İBN-i TEYMİYYE'NİN RABITA HAKKINDA Kİ SÖZLERİ ve BAZI TASAVVUFÎ KONULARDA YAZILARI

cihad38

Profesör
Katılım
4 Nis 2013
Mesajlar
1,087
Tepkime puanı
18
Puanları
0
İBN-i TEYMİYYE'NİN RABITA HAKKINDA Kİ SÖZLERİ ve BAZI TASAVVUFÎ KONULARDA YAZILARI



Sen bir şahsı Allah için seversen, doğrudan Allahı sevmiş olursun. Sen o şahsı ne zaman kalbinde tasavvur et¬sen, Cenab-ı Hakkın sevgilisi olan birisini tasavvur etmiş olursun ve böylece onu sevmiş ...olursun.

Böylece senin Allah için ve Allah;a olan mahabbetin daha fazla artmış olur.

Nitekim sen ne zaman Peygamberi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ondan önceki Peygamberleri ve onların izinden gidenleri hatırlayıp, onları kalbinde veya kafanda tasav¬vur etsen senin bu durumun kalbini onlara her türlü nimetleri veren Allahı sevmeye çeker götü¬rür. Sen bu insanları Allah için seversen, Allah;ın sevgilisi olan zatda seni Allah sevgisine çeker götürür.( Mecmûu'l- Fetâvâ, İbn Teymiyye, c.10 / 340


1. Bütün mahlûkat Muhammed Mustafa (SALLALLAHU aleyhi vesellem) hürmetine yaratılmıştır.

Ibn-i Teymiyye Mevlâ’nin mahlukatı yaratmasından bahsettikten sonra Peygamber Efendimiz Sallalla...hu aleyhi ve sellem’den bahsediyor ve onu methettikten sonra diyor ki : « Ve söyle dense inkâr edilemez : (mahlukatın) Hepsi onun hürmetine (ecline) yaratıldı ve O olmasaydı yaratılmazdı. » (1)


2. Mevlidi kutlamakta büyük ecir vardır.

Ibn-i Teymiyye diyor ki : « Mevlide tazim etmek ve onu bir bayram (mevsim) kabul etmek: bunu bazı insanlar yapıyorlar. Ve bu iste büyük ecir vardır. Güzel maksadına binâen. Ve Allah Resûlüne Sallalahu aleyhi veselleme tazim olduğu için. » (2)

3. Salih insanlar bu âlemde meleklerden dahi çok tasarruf ve tedbir sahibidirler.


İbn-i Teymiyye’ye yöneltilen soruda âdemi (yani insan) olan ulemâ’nın birçok hususiyetleri olduğu söyleniyor, bunların arasında yaratılmışlara fayda verme, âlemin yönetimi (tedbiri) ve insanların rızkının onların sebebiyle geldiğini ve bunun gibi meleklerin evsafından olan hususiyetler zikrediliyor.

Ibn-i Teymiyye cevap veriyor : « Salih insanlar böyle şeylere sahiptirler, hatta daha fazlasına sahiptirler. » sonra şefaatten bahsediyor. Bu konuda önemli aslında, zira Peygamber olmayanların şefaatleri hakkında hadis zikr ediyor. Ve daha da acayibi su kelimeleri zikrediyor : « Aktâb », « Evtâd », « Agvâs », « Ebdâl », « Nucebâ » ! (3)


4. Bazı ölüler kabirlerinde azap olunurken görülür, sesleri işitilir ve kabir azabındaki haller gözükebilir.

Ibn-i Teymiyye burada kabir ehlinin bazı görünen hallerini aktarıyor ve birçok kişi kabir azabına duçâr insanin sesini duydu vs. diyor. (4)

5. Fenâ hâli tevhîdin hakikatidir.

Burada Ibn-i Teymiyye tamamen sûfî ıstılahını kullanıp Fenâ halini anlatıyor, üç kısma ayrıldığını anlatıyor ve manayı verdikten sonra diyor ki : « bu ise Allâh’ın Resulüyle gönderdiği tevhit ve ihlâsın hakikatidir ». Vs… (5)

6. Ibn-i Teymiyye Levh-i Mahfuzdaki yazıdan haberdar.


Ibn-i Kayyim El Cevziyye burada hocası Ibn-i Teymiyye’nin çok feraset sahibi olduğunu anlatıyor ve buna iki misal getiriyor. Birincisinde Tatarların Sam’a saldıracaklarını önceden haber veriyor. Ve dediği gibi oluyor. Ama en önemlisi ikinci misal. Burada Ibn-i Teymiyye Tatarların kesinlikle maglub olacaklarını, Müslümanların muzaffer olacaklarını anlatıyor. Ve bu konuda 70’den fazla yemin ediyor. Ona diyorlar ki : « Insaallâh de ! » O da cevap veriyor : « Tahkik için insaAllâh diyeyim ama buna bağlamıyorum » yani kesin olacağını biliyorum. Ve öğrencisi diyor ki : sonra söyle dedi : « Beni zorladıklarında dedim ki : çok konuşmayın, Allâh Levh-i Mahfuz’da onların bu toprakta mağlup olacaklarını yazdı ! ».
Ve dediği gibi oluyor. Ibn-i Kayyim bu tür ferasetlerin hocasında yağmur kadar çok olduğunu anlatıyor. (6)

Bu sözü bir Sûfî dese ne der bu selefiler?


7. Sekr hâlindeki evliyâ söyledikleri sözler konusunda mâzurdur.

Burada Ibn-i Teymiyye Sekr, yani manevi sarhoşluk halini anlatıyor. Ve bazı büyüklerin bu halde iken söyledikleri Şeriat dışı sözlerinden bahsediyor ve bunlara günah olmadığını söylüyor ve diyor ki : « Bu kişiler hakkında söyle hükmedilir: kisinin akli haram olmayan bir şeyden gittiyse, o zaman ondan sudur eden yasak sözlerden ve fiillerden sorumlulukları yoktur. (7)

8. Tasavvuf ve Sûfîler hakkındaki tutumu.

Burada Ibn-i Teymiyye bir grubun Tasavvuf ve Sufileri zemm ettiğini anlatıyor. Onları sünnetten ayrılmış bidatçi saydıklarını söylüyor. Başka bir grup ise bunları çok övmüş. Mahlûkatta onlardan iyisi yok demişler. Bu iki grup da yanlıştadır diyor. Ve devam ediyor : « Doğru olan sudur ki, onlar (sufiler) Allâh’in teatinde (ibadetinde) çok gayret ediyorlar. » Sonra da başka gruplarda da bu konuda gayret edenlerin olduğunu söylüyor. Ve Sufiler arasında mukarreblerin olduğunu, muktesitlerin olduğunu (bunlar eshâb-i yemindendir diyor), ictihad yapıp hata edenlerin olduğunu ve son olarak nefislerine zülm edenlerin olduğunu anlatıyor. (8)


Bugünkü Vehhabiler bu konuda ne diyorlar acaba? Tasavvuf deyince ağızlarından çıkan kelimeler hep ayni : Hurafe, Sirk, Müşrik, Müptedi’, Istigase, Tevessül, Haram, Bid’at, Tılsım, Hurafe vs... Baş rehberleri Ibn-i Teymiyye'nin anlattığı ilk gruba dahil olmuyorlar mı ?

9. Ibn-i Teymiyye Sûfilerin mezarlığına gömüldü.


Bu kitapta Ibn-i Teymiyye’nin hayati anlatılıyor. Burada ölümünden bahsediliyor, kılınan 4 cenaze namazından bahsediliyor ve sonunda çok kalabalık insanların başları ve elleri üzerinde cenazesinin Sufiyye’nin Kabristanlığına götürüldüğü ve orada defn edildiği anlatılıyor. (9)
Kabir Ehlinin olağan üstü halleri

İbn-i Teymiyye : ''Peygamberlerin ve Salih insanların kabirlerinde görünen kerametler harikulade olaylarda bu şekilde değerlendirilir. Mesela o kabre meleklerin ya da nurun inmesi, şeytanların ve hayvanların o kabre yaklaşmaması, o kabrin ve çevresindekilerin yangından korunması, o kabre komşu olan diğer bazı Mevtaların ŞEFAATE nail olması, bazı kimselerin o kabirlerin yanına defolunmayı istemeleri, o kabirlerin yanında bir dostluk ve huzur arayanlar, o kabirleri aşağılayanlara azap gelmesi gibi birçok hadise HAKİKATTİR.



Bunlar bizim ifade etmeye çalıştığımız mananın haricindedir. ALLAH’IN Peygamberlerin ve Salih insanların kabirlerine verdiği hürmet ve değer, oraya indirdiği rahmet, insanların birçoklarının vehmettiklerinden çok daha fazladır. Fakat burası, bunları izah etmeye mümkün değildir. (10)
Şeyh İbn-i Teymiyye Fetava'l Kübra adlı eserinde kendisine sorulan ''Peygamberimizle Tevessül etmek caiz midir'' sorusuna cevabında şöyle demektedir:


''ALLAH’A hamd olsun! Peygamberimize imanla ,onu sevmekle,ona itaat etmekle,ona selatu selam getirmekle,onun kendi yaptığı ya da nasıl yapmamız gerektiğini bize anlattığı her türlü yolla tevessül edilebilir.O,bir kimseye Şefaat eder veya dua ederse o kimsenin bu Şefaat ve duayla tevessül etmesi bütün Müslümanların ittifakıyla caizdir!!!
İbn-i Teymiyye göre tevessülün şartları
İbn-i Teymiyye ''Kaidetün Celile fi't-Tevessül ve'l Vesile'' adlı eserinde :
''Ey iman edenler ALLAHtan korkun ve ona vesile arayın'' ayeti kerimesi üzerine konuşurken s:5 şunları söyler :

''Vesile aramak ilk önce ALLAH’A iman ve peygambere ittiba tevessülünü ifşa etmiş kimseler için söz konusu olabilir. Peygamberimiz SALLAHu aleyhi vesellemin hayatında ya da vefatından sonra iman ve itaat ile tevessül etmek, gizli açık her yerde ve herkese farzdır. Deliller göstermektedir ki, hiç kimse her hangi bir mazeret ileri sürerek,bu iman ve itaat tevessülünden beri olamaz.



ALLAH’IN rahmetine giden ve azabından koruyacak olan iman ve itaat tevessülünden başka çare yoktur. Nebi SALLAHu aleyhi vesellem tüm mahlukatın Şefaatçisi, gelmiş geçmiş herkesin gıpta etmiş olduğu Makamı Mahmud’un sahibi,Şefaat yetkisi olanların makamı ALLAH katında olanların en yüce olanıdır.


Fakat onunla tevessül etmek, ancak ALLAH Resulünün Şefaat edip dua ettiği kimseler için söz konusu olabilir. Yani Peygamberimiz her kime dua etmiş ve Şefaat etmişse ancak o kimse, onun şefaat ve duasıyla tevessül etme hakkına sahiptir. Ashabı kiramın Onun SALLAHu aleyhi vesellem şefaat ve duasıyla tevessül etmesi ile kıyamet gününde herkesin tevessül etme arzusu bu yüzdendir..'' (11)

Şeyh İbn-i Teymiyye, Peygamberimiz SALLAHu aleyhi vesellem'in hayatında yâda vefat etmiş, yanımızda yada gıyabında olması arasında bir fark olduğunu belirtmeksizin onunla tevessül etmenin caiz olduğunu söyler. Bu görüşlerini de Ahmed Bin Hanbel'e ve İz bin Abdusselamın Fetava'l Kübra adlı eserinde söylediklerine dayandırır.


İbn-i teymiyye şunları söyler :

''Peygamberimizle tevessül etmenin caiz olduğu,tirmizinin rivayet edip SAHİH kabul ettiği hadisten de anlaşılmaktadır. ALLAH Resulü bir adama şöyle bir dua öğretmiştir: ALLAHım! Rahmet Peygamberi Muhammedi sana vesile kılıyor ve senden istiyorum. Ya Muhammed! Ben ihtiyacımı gidersin diye seni Rabbime vesile ediyorum. ALLAHım onu bana Şefaatçi kıl'' (12)


Allah’ım! Rahmet peygamberi Muhammed vasıtasıyla senden istiyorum ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Şu ihtiyacımı gidersin diye senin vasıtanla Rabbime yöneldim. Allah’ım! Onu benim için şefaatçi kıl.”(- İbn Mace, 1/144, No: 1385; Ahmed, Müsned, 4/138, No: 16789; Hâkim Nişaburî, el-Müstedrek, 1/313; Suyutî, el-Cami’us-Sağir, 59; Minhac’ul-Cami, 1/ 286)


Öncelikle Hz. Peygamber’e (s.a.a) tevessül etme ile, makama tevessül etme birbirine karıştırılmıştır. Çünkü, “Ey Muhammed! Ey Resulallah! Senin aracılığınla Allah’a yöneliyorum.” demekle, “Allah’ım! Senden isteyenlerin hakkı için...” veya “Allah’ım! Muhammed (s.a.a) hakkı için...” demek arasında fark vardır. Birincisi, Hz. Muhammed’in (s.a.a) kendisi aracılığıyla yönelmek, ona tevessül etmek; ikincisi ise, onun hakkı, makamı ve menzili aracılığıyla yönelmek, onlara tevessül etmektir. Peygamberlere ve salih insanlara tevessül etmenin bu iki türü, bu kısmın kapsamına girmektedir.

Teberrük hususunda
İbn-i Teymiyyenin teberrük hususunda ona bu soru sual edildiğinde :
'Bir kimsenin ''Ben falan adamın bereketi için bunu yapıyorum'' ya da ''O buraya geldiğinden beri bir bereket hâsıl oldu'' gibi ifadeler kullanması bir açıdan doğru bir açıdan yanlıştır. Bu sözler ''Bu zat bizi doğru yola ulaştırmış, bize hakkı ögretmiş, iyiliği emretmiş ve kötülükten sakındırmıştır. Ona tabi olmak ve sözünü dinlemenin bereketiyle hayırlı şey hâsıl olmuştur.'' anlamında kullanılıyorsa, Medine ehlinin Nebi geldikten sonra iman ve itaat edip bereketlenmeleri gibi anlaşılır ki, o zaman bu söz doğrudur. (13)
Sahabe bu vesileyle, dünya ve ahiret saadetine nail olarak büyük bir bereket elde etmiştir.Bu açıdan her Müminin ona iman ve itaat etmesiyle dünya ve ahiretin iyiliklerinden yanlız ALLAHın bildiği nicelerini kast ederek Resulün bereketiyle bereketlendiklerini söyleyebiliriz.
Eğer bu sözlerle ''Onun duası ve salih bir insan olması vesilesiyle ALLAH bizden şerri defetmiş, bize rızık ve yardım etmiştir'' anlamı kastedilmekte ise,aynı diğer mana gibi buda doğrudur.
Nebi sALLAHu aleyhi vesellemin buyurduğu gibi : ''Sizler ancak içinizdeki zayıfların duaları,namazları ve ihlasları sebebiyle yardım olunuyor ve rızıklandırılıyorsunuz.'' Kafir ve facirlere gelecek azap, aralarında bulunan azabı hak etmeyen müminler yüzünden çevrilebilir.

ALLAHın veli ve Salih kullarının bereketinden, insanları ALLAH’a itaate davet etmeleri ile onlara faydalı olmaları, insanlara dua etmeleri ve onlar sebebiyle oraya inen rahmet ile def edilen azap kast ediliyorsa, evet böyle bir şey doğrudur. Birisi bereketle bunu kast ediyorsa doğru söylemiş olur ve bu bir hakikattir.

Bu söz batıl ve yanlış bir anlamda da kullanılabilir.Şöyle ki : Eğer bir beldenin ehli ALLAHa itaat etmese de o belde de meftun bulunan falan kişi yüzünden Allah’ın onları gözettiğine inanıyor ve mahlukatı ALLAH’a ortak koşuyorsa bu büyük bir cehalettir. (14)

Kaynakça;
1- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 11 sayfa 97:

2- Iktidâ-üs Sirât-il Mustekîm, sayfa 297 :

3- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 4 sayfa 379 :

4- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 5 sayfa 525 :

5- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 2 sayfa 370 :

6- Medâric-üs Sâlikîn, C. 2 sayfa 489 (Ibn-i Kayyim el Cevziyye)

7- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 10 sayfa 340 :

8- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 11 sayfa 18:

9- El ‘Ukûd-üd Duriye min Menâkib-i Ibn-i Teymiyye, sayfa 378 :

10- İbn-i Teymiyye ''İktizau's Sıratıl Müstakim'' s:374

11- Mefahim’denDevamını Gör"
12- Aynı Eser
13- Aynı Eser
14- Aynı Eser

İBNİ TEYMİYYE VE KERAMET KONUSUNDA şöyle diyor: Allah dostu zannedilen bazı kişiler kendilerinden mukaşefe sadır olur veya çoğunun yapmadığı harikuladelik*ler gösterirler. Mesela: İşâretle bir şahsı öldürü*vermesi, vasıtasız bir şekilde havalarda uçması, ol*duğu yerde görülmesine rağmen aynı zamanda Mekke’de ve benzeri yerlerde görülmesi, su üstünde yürü*mesi, tasını boşlukta tutarak içine su doldurması, bilinme*yen yerler*den gıda alması, zaman zaman insanların gözleri*nin önün*den yok olması, uzaklardan kendisini yardıma çağıranın yardımına, bulunduğu yerden yardım etmesi, çalınan bir malın nereye saklandığını hiç arama*dan haber vermesi gibi harikulade şeyler. Bütün bu saydığımız şeyleri yapmakta olmaları veli oldu*ğunu göstermez, ispatlamaz. Gerçek evliyanın kanaati odur ki; bir kimse havada uçsa su, üstünde yürüse gene de al*datıcı olabilir. Ve arkasından kayıtsız şartsız gidilmez. Fakat bu fevkalâdelikleri göstermenin yanında Allah (Celle Celalühü) Resülüne itaat ettiği de açıkça görünüyorsa, onun yasak ve emirlerini olduğu gibi yerine getiriyorsa böylesinin bir veli olduğuna inanılabilir ve sözleri yerine getirmeye değer bulunabilir.

Gerçekte velinin kerâmet*leri yukarıda saydıklarımızdan daha büyük*tür. (Ha*vada uçması, bir anda başka yerde gözükmesi, su üstünde yürümesi, yardım isteyenlerin yardımına uzaktanda olsa yetiş*mesi gibi.) Yaptıkları ve söyledikleri Kur’ân ve sünnete uygun düşü*yorsa ne kadar güzel. Zira veliler, imânlarının nuruyla bâ*tınî gerçeklerin yüze vurmasıyla, İslâm şeriatına sımsıkı sa*rılmalarıyla bilinir ve tanınırlar.

[1] Allahu Teâla şöyle buyuruyor: “Onlar, O’nun velileri değildir. Onun velileri sa*dece müttakilerdir. Çokları bilmezler.”(Enfal 8/34)
İbn Teymiyye aynı eseri sayfa 96’da şöyle diyor: Ki*tap ve sünnet ehlinin büyükleri ayân beyân ortadadır. Ve onları hiç kimse inkar edemez. Onlardan bir kısmı şunlar*dır:
Fudayl bin İyad, (ö.189/804)
İbrahim bin Ethem (ö.161/777),
Ebû Süleyman Dârânî,
Marufu El-Kerhi,
Cüneyd bin Muhammed Bağ*dâdî (ö.297/909),
Sehl bin Abdullah El-Tüsteri (ö.273/886)
ve benzeri büyükler.


Yüce Allah bunların hepsinden razı olsun.

Allah’ın (Celle Celalühü) nebi ve rasüllerinde mucize*ler vardır. Velinin kerâmeti zaten Allah’ın (Celle Celalühü) Resülüne tabi olmak*tan geçer.
Böyle olduğu için de veli*nin gösterdiği kerâmetler Allah (Celle Celalühü) Resülünün mucizelerine dahil olur.

İbn Teymiyye dedi ki: Bazı kimselerin Peygamber Efendi*miz*den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya ümmetine mensup salih bir şahsiyetten bir şey dilemeleri ve bu dilekleri*nin yerine getirilmesi çok görülen bir olaydır.

[2] İbn Teymiyye; Böyle bir dileğin yerine gelmesi yanı ba*şında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâ*meti ola*rak sayılabilir.

”[3] İbn Teymiyye böyle bir dilekte bulunmayı doğru bul*mamakla beraber, böyle dileklerin Allah’ın (Celle Celalühü) izniyle kabul olunduğunu, itiraf etmiştir. Şeytandan*dır, demi*yor, Ölünün kerâmetindendir, diyor..

Kudsî hadiste Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur ki: Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Her kim benim kullarımdan birine düşman*lık ederse muhakkak ben ona harp açarım. Bir ku*lum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana nafile ibadet*leriyle de durmadan yakalaşır, nihâyet onu se*verim. Kulumu sevince de onun gören gözü, iş*ten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Ben*den bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendi*sini korur himayeme alırım.

”[4] Tevessülü ve meded’i kabul etmeyenlerin itibar ettik*leri âlimle*rinden İbn Kayyım el-Cevziyye bu hadisi şöyle açıkla*maktadır:
[5] Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: “Mümi*nin firâsetinden sakının, o Allah (Celle Celalühü) nuru ile bakar.”
[6] Bu firâset, Allah’a yakınlıktan kaynaklanmış*tır. Kul Al*lah’a yaklaşınca hakkı bilmesine, anlamasına engel olan kötü engeller ortadan kalkar. Allah’a yakınlığı ölçüsünde Allah’a yakın bir fener ışığı kula ulaşır. Yakınlığına göre bu ışık onu aydınlatır.
Bu nurla, Allah’tan uzak kimsenin göre*mediği şeyleri görür.
Daha sonra İbn Kayyım yukarıdaki hadisi zikrettik*ten sonra hadisi şöyle açıklıyor: Yüce Allah (Celle Celalühü) bu kudsi hadiste, kendi*sine yaklaşan kuluna olan sevgisinin faydalı olacağını belirt*miş*tir. Allah kulunu sevince kulağına, gözüne eline ve aya*ğına yaklaşır. Artık gözü Allah ile görür, kulağı Allah ile duyar, onunla tutar, onunla yürür kalbi eşyaların gerçekleri*nin belirdiği saf ayna gibi olur. Firâsetinde ol*dukça az yanılır. Çünkü kul Allah ile varlığa bakınca onu ol*duğu gibi görür. Allah (Celle Celalühü) ile işitince onu ol*duğu gibi işitir. Ancak bu gayb bilgisinden sayılmaz. Yüce Allah’ın hakikatlerin sûretlerini görmeye mani olan ves*vese, hayal ve batıl izlerden uzak, nurla kaplı, kendine yakın kulunun kalbine attığı hak ile hakikatlerin sûretlerini görür bilir.

[7] Demek ki Allah (Celle Celalühü) insanların yapamaya*cağı, Allah’ın(Celle Celalühü) yapabileceği ilimleri istediğine verebilir. Hızır (aleyhisselâm)’a, peygamberlere, cinlere, şeytanlara verdiği gibi insanlara da verebilir. Kimse Allah’a (Celle Celâlühü) ne yapıp yapmayacağı konusunda bir sı*nırlandırma getiremez. Allah’ın, “işiten kulağı olurum” demesiyle veli kulla*rın çok uzak mesafelerdeki şeyleri işitmesi, Allah’ın(Celle Celalühü) “yürüyen ayağı olurum” demesiyle bir anda çok uzak mesafe*lere gidip gelme gücüne sahip olamasını her iki taraf ta kabul eder. Çünkü kudsî hadiste böyle buyurulduğunu kendi âlimleri de söylemektedirler. Geriye, tartışılmakta olan; Allah dostunun uzak mesafeden bir insana yardım edip edemeyeceği meselesi kalıyor. Her Peygamber’in, yaptığı gibi bir Allah (Celle Celalühü) dostuda insanları korumak ve zor anlarında yar*dım etmek için Allah’dan “Ya Rabbi! Müslümanların zor anlarında, bana onlara yardım etme gücü ver” derse Allah (Celle Celalühü) bu duâyı ister kabul eder, isterse kabul et*mez. Ama Allah (Celle Celalühü) Kudsi bir hadiste “benden bir şey isterse” duâ ederse duâsını kabul ederim diyor. Nitekim Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’e de binlerce kilo*metre uzaklıkta ki yenilmek üzere olan ordusunu ve ordudaki komutanı gö*rüp onlara “Cebel, Cebel!” diyerek seslenip uzaktan or*duya komuta etmiştir.[8] Alâ b. Hadram’ın sahâbeye “besmele çekip atlarınızla denizde yürüyün” deyip atlarıyla denizin üstünden gitmeleri gibi. Bu delillere dayanarak geçmişte ve günümüzde yaşantısı Kur’ân ve sünnete uyan Allah (Celle Celalühü) dostlarının bu gibi kerâmetlerini gören, okuyan bir Müslüman niye*tinde de “ilaç hastalığımı iyi etti” aslında iyi edenin Allah olduğunu bi*lerek bu sözü söylerken hakîkî fâili kastetme*diği gibi Allah (celle celâluhu)’ın izni ile harikulade işleri ya*pan Allah dostlarından, insanların normalde yapamaya*cağı bir şeyi isteyebilir. (Bu konu ileride, istiğâse bölü*münde daha geniş bir şekilde anlatılacaktır.) Ancak bu ilmi Allah’ın verdiğine inanıp o insanı, Allah’a ortak koşmadan niyeti sağlam olmak kaydıyla istenebili*nir. Niyet önemli.
[1] El-Furkan Beyne Evliyâi’r-Rahmâni ve Evliyâi’ş-Şeytâni, s. 61-62, el-Mektebu’l İslâmî, 4.Baskı, Beyrût, 1397. Trc. İbn Teymiyye, Allah (c.c.)’ın velileriyle şeytanın velileri arasındaki fark. S: 73. Pınar Yayınları, 2003.

[2] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Trc. İbn Teymiyye Sırat-ı Mustakîm Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yay. s.493, bsk 2004.

[3] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz. Trc. İbn Teymiyye, Sırât-ı Mustakîm Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme Pınar Yay. s.494 bsk 2004

[4] Buhârî, Rikak 38: İbnu Mace, fiten 16

[5] İbn Kayım Ruh kitabı sayfa 304-305. Buhârî, et-Tarihu’l-Kebîr, no: 1529, 7/354. Tirmizî, Tefsir, 16, No: 3127, 5/298.

[6] Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr, no:1529, 7/354; Tirmizî, Tefsîr, 16, no: 3127, 5/298.

[7] İbn Kayyim, Kitâbu’r-Rûh, s: 305. [8] Beyhakî Le’lekaide Şerhus-Sünnette İbn Merde Veyh el-İsabe 2/3 İbn Kesîr Tefsir Bidaye c.7 s. 131

NOT:
KAYNAK OLARAK VERİLEN ESERLERİ OKUMUŞ DEĞİLİZ,YAZI ALINTIDIR.
ELİNDE BAHSİ GEÇEN KAYNAK ESERLER OLAN VARSA BAKIP, YANLIŞ OLAN KISIMLARI DÜZELTEBİLİRLER.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Şu bir hakikat ki, eski insanlar ehl-i sünnet inancından kaymış olsalar da bir ilme, bir birikime ve hayatları boyunca bir şeyler öğrenme çabasına ve gayretine sahiptiler. Bugün ise, elife mertek gözüye bakan, gusl abdestinin nasıl alınırıdığını dahi bilmeyen sadece modernist-mezhebsiz sapık prof.ların hezeyan ve çapıtmalarını papağan gibi forumlarda seslendirenler vardır karşımızda !.. Adamlara kaç-kez "Sen git, hocanı gönder diyoruz!" sanki duvarla konumuş gibi oluyoruz ! Bunların sadece kalp gözleri ve basiretleri bağlanmış değil, normal beşduyu hassaları da vazife görmüyor diye düşünüyorum.
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Konunun baŞliĞinda rabita hakkindaki gorusleri dile getirilmekte lakin yazilan yazida rabita ile ilgili tek kelime gecmemekte

rabitanin mucidi halidi bagdadidir ondan once rabita denen put nobeti yoktur

yahu benİm anlamadigim madem teymiye sİzİ destekliyor neden ona kufur ediyorsunuz

haa bide teymiye bi konuda yalnis yapmissa biz onu tastiklemeyiz
 

cihad38

Profesör
Katılım
4 Nis 2013
Mesajlar
1,087
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Konunun baŞliĞinda rabita hakkindaki gorusleri dile getirilmekte lakin yazilan yazida rabita ile ilgili tek kelime gecmemekte

rabitanin mucidi halidi bagdadidir ondan once rabita denen put nobeti yoktur

yahu benİm anlamadigim madem teymiye sİzİ destekliyor neden ona kufur ediyorsunuz

haa bide teymiye bi konuda yalnis yapmissa biz onu tastiklemeyiz


diyorsunki illa gözüme sokun ki göreyim !!

Sen bir şahsı Allah için seversen, doğrudan Allahı sevmiş olursun. Sen o şahsı ne zaman kalbinde tasavvur et¬sen, Cenab-ı Hakkın sevgilisi olan birisini tasavvur etmiş olursun ve böylece onu sevmiş ...olursun.
Böylece senin Allah için ve Allah;a olan mahabbetin daha fazla artmış olur.


Nitekim sen ne zaman Peygamberi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ondan önceki Peygamberleri ve onların izinden gidenleri hatırlayıp, onları kalbinde veya kafanda tasav¬vur etsen senin bu durumun kalbini onlara her türlü nimetleri veren Allahı sevmeye çeker götü¬rür. Sen bu insanları Allah için seversen, Allah;ın sevgilisi olan zatda seni Allah sevgisine çeker götürür.( Mecmûu'l- Fetâvâ, İbn Teymiyye, c.10 / 340

lafonsdan özür dilemeyecem diye dönüp duruyorsunuz, neye döndüğünüz belli olmuyor.
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
diyorsunki illa gözüme sokun ki göreyim !!

Sen bir şahsı Allah için seversen, doğrudan Allahı sevmiş olursun. Sen o şahsı ne zaman kalbinde tasavvur et¬sen, Cenab-ı Hakkın sevgilisi olan birisini tasavvur etmiş olursun ve böylece onu sevmiş ...olursun.
Böylece senin Allah için ve Allah;a olan mahabbetin daha fazla artmış olur.


Nitekim sen ne zaman Peygamberi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ondan önceki Peygamberleri ve onların izinden gidenleri hatırlayıp, onları kalbinde veya kafanda tasav¬vur etsen senin bu durumun kalbini onlara her türlü nimetleri veren Allahı sevmeye çeker götü¬rür. Sen bu insanları Allah için seversen, Allah;ın sevgilisi olan zatda seni Allah sevgisine çeker götürür.( Mecmûu'l- Fetâvâ, İbn Teymiyye, c.10 / 340

lafonsdan özür dilemeyecem diye dönüp duruyorsunuz, neye döndüğünüz belli olmuyor.

nerde rabıta kelimesi tasavvur nere rabıta nere
trafo merkezi nere hanı nerde şeyte bırıken elektruk enerjısı
 

cihad38

Profesör
Katılım
4 Nis 2013
Mesajlar
1,087
Tepkime puanı
18
Puanları
0
nerde arkadaşim nerde yalancılık kanınıza işlemiş anlaşılan nerde rabıta kelimesi tasavvur nere rabıta nere
trafo merkezi nere hanı nerde şeyte bırıken elektruk enerjısı

anlaşılan o ki,rabıtanın ne olduğunu hiç bilmiyor, sadece zihninizi bulandıran sitelerden okuduklarınızı konuşuyorsunuz,

önce neye karşı çıktığını bileceksin bi husben,
tasavvufda rabıtanın ne olduğundan bihabersin.şimdi gerçekten acıdım size.birşey biliyor da yazıyor sanıyordum sizi.

kısaca rabıta tarifi;
Ehlüllâha göre râbıta; mürîdin, hâlis bir muhabbetle şeyhinin sûretini,

istifâde ve istifâza mülâhazasıyla, hayal hazînesinde tasavvur etmesi...

Şahsen görmemiş ise, ruhâniyetini tasavvur eylemesi
(5) ve bu usûle

riâyetle, kalben onun rûhâniyetinden istimdât etmesidir. Başka bir ifadeyle;

dervişin şeyhine husûsi sûrette bağlanmasıdır.

şimdi bak bakalım bihusben, senin bildiğin rabıtayla bunun arasındaki farklara.bir de sonra teymiyenin yazdıklarına bak.
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
rabıtanın tasavvuftakı tanımı budur tasavvurla ilgisi yoktur peygamberi yad etmekle şeyhın iki kaşının arasına odaklanıp ona enerjı transfer etmek arasında herhangı bır bag yoktur

Rabıtanın en üstün derecesi, iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır.

Ondan sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere,

mürşidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp, senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek, şeyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir .
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Yazı baştan sona kadar çarpıtmalarla dolu.
Okurken gözlerime inanamadım. El İnsaf.

İbn-i Teymiyye nasıl ki "Şiileri Fetrete Gömen Alim" olarak ün salmışsa
aynı şekilde kendi zamanındaki sapık Tasavvufçularla olan mücadelesiyle de bilinmektedir.

İbn-i Teymiyye ve talebesi İbn-i Kayyım'ın savunduğu Tasavvuf sizin savunduğunuz tasavvuf değildi.

Vaktim olursa verilen kaynakları tek tek inceleyeceğim ve doğrusunu buraya aktaracağım inş.
 

cihad38

Profesör
Katılım
4 Nis 2013
Mesajlar
1,087
Tepkime puanı
18
Puanları
0
Yazı baştan sona kadar çarpıtmalarla dolu.
Okurken gözlerime inanamadım. El İnsaf.

İbn-i Teymiyye nasıl ki "Şiileri Fetrete Gömen Alim" olarak ün salmışsa
aynı şekilde kendi zamanındaki sapık Tasavvufçularla olan mücadelesiyle de bilinmektedir.

İbn-i Teymiyye ve talebesi İbn-i Kayyım'ın savunduğu Tasavvuf sizin savunduğunuz sapık tasavvuf değildi.

Vaktim olursa verilen kaynakları tek tek inceleyeceğim ve doğrusunu buraya aktaracağım inş.

tamam işte biz de onu diyoruz, ama şunu unutmayasın, verilen kaynaklarda bunlar yazılı ise onu da aktaracaksın.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
1. Bütün mahlûkat Muhammed Mustafa (SALLALLAHU aleyhi vesellem) hürmetine yaratılmıştır.

Ibn-i Teymiyye Mevlâ’nin mahlukatı yaratmasından bahsettikten sonra Peygamber Efendimiz Sallalla...hu aleyhi ve sellem’den bahsediyor ve onu methettikten sonra diyor ki : « Ve söyle dense inkâr edilemez : (mahlukatın) Hepsi onun hürmetine (ecline) yaratıldı ve O olmasaydı yaratılmazdı. » (1)


2. Mevlidi kutlamakta büyük ecir vardır.

Ibn-i Teymiyye diyor ki : « Mevlide tazim etmek ve onu bir bayram (mevsim) kabul etmek: bunu bazı insanlar yapıyorlar. Ve bu iste büyük ecir vardır. Güzel maksadına binâen. Ve Allah Resûlüne Sallalahu aleyhi veselleme tazim olduğu için. » (2)

1. iftiraya gelecem 2. ile başlayalım, bakalım gerçekten İbn-i Teymiyye ne diyormuş;

Bu uydurma kutlama günlerinin ikinci çeşidi şudur.

Evet, bu günlerde önemli bir iş olmuştur, ama başka olayların meydana geldiği benzeri günlerde olduğu gibi, bu olay o günün yıllık törenlerle anılmasını gerektirmez. Üstelik ilk dönem müslümanları (selef) de bu günleri kutlamış değillerdir.
Dinimiz açısından bu önemli olay ve konuşma günlerinin hiç birini bayram saymak gerekmemiştir.
Durum böyle olunca bu günü bayram sayanlar, tıpkı Hz. İsa'nın (Allah'ın selâmı üzerine olsun) başından geçen önemli olayları anma günleri olarak kutlayan hristiyanlar ile vaktiyle ayni tutumu benimsemiş olan yahudilere özenmiş olmaktadırlar.

Yoksa bayramlar ve anma günleri birer şeriat kurumlarıdırlar.
Buna göre Allah tarafından bildirilenleri kutlanır, değilse dinde yeri olmayan bayram ve anma günü icad edilmez.

Bu tip bir olay da bazı kimselerin, ya Hz. İsa'nın (salât ve selâm üzerine olsun) doğum gününü yıldönümü olarak kutlayan hristiyanlara özenerek veya Peygamberimize karşı duydukları sevgi ve saygıyı dile getirmek için O'nun doğum gününü anmalarıdır. Allah böylelerine, Peygamberimize karşı besledikleri sevgiden ve ictihadlarını mesned edinmiş olmalarından dolayı sevap bağışlayabilir, yoksa işledikleri bid'atten dolayı değil. Üstelik Peygamberimizin hangi gün doğduğu kesinlikle belli değil, müslümanlar arasında tartışmalı bir meseledir.

İlk dönem müslümanları, (selef) geçerli sebebi var olduğu (Peygamber sevgisi) ve önleyici hiç bir engeli bulunmadığı halde bu günü ne anmışlar ve nede kutlamışlardır. Eğer anma töreni sırf hayırdan ibaret olsaydı veya hayır tarafı zararından daha baskın olsaydı, ilk dönem müslümanlarının onu bize göre öncelikle ve haydi haydi kutlamaları gerekirdi. Çünkü onlar Peygamberimizi bizden daha çok sevip sayan ve hayırlı işler yapmaya bizden daha istekli kimselerdi.

Oysa kâmil anlamda Peygamberimizi sevip saymak,

- O'na uymak,
- Bağlı kalmak,
- Emirlerini yerine getirmek,
- Sünnetini her yönü ile yaşatmak,
- Getirdiği ilkeleri yaymak ve bu konuda gerek kalble gerek elle ve gerekse dille mücadele vermek (cihad etmek)tir.
- Muhacir olsun, ensar olsun ilk önce müslüman nesil ile titizlikle onlara uyan sonraki müslümanlar bu yolu benimsemişlerdi.

Oysa bu tip bid'atlere pek düşkün olduklarını gördüklerimizin çoğunluğunun bu konudaki iyi niyetlerine ve kendilerine sevap sağlayıcı olması beklenen ictihad dayanaklarına rağmen Peygamberimizin sıkı sıkıya önem verilmesini emretmiş olduğu konularda gevşek ve umursamaz davrandıkları görülür. Böyleleri mushafın dışını süsleyip içini okumayanlara veya içindeki ayetleri okuyup uygulamayanlara benzer.

Bunları camileri süsledikleri halde içlerinde hiç namaz kılmayanlara veya çok az kılanlara yahud süslü tesbih ve seccadeler gibi şeriatte yeri olmayan ve çoğunlukla gösteriş, kendini beğenmişlik ve asıl görevi ihmal etme gibi hastalıklara eşlik eden göz boyayıcı dış görüntü düşkünlerine de benzetebilirsiniz.

 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
3. Salih insanlar bu âlemde meleklerden dahi çok tasarruf ve tedbir sahibidirler.


İbn-i Teymiyye’ye yöneltilen soruda âdemi (yani insan) olan ulemâ’nın birçok hususiyetleri olduğu söyleniyor, bunların arasında yaratılmışlara fayda verme, âlemin yönetimi (tedbiri) ve insanların rızkının onların sebebiyle geldiğini ve bunun gibi meleklerin evsafından olan hususiyetler zikrediliyor.

Ibn-i Teymiyye cevap veriyor : « Salih insanlar böyle şeylere sahiptirler, hatta daha fazlasına sahiptirler. » sonra şefaatten bahsediyor. Bu konuda önemli aslında, zira Peygamber olmayanların şefaatleri hakkında hadis zikr ediyor. Ve daha da acayibi su kelimeleri zikrediyor : « Aktâb », « Evtâd », « Agvâs », « Ebdâl », « Nucebâ » ! (3)


4. Bazı ölüler kabirlerinde azap olunurken görülür, sesleri işitilir ve kabir azabındaki haller gözükebilir.

Ibn-i Teymiyye burada kabir ehlinin bazı görünen hallerini aktarıyor ve birçok kişi kabir azabına duçâr insanin sesini duydu vs. diyor. (4)

5. Fenâ hâli tevhîdin hakikatidir.

Burada Ibn-i Teymiyye tamamen sûfî ıstılahını kullanıp Fenâ halini anlatıyor, üç kısma ayrıldığını anlatıyor ve manayı verdikten sonra diyor ki : « bu ise Allâh’ın Resulüyle gönderdiği tevhit ve ihlâsın hakikatidir ». Vs… (5)

6. Ibn-i Teymiyye Levh-i Mahfuzdaki yazıdan haberdar.


Ibn-i Kayyim El Cevziyye burada hocası Ibn-i Teymiyye’nin çok feraset sahibi olduğunu anlatıyor ve buna iki misal getiriyor. Birincisinde Tatarların Sam’a saldıracaklarını önceden haber veriyor. Ve dediği gibi oluyor. Ama en önemlisi ikinci misal. Burada Ibn-i Teymiyye Tatarların kesinlikle maglub olacaklarını, Müslümanların muzaffer olacaklarını anlatıyor. Ve bu konuda 70’den fazla yemin ediyor. Ona diyorlar ki : « Insaallâh de ! » O da cevap veriyor : « Tahkik için insaAllâh diyeyim ama buna bağlamıyorum » yani kesin olacağını biliyorum. Ve öğrencisi diyor ki : sonra söyle dedi : « Beni zorladıklarında dedim ki : çok konuşmayın, Allâh Levh-i Mahfuz’da onların bu toprakta mağlup olacaklarını yazdı ! ».
Ve dediği gibi oluyor. Ibn-i Kayyim bu tür ferasetlerin hocasında yağmur kadar çok olduğunu anlatıyor. (6)

Bu sözü bir Sûfî dese ne der bu selefiler?


7. Sekr hâlindeki evliyâ söyledikleri sözler konusunda mâzurdur.

Burada Ibn-i Teymiyye Sekr, yani manevi sarhoşluk halini anlatıyor. Ve bazı büyüklerin bu halde iken söyledikleri Şeriat dışı sözlerinden bahsediyor ve bunlara günah olmadığını söylüyor ve diyor ki : « Bu kişiler hakkında söyle hükmedilir: kisinin akli haram olmayan bir şeyden gittiyse, o zaman ondan sudur eden yasak sözlerden ve fiillerden sorumlulukları yoktur. (7)

8. Tasavvuf ve Sûfîler hakkındaki tutumu.

Burada Ibn-i Teymiyye bir grubun Tasavvuf ve Sufileri zemm ettiğini anlatıyor. Onları sünnetten ayrılmış bidatçi saydıklarını söylüyor. Başka bir grup ise bunları çok övmüş. Mahlûkatta onlardan iyisi yok demişler. Bu iki grup da yanlıştadır diyor. Ve devam ediyor : « Doğru olan sudur ki, onlar (sufiler) Allâh’in teatinde (ibadetinde) çok gayret ediyorlar. » Sonra da başka gruplarda da bu konuda gayret edenlerin olduğunu söylüyor. Ve Sufiler arasında mukarreblerin olduğunu, muktesitlerin olduğunu (bunlar eshâb-i yemindendir diyor), ictihad yapıp hata edenlerin olduğunu ve son olarak nefislerine zülm edenlerin olduğunu anlatıyor. (8)


Bugünkü Vehhabiler bu konuda ne diyorlar acaba? Tasavvuf deyince ağızlarından çıkan kelimeler hep ayni : Hurafe, Sirk, Müşrik, Müptedi’, Istigase, Tevessül, Haram, Bid’at, Tılsım, Hurafe vs... Baş rehberleri Ibn-i Teymiyye'nin anlattığı ilk gruba dahil olmuyorlar mı ?

9. Ibn-i Teymiyye Sûfilerin mezarlığına gömüldü.


Bu kitapta Ibn-i Teymiyye’nin hayati anlatılıyor. Burada ölümünden bahsediliyor, kılınan 4 cenaze namazından bahsediliyor ve sonunda çok kalabalık insanların başları ve elleri üzerinde cenazesinin Sufiyye’nin Kabristanlığına götürüldüğü ve orada defn edildiği anlatılıyor. (9)
Kabir Ehlinin olağan üstü halleri

İbn-i Teymiyye : ''Peygamberlerin ve Salih insanların kabirlerinde görünen kerametler harikulade olaylarda bu şekilde değerlendirilir. Mesela o kabre meleklerin ya da nurun inmesi, şeytanların ve hayvanların o kabre yaklaşmaması, o kabrin ve çevresindekilerin yangından korunması, o kabre komşu olan diğer bazı Mevtaların ŞEFAATE nail olması, bazı kimselerin o kabirlerin yanına defolunmayı istemeleri, o kabirlerin yanında bir dostluk ve huzur arayanlar, o kabirleri aşağılayanlara azap gelmesi gibi birçok hadise HAKİKATTİR.



Bunlar bizim ifade etmeye çalıştığımız mananın haricindedir. ALLAH’IN Peygamberlerin ve Salih insanların kabirlerine verdiği hürmet ve değer, oraya indirdiği rahmet, insanların birçoklarının vehmettiklerinden çok daha fazladır. Fakat burası, bunları izah etmeye mümkün değildir. (10)
Şeyh İbn-i Teymiyye Fetava'l Kübra adlı eserinde kendisine sorulan ''Peygamberimizle Tevessül etmek caiz midir'' sorusuna cevabında şöyle demektedir:


''ALLAH’A hamd olsun! Peygamberimize imanla ,onu sevmekle,ona itaat etmekle,ona selatu selam getirmekle,onun kendi yaptığı ya da nasıl yapmamız gerektiğini bize anlattığı her türlü yolla tevessül edilebilir.O,bir kimseye Şefaat eder veya dua ederse o kimsenin bu Şefaat ve duayla tevessül etmesi bütün Müslümanların ittifakıyla caizdir!!!
İbn-i Teymiyye göre tevessülün şartları
İbn-i Teymiyye ''Kaidetün Celile fi't-Tevessül ve'l Vesile'' adlı eserinde :
''Ey iman edenler ALLAHtan korkun ve ona vesile arayın'' ayeti kerimesi üzerine konuşurken s:5 şunları söyler :

''Vesile aramak ilk önce ALLAH’A iman ve peygambere ittiba tevessülünü ifşa etmiş kimseler için söz konusu olabilir. Peygamberimiz SALLAHu aleyhi vesellemin hayatında ya da vefatından sonra iman ve itaat ile tevessül etmek, gizli açık her yerde ve herkese farzdır. Deliller göstermektedir ki, hiç kimse her hangi bir mazeret ileri sürerek,bu iman ve itaat tevessülünden beri olamaz.



ALLAH’IN rahmetine giden ve azabından koruyacak olan iman ve itaat tevessülünden başka çare yoktur. Nebi SALLAHu aleyhi vesellem tüm mahlukatın Şefaatçisi, gelmiş geçmiş herkesin gıpta etmiş olduğu Makamı Mahmud’un sahibi,Şefaat yetkisi olanların makamı ALLAH katında olanların en yüce olanıdır.


Fakat onunla tevessül etmek, ancak ALLAH Resulünün Şefaat edip dua ettiği kimseler için söz konusu olabilir. Yani Peygamberimiz her kime dua etmiş ve Şefaat etmişse ancak o kimse, onun şefaat ve duasıyla tevessül etme hakkına sahiptir. Ashabı kiramın Onun SALLAHu aleyhi vesellem şefaat ve duasıyla tevessül etmesi ile kıyamet gününde herkesin tevessül etme arzusu bu yüzdendir..'' (11)

Şeyh İbn-i Teymiyye, Peygamberimiz SALLAHu aleyhi vesellem'in hayatında yâda vefat etmiş, yanımızda yada gıyabında olması arasında bir fark olduğunu belirtmeksizin onunla tevessül etmenin caiz olduğunu söyler. Bu görüşlerini de Ahmed Bin Hanbel'e ve İz bin Abdusselamın Fetava'l Kübra adlı eserinde söylediklerine dayandırır.


İbn-i teymiyye şunları söyler :

''Peygamberimizle tevessül etmenin caiz olduğu,tirmizinin rivayet edip SAHİH kabul ettiği hadisten de anlaşılmaktadır. ALLAH Resulü bir adama şöyle bir dua öğretmiştir: ALLAHım! Rahmet Peygamberi Muhammedi sana vesile kılıyor ve senden istiyorum. Ya Muhammed! Ben ihtiyacımı gidersin diye seni Rabbime vesile ediyorum. ALLAHım onu bana Şefaatçi kıl'' (12)


Allah’ım! Rahmet peygamberi Muhammed vasıtasıyla senden istiyorum ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Şu ihtiyacımı gidersin diye senin vasıtanla Rabbime yöneldim. Allah’ım! Onu benim için şefaatçi kıl.”(- İbn Mace, 1/144, No: 1385; Ahmed, Müsned, 4/138, No: 16789; Hâkim Nişaburî, el-Müstedrek, 1/313; Suyutî, el-Cami’us-Sağir, 59; Minhac’ul-Cami, 1/ 286)


Öncelikle Hz. Peygamber’e (s.a.a) tevessül etme ile, makama tevessül etme birbirine karıştırılmıştır. Çünkü, “Ey Muhammed! Ey Resulallah! Senin aracılığınla Allah’a yöneliyorum.” demekle, “Allah’ım! Senden isteyenlerin hakkı için...” veya “Allah’ım! Muhammed (s.a.a) hakkı için...” demek arasında fark vardır. Birincisi, Hz. Muhammed’in (s.a.a) kendisi aracılığıyla yönelmek, ona tevessül etmek; ikincisi ise, onun hakkı, makamı ve menzili aracılığıyla yönelmek, onlara tevessül etmektir. Peygamberlere ve salih insanlara tevessül etmenin bu iki türü, bu kısmın kapsamına girmektedir.

Teberrük hususunda
İbn-i Teymiyyenin teberrük hususunda ona bu soru sual edildiğinde :
'Bir kimsenin ''Ben falan adamın bereketi için bunu yapıyorum'' ya da ''O buraya geldiğinden beri bir bereket hâsıl oldu'' gibi ifadeler kullanması bir açıdan doğru bir açıdan yanlıştır. Bu sözler ''Bu zat bizi doğru yola ulaştırmış, bize hakkı ögretmiş, iyiliği emretmiş ve kötülükten sakındırmıştır. Ona tabi olmak ve sözünü dinlemenin bereketiyle hayırlı şey hâsıl olmuştur.'' anlamında kullanılıyorsa, Medine ehlinin Nebi geldikten sonra iman ve itaat edip bereketlenmeleri gibi anlaşılır ki, o zaman bu söz doğrudur. (13)
Sahabe bu vesileyle, dünya ve ahiret saadetine nail olarak büyük bir bereket elde etmiştir.Bu açıdan her Müminin ona iman ve itaat etmesiyle dünya ve ahiretin iyiliklerinden yanlız ALLAHın bildiği nicelerini kast ederek Resulün bereketiyle bereketlendiklerini söyleyebiliriz.
Eğer bu sözlerle ''Onun duası ve salih bir insan olması vesilesiyle ALLAH bizden şerri defetmiş, bize rızık ve yardım etmiştir'' anlamı kastedilmekte ise,aynı diğer mana gibi buda doğrudur.
Nebi sALLAHu aleyhi vesellemin buyurduğu gibi : ''Sizler ancak içinizdeki zayıfların duaları,namazları ve ihlasları sebebiyle yardım olunuyor ve rızıklandırılıyorsunuz.'' Kafir ve facirlere gelecek azap, aralarında bulunan azabı hak etmeyen müminler yüzünden çevrilebilir.

ALLAHın veli ve Salih kullarının bereketinden, insanları ALLAH’a itaate davet etmeleri ile onlara faydalı olmaları, insanlara dua etmeleri ve onlar sebebiyle oraya inen rahmet ile def edilen azap kast ediliyorsa, evet böyle bir şey doğrudur. Birisi bereketle bunu kast ediyorsa doğru söylemiş olur ve bu bir hakikattir.

Bu söz batıl ve yanlış bir anlamda da kullanılabilir.Şöyle ki : Eğer bir beldenin ehli ALLAHa itaat etmese de o belde de meftun bulunan falan kişi yüzünden Allah’ın onları gözettiğine inanıyor ve mahlukatı ALLAH’a ortak koşuyorsa bu büyük bir cehalettir. (14)

Kaynakça;
1- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 11 sayfa 97:

2- Iktidâ-üs Sirât-il Mustekîm, sayfa 297 :

3- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 4 sayfa 379 :

4- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 5 sayfa 525 :

5- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 2 sayfa 370 :

6- Medâric-üs Sâlikîn, C. 2 sayfa 489 (Ibn-i Kayyim el Cevziyye)

7- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 10 sayfa 340 :

8- Mecmû-u Fetava Ibn-i Teymiyye, C. 11 sayfa 18:

9- El ‘Ukûd-üd Duriye min Menâkib-i Ibn-i Teymiyye, sayfa 378 :

10- İbn-i Teymiyye ''İktizau's Sıratıl Müstakim'' s:374

11- Mefahim’denDevamını Gör"
12- Aynı Eser
13- Aynı Eser
14- Aynı Eser

Duada Tevessül ve saptırıcıların saptırmasına İbn Teymiyye'den cevap

*

İbn-i Teymiyye ''İktizau's Sıratıl Müstakim;

Sözün kısası; peygamberler ve saygıdeğer salih kişiler aracılığı ile Allah'a “Tevessül” etmek iki yoldan olur.

- Ya onlara bağlılık göstermek ve yollarından gitmekle;
- veya onların dua ve şefaatlerini kazanmakla.

Buna karşılık böylelerinin ne yollarını izleyen ve nede şefaatlerini haketmeyen bir kimsenin kuru kuruya onlar aracılığı ile Allah'a “Tevessül” etmesi, kendisine hiçbir yarar sağlamaz. Sözü geçen şahsiyetlerin Allah katındaki itibarları ne kadar yüksek olursa olsun.

Düşünelim ki; gerek ilk müslümanlar ve gerekse mezheb imamları, yaratıklar aracılığı ile Allah'dan bir şey dilemeye yukarıda anlattığımız gözle baktıklarına göre yaratıkların ölüleri aracılığı ile dilekte bulunmanın hükmünü varın siz düşünün.
İsterse bu ölülerden Allah'dan bir şey dilemeleri ve ister bazı kimselerin yaptıkları gibi doğrudan doğruya dilekleri yerine getirmeleri istenmiş olsun.

Yine ister bu dilekte bulunma olayı ölünün mezarı başında veya gıyabında meydana gelmiş olsun.
Şeriatımızın tebliğcisi olan Peygamberimiz bu işi kökünden Önlediği ve Peygamberlerin mezarlarını mescid edinenleri lanetleyerek, mezar başlarında namaz kılmayı yasaklayarak ve dilekleri sadece Allah'a yöneltmeyi vurgulayarak bu sapıklığa vardıracak bütün kapıları kapattığı halde bu sapıklığın doğrudan doğruya içine, yani ya şirk haline veya şirke götürücü şartlara düşmeye ne demeli?


İbn-i Teymiyye ''İktizau's Sıratıl Müstakim,duada tevessül bölümü
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun

7. Sekr hâlindeki evliyâ söyledikleri sözler konusunda mâzurdur.

Burada Ibn-i Teymiyye Sekr, yani manevi sarhoşluk halini anlatıyor. Ve bazı büyüklerin bu halde iken söyledikleri Şeriat dışı sözlerinden bahsediyor ve bunlara günah olmadığını söylüyor ve diyor ki : « Bu kişiler hakkında söyle hükmedilir: kisinin akli haram olmayan bir şeyden gittiyse, o zaman ondan sudur eden yasak sözlerden ve fiillerden sorumlulukları yoktur. (7)

8. Tasavvuf ve Sûfîler hakkındaki tutumu.

Burada Ibn-i Teymiyye bir grubun Tasavvuf ve Sufileri zemm ettiğini anlatıyor. Onları sünnetten ayrılmış bidatçi saydıklarını söylüyor. Başka bir grup ise bunları çok övmüş. Mahlûkatta onlardan iyisi yok demişler. Bu iki grup da yanlıştadır diyor. Ve devam ediyor : « Doğru olan sudur ki, onlar (sufiler) Allâh’in teatinde (ibadetinde) çok gayret ediyorlar. » Sonra da başka gruplarda da bu konuda gayret edenlerin olduğunu söylüyor. Ve Sufiler arasında mukarreblerin olduğunu, muktesitlerin olduğunu (bunlar eshâb-i yemindendir diyor), ictihad yapıp hata edenlerin olduğunu ve son olarak nefislerine zülm edenlerin olduğunu anlatıyor. (8)


Bugünkü Vehhabiler bu konuda ne diyorlar acaba? Tasavvuf deyince ağızlarından çıkan kelimeler hep ayni : Hurafe, Sirk, Müşrik, Müptedi’, Istigase, Tevessül, Haram, Bid’at, Tılsım, Hurafe vs... Baş rehberleri Ibn-i Teymiyye'nin anlattığı ilk gruba dahil olmuyorlar mı ?

Tasavvuf ehli hakkında

İbn teymiyye külliyatı 8. cilt


İlk gruptakiler, varlık aleminde Allah
’ın kudretiyle, dilemesiyle ve yaratmasıyla ilgisi bulunmayan şeyler bulunduğunu iddia ettiler, kulların fiilleri örneğin. Bunların aşırıları Allah’ın öncesiz ilmini ve önceden varolan ezeli kitabını (levh-i mahfuz) da inkâr ettiler. Bu ümmet içinde ilk kez Kaderiye fikrini ortaya atanlar bunlardır. Sahabeden, ilk kuşak ulemadan zatlar, bunlara gerekli cevabı vermiş ve onlardan, onların düşüncelerinden uzaklaşmışlar.

İkinci gruptakiler ise, bunlardan daha kötüdürler. Bunlar sülûk, irade, kendini tanrıya adama, tasavvuf ve fakr ehli olarak bilinirler. Yukarıda işaret ettiğimiz varoluşsal gerçeği gözlemleyip Allah’ın bütün varlıkların yaratıcısı, dolayısıyla kulların fiillerinin de yaratıcısı ve bütün varlıkların irade edileni olduğunu gördüler.

Fakat bu gözlemden sonra iman ile küfrü, tanıma ile inkârı, hak ile batılı, hidayet üzere olan ile sapığı, doğru ile eğriyi, peygamber ile peygamberlik taslayanı, Allah’ın velisi ile Allah’ın düşmanını, Allah’ın razı olduğu ile gazap duyduğunu, Allah’ın sevdiği ile kızdığını, adalet ile zulmü, Anne-babaya iyilik ile onlara asi olmayı, cennet ehlinin amelleri ile cehennem ehlinin amellerini, iyiler ile günahkârları birbirlerinden ayırmadılar.

Bütün varlıkların ortak noktası olan önceden tasarlanmış kazayı, yürürlükteki ilâhî meşiyeti, her şeyi kuşatan kudreti ve herkesi içine alan yaratılışı gözlemledikleri için, varlıkların ortak noktalarını gördüler, ama farklılaştıkları alanları göremediler.

 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
KADER HAKKINDA SUFİLERİN GÖRÜŞÜ BAŞLIĞI İbn teymiyye külliyatı 8. cilt

Kader konusunda sufilerin görüşleri
Bu söylem, sufilerin ekseriyeti arasında yayıldı. Sufiler fiiller ve kaderle ilgili meselelerde Cehmiye’nin düşüncelerini benimserken,“Zemmu’l Kelâm” kitabının yazarı Ebu İsmail el-Ensari gibi bazı sufiler sıfatlar konusunda Cehmiye ile ters düştüler. Ebu İsmail el-Ensari, Cehmiye’nin sıfatları olumsuzlamasına sert eleştiriler yöneltir. Cehmiye’yi tekfir hususunda da bir kitap yazmıştır. Söz konusu gruplar içinde ehl-i sünnet’e en yakın olmalarına karşın Eş’arileri de ağır ifadelerle yerer. Yer yer lanetler de.

Bir adamNizamü’l Mülk’e:
Eş’arilere lanet okur musun? diye sorar. Nizamü’l Mülk şu cevabı verir: “Göklerde bir ilah yoktur. Mushafın iki kapağının arasında Kur’an yoktur. Kabirde de peygamber yoktur, diyen kimseye lanet okurum.” Bu cevap üzerine soruyu soran kişi öfkelenerek yanından ayrılır. Oysa Nizamü’l Mülk, oluşları irad etme ve fiillerin yaratılması hususunda Eş’arilerden daha katı bir tutum sergiler ve bunlarla ilgili bir sebebin veya bir hikmetin olmasını olumlamaz, bilakis şöyle der:

“Bilen (arif) birinin bir hükme müşahede etmesi, iyiyi iyi görmesini, kötüyü de kötü görmesini gerektirmez.”

Onun için hüküm dilemedir. Ona göre bilen (arif) fena makam
ına ulaşan kimsedir. İyilik ve kötülük ayırımı kulun dünyasında geçerlidir. Çünkü birinden lezzet alır, birinden de acı duyar. Bunlara iltifat etmek nefsin özelliğidir. Fena makamında ise sadece hakkın muradını müşahede etmek vardır.

’ari, mahlûkat bazında iyilik ve kötülük arasındaki farkı vurguladığı için bunlardan daha akıllıdır. Ama onlar, arif kişi açısından iyilik-kötülük ayırımının olmadığını iddia ediyorlar. Böylece kulun hakkı ve alanı ile Rabbin hakkı ve alanı hususunda büyük bir yalnışlık yapıyorlar. Onların bu anlayışları, bütün hadiselerin kul açısından aynı olmasını, fark etmemesini gerektirir ki, bu, kesinlikle imkânsızdır. Böylece Rahmani fırkalardan ayrılarak, doğal, heva menşeli ve şeytani bir tutum sergiliyorlar. Rahman-şeytan ayırımını ortadan kaldırıyorlar. Bundan dolayıdır ki, içlerinden birçok kimse günaha dalmış, birçoğu fâsık olmuş, birçoğu da putlara tapmaya cevaz verecek kadar küfre sapmıştır. Ardından birçoğu da vahdet-i vücud (Varlığın birliği-Tanrı eşya birliği)düşüncesini benimseyerek varolan herşeye ibadet edilmesinin gerektiğini söylemişler.

Bu değerlendirmelerden çıkan sonuç, Cehm’in söylemine uygun olarak kader konusunda hikmetleri, sebepleri ve adaleti olumsuzlayanların aleyhinedir. Ki bu da Mürcie düşüncesinin aksi yönünde tezahür eden ikinci bir bid’attır. Üstelik bunu söyleyenler, Cehmiye’den ayrı gruplara mensupturlar. Çünkü bunlar diyorlar ki: “Rabbin, güç yetirdiği şeyi yapması caizdir.” Bu yüzden aralarında bazı kimselerin ilâhî emir ve yasakları, vaad ve tehditleri fazlaca önemsemediğini görmek mümkündür. Tümünden veya bir kısmından uzaklaşmaktan bir beis görmezler. Buna karşılık inandıkları bir şeyi de zorlama ürünü argümanlarla da olsa ısrarla vurgularlar. Çünkü bunlar iyilik ve kötülüğün emredilen veya yasaklanan olması hususunda Cehm’i ya da Eş’ari’yi onayladıkları zaman, bu, kulun dünyasıyla ilgili bir ayırım olarak algılanır. Çünkü onlar alanlar ve paylar üstü bir fena makamının varlığına inanırlar. Bu yüzden bazen, emir ve yasaklara uyma hususunda: Bu, telbis (beşeriyet makamında bulunurken) makamında geçerlidir, derler. Ya da: Bunları avam tabakası için yapmak gerekir, derler Mağribli Şeyh ve benzerlerinin dediği gibi.

Bunların (sufilerin) yolunu izleyen bir kimse, emir ve yasak meselesini önemsiyorsa, onun maksadı, Şazeli’den nakledilen şu sözde ifade edilendir: “Bütünlük, birlik kalbinde müşahede edilen olmalı, farklılık ise dilinde mevcut olmalıdır.” Nitekim hem Şazeli’nin hem de başka sufilerin sözlerinde, dualarında veya hiziplerinde emir ve yasak meselesini geçersiz sayan ifadelere rastlamak mümkündür.Örneğin, bunlardan biri, Allah’ın, kendisinin işlediği bir günaha, işlediği ibadete karşılık olarak verdiğinden daha büyük bir ödül verdiğini iddia etmiştir. Bunun gibi daha birçok ifadeleri var ki, bunlar, onun kötülük işleyenlerle iyilik işleyenlerin eşit olduklarını veya kötülük işleyenlerin daha üstün olduklarını düşündüğünü gözler önüne serecek niteliktedirler. Bunların öyle duaları var ki, Allah’a karşı küstahlaştıklarını görmek mümkündür. Şazeli hizbinde olduğu gibi.

Sufilerin daha avam olanları ise, velilerine bahşettiği kerametlerden daha büyüklerini günahkâr birine, hatta kâfir birine de ikram edebileceğini iddia etmekten kaçınmazlar. “Bunlar ilâhî hibeler ve bağışlardır” derler. Bunların da evliya kerametlerinden olduklarını sanırlar. Büyücü ve kahinlerde görüldüğü türden Şeytani haller dahi olsalar, bunları evliya kerametinden sayarlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince ehl-i kitaptan bir grup, sanki Allah’ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terkettiler. Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tabi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lakin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Harut ile Marut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı. Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı !” (Bakara, 101-103)

Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyuruyor: “Sizden öncekilerin yollarını, geleneklerini tıpatıp izleyeceksiniz. Öyle ki onlar kelerin deliğine girmişlerse siz de gireceksiniz..” (Buhari, el-İ’tisam, 14; Müslim, İlim, 6)

Kendilerine Allah’ın kitabı olan Kur’an’ın geldiği müslümanlar içinde adil bir anlayış ve düşünce içinde olanlar, sufilere tabi olup Şeytanın saptırdığı bu yüzden Allah’ın kitabını arkasına atıp şeytanların okuduklarının peşine düşen, Kur’an’ın dost edinilmesini emrettiği kimselere saygı göstermeyen, Kur’an’
ın düşman edinilmesini emrettiği kimseleri düşman bellemeyen, buna karşılık büyücü ve kahinlerinkine benzer bir takım doğa üstü beceriler sergileyen şarlatanlara büyük saygı gösteren kimselerden daha fazladırlar.

Ayrıca bu sufiler içinde gördükleri olağanüstü becerilerin kaynağının şeytanlar olduğunu bilen kimseler vardır. Fakat hevasına ve tutkulu arzusuna uyduğu için bunlara saygı gösterir, onların tarikatlarını Kur’an’ın yoluna tercih ederler. İşte bu kâfirler, Kur’an’ın işaret ettiği kimselere benzerler: “Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve tağuta iman ediyorlar, sonra da kâfirler için: Bunlar Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır, diyorlar! Bunlar, Allah’ın lanetlediği kimselerdir; Allah’ın rahmetinden uzaklaştırdığı kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın.” (Nisa, 51-52)

Bu sapıklar, yüce Allah’ın haklarında şu tesbitte bulunduğu kimselerle aynı paralele düşmüşlerdir:
“Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince.(...) Lakin şeytanlar kâfir oldular.” (Bakara, 101-102)

Ama bu tür doğa üstü becerilerin şeytanlardan kaynaklandığını bilmeyenler de var.
Kelâm, ilim, ibadet ve tasavvuf ehlinden bazı gruplar bu hataya düşmüşlerdir. Hatta bazıları, şeytanların somutlaştırıcı empozelerinin etkisiyle bir takım olağanüstü haller sergilediklerini gördükleri yıldızlara ve putlara ibadet etmeyi dahi caiz görebilmişlerdir. Çünkü şeytani empozelerle gözlemledikleri bu haller zulüm ve hayasızlık nitelikli kimi amaçlarına uygun düşmekteydi. Arzulu tutkularına uygun olduğu için de, Allah’a ortak koşmalarına, O’nu ve kitabını inkâr etmiş olmalarına pek aldırış etmez oldular. Yine elde edecekleri liderlik makamı ve mal uğruna bu sakat anlayışı halka yaymakta da bir sakınca görmediler. Diğer bir ifadeyle bile bile insanları küfre ve şirke çağırdılar.

Gitgide Hz. Resulün (s.a.v.) getirdiklerine karşı içlerinde bir kuşku da uyanmaya başladı.
Hatta Hz. Peygamber’in (s.a.v.) maslahat icabı, içsel bir gerçekliği olmayan şeyleri halka söylediğini ileri sürenler dahi çıktı. Mülhid batınilerin söyledikleri gibi. Bu anlayışı benimseyenler arasında her gruptan insan var ve bunlar eski İran ve Roma inanç sistemleriyle aynı paralele düştüler.

Çünkü Farslar ışığı kutsuyorlardı. Güneşe ve ateşe secde ediyorlardı. Romalılar da Hıristiyanlıktan önce müşriktiler, yıldızlara ve putlara taparlardı.Dolayısıyla yukarıda inançlarına işaret ettiğimiz ve eski İran ve Roma inanç sistemleriyle örtüşen bu gruplar, Yahudi ve Hıristiyanlarla benzeşen gruplardan daha kötüdürler. Çünkü bir grup, değiştirilen veya neshedilen dahi olsa bir kitabın bağlılarına benzerken, bir grup kitapsızlara benzemiştir.-Allah rahmet etsin- İbni Teymiye devamla şöyle dedi:

Nefisler, gökleri ve yeri yaratan bir yaratıcıya yönelik zorunlu bilgiyi içeren bir fıtrat üzere yaratılmışlardır. Nefisler bu fıtratlarının gereği, O’nun gökleri ve yeri yarattığını ve bunlardan hiçbir şeyi insanların yaratmadığını bilirler. Tıpkı Musa’nın (a.s.) Firavuna söylediği gibi: “Alemlerin Rabbi nedir? Dedi ki: Eğer kesin inanıyorsanız O, göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki varlıkların Rabbidir.”(Şuara, 23-24)“İkimizin Rabbi kimdir? Ey Musa! Dedi ki: Rabbimiz her şeye hılkatını veren, sonra doğru yolu gösterendir.” (Taha, 49-50)




 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Ulan bu kadar iftira olur mu?
Tasavvufu haklı gösterecem diye bunlarla mücadele etmiş İbn-i Teymiyye gibi biri buna alet edilir mi?
Noktasına virgülüne kadar bu kadar mı uydurulur?

Bu iftiraları araştırma zahmetine girmeden doğruymuş gibi burada paylaşıp
adamın günahına girilir mi?

Hadi kuldan utanmaz, Allah'dan mı korkmaz bir insan.
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Ulan bu kadar iftira olur mu?
Tasavvufu haklı gösterecem diye bunlarla mücadele etmiş İbn-i Teymiyye gibi biri buna alet edilir mi?
Noktasına virgülüne kadar bu kadar mı uydurulur?

Bu iftiraları araştırma zahmetine girmeden doğruymuş gibi burada paylaşıp
adamın günahına girilir mi?

Hadi kuldan utanmaz, Allah'dan mı korkmaz bir insan.


Allahtan korkuları olsaydı Allahı sever gıbı hatta daha fazlasını sevmezlerdi
 
Üst