eylül
Veled-i kalbî
1071 Malazgirt zaferinden sonra Selçuklu beyleri, Anadolu’da başlattıkları sistemli fetih hareketleriyle hâkimiyetlerini Kocaeli yarımadasına kadar yaymışlardı. Anadolu’da yaşayan yerli hıristiyanlar dâhil herkesin koruyuculuğunu üstlenmişlerdi. Öte yandan Büyük Selçukluların kendi aralarındaki iktidar kavgalarına düşmelerinden yararlanarak 1075 yılından itibaren de Anadolu Selçuklu Devleti adı altında müstakil hâle gelmişlerdi.
Türkler, Anadolu’da kısa zamanda alperenlik rûhuyla yeni bir heyecan oluşturmuştu. Dalgalar hâlinde Anadolu’ya yayılan Selçuklular bir yandan tebliğ faaliyetleriyle uğraşırlarken öte yandan inşa ve imar faaliyetlerinde de bulunarak İslâm medeniyetinin izlerini bu topraklarda kalıcı hâle getirmişlerdi. Bizans başkentine çok yakın bir yer olan İznik kentini başkent yapmaktan da çekinmeyerek hedeflerinin batı yönünde ilerleme olduğunu göstermişlerdi. Selçuklular; yaylarını Bizans’a doğru germiş, kılıçlarını da düşman saldırılarına karşı kuşanmışlardı.
Bizans zorlanmaktaydı. Topraklarının yarıdan fazlasını Türklere kaptırmış, Marmara Bölgesi’nde sıkışmıştı. İmparator Alexios Türkleri Anadolu’dan atmak istiyordu. Ancak askerî gücü bu amacını gerçekleştirmeye hiç de elverişli bir durumda değildi. İmparatorun kızı Anna Komnena, dönem olaylarını ele aldığı Alexiade isimli kitabında yer alan hâtıralarında; sadece Anadolu Selçuklu ilerleyişinden endişe etmediğini, ayrıca imparatorluğun Balkan topraklarında da büyük sıkıntılarının olduğunu, Keltlerin ve göçebe Peçeneklerin Bizans’ı tehdit ve baskı altına aldığını dile getirmekteydi.
Şartlar Bizans İmparatorluğu’nu batı hıristiyanlarından yardım istemeye mecbur hâle getirmişti. Nitekim Piacenza Konsili’ne katılan Bizans elçileri, Türklere karşı Bizans İmparatoru Alexios Komnanos’un yardım talebini Papa Urbanus’a iletmişlerdi. Papa bu çağrıya Güney Fransa’da Clermont’ta topladığı kilise meclisinde yaptığı vaazla cevap verdi. Kilise görevlilerinin yanında halkın da katıldığı bu âyinde Urbanus II hıristiyan dünyasını, İslâm dünyasına karşı saldırıya tahrik dolu şu sözlerle çağırmıştı:
“Kudüs sınırlarından ve Konstantinapolis şehrinden dehşet verici bir haber geldi...
Lânetlenmiş bir ırk, tanrıya tamamen yabancılaşmış bir ırk... O hıristiyanların topraklarını işgal ederek, kılıç, yağma ve ateşle nüfusu azaltmıştır.”
Papa yine bu kışkırtıcı ve tezyifkâr konuşmasında; kiliselere saldırıldığından, hıristiyan kadınlara tecavüz edildiğinden, erkeklere işkence yapılıp öldürüldüğünden bahsederek kitleleri galeyâna getirmekteydi.
Öte yandan Papa, kendi milleti olan Fransızların gururunu okşamayı da ihmal etmemişti:
“Şarlman’ın yüceliğini hatırlayın. Cesur askerler, yenilmez ataların soyundan gelenler, yozlaşmayın. Aranızdaki tüm nefretlerden arının. Aranızdaki tüm anlaşmazlıklar bitsin, tüm savaşlar sona ersin. Mukaddes mezara doğru yola çıkın, o toprakları günahkâr ırkın elinden kurtarın ve kendinize bağlayın.”
Papa’nın bu kitleleri şişiren ajitasyonu kalabalıkları harekete geçirdi.
Konuşmasının sonunda kitlelerden şu savaş nâraları yükselmişti:
“Deus Vult! Deus Vult (Tanrı böyle emrediyor!)”
Bu tepkiden oldukça memnun kalan Papa, tahriklerini başta memleketi Fransa olmak üzere bütünüyle Batı Avrupa’nın her yanına giderek veya din adamlarını göndererek sürdürmüştü. Papa’nın temsilcileri kısa zamanda mukaddes topraklarda savaşacak gönüllüleri toplamayı başardı. Bu kontrolsüz tahrik kasaba kasaba birçok seremoni bahane edilerek gerçekleşmişti.
Orta Çağ Avrupa’sının önde gelen dînî ve askerî şahsiyetleri el ele vermişti. Normandiyalı Robert, Toulouselu Raymont, Tarantolu Bohemont, Flanderli Robert, Bouillonlu Godfrey, Bolonyalı Baldwin ve Bloisli Etienne İslâm dünyasına yapılacak bu büyük saldırının önemli askerî şahsiyetlerini oluşturmaktaydı.
Papa bu seferlere kitleleri yönlendirirken bir yandan Avrupa’daki hıristiyan toplulukları arasındaki çekişmeleri önlemiş olmaktaydı. Öte yandan Bizans’a yardım ederek üstünlük kurmayı ve doğu Ortodoks kiliselerini kendine bağlayarak birliği sağlamayı hedefliyordu. Bir diğer amacı da mukaddes mekânların denetimini ele geçirmekti. Zaten çağdaşları için bir Haçlı Seferi; İsa -aleyhisselâm- adına, Papa tarafından izin verilen bir sefer demekti. Sefere ön safhada katılanlar yemin eder, sonuç olarak evlerinde korunma ve endüljans gibi ayrıcalıklardan yararlanırlardı.2
Haçlı Seferi hareketine bağlı öncü birlikleri bin bir zorlukları aşarak İstanbul’a varmıştı. Bu birlikler; Keşiş Piyer (Pierre L’Hermit) önderliğinde Fransız, Alman ve az sayıda İtalya köylülerinden oluşan 40 bin kişilik bir topluluktan oluşmuştu. Şüphesiz Avrupa’nın değişik merkezlerinden İstanbul’a yolculuk; başta ulaşım, yiyecek ve içecek temini, dil problemleri olmak üzere birçok problemi beraberinde getirmişti. XII. yüzyıl boyunca Avrupa’nın hemen hemen bütün nehirleri üzerinde haçlı birliklerinin yol geçişlerini kolaylaştıracak çok sayıda köprü kurulmuştu. Bütün bu gelişmeler Haçlı Seferlerine katılanların ulaşım ve intikal problemini aşmak amacını taşımaktaydı. Haçlı Seferleri böylece toplumların birbirleriyle temaslarını kolaylaştıran bir rol de icra etmişti.
Piyer’in yola döktüğü kitleler daha çok muharip olmayan, galeyana getirilmiş halk kitlelerinden oluşmaktaydı. Düzensiz-başıbozuk bir çapulcu sürüsünü andıran bu toplulukların; daha İstanbul’a gelmesinden evvel, Macaristan sınırında Sava Irmağı kıyısında Zemun (Semlin) mevkiinde bir ayakkabı alışverişi yüzünden büyük karışıklıklar çıkmış ve kaleye saldıran Haçlılar dört bin Macar’ı öldürmüşlerdi. Yine bu kitleler iâşe ve ibâte zorluklarından başta Belgrat olmak üzere birçok yerleşim merkezini talan etmişler, hırsızlık, soygun ve tecavüz gibi olaylara sebebiyet vermişlerdi.
Haçlılar İstanbul’a geldiklerinde bugünkü Eyüp’te karargâh kurmuş ve yerleştirilmişlerdi. Ancak İmparator Aleksios ve Bizans halkının beklentilerine cevap verecek nitelikte görünmüyorlardı. Çoğu çapulcu, serseri ve aylak insanlardan oluşmaktaydı. Ancak büyük ve nitelikli başka orduların da yolda olduğu haberi Aleksios ve Bizans’ı bir dereceye kadar rahatlatmıştı. Oysa Aleksios, Papa ve Avrupa hıristiyan dünyasından kendisini üç-dört bin kişilik askerî bir güçle ve maddî yardımla desteklemelerini arzu etmekteydi. İstanbul’a ulaşan bu ilk Haçlı kafilesi; askerî açıdan destek olamayacağı gibi, yiyecek, giyecek ve barınma ihtiyaçlarını temin etmeleri sırasındaki yağma, talan ve soygunlara karışmaları İstanbul için tam bir huzursuzluk kaynağını oluşturmuştu. İmparator, kural-kaide tanımayarak etrafta gördüğü her şeyi yağmalayan bu çapulcu sürüsünden kurtularak Anadolu’ya bir an önce atmak amacındaydı.
Nitekim Haçlı gürûhunu Anadolu’ya geçirerek Eski Hisar üzerinden teknelerle Yalova yakınlarında Kibetos askerî karargâhına gitmelerine yardımcı olmuştu. Normanlardan oluşan muharip ilk Haçlı birliğini de bekletmeden aynı güzergâhı kullanarak bu topluluklarla birleştirdi. Artık Haçlılar, Selçuklu topraklarına dayanmışlardı. Bizans İmparatoru; diğer askerî kuvvetleri mutlaka beklemelerinin doğru olacağını, asıl askerî birlikler gelmeden önce saldırmamaları konusunda Haçlı kafilesini uyarmıştı. Ancak Haçlılar bu uyarıyı dikkate almadan İznik civarında Selçuklu topraklarına dalarak yağma ve talan faaliyetlerine girişmişlerdi. Savunmasız köylüleri din farkı gözetmeksizin beşikteki çocuklarına varıncaya kadar kundaklayıp, mal ve hayvanlarını yağma etmişlerdi. Hattâ daha fazlasını elde etmek isteyen Normanlar 6 bin kişilik bir kuvvetle Drakon vadisine girerek İznik yolu üzerinde bulunan Kserigordon kalesini ele geçirmişti.
Bu gelişmelerden haberdar olan Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan bu stratejik kaleyi geri almak üzere kardeşi Dâvud’un kumandasında bir askerî birliği gönderdi. Selçuklular kısa zamanda kaleyi geri aldıkları gibi buraya yerleşen kuvvetleri dağıtıp imhâ etti. Çok az sayıda Haçlı askeri İstanbul’a geri dönebilmişti.
Öte yandan Pierre L’Hermit’e bağlı haçlılar İznik kentinin ele geçirildiği haberiyle Kibetos karargâhından İznik istikametine doğru harekete geçmişlerdi. Yolda Drakon vadisinde Selçuklu ordusuyla karşı karşıya geldiler. Selçuklu okçuları vadide yaklaşık 20 bin kişilik bu haçlı gürûhunu pusuya düşürerek saf dışı bıraktı. Dağılan ve kaçan bu topluluktan çok azı teknelerle İstanbul’a ulaşarak, haçlıların içine düştüğü fâciayı haber vermişti.
Türkler, Anadolu’da kısa zamanda alperenlik rûhuyla yeni bir heyecan oluşturmuştu. Dalgalar hâlinde Anadolu’ya yayılan Selçuklular bir yandan tebliğ faaliyetleriyle uğraşırlarken öte yandan inşa ve imar faaliyetlerinde de bulunarak İslâm medeniyetinin izlerini bu topraklarda kalıcı hâle getirmişlerdi. Bizans başkentine çok yakın bir yer olan İznik kentini başkent yapmaktan da çekinmeyerek hedeflerinin batı yönünde ilerleme olduğunu göstermişlerdi. Selçuklular; yaylarını Bizans’a doğru germiş, kılıçlarını da düşman saldırılarına karşı kuşanmışlardı.
Bizans zorlanmaktaydı. Topraklarının yarıdan fazlasını Türklere kaptırmış, Marmara Bölgesi’nde sıkışmıştı. İmparator Alexios Türkleri Anadolu’dan atmak istiyordu. Ancak askerî gücü bu amacını gerçekleştirmeye hiç de elverişli bir durumda değildi. İmparatorun kızı Anna Komnena, dönem olaylarını ele aldığı Alexiade isimli kitabında yer alan hâtıralarında; sadece Anadolu Selçuklu ilerleyişinden endişe etmediğini, ayrıca imparatorluğun Balkan topraklarında da büyük sıkıntılarının olduğunu, Keltlerin ve göçebe Peçeneklerin Bizans’ı tehdit ve baskı altına aldığını dile getirmekteydi.
Şartlar Bizans İmparatorluğu’nu batı hıristiyanlarından yardım istemeye mecbur hâle getirmişti. Nitekim Piacenza Konsili’ne katılan Bizans elçileri, Türklere karşı Bizans İmparatoru Alexios Komnanos’un yardım talebini Papa Urbanus’a iletmişlerdi. Papa bu çağrıya Güney Fransa’da Clermont’ta topladığı kilise meclisinde yaptığı vaazla cevap verdi. Kilise görevlilerinin yanında halkın da katıldığı bu âyinde Urbanus II hıristiyan dünyasını, İslâm dünyasına karşı saldırıya tahrik dolu şu sözlerle çağırmıştı:
“Kudüs sınırlarından ve Konstantinapolis şehrinden dehşet verici bir haber geldi...
Lânetlenmiş bir ırk, tanrıya tamamen yabancılaşmış bir ırk... O hıristiyanların topraklarını işgal ederek, kılıç, yağma ve ateşle nüfusu azaltmıştır.”
Papa yine bu kışkırtıcı ve tezyifkâr konuşmasında; kiliselere saldırıldığından, hıristiyan kadınlara tecavüz edildiğinden, erkeklere işkence yapılıp öldürüldüğünden bahsederek kitleleri galeyâna getirmekteydi.
Öte yandan Papa, kendi milleti olan Fransızların gururunu okşamayı da ihmal etmemişti:
“Şarlman’ın yüceliğini hatırlayın. Cesur askerler, yenilmez ataların soyundan gelenler, yozlaşmayın. Aranızdaki tüm nefretlerden arının. Aranızdaki tüm anlaşmazlıklar bitsin, tüm savaşlar sona ersin. Mukaddes mezara doğru yola çıkın, o toprakları günahkâr ırkın elinden kurtarın ve kendinize bağlayın.”
Papa’nın bu kitleleri şişiren ajitasyonu kalabalıkları harekete geçirdi.
Konuşmasının sonunda kitlelerden şu savaş nâraları yükselmişti:
“Deus Vult! Deus Vult (Tanrı böyle emrediyor!)”
Bu tepkiden oldukça memnun kalan Papa, tahriklerini başta memleketi Fransa olmak üzere bütünüyle Batı Avrupa’nın her yanına giderek veya din adamlarını göndererek sürdürmüştü. Papa’nın temsilcileri kısa zamanda mukaddes topraklarda savaşacak gönüllüleri toplamayı başardı. Bu kontrolsüz tahrik kasaba kasaba birçok seremoni bahane edilerek gerçekleşmişti.
Orta Çağ Avrupa’sının önde gelen dînî ve askerî şahsiyetleri el ele vermişti. Normandiyalı Robert, Toulouselu Raymont, Tarantolu Bohemont, Flanderli Robert, Bouillonlu Godfrey, Bolonyalı Baldwin ve Bloisli Etienne İslâm dünyasına yapılacak bu büyük saldırının önemli askerî şahsiyetlerini oluşturmaktaydı.
Papa bu seferlere kitleleri yönlendirirken bir yandan Avrupa’daki hıristiyan toplulukları arasındaki çekişmeleri önlemiş olmaktaydı. Öte yandan Bizans’a yardım ederek üstünlük kurmayı ve doğu Ortodoks kiliselerini kendine bağlayarak birliği sağlamayı hedefliyordu. Bir diğer amacı da mukaddes mekânların denetimini ele geçirmekti. Zaten çağdaşları için bir Haçlı Seferi; İsa -aleyhisselâm- adına, Papa tarafından izin verilen bir sefer demekti. Sefere ön safhada katılanlar yemin eder, sonuç olarak evlerinde korunma ve endüljans gibi ayrıcalıklardan yararlanırlardı.2
Haçlı Seferi hareketine bağlı öncü birlikleri bin bir zorlukları aşarak İstanbul’a varmıştı. Bu birlikler; Keşiş Piyer (Pierre L’Hermit) önderliğinde Fransız, Alman ve az sayıda İtalya köylülerinden oluşan 40 bin kişilik bir topluluktan oluşmuştu. Şüphesiz Avrupa’nın değişik merkezlerinden İstanbul’a yolculuk; başta ulaşım, yiyecek ve içecek temini, dil problemleri olmak üzere birçok problemi beraberinde getirmişti. XII. yüzyıl boyunca Avrupa’nın hemen hemen bütün nehirleri üzerinde haçlı birliklerinin yol geçişlerini kolaylaştıracak çok sayıda köprü kurulmuştu. Bütün bu gelişmeler Haçlı Seferlerine katılanların ulaşım ve intikal problemini aşmak amacını taşımaktaydı. Haçlı Seferleri böylece toplumların birbirleriyle temaslarını kolaylaştıran bir rol de icra etmişti.
Piyer’in yola döktüğü kitleler daha çok muharip olmayan, galeyana getirilmiş halk kitlelerinden oluşmaktaydı. Düzensiz-başıbozuk bir çapulcu sürüsünü andıran bu toplulukların; daha İstanbul’a gelmesinden evvel, Macaristan sınırında Sava Irmağı kıyısında Zemun (Semlin) mevkiinde bir ayakkabı alışverişi yüzünden büyük karışıklıklar çıkmış ve kaleye saldıran Haçlılar dört bin Macar’ı öldürmüşlerdi. Yine bu kitleler iâşe ve ibâte zorluklarından başta Belgrat olmak üzere birçok yerleşim merkezini talan etmişler, hırsızlık, soygun ve tecavüz gibi olaylara sebebiyet vermişlerdi.
Haçlılar İstanbul’a geldiklerinde bugünkü Eyüp’te karargâh kurmuş ve yerleştirilmişlerdi. Ancak İmparator Aleksios ve Bizans halkının beklentilerine cevap verecek nitelikte görünmüyorlardı. Çoğu çapulcu, serseri ve aylak insanlardan oluşmaktaydı. Ancak büyük ve nitelikli başka orduların da yolda olduğu haberi Aleksios ve Bizans’ı bir dereceye kadar rahatlatmıştı. Oysa Aleksios, Papa ve Avrupa hıristiyan dünyasından kendisini üç-dört bin kişilik askerî bir güçle ve maddî yardımla desteklemelerini arzu etmekteydi. İstanbul’a ulaşan bu ilk Haçlı kafilesi; askerî açıdan destek olamayacağı gibi, yiyecek, giyecek ve barınma ihtiyaçlarını temin etmeleri sırasındaki yağma, talan ve soygunlara karışmaları İstanbul için tam bir huzursuzluk kaynağını oluşturmuştu. İmparator, kural-kaide tanımayarak etrafta gördüğü her şeyi yağmalayan bu çapulcu sürüsünden kurtularak Anadolu’ya bir an önce atmak amacındaydı.
Nitekim Haçlı gürûhunu Anadolu’ya geçirerek Eski Hisar üzerinden teknelerle Yalova yakınlarında Kibetos askerî karargâhına gitmelerine yardımcı olmuştu. Normanlardan oluşan muharip ilk Haçlı birliğini de bekletmeden aynı güzergâhı kullanarak bu topluluklarla birleştirdi. Artık Haçlılar, Selçuklu topraklarına dayanmışlardı. Bizans İmparatoru; diğer askerî kuvvetleri mutlaka beklemelerinin doğru olacağını, asıl askerî birlikler gelmeden önce saldırmamaları konusunda Haçlı kafilesini uyarmıştı. Ancak Haçlılar bu uyarıyı dikkate almadan İznik civarında Selçuklu topraklarına dalarak yağma ve talan faaliyetlerine girişmişlerdi. Savunmasız köylüleri din farkı gözetmeksizin beşikteki çocuklarına varıncaya kadar kundaklayıp, mal ve hayvanlarını yağma etmişlerdi. Hattâ daha fazlasını elde etmek isteyen Normanlar 6 bin kişilik bir kuvvetle Drakon vadisine girerek İznik yolu üzerinde bulunan Kserigordon kalesini ele geçirmişti.
Bu gelişmelerden haberdar olan Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan bu stratejik kaleyi geri almak üzere kardeşi Dâvud’un kumandasında bir askerî birliği gönderdi. Selçuklular kısa zamanda kaleyi geri aldıkları gibi buraya yerleşen kuvvetleri dağıtıp imhâ etti. Çok az sayıda Haçlı askeri İstanbul’a geri dönebilmişti.
Öte yandan Pierre L’Hermit’e bağlı haçlılar İznik kentinin ele geçirildiği haberiyle Kibetos karargâhından İznik istikametine doğru harekete geçmişlerdi. Yolda Drakon vadisinde Selçuklu ordusuyla karşı karşıya geldiler. Selçuklu okçuları vadide yaklaşık 20 bin kişilik bu haçlı gürûhunu pusuya düşürerek saf dışı bıraktı. Dağılan ve kaçan bu topluluktan çok azı teknelerle İstanbul’a ulaşarak, haçlıların içine düştüğü fâciayı haber vermişti.