681
Tepkime puanı
4
Puanları
0
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberimizin Halifelerine sövmeye ibadet diyen din, nasıl bir dindir? Din büyüklerini sövmeyi, kötülemeyi, imanlarının temeli sanan kimselerin, doğru yoldan nasibi ne olabilir! Bunlar, on iki fırkadır. Hepsi de Eshab-ı kirama kâfir diyor. Olmadık şeyleri söylüyorlar. Dört Halifeden üçüne sövmeyi ibadet biliyorlar. Böyle kimseler hakkındaki azapları bildiren hadis-i şerifleri de işitince, bunları başkaları için sanıyorlar. Keşke gittikleri yolun manasını bilip, bu yoldan da kaçınsalardı. Peygamber efendimizin Eshab-ı kiramına düşmanlık etmeselerdi ne güzel olurdu! Hıristiyanlar da kendilerine İsevi diyor. Yahudiler de Musevi deyip hiçbiri kendilerine kâfir demiyor ve kâfir bilmiyorlar. Kendi dinsizliklerini beğenmeyenlere kâfir diyorlar. Hepsi de aldanıyorlar. Her ikisi de kâfirdir.

Eshab-ı kirama düşman olmayı, Abdullah bin Sebe adındaki bir yahudi dönmesi ortaya çıkardı.

Bunlar, galiba Ehl-i beyt-i nebeviyi kendileri gibi sanıyor. Onları da, Hz.Ebu Bekir ile Hz. Ömer’e düşman biliyor, onları da, kendileri gibi, iki yüzlü, münafık hayal ediyorlar. Hz.Ali’nin, üç halife ile meşhur olan dostluğunun siyasi ve gösteriş olduğunu ve onlara, haklı bilerek, kalbinden gelerek değil de, münafıklıkla, hürmet ve sevgi gösterdiğini zan ediyorlar. Ne kadar şaşılacak şeydir. Bunlar, Ehl-i beyti, eğer, Resulullahı sevdikleri için seviyorsa, Onun düşmanlarına da, düşmanlık etmeleri lazım gelirdi. Onun düşmanlarına, Ehl-i beytin düşmanlarından daha çok sövüp, lanet etmeleri icap ederdi. Bunlardan hiçbirinin, Resulullahın en büyük düşmanı olan ve mübarek vücuduna ve nazik ruhuna eziyet ve işkenceler yapan Ebu Cehile lanet ettikleri, sövdükleri görülmemiştir. Fakat, Resulullahın en çok sevdiği Hz. Ebu Bekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı Ehl-i beytin düşmanı sanarak, âyet-i kerime ile ve hadis-i şerifler ile methedilmiş olan bu büyük zatlara lanet etmekten, çirkin şeyler söylemekten çekinmiyorlar. Bu nasıl müslümanlıktır?

Ehl-i sünnet, dört Halifenin de hilafetinin doğru olduğunu, dördünün de halife olduğunu söylüyor. Çünkü, Peygamberimiz buyurdu ki, (Benden sonra, Halifelik otuz senedir). Bu gaybdan haber veren hadis-i şeriflerdendir. Otuz sene Hz. Ali’nin hilafeti ile tamam oldu. Bu hadis-i şerif, dört Halifeyi göstermektedir ve hilafet sıraları doğrudur. Bunlar ise, üç Halifenin hilafetinin doğruluğuna inanmıyor. Zor ile, kuvvet kullanarak halife oldular diyor. Hz. Ali’den başka kimse halife olamazdı diyorlar. Hz. Ali’nin üç Halifeye biat ve itaat etmesi, (takıyye) idi. Yani istemeyerek, idare etmek için idi diyorlar. Bu sözleri ile, insanların en iyisinin Eshabı arasında nifak, iki yüzlülük vardı, birbirlerini aldatarak geçiniyorlardı sanıyorlar.

Çünkü, bunlara göre Hz. Ali’yi sevenler ile sevmeyenler, senelerle birbirleri ile yalancıktan sevişmişler. Kalblerindeki ayrılığı saklamışlar, düşmanlıklarını dostluk şeklinde göstermişler. Bunlara göre, Peygamberimizin mübarek sohbetinde edeplenen, yetişen Eshab-ı kiramın hepsi, hileci, yalancı ve iki yüzlü oluyor. Kalblerinde olanı saklayıp, olmayanı gösteriyorlar. Bunun için de, bu ümmetin en kötüsü, onlar oluyor. Sohbetlerin, derslerin en fenası da, Resulullahın sohbeti oluyor. Çünkü, bu kötü huylar, Ondan sirayet etmiş bulunuyor. Bunlara göre, asırların en kötüsü, Eshab-ı kiramın asrı oluyor. Çünkü, onların asrı, güya düşmanlık, intikam ve iki yüzlülük ile dolu bulunuyor. Halbuki, Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde Fetih suresinde, mealen, (Onlar kendi aralarında devam üzere ve pek fazla merhametlidirler) buyurmaktadır.




dinimizislam
 
Üst