Hz. Ömer El-faruk (r.a.)

mustafa

Profesör
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
1,972
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
Ankara
HZ. ÖMER EL-FARUK (R.A.)

Kureyş’in Adiyyoğulları soyundan gelmektedir. Hz. Ömer El-Faruk’un nesebi 8. kuşaktan Peygamber Efendimiz (s.av.) ile birleşmektedir...

Hz. Ömer’in künyesi Ebu’l Hafs’tır.

Hz. Ömer’in lakabı ise herkes tarafından bilinen ‘FARUK’tur. Bu lakab, Hz. Ömer’e Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından konulmuştur.

Ahlakından da şöyle bahsedecek olursak; cesur ve yiğit, akıllı ve tedbirli, kanaatkar ve sabırlı, ibadet ehli ve zahid kısaca külli kemalat sahibiydi. Sözünü dinletir, din işlerinin yerine getirilmesinde insanların tenkidinden çekinmez, hak uğrunda hiçbir hatır gözetmez ve çevresindekilere sürekli iyilikte bulunurdu. Bütün yaşantısında Kitap ve Sünnet’in hükümlerini gözetmiştir. Bu yüzden onun hakkında “ El vakkafü indel hak (Hak mevzu bahis olunca hemen durup ona uyan)” denirdi. En mühim vasfı diye nitelendirebileceğimiz özelliği ise bütün işlerinde adaleti gözetmesiydi. Hatta O, tarihte adaletle ikiz olarak anılan bir insan olmuştur.
BAZI ÖZELLİKLERİ

*Nesep ilmini çok iyi bilirdi. Bu ilmi babasından öğrenmişti. Arap soylarını çok iyi bilirdi.

* İyi bir sporcu, atlet ve güreşçiydi.

* Binicilikteki yeteneği tartışılmazdır. Cahız, onun bir sıçrayışta atına atlayarak, ustalıkla eğere yerleştiğini ve adeta ata yapışıkmış gibi göründüğünü kaydeder.

* Cahiliyye döneminde okuma yazmayı bilen az kimselerden biri idi.

*Çok müthiş bir hatipti. Hitabeti gibi kalemi de çok kuvvetliydi. Bunu yazdığı emirnamelerindeki üsluptan anlıyoruz. Sesi gür ve etkileyici idi. Abdullah İbn-i Abbas onun konuşmalarını hiç kaçırmazdı.

* Bütün hayatı boyunca 70 kadar hadis rivayet etmiştir. Hz. Ömer gibi adını sürekli Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile birlikte duyduğumuz bir sahabe efendimizin bu kadar az hadis rivayet etmesi tuhaf karşılanabilir. Bu konuda Hz. Ömer’in fikri kendi sözlerinden anlaşılmaktadır. Bir mevzu üzerine halka diyor ki: “Hadise bir şey eklemek veya bir şey çıkarmak korkusu olmasa, size hadis rivayet ederdim.”

*Halifeliği zamanında bile dünya hayatı onu yamalı elbise giymekten alıkoyamadı.

*İran’ın fethi, Hz. Ömer zamanında olmuştur.

*Hz. Ömer hilafet müddeti on sene, altı ay dört gündür. Hicretin 43. senesinde 63 yaşında vefat etmiştir

*Hz. Ömer 8 erkek 4 kız çocuk babasıdır. Oğullarından Abdullah hadis ilmi, fıkıh bilgisi ve sünnete ittibası ile çok meşhurdur. Diğer oğlu Asım da ilim, fazilet, zühd ve takvası ile tanınmıştır. Kızlarından Hz. Hafsa ile Resulün zevcesi ve bizlerin de annesi olmakla şerefyap ve serfirazdır.

* En çok tekrar ettiği dualarından birisi: “ Allahım! Bütün amellerimi salih ve sırf senin rızan için hâlis kıl. Senin rızan dışında hiçbir şey koyma”

* Peygamberliğin 6. senesinde 27 yaşında Müslüman oldu. Genelde 40. Müslüman olarak bilinir. Doğrusu 40. Erkek Müslüman’dır.
 

vuslatgeceleri

Asistan
Katılım
13 Eyl 2006
Mesajlar
438
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
vuslatgeceleri.spaces.live.com
Hz. Ömer-ül Faruk

Hz. Hamza’nın Müslüman olması üzerine, Mekkeli müşriklerin telâş ve endîşeleri had safhaya varmıştı. Çünkü parmakla gösterilen kahramanlardan biri de Müslüman olmuş, Resûlullahın saflarında yer almıştı. Bu beklenmedik hâdise, müşrikleri, büsbütün çileden çıkardı.

Hz. Ömer bu sırada daha Müslüman olmamıştı. Bir gün, Resûlullah efendimizi, gördüğü yerde öldürmek niyetiyle evinden çıktı. Sevgili Peygamberimizi Mescid-i Harâm’da namaz kılarken buldu ve namazın bitmesini isteyerek, dinlemeye başladı. Habîb-i ekrem efendimiz, El-Hâkka sûre-i şerîfini okuyordu.

Kalbim meyletti

Hattâboğlu Ömer, Peygamber efendimizin okuduklarını hayranlıkla dinliyordu. Ömründe böyle güzel sözler duymamıştı. Bunu kendisi, sonradan şöyle anlatır:

“Dinlediğim bu sözlerin belâgatına, düzgünlüğüne, derli topluluğuna hayrân olmuş, niçin geldiğimi unutmuştum. Bu hâdiseden sonra, kalbimde İslâma karşı bir istek hâsıl oldu.”

Bu hâdisenin, Hz. Ömer’in Müslüman olmasında mühim te’sîri olmuştur. Çünkü kalbini yumuşatmış, Müslüman olmasına zemin hazırlamıştır.

Hz. Hamza’nın Müslüman olmasından üç gün sonra, Ebû Cehil, müşrikleri toplayıp dedi ki:

- Ey Kureyş! Muhammed, putlarımıza dil uzattı. Bizden önce gelen atalarımızın Cehennemde azâb gördüklerini, bizim de oraya gideceğimizi söyledi! Onu öldürmekten başka çâre yoktur! Onu öldürecek kişiye, yüz kızıl deve ve sayısız altın vereceğim!

Bir anda Hattâboğlu Ömer’in kalbinden, İslâma olan istek kayboldu ve yerinden fırlayarak dedi ki:

- Bu işi Hattâboğlundan başka yapacak yoktur.

- Haydi Hattâboğlu! Görelim seni! Bu işi senden başka yapabilecek kimse yoktur.

Hattâboğlu Ömer, kılıcını kuşanarak yola düştü. Giderken Nu’aym bin Abdullah’a rastladı.

Yolda Nuaym bin Abdullah kendisine sordu:

- Yâ Ömer, böyle şiddet ve hiddetle nereye gidiyorsun?

- Milletin arasına nifâk sokan, kardeşi kardeşe düşüren bir kimseyi öldürmeye gidiyorum.

- Yâ Ömer, güç bir işe gidiyorsun. Onun Eshâbı çevresinde pervane gibi dönmektedir. Ona birşey olmasın diye titremektedirler. Onun yanına yaklaşıp, zarar veremezsin!

Yakınlarınla uğraş

Bu söze çok hiddetlenen Hz. Ömer kılıcına sarıldı:

- Yoksa sen de mi onlardansın? Önce senin işini bitireyim.

Nuaym bin Abdullah cevap verdi:

- Sen benimle uğraşacağına, kardeşin Fâtıma ile enişten Saîd’in yanına git! Onlar, çoktan Müslüman oldular. Sen önce kendi yakınların ile uğraş!

- Hayır, onlar Müslüman olamazlar.

- Bana inanmazsan, git evlerine, kendilerine sor!

Bunun üzerine Hz. Ömer, kardeşini merak edip, öfkeyle hemen evlerine gitti. O sıralarda Tâhâ sûresi yeni nâzil olmuş, eniştesi Saîd ile kızkardeşi Fâtıma bunu yazdırıp, Hz. Habbâb bin Eret adındaki sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı.

Hattâboğlu Ömer, kapıdan bunların sesini duydu. Kapıyı çok sert çaldı. Onu, kılıcı belinde kızgın görünce, yazıyı saklayıp, Hz. Habbâb’ı gizlediler. Sonra kapıyı açtılar. İçeri girince sordu:

- Ne okuyordunuz?

- Bir şey okumuyorduk.

- Hayır, okuyordunuz. İşittiğim doğru imiş. Siz de O’nun sihrine aldanmışsınız!

Niçin utanmazsın?

Hz. Sa’îd’i yakasından tutup, yere attı. Kardeşi, efendisini kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı. Fâtıma’nın canı yanmış, kana boyanmış idi. Fakat îmân kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak dedi ki:

- Yâ Ömer! Niçin Allahtan utanmaz, âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygamberine inanmazsın? İşte ben ve zevcim, Müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen de bundan dönmeyiz.

Sonra Kelime-i şehâdeti okudu. Hattâboğlu Ömer, kızkardeşinin bu îmânı karşısında birden yumuşadı ve yere oturdu. Yumuşak sesle dedi ki:

- Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarın.

- Sen temizlenmedikçe, onu sana vermem.

Ömer bin Hattâb gusül abdesti aldı. Ondan sonra Fâtıma, âyet-i kerîme yazılı sahifeyi getirdi. Ömer bin Hattâb güzel okurdu. Tâhâ sûresini okumaya başladı. Kur’ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma’nâları ve üstünlükleri kalbini gitgide yumuşattı.

(Göklerde ve yeryüzünde ve bunların arasında ve yedi kat toprağın altındaki şeyler hep O’nundur) [Tâhâ: 6] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, derin derin düşünceye daldı. Dedi ki:

- Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin taptığınız Allahın mıdır?

- Evet, öyle ya! Şüphe mi var?

- Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altından, gümüşten, tunçtan, taştan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde bir şeyi yok.Şaşkınlığı büsbütün artmıştı. Biraz daha okudu.

(Allahü teâlâdan başka ibâdet edilecek, tapılacak hak bir ilâh, bir ma’bûd yoktur. En güzel isimler O’nundur) [Tâhâ: 8] meâlindeki âyet-i kerîmeyi düşündü. Sonra dedi ki:

- Hakîkaten, ne kadar doğru.

Ömer ile kuvvetlendir

Habbâb bu sözü işitince, gizlendiği yerden fırladı ve tekbîr getirdikten sonra müjdeyi verdi:

- Müjde yâ Ömer! Resûlullah efendimiz Allahü teâlâya duâ ederek, “Yâ Rabbî! Bu dîni, Ebû Cehil yahut Ömer ile kuvvetlendir, buyurdu. İşte bu devlet, bu saâdet sana nasîb oldu.

Bu âyet-i kerîme ve bu duâ, Hattâboğlu Ömer’in kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. Hemen;

- Resûlullah nerede? Beni, Resûlullaha götürür müsünüz? dedi. Zîrâ kalbi, Resûlullaha tutulmuştu.

Ömer bin Hattâb’ın Resûlullahı görmek için yola çıktığı sırada, Resûl-i ekrem, Hz. Erkâm’ın evinde Eshâbına nasîhat veriyordu. Hattâboğlu Ömer’in geldiği, Erkâm’ın evinden görüldü. Kılıcı da yanında idi. Heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın etrafını sardı. Hz. Hamza dedi ki:

- Ömer’den çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıcını çekmeden başını uçururum.

Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Yol verin, içeri gelsin!

Îmâna gel yâ Ömer!

Cebrâil aleyhisselâm, daha önce, Ömer bin Hattâb’ın îmân etmek için geldiğini ve yolda olduğunu haber vermişti. Resûlullah efendimiz, onu, tebessüm buyurarak karşıladı. Ömer bin Hattâb, Resûlullahın önünde diz çöktü. Resûlullah efendimiz, onu, kolundan tutup buyurdu ki:

- Îmâna gel, yâ Ömer!

O da temiz kalb ile Kelime-i şehâdeti söyledi. Eshâb-ı kirâmın, sevinçten söyledikleri tekbîr sesleri göğe yükseldi.

Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonraki hâlini şöyle anlattı:

“Müslüman olduğum zaman, Eshâb-ı kirâm, müşriklerden gizlenir ve ibâdetlerini gizli yaparlardı. Bu duruma çok üzüldüm ve Resûlullaha suâl ettim:

- Yâ Resûlallah! Biz hak üzere değil miyiz?

- Evet. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ister ölü ister diri olunuz, muhakkak hak üzerindesiniz.

- Yâ Resûlallah! Mâdem ki biz hak üzerinde, müşrikler de bâtıl yoldadırlar, o hâlde ne diye dînimizi gizliyoruz? Vallahi biz, dîn-i İslâmı, küfre karşı açıklamaya daha haklı ve daha lâyıkız. Allahü teâlânın dîni, Mekke’de, hiç şüphesiz üstün gelecektir. Kavmimiz bize karşı insaflı davranırlarsa ne âlâ, yok taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız.

Yâ Resûlallah! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, hiç çekinmeden ve korkmadan, oturup İslâmı anlatmadığım bir müşrik topluluğu kalmayacaktır. Artık ortaya çıkalım.

Kabûl buyurulunca, iki saf hâlinde dışarı çıkıp, Harem-i şerîfe doğru yürüdük. Safların birinin başında Hamza, diğerinin başında da ben vardım. Sert adımlarla, toprağı un edercesine, Mescid-i harâma girdik. Kureyşli müşrikler, bir bana, bir Hz. Hamza’ya bakıyorlardı."

Beni bilen bilir

Hz. Ömer’in bu gelişi üzerine, Ebû Cehil ileri çıkıp, “Yâ Ömer! Bu ne hâldir?” deyince, Hz. Ömer hiç aldırış etmeden Kelime-i sehâdet getirdi:

- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh!

Ebû Cehil ne diyeceğini şaşırdı. Donup kaldı. Hz. Ömer bu müşrik gürûhuna dönerek dedi ki:

- Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattâboğlu Ömer’im. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın! Kımıldayanı, kılıcımla doğrayıp yere sererim!

Bunun üzerine Kureyşli müşrikler, bir anda dağılıp, oradan uzaklaştılar.

Böylece, ilk defa Harem-i şerîfte açıktan namaz kılındı.

Hz. Ömer, haksızlık karşısında çok hiddetli olduğu gibi, adâletin yerine getirilmesinde de o kadar şefkâtli idi. Bu yüzden adâleti ile meşhûr olmuştur.

Bir gün at satın almak istedi. Atı tecrübe etmek niyetiyle biniciye verdi. Ata binen kimse, koştururken, at tökezleyip kazâya uğradı. Hz. Ömer atı satıcısına geri vermek istediğinde, satıcı almadı. Sonunda durum, Kâdî Şüreyh hazretlerine intikal etti. Kâdî sordu:

- At, sahibinin izniyle mi koşturuldu?

Hz. Ömer dedi ki:

- Hayır, ben denemek için koşturdum.

Atı almak macbûriyetindesiniz

Bunun üzerine, kâdî şu hükmü verdi:

- Şâyet at sahibinin rızâsı ile tecrübe edilseydi, sahibine iâde edilebilirdi. Fakat, siz sahibinden izin almadığınız için geri veremezsiniz, atı almak mecbûriyetindesiniz.

Hz. Ömer;

- Hak ve adâlet husûsunda boynumuz kıldan incedir, deyip atın bedelini verdi.

Hz. Ömer, sonu pişmanlık olan iş yapmazdı.

Onun zamanında, Müslümanlar İslâmiyeti İran içlerine kadar yaydılar. İranlı meşhûr kumandan Hürmizân, teslîm olmamak için çok direndi, fakat hayatının tehlikeye girdiğini görünce teslîm oldu. Hz. Ömer, huzûruna çıkartılan Hürmizân’a sordu:

- Bize söyliyeceğin bir şey var mıdır?

- Var! Fakat önce ölecek miyim, kalacak mıyım bunu bilmem lâzımdır.

- Konuş, sana zarar gelmiyecektir.

- Ey büyük halîfe, önceleri biz İranlılar siz Arabları öldürüyor, zorla mallarınızı ellerinizden alıyorduk. Ne zaman ki, Allah size peygamber gönderdi. Ondan sonra bizim üstünlüğümüz sona erdi. Siz azîz, biz zelîl olduk.

Söz vermiştiniz

Hz. Ömer, Enes bin Mâlik’e sordu:

- Ne yapalım bunu?

- Öldürmeyelim! Çünkü arkasında büyük bir kalabalık vardır. Belki onlar, ileride Müslüman olabilirler.

- Fakat o, Resûlullahın kıymetli arkadaşlarını şehîd etti. Onu sağ bırakmamız uygun olur mu?

- Yâ Ömer bunu öldürmememiz lâzımdır. Çünkü, “Konuş sana benden zarar gelmez” diye söz de vermiştin.

Hz. Ömer, kim tarafından söylenirse söylensin, doğru sözü hemen kabûl ederdi. Enes bin Mâlik hazretlerinin bu sözleri üzerine, onu öldürmekten vazgeçti. Birçok sahâbînin şehîd olmasına sebep Hürmizân'ın hayatını bağışladı.

Bir müddet sonra da, Hürmizân Müslüman oldu. Ayrıca onun vesîlesi ile birçok kimse îmâna geldi. Hz. Ömer eski can düşmanını bile maaşa bağladı. Çünkü adâlet bunu gerektiriyordu. Adâlet, şahsî fikrin, hissiyâtın üzerinde idi.

Hz. Ömer Şam’ı ziyâret ettiğinde, ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri büyük bir kalabalıkla karşıladı.

Hz. Ömer ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı. Şehre girişte, sıra köleye gelince, Halîfe devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti.

Hakîr bir kavimdik

Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halîfe, devenin yularını çeken Hz. Ömer’i de köle zannediyordu. Bunu gören Ebû Ubeyde bin Cerrâh dedi ki:

- Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halîfesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl îzâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler.

Hz. Ömer buyurdu ki:

- Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vâsıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder.

Bu şekilde şehre girdiler. Gerçekten bu hareketi, onun şerefini küçültmedi, aksine büyüttü. Biz bile 1400 sene sonra, burada, örnek bir hareket diye anlatıyoruz. Eğer tersi olsaydı, o zaman orada unutulup gidecekti.

Halîfe Hz. Ömer, Şam'a gidiyordu. Şam'da vebâ hastalığı olduğu işitildi.Yanında

bulunanların ba’zısı;

- Şam’a girmiyelim, dedi. Bir kısmı da;

- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım, dedi. Halîfe de buyurdu ki:

- Allahü teâlânın kaderinden, yine O’nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur.

İlk karantina

Sonra Abdürrahmân bin Avf hazretlerini çağırıp sordu:

- Sen ne dersin?

- Resûlullahtan işittim. “Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!” buyurmuştu.

Halîfe de;

- Elhamdülillah, benim sözüm, hadîs-i şerîfe uygun oldu, deyip, Şam’a girmediler.

Böylece ilk defa karantina uygulaması yapıldı. Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde, kirli hava ya’nî mikroplu hava, vebâ basilleri, herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar.

Hz. Ömer, devlet başkanı seçildiğinde, Hz. Ebû Bekir’e ta’yîn edilen maaş kadar ücret alıyordu.

Bu şekilde bir müddet devam edildi. Daha sonra, Hz. Ömer, geçim sıkıntısına düştü.

Bu durumu gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ba’zıları toplanıp, bu durumu görüştüler. Zübeyr bin Avvâm hazretleri şöyle bir teklifte bulundu:

- Kendisine söyliyerek maaşını artıralım.

Teklifi bildirelim

Toplantıda bulunan Hz. Ali buyurdu ki:

- Bu teklifi kabûl edeceğini zannetmiyorum. İnşâallah kabûl eder. Gidip teklifi bildirelim.

Bu arada, Hz. Osman söz alıp buyurdu ki:

- Ömer’in hak ve adâlette ne kadar ta’vîzsiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu teklifimizi bizzat kendimiz değil, kendisini kıramıyacağı birine söyletelim. Bunu, kızı Hafsa’ya anlatalım, o teklif etsin!

Hz. Osman’ın bu teklifi uygun görülerek, beraberce Hz. Hafsa’nın huzûruna vardılar. Aralarındaki konuşmaları anlattılar. İsim vermeden, yapılan teklifleri Hz. Ömer’e bildirmesini istediler.

Hz. Hafsa babasının yanına varıp dedi ki:

- Eshâbdan ba’zıları, senin maaşını az bulmuşlar. Bunun için maaşını artırmayı teklif ediyorlar.

Hz. Ömer, bu teklife celâllenip sordu:

- Kimdir onlar?

- Fikrini öğrenmeden kim olduklarını söylemem.

- Eğer kim olduklarını öğrenseydim, onlara gereken cezâyı verirdim. Allahü teâlâya duâ etsinler ki, arada sen varsın.

Sonra kızı Hz. Hafsa’ya sordu:

- Sen Resûlullahın evinde iken, Allahın Resûlünün giydiği en kıymetli elbise neydi?

- İki tane renkli elbisesi vardı. Elçileri onlarla karşılar, cum’a hutbelerini bunlarla okurdu.

- Peki yediği en iyi yemek neydi?

- Yediğimiz ekmek, arpa ekmeği idi.

- Senin yanında kaldığı zamanlar, yerde yaygı olarak kullandığınız en geniş, en rahat yaygı neydi?

- Kaba kumaştan yapılmış bir örtümüz vardı. Yazın dörde katlar, altımıza yayardık. Kış gelince de, yarısını altımıza yayar, yarısını da üstümüze örterdik.

Artanı muhtâçlara vereceğim

Daha sonra Hz. Ömer buyurdu ki:

- Yâ Hafsa, benim tarafımdan, seni gönderenlere söyle! Resûlullah efendimiz kendisine yetecek miktarını tespit eder, fazlasını ihtiyâç sahiplerine verirdi. Kalanı ile yetinirdi. Vallahi ben de kendime yetecek olanını tespit ettim. Artanını ihtiyâç sahiplerine vereceğim. Ve bununla yetineceğim.

Resûlullah efendimiz, ben ve Hz. Ebû Bekir, bir yol takip eden üç kişi gibiyiz. Onlardan ilki nasîbini aldı ve yolun sonuna vardı. Diğeri de aynı yolu tâkip etti ve O’na kavuştu. Sonra üçüncüsü yola koyuldu. Eğer O da öncekilerin takip ettiği yolu takip eder, onlar gibi yaşarsa, onlara kavuşur ve onlarla beraber olur. Eğer öncekilerin yolunu takip etmezse, başka yoldan giderse, onlarla buluşamaz.

Müslümanlar, bulundukları yerlerde oturan gayri müslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticârî maksatla gelmiş olan gayri müslimleri de sınırları dâhilinde koruma altına alırlardı. Onların zarar görmemesi için, her türlü tedbiri alırlardı. Bunun geçmişte sayısız örnekleri vardır.

Bize sığınmışlar

Meselâ, Halîfe Hz. Ömer zamanında, bir ticâret kervanı gelip, gece Medîne’nin dışına konakladı. Yorgunluktan hemen uyudular.

Bu sırada, herkes uyurken, Halîfe Hz. Ömer, şehri dolaşıyordu. Dolaşma esnasında bunları gördü.

Hz. Ömer, Abdurrahmân bin Avf’ın evine gelip, yatağından kaldırarak buyurdu ki:

- Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat, bize sığınmışlar. Eşyâları çoktur ve kıymetlidir. Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım.

Abdurrahmân bir Avf cevap verdi:

- Çok iyi olur, çok güzel düşünmüşsün, hemen geliyorum.

Sabaha kadar nöbetleşe, bu kervanı beklediler. Sabah namazında mescide gittiler. Kervanda bulunan bir genç, o sırada uyanmıştı. Bunları takip edip, arkalarından gitti.

Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Halîfe Hz. Ömer ile arkadaşı olduğunu öğrendi. Gelip, arkadaşlarına şöyle anlattı:

- Arkadaşlar! Sabaha kadar iki Müslümanın bizi bekleyip, eşyalarımızın çalınmasına mâni olduğundan haberiniz var mı?

- Müslümanların başka işi yok da, bizi mi koruyacaklar? Üstelik bizim Hıristiyan olduğumuzu biliyorlar.

- Hem de kim korudu biliyor musunuz?

- Kimmiş?

- Müslümanların Halîfesi Ömer.

- Sen yanlış görmüşsündür. Halîfenin, gecenin bu vaktinde burada işi ne? O sarayında kuş tüyü yatağında yatıyordur.

- Sizin gibi önce ben de inanamadım.

- Sonra nasıl inandın?

- Sabah olup ortalık aydınlanınca, buradan ayrıldılar. Ben de merak edip arkalarından gittim. Câmiye girdiler. Yolda karşılaştığım birisine, “Bu kim” diye sordum. “Halîfemiz Ömer” diye cevap verdi.

Daha ne duruyoruz?

Bu konuşmaları dikkatle dinleyen kâfile halkı, derin bir sessizliğe büründü. Kimsenin konuşacak, birşey söyliyecek hâli kalmamıştı.

Uzun süren bir sessizlikten sonra, içlerinden biri sessizliği bozdu:

- Daha ne duruyoruz? Bu hâl İslâmiyetin gerçek din olduğuna delil olarak yetmez mi?

Diğerleri de bu söze katıldılar. Roma ve İran ordularını perişan eden, adâleti ile meşhûr yüce Halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar ve seve seve hepsi Müslüman oldular.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin hakkında;


“Eğer benden sonra peygamber olsaydı bu, muhakkak Ömer İbn-i Hattap olurdu."


dediği insan ...
 

LİMRAV

Üye
Katılım
25 Haz 2007
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
ilginç bir hadis
başka bir yer de de
ben ne zaman cebrail bana geç gelse ömere nazil olurdu samırdım

diye buyurduğu söyleniyor resulullahın.
 

eslem gül

Paylaşımcı
Katılım
19 May 2007
Mesajlar
147
Tepkime puanı
0
Puanları
0
adaletin temeli:
kendine yapılmasını istediğini başkasına yapmak
bazen çok şaşıyorum
insana nasıl olurda bu kadar şey doğuştan verilir...
bunca ağırlık taşınmıyor
o yüzden mi acaba yıllarca
beyaz gömleği tersten giymemekle
savaştım
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Hz. Ömeru'l-Faruk (r.a.)

HAZRET-İ ÖMER'ÜL-FARUK


-Radiyallahu Anh-
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- ikinci halifedir. İslâmiyet'in ilk yıllarında Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e düşman kesilmiş ve onu öldürmek için and içmişti. Fakat Huzur-u nebevî'ye gelince o Nur'un etkisinde kalarak Kelime-i şehâdet getirdi.
Kureyşlilerin birçok gizli plânlar yaparak Resulullah Aleyhisselâm'ı ortadan kaldırmaya çalıştıkları bir dönemde müslüman oldu. İslâm'ın en büyük düşmanları arasında iken, bir anda en büyük muhiblerinden oluverdi.
Onun müslüman olmasıyla İslâmiyet büyük bir kuvvet kazanmış, kısa zamanda duyulmaya ve yayılmaya başlamıştır.
Kerimesi Hazret-i Hafsa -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'i Resulullah Aleyhisselâm'a nikâhlayarak ona kayınpeder olmuştur.
O Nur'a o kadar yakın oldu ki, her şeyini onun yolunda fedâ etti.
"Ömer benimledir, ben de onunlayım. Hak ise her nerede olursa olsun Ömer'den ayrılmaz." (Câmiüs'sağir)
İltifatına mazhar oldu.
O da Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- gibi Resulullah Aleyhisselâm'ın bütün savaşlarına katılmış, hiçbirinde bulunmamazlık etmemiş, bütün andlaşmalarına, idarî tedbirlerine, İslâm için olan bütün teşebbüslerine en faal bir şekilde iştirak etmiş, müşavirlik yapmıştır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:"Allah-u Teâlâ hakkı, Ömer'in diline ve kalbine koydu." (Ebu Dâvud: 2962
Hak ile bâtılın arasını inceden inceye ayırdettiği için, Resulullah Aleyhisselâm tarafından kendisine lâkabı verilmişti.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in âhirete intikalinden sonra Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in halifeliğini şiddetle desteklemiş, onun vefatından sonra da kendisi halife seçilmiştirHalife olduktan sonra Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- zamanında başarılan işleri devam ettirdi. On yıl kadar süren başkanlığı döneminde bütün İran fethedildi. Müslümanlar doğuda Sind ve Ceyhun nehirlerine kadar hâkim oldular. Memleket Mısır'ın batı hududundan Asya'nın ortalarına kadar uzanıyordu. İslâmiyet çok uzaklara kadar yayıldı. Muhtelif milletler, muhtelif ırklar bir araya toplanmıştı. Gösterdiği adalet ve tarafsızlık sayesinde halk İslâm'a ısınıyor ve bağlanıyordu. İslâm devleti onun devrinde kuruldu, genişledi, cihangir bir mâhiyet aldı. İslâmiyet Antakya'dan Yemen'e, Horasan'dan Trablus'a kadar geniş bir sahada yayıldı. Bu muazzam sahalara huzur ve emniyet hâkim olmuştu.
Daha önceleri zâlim bir idare altında inleyen insanlar, İslâm adâleti sayesinde emniyet içinde yaşadılar.
Devlet hazinesine pek çok dikkat eder, bir kimsenin hazineden en ufak bir şey gasbetmesine imkân bırakmazdı. Mülki âmirlerden kaynağı belli olmayan servetlerinin hesabını sorardı.
Devlet başkanları arasında onun kadar sade hayat sürene tesadüf edilemez. Yer üstünde yatar, maiyetsiz seyahate çıkar, devlete âit develere bizzat bakar, kapısında bir tek muhafız bulundurmaksızın yaşar, fakat bununla beraber dünyanın en büyük hükümdarları onun şöhretinden titrerlerdi.
Sulh andlaşması yapmak için Kudüs'e giderken, şehre yaklaştığında üzerinde pek sade ve mütevazi elbiseler vardı. Karşılamaya gelen kumandanlar halk arasındaki nüfuz ve heybetinin azalmasından endişe ettiklerini söylemişlerdi.Buyurdular ki:
"Allah-u Teâlâ'nın bize ihsan ettiği nam ve şöhret, müslümanlığa âittir. Kendi şahsım için sadelik kâfidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Câbir -radiyallahu anh-in rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde onun hakkında:
"Güneş, Ömer'den daha hayırlı bir kimse üzerine doğup batmadı." buyurmuştur. (Tirmizî: 3685)
Dininde gayet salâbetli idi. Zâhirde halk ile bâtında Hakk ile olmak ona mahsustur. Bilhassa feraset vasfıyla meşhurdur. Birçok incelik ve mânâları söylemiştir. Fikirlerinde yüksek bir isabet mevcuttu.
Adâlet ve ahlâk timsali idi. Bütün ömrünü Hakk'a vakfetmişti. Hayatı boyunca o Nur'un yolunu ve izini takip etti.
On yıl altı ay hilâfet makamında kalan Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz Mescid-i nebevî'de sabah namazı kıldırırken künyesi Ebu Lü'lü olan Feyruz adındaki zerdüşt bir köle tarafından iki ağızlı bir hançerle altı yerinden vurularak şehid edildi.
Suikasttan sonra üç gün daha yaşamış, bu en sıkıntılı anlarında bile vasiyetlerde ve tavsiyelerde bulunmuştu.
 
K

kumdan_kaleler@

Guest
HAZRET-İ ÖMER'ÜL-FARUK


"Ömer benimledir, ben de onunlayım. Hak ise her nerede olursa olsun Ömer'den ayrılmaz." (Câmiüs'sağir)

Ama benim bildiğim şudur ki, sizin büyük alimleriniz yazmış oldukları muteber kitaplarında, halifelerin hilafetleri döneminde onların ilmi ve dini sorunlarını Hz. Ali’nin çözdüğünü nakletmişlerdir. Emeviler ve Bekriler bunca hadis uydurmalarına rağmen bu hakikati gizleyememişlerdir. Yahudi ve Hıristiyan ve diğer muhalif grupların bilginleri, Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın hilafet süresinde onların yanına gelerek zor sorular sorduklarında veya mektuplar yazarak cevap istediklerinde, halifeler Hz. Ali’ye sığınıyorlardı ve bu soruların cevabını Ali bin Ebi Talib’den başkası veremez diyorlardı.
İşte bundan dolayı Hz. Ali (a.s) onların meclisinde bulunup cevaplarını tatmin olacak bir şekilde yanıtlıyordu; onlar da Müslüman oluyorlardı. Nitekim, halifelerin tarihinde buna değinilmiştir.
Bu konunun ispatı için, halifelerin sorular karşısında aciz kalmaları ve; “eğer Hz. Ali olmasaydı helak olurduk” diye itirafta bulunmaları yeterlidir. Büyük alimleriniz kendi kitaplarında Ebu Bekir’in şöyle dediğini nakletmişlerdir:
“Ekıylunî, ekıylunî! Fe-lestu bi-hayrikum ve Aliyy’un fîkum.”
(Beni halifelikten alın, beni bir kenara bırakın; Ali içinizde olduğu sürece ben en hayırlınız değilim.)
Halife Ömer, çeşitli yer ve olaylarda 70 defadan fazla;
“Levla Aliyy’un- le-heleke Ömer.”
(Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu.) diye itirafta bulunmuştur.
Helak olacağı konuları da genellikle nakletmişlerdir.

Arz ettiğim gibi Ehl-i sünnet ve’l- cemaatin büyük alimleri (inatçı ve mutaassıp az bir grup hariç) bu konuda ittifak etmişlerdir. Halifelerin bu çeşit sözlerini, muhtelif yerlerde çeşitli lafız ve ibarelerle nakletmişlerdir. Konun aydınlığa kavuşup hüccetin tamamlanması için, hafızamda olan senet ve kitapların bazısına değiniyorum.
Ömer’in “Ali Olmasaydı Ömer Helak Olurdu”

Sözünün Senetleri

1- Mutaassıp Kadı Fadlullah bin Ruzbehan “İbtal’ul- Batıl”da,
2- İbn-i Hacer Askalani (Ö: 852) “Tehzib’ut- Tehzib”in 337. sayfasında,
3- Yine İbn-i Hacer “İsabe”nin c. 2, s. 509’unda,
4- İbn-i Kuteybe ed-Diyneveri (Ö: 276) “Tevil-u Muhtelif’il- Hadis” kitabının 200 ilâ 202. sayfalarında,
5- İbn-i Hacer-i Mekki (Ö: 973) “Savaik’ul- Muhrika”nın 78. sayfasında,
6- Hacı Ahmed Efendi “Hidayet’ul- Murtab”ın 146’dan 152’ye kadar olan sayfalarında.
7- İbn-i Esir-i Cezri (Ö: 630) “Usd’ul- Ğabe”nin c. 4, s. 22’inde,
8- Celalettin Süyuti “Tarih’ul- Hulefa”nın 66. sayfasında,
9- İbn-i Abdulbirr el-Kurtubi (Ö: 463) “İstiab”ın c. 2, s. 274’ünde,
10- Seyyid Mümin Şeblenci “Nur’ul- Ebsar”ın 73. sayfasında,
11- Şehabuddin Ahmed bin Abdulkadir el-Uceylî “Zahiret’ul- Meal” da,
12 - Muhammed bin Ali es-Sabban “İs’af’ur- Rağibin”in 152. sayfasında,
13- Nuruddin bin Sabbağ el-Maliki (Ö: 855) “Fusul’ul- Mühimme”de,
14- Nuruddin Ali bin Abdullah es-Semhudi (Ö: 911) “Cevahir’ul- Akdeyn”de,
15- İbn-i Ebi’l- Hadid el-Mutezili “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nın c. 1, s. 6’ında,
16-Allame Kuşçî “Şerh-i Tecrid”in 407. sayfasında,
17-Hatip Harezmi “Menakıb”ın 48 ilâ 60. sayfalarında,
18- Muhammed bin Talha eş-Şafii “Metalib’us- Süul”un 6. fasıl 29. sayfasında,
19- İmam Ahmed bin Hanbel “Fezail” ve “Müsned”de,
20- Sibt bin Cevzi “Tezkire”nin s. 85 ilâ 87’sinde,
21- İmam Salebi “Keşf’ul- Beyan” tefsirinde,
22- Allame İbn-i Kayyim el-Cevzi “Turuk’ul- Hükmiyye”nin s. 41 ilâ 53’ünde (bir çok olayları nakletmesi dahilinde),
23- Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 57. babında,
24- İbn-i Mace el-Kazvini “Sünen”inde,
25- İbn-i Meğazili eş-Şafii “Menakıb”da,
26- İbrahim bin Muhammed el-Himvini “Feraid”de,
27- Muhammed bin Ali bin Hasan’il- Hakim et-Tirmizi “Feth’ul- Mubin” şerhinde,
28- Deylemi “Firdevs”ta,
29- Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefî “Yenabi’ul- Mevedde”nin 14. babında,
30- Hafız Ebu Naim el-İsfehani “Hilyet’ul- Evliya” ve “Ma nezel’el-Kur’an-u Fi Ali’yyin”de ve sizin diğer bir çok büyük alimleriniz, çeşitli lafız ve ibarelerle halife Ömer’in şöyle dediğini nakletmişlerdir:
“Levla Ali’yyun le-heleke Ömer.”
(Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu.)
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Arkadaşım,
Hamiyetini Ashab-ı Kiramdan sadece Hz. Ali (k.v.) üzerinde yoğunlaştırmanız anlaşılır gibi değil. Bize onların biribirine karşı olan üstünlüklerini konuşmak ve tartışmak emredilmedi, bize onlarda görülen ahlak-ı hamidenin en güzel uygulamasının onların üzerinde örnek almamız tavsiye edilmiştir. Onlar birbirleriyle karşılaştıklarında daima karşılarındakini daha faziletli olduğunu ifade ile ona iltifat eder ve asla ve kata kendisini daha faziletli bilmez ve görmezdi. Hâl böyle olunca bizlere de aynı şekilde davranmak düşer ve onların hepsini hayırla anmak lazım gelir diye düşünüyorum.
Hala vazgeçmeyecek misin ?
Başka sözüm yok.
Selâmetle.
 

İbrahim Tevhidi

Profesör
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
765
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
41
Web sitesi
www.rebeze.com
Elbette Hz Ali ilmin kapısıdır, ama ilk üç halifemizde ayaklı kuran-ı kerim gibidir, ilim ve takvaları yüksektir. Fakat bilinirki ki Hz Ali(r.a.) şeyhülislamlık yapmıştır.
 

elmnightmare

Profesör
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
1,734
Tepkime puanı
8
Puanları
0
ALLAH bu dine EBUBEKİR'i (r.a) de ÖMER'i(r.a) da ALİ(r.a) si, AMR İBNUL AS'ı(r.a) da diğer ashabı güzin'i de (radıyallahu anhum ecmain) hizmet etsin diye yaratmış...
Bunlardan birisi olmazsa müslüman ahlakı eksik olur...
 
K

kumdan_kaleler@

Guest

"Ömer benimledir, ben de onunlayım. Hak ise her nerede olursa olsun Ömer'den ayrılmaz."
ali benden bende ondanım ali hak ile hakda ali iledir kıyamet günü kevser havuzuna varıncaya dek asla birbirinden ayrılmazlar
musnedi ahmet cilt 5 sayfa 30
bu hadise karşılık mı yapıldı acaba
 

UBEYDUN

Ordinaryus
Katılım
16 Ara 2006
Mesajlar
2,548
Tepkime puanı
286
Puanları
0
Konum
göçmen
radiyallahu anhum ecmain

onların birbirlerine üstünlüklerini sayıcanıza örnekliklerini dökünde

faidesi olsun

eğer şiaya kapı aralmaksa dert o başka
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Arkadaşlar,
Şu gerçeği ifade etmeye hiç gerek yok ama, bazılarımızın algılama ve düşünme kapasiteleri dolayısıyla belirtmekte fayada mülahaza ediyoruz.
CAMİÜS-SAĞİR adlı müstesna hadis kitabı kimsenin bozuk itikada sahip olması için hazırlanmadı.
Bunu herkes böyle bile.
 
K

kumdan_kaleler@

Guest


-
.
"Ömer benimledir, ben de onunlayım. Hak ise her nerede olursa olsun Ömer'den ayrılmaz." (Câmiüs'sağir)

Şeyh’ul- İslam Himvini “Feraid”in 37. babında, Harezmi “Menakıb”da, Taberani “Evset”te, Genci-yi Şafii “Kifayet’ut- Talip”te, İbn-i Kuteybe “el-imamet ve’s- Siyaset”in 1. cildinin 68. sayfasında, imam Ahmed bin Hanbel “Müsned”de, Süleyman Belhi “Yenabi’ul- Meveddet”te, Ebu Ya’la “Müsned”de, Muttaki-yi Hindi “Kenz’ul- Ummal”ın 6. cildinin 157. sayfasında, Said bin Mensur “Sünen”de, Hatib-i Bağdadi “Tarih-i Bağdadi” diye meşhur olan kitabının 14. cildinin 321. sayfasında, Hafız bin Merduye “Menakıb”da, Semani “Fezail’us- Sahabe”de, imam Fahr-i Razi “Tefsir-i Fahr-i Razi”nin 1. cildinin 111. sayfasında, Ebu’l- Kasım Hüseyin bin Muhammed (Rağib-i İsfehani) “Muhazırat’ul- Üdeba”nın 2. cildinin 113. sayfasında vs. alimleriniz Ebu Hureyre’nin kendisinden ve diğerlerinden Resul-u Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar:
Ali hak iledir ve hak da Ali’yle; Ali neredeyse hak da oradadır.
 

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
HZ.ÖMER(R.anh)

HZ.ÖMER(R.anh)

ALPEREN GÜRBÜZER



Kız çocuğunun horlandığı toplumda;
- Müjde! Müjde! Ey Hattab! Oğlun oldu haberi çok anlam ifade eder. Doğan çocuğa Ömer adı verildi, babasının sert mizacı O’nada sirayet etti..
Küçük yaşta çobanlık yaptı, zaman zaman arkadaşlarıyla güreşmelerde rakiplerini alt etmenin zevkini yaşayarak günlerini geçirdi. Mekke’de doğan dini durdurmak için kendini görevli addetmiş, Darünnedva da Muhammedi öldürme kararında hiç kimseden ses çıkmayınca, ben varım diyebilmiş, kılıcıyla kuşanıp onu öldürmek için giderken etraftan görenler; önce sen kızın ve kocanı hizaya getir ikazıyla yönünü değiştirip, kapının eşiğine geldiğinde içerden Taha süresini okuyan kızı ve damadı bir anda babalarını karşılarında buldu. Her ikisini de sille tokat vurup yere serdikten sonra, az önce elinizde okuduğunuzu verin demesiyle bakmasıyla okuması bir olup biranda beyninde şimşekler çakmaya başlar, öyle ki okudukça gönlü yumuşadı, yumuşadıkça adeta yaptıklarından pişmanlık duyarcasına gidiş o gidiş, huzurda Ömer’in ağzından dökülen şehadet kelimeleriyle müslümanlar bayram havasına bürünür, hatta bundan böyle o güne kadar gizli gizli eda edilen ibadetler, O’nun teklifiyle, artık alenen Mescid-i Haramda kılınma dönemine ilk adım atılmış olunuyordu. Baskıların ardı ardına kesilmediği günlerde Allahü Teala’nın Hicret iznini bildiren ayetlerini işitir işitmez hiç çekinmeden Müşriklerin yüzüne karşı:
- Şunu iyi bilin ki; ben Yesrib’e hicret ediyorum. Karısını dul çocuğunu yetim bırakmak isteyen yarın Akik vadisine gelsin diyecek kadar alicenap örneği sergiler.
Medine’de mescid yapımlarında ter dökenlerden biri. Bedir zaferinin ardından esirler hakkında Rasulullah’a emret boyunlarını vurayım görüşünün, Hz. Ebubekir’in kurtuluş akçesi alınması fikrinin kabülü ile önlenmesine şahit oldu tarihin yaprakları.
Ömer cahiliye döneminde şarap içenlerdendi, O’nun içkinin yasaklanması hususundaki israrlı tutumları karşısında Allah Rasulü bu konuda ayet gelmediği için bir süre sessiz kaldı. Nihayet içki ile ilgili ayet nüzul olunca Habib-i Kibriya gelen ayeti okudu:
-‘’Sana içki ve kumarın hükmünü soruyorlar. De ki ikisinde de büyük günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Fakat ikisinin günahı da faydasından büyüktür..’’(Bakara-219). Bu gelen ayetle günah varmış deyip bırakanlar olduğu gibi, faydası da varmış nasiplenelim diyenler oldu, böylece yeni hüküm gelinceye kadar yine şarap içilecek ve kumar oynanacaktı.
Birgün Abudrrahman b. Avf verdiği yemek davetinin ardından kılınan namazda içkinin etkisiyle Kafirun süresinde geçen ‘’…putlara ibadet etmem’’ ayeti okuyacak yerde ‘’…ibadet ederiz’’ şeklinde okuması cemaat içinde özellikle Ömer’i rahatsız etmiş, derhal soluğu Allah Rasulü’nün yanında buldu kendini, derken beklenen vahiy sıcağı sıcağına geldi:
-‘’ Ey iman edenler sarhoş iken namaza yaklaşmayın’’( Nisa-43). Nüzul olan şarap ile ilgili ikinci ayetle de canı isteyenlerin bu ayete dayanarak namaz dışında içki içebilirdi, nitekim, Allah madem huzurunda içkili olmamızı istemiyor bizde namazın dışında içeriz diyenler oldu.
Hz. Ömer içkinin kesin olarak yasaklanması için Allah Rasülü’nün gözlerinin içine bakarak :
- Ya Rab! Bize açık hüküm gönder niyazıyla ayrıldı huzurdan.
Bu seferde Utba b. Malik’in evinde içkili yemek toplantısında Sa’db. Vakkas sarhoş halde Muhacirleri öven, Ensarı ise yeren sözler sarfetti, derken fırlatılan kemik parçası Sa’d’ı yaraladı. Bu durum Habibullah’a kadar intikal etti, Hz. Ömer de oradaydı ellerini tekrar açtı .
-‘’ Ya Rab! Şarap hakkında kesin hüküm ihsan eyle diye yalvardı.
Allah Rasulü Hz. Ömerin beklediği içkinin yasak olduğunu bildiren kesin hükmü mescidde herkesin huzurunda okudu:
- Ey İman edenler şarap, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın amelinden murdar işlerdir. Bunlardan kaçının ki muradınıza eresiniz. Şeytan şarapta ve kumarda aranıza düşmanlık ve kin düşürmek sizi Allah’ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık son vermiyor musunuz?’’
Hz Ömer bu ayetleri işitince derin bir oh çekerek;
- ‘..Artık şarap içmek yok Ya Rab! Son verdik Ya Rab! ‘’diyordu. Böylece Hz. Ömer’in vesile olduğu yeni bir hayat Mekke sokaklarında şarap fıçılarının devrilmesiyle kendisini gösterdi. Hem bedenler temizlenmiş hem de gönüller.
Hudeybiye seferinde gelişlerinin amacı Kabeyi ziyaret etmek olduğunu bildiren elçiler görevlendirildi, her defasında bu girişimler sonuçsuz kaldı, Hz. Ömer; Hz. Osman’ın sözüne itibar edileceğinin teklifini sürerek kabülünü sağlamış, fakat müşrikler Hz. Osman’ı geri göndermemişlerdi, müminler arasında Hz. Osman öldürüldü şaiyası çıkınca Habib-i Kibriya Rıdvan ağacının altında beyat vermiye başladı ve Ömer Allah Rasulünün kolu yorulmasın diye dirseğini dayanak yapma şerefine kavuştu böylece. Bu beyatla mü’minler güç tazeledi, ileriki günlerde Fetih süresinin nüzulü ile Hudeybiye seferinin kayıp olmadığını, bilakis gelecek dönemlerin açılımını sağlayacak ilk fetih nüvesi olduğu anlaşıldı. Nitekim Hudeybiye barışının ihlali müteakip, Allah Rasülü Mekke’ye yakın Merruzzehran denilen yere geldiğinde gökyüzünü kızıla boyayacak derecede ateş yaktırır, Ebu Süfyan ve iki arkadaşı neler oluyor merakıyla o tarafa doğru gece karanlığında izbe iz yürürken yaka paça yakalandıklarında Hz. Ömer:
- Ya Rasulüllah izin ver boynunu deviriyim diyebilmiş, araya Abbas’ın itirazları ve tartışmalara meydan vermeyecek Peygamber tavrı devreye girip:
- İkinizde sakin olun, hele bir sabah olsun, o zaman Ebu Süfyanı bana getirin beyan buyurarak ortamı yatıştırmış ve sabah olduğunda Ebu Süfyan’a İslamiyet teklif edildi önce tereddütlü ifadeler ve sonra Abbas’ın sıkıştırmasıyla zahiren kelime-i şehadetleri ikrar edebilmiştir. Bu olayların ardından nihayet Mekke’nin fethi gerçekleşir.
Mekke’nin fethinin ardından peygamber adına kadınlardan ilk beyat alma şeref Hz. Ömer’e ait.
Münafıkların reisi İbn-i Selul’un cenaze namazını kıldırmaktan caydırmak için girişimlerde bulundu ama, Rasulüllah hafif müdahale ile Ömer engelini aşıp namazı kıldırdı. Çünkü bu konuda hüküm yoktu. Birazdan nüzul olan ayetler Hz Ömer’i doğrulayınca O’nu rahatlatmaya yetmişti. Hz. Ömer o ana kadar tard edileceğinden endişe ediyordu çünkü.
Peygamberimiz vefat ettiğinde hüngür hüngür ağlamalardan etkilenen Ömer; kim Muhammed öldü derse boynunu vururum diye etrafı tehdit etmiş, Hz. Ebubekir’in devreye girmesiyle Ömer’in bu düşüncesi bertaraf edilmiştir.
Hz. Ebubekir artık ömrünü son demlerine geldiğinde hasta yatağında O’nu tavsiye ederek, Hz. Ömer halife olur. Hz. Ebubekir döneminin kazanımlarına kazanım kazandırarak artık İslamiyet’i Arap yarımadasından dışarıya, yani kabuğundan çıkarıp; İran, Suriye, Mısır, Irak sınırlarının ötesine taşıyarak her bir ülkenin İslamla şereflenmesini sağladı. Özellikle Kadisiye zaferi o dönemin altın sayfalarında yerini aldı.
Onun dönemine kadar insanların bir kısmı tek başına, kimi imamın arkasında duruyordu teravihe. Emrindeki valilere mektuplar göndererek bu konuda birliği sağlayacak emri verdi.
Hz.Öme sayesinde Teravih cemaat halinde ve yirmi rekat kılınacak.. Hatta bu uygulama günümüze kadar Ramazan da camilerimizin hınca hınç doğmasına da vesile olmuş ve Ramazan geceleri apayrı anlam ve mana kazanmıştır.
Cahiliye döneminde kızını diri diri toprağa gömecek kadar katı yürekli olan Hattaboğlu Ömer, İslamiyet sonrası halifelik döneminde fakirlere sırtında un çuvalıyla kapı kapı dolaşan bir merhamet abidesine dönüşüyor. Yine Fırat kenarında bir sürüden koyun kaybolsa onun hesabını bana sorarlar diyecek kadarda adalet timsali. Zaten O Rasulüllah ‘ın hakkı batıldan ayıran anlamında Faruk lakabı ile taltif edilmiş, adalet terazisi halifelik süresince hak ve batılı ayıracak şekilde işlemiştir hep. Sert ve Celalli yapısına rağmen adalet terazisinden zerre miskal taviz vermeyerek, layıkıyla mü’minlerin Emirül Mü’mini oldu. Halifelik süresince her yıl Hac vecibesinden geri durmamış, aynı zamanda Hac da bütün valileri toplayarak bir yıllık çalışmalarının dökümanını alıyor, bunlada yetinmeyip sözkonusu ülkelerin halklarından şikayet ve temennilerini dinleyerek dertlerine derman oluyordu. Hayatının son Haccına çıktığı demlerde içinden bir ses; Rasulüllah’ın ardından emanet bıraktığı hanımları da götürme duygusu ağır basınca sekiz hanımdan oluşan annelerimiz eşliğinde, kafile o yıl onlara yakışır donanımla Hac vecibeleri yerine getirildi.
Bir gün bir Yahudi kölesi Hz. Ömer’e gelip, sahibinin yani efendisine marangozluk demircilik işleri yaparak günde iki dirhem vergi aldığını şikayet etti. Adı Ebu Lü’li olan bu köleye Hz. Ömer; bu meslekleri yapanın günde iki dirhem vermesi çok değil dedi. Bu cevaptan Yahudi köle hoşlanmamıştı, içten içe Hz. Ömer’e kin besledi, zaman içerisinde kin duyguları intikama dönüştü.
Sabah namazına doğru Ebu Lü’li bıçağını aldı ön safda mihraba yakın yerde namaza durdu, Hz. Ömer namazda iken elindeki hançerle karnına sapladı, Ömer yığılırken katili kavradılar. Asıl adı Firuz olan Ebu Lül’lü kurtuluşun olmadığını anlayınca kendi ölüm fermanını elindeki bıçağıyla göğsüne saplayarak intihar etti, oracıkta yığılıverdi.
Hz. Ömer akan kanlar eşliğinde evine götürülmüştü, oğluna:
- Var git Aişeye izin verirse Rasulüllah’ın ve Ebubekir’in yanına defnedilmek istediğimi söyle.
Hz. Aişe kendisi için düşündüğü düşü içten gelen bir sesle Ömer’in isteğini seve seve kabül etti.
Hz. Ömer de hasta yatağında tıpkı Hz Ebubekir gibi kendinden sonra hilafete geçecek olanları çağırıp görüşlerini aldıktan sonra; Ali, Osman, Zübeyr, Abdurrahman ve Sa’d’dan ibaret şura üyelerini seçerek ; ben öldükten sonra üçgün içerisinde kendi aranızda meşveret ederek dördüncü güne kadar halife seçin talimatını verdi. Mikdat’a döndü:
- Ey mikdat! Benden sonra Şura üyelerinin kapısında göz kulak olarak nöbet tut. Şura üyelerinden beşi birleşir, diğeri muhalif olursa onu öldürün, dördü birleşir ikisi reddederse iki kişiyi öldürün, üçe üç kalırlarsa Abdullah reyini kullansın, Abdullah’ın hükmüne razı olmazlarsa Abdurrahman b. Avf’ın bulunduğu taraf tercih edilsin sözlerinin ardından toplantı sona erdi. Hz. Ömer gittikçe ağırlaşıyordu, artık vakit tamamdı, O çok sevdiği iki arkadaşının yanına kavuşarak Mevla’ya yürüdü. Vasiyet yerine getirildi ve Yeni Halife Hz. Osman devri açılmış oldu.
Velhasıl O gerçekten Ömer’ül Faruk’du…





 

grozny

Doçent
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
516
Tepkime puanı
2
Puanları
0
HZ.ÖMER(R.anh)

ALPEREN GÜRBÜZER




Bir gün bir Yahudi kölesi Hz. Ömer’e gelip, sahibinin yani efendisine marangozluk demircilik işleri yaparak günde iki dirhem vergi aldığını şikayet etti. Adı Ebu Lü’li olan bu köleye Hz. Ömer; bu meslekleri yapanın günde iki dirhem vermesi çok değil dedi. Bu cevaptan Yahudi köle hoşlanmamıştı, içten içe Hz. Ömer’e kin besledi, zaman içerisinde kin duyguları intikama dönüştü.
Sabah namazına doğru Ebu Lü’li bıçağını aldı ön safda mihraba yakın yerde namaza durdu, Hz. Ömer namazda iken elindeki hançerle karnına sapladı, Ömer yığılırken katili kavradılar. Asıl adı Firuz olan Ebu Lül’lü kurtuluşun olmadığını anlayınca kendi ölüm fermanını elindeki bıçağıyla göğsüne saplayarak intihar etti, oracıkta yığılıverdi...

Hz.Ömer 2 dirhem vergi yüzünden öldürüldü diyelim.
Ya Hz.Osman o hangi sudan sebeple şehit edildi.
Ya Hz.Ali
Ya Hz.Hasan
Ya Hz.Hüseyin
?
Bütün bu cinayetlerin bireylerin beceremeyeceği ancak çok güçlü organize bir örgütün yapabileceğini neden düşünemiyoruz?
Daha doğrusu bu gerçeği neden örtbas ediyorlar?

Yok yahudi bir köle 2 dirhem vergiye razı gelmemişte bilmem ne?

Hz.Peygamberden sonra iktidarı kaybeden emevilerler+ yahudi + mecusi +kipti ittifakı ile müslümanlar arasında bir savaş yaşanmıştır.
Bu karşı devrimdir ve müslümanlar mağlup olmuştur.
Halen emevilerin ve ardından gelen saltanatçıların kendilerine uygun dizayn ettikleri islamı gerçek müslümanlık zan ediyoruz.:(
 
Üst