Tevbe, 100. İleriye geçen Muhacir ve Ensar İle onlara güzellikle uyanlardan (tabiinden) Allah razı olmuştur. Onlar da O'ndan hoşnut (razı) olmuşlardır. Bunlar için orada ebediyyen kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, en büyük kurtuluştur.
Ayetin tefsirinde İmam Kurtubi Hz.leri demiştir:
"Hadis ehlinin metodundan anlaşıldığına göre, Rasûlullah (sav)'ı gören her bir müslüman onun Ashabındandır. Buhârî Sahihi'nde der ki: Peygamber (sav,) efendimizin sohbetinde bulunan yahut da onu gören müslüman, Hz. Peygamber'in Ashabındandır. ...
1. İleriye Geçenler ve Onlara Güzel Bir Şekilde Uyanlar:
Hz. Ömer -önceden de geçtiği gibi- "Ve Ensar" kelimesini ref ile okumuş, "onlar" kelimesini de "Ensar'a sıfat olmak üzere "vav"sız okumuştur. Ancak Zeyd b. Sabit ona doğru şeklini söyleyince Hz. Ömer, Ubey bin Ka'b'a başvurmuş, Ubey de Zeyd'in doğru söylediğini belirtince Hz. Ömer ona durup şöyle demiş: "Biz yükseltildiğimiz bu yüce mevkiye herhangi bir kimsenin bize ortak olacağı görüşünde değildim." Bunun üzerine Ubey ona şöyle demişti: "Ben, bunun doğrulayıcı ifadelerini Allah'ın Kitabında görüp tesbit edebiliyorum. Cuma Sûresi'nin baş taraflarında: 'Ve onlardan henüz kendilerine kavuşmamış olanlara da' (el-Cumua, 62/3) el-Haşr Sûresi'nde: 'Onlardan sonra gelenler derler ki: Rabbimiz bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi mağfiret eyle' (el-Haşr, 59/10) buyruğunda el-Enfal Sûresi'nde de yüce Allah'ın: 'Sonraları iman ve hicret edip de sizinle beraber cihâd edenlere gelince onlar da sizdendir" (el-Enfal, 8/75) buyruğunda bu*luyorum"
Kıraat bu suretle (Hz. Ömer için de) "vav" ile sabit olmuş oldu.
Yüce Allah'ın: "Güzellikle" buyruğu onların söz ve fiillerinden neye tabi olacaklarını beyan etmektedir. Bu uymanın, onlardan sadır olan yanılma ve kaymalarda sözkonusu olmayacağını göstermektedir. Çünkü onlar -Allah onlardan razı olsun- (Peygamber gibi) masum değillerdi.
2. Tabiin ve Mertebeleri:
İlim adamları tabiîn ve mertebeleri konusunda farklı görüşlere sahiptir. Hafız el-Hatib (el-Bağdadî) der ki: Tabii, sahabe ile sohbet ve arkadaşlığı bulunandır. Tabiînden tek bir kişiye tâbi' ve tabiî denir. el-Hakim Abu Addullah ve başkalarının ifadeleri ise tabiînden sayılmak için Sahabeden (hadis) dinlemiş olmasının yahut da -örfen sohbet ve arkadaşlık olmasa bile- onunla karşılaşmış olmasının yeterli olacağı intibaını vermektedir.
Şöyle de denilmiştir: Tabiîn adı Hudeybiye'den sonra İslâm'a giren kimseler hakkında kullanılır. Halid b. Velid, Âmr b. el-Âs ile onlara yakın (bir süre sonra) İslâm'a giren Mekke Fethi günü müslüman olan kimseler gibi. Çünkü Abdurrahman b. Avfın Peygamber (sav)e Halid b. Velid'i şikâyet etmesi üzerine Hz. Peygamber'in Halid'e şöyle dediği sabittir: "Ashabımı bana bırakınız, nefsim elinde olana yemin ederim ki sizden herhangi bir kimse her gün Uhud Dağı kadar altın infak edecek olursa onlardan birisinin intak ettiği bir müd kadarına hatta onun yansına bile ulaşamaz."
***
Fahreddin Razi Hz. tefsirinde ise bu Ayet hakkında:
Alimler, bu ayetteki medhin (öngünün) bütün Sahabeyi içine alıp almadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazıları bu ayetin, sadece hicret ve yardımda birinci dereceyi alanlara şamil olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşe göre bu ayet, sadece sahabenin ileri gelenlerini içine almış olur. Çünkü min edatı teb'îz (kısmîlik) ifade eder.
Bazı âlimler de: "Hayır, bu ifade bütün sahabeye şamildir. Çünkü sahabenin hepsi, diğer müslümanlara nazaran "birinciler (öne geçenler, sabikûn) olarak tavsif edilmişlerdir. Ayetteki "Muhacirlerden ve ensardan" ifadesinin başındaki edatı, "teb'iz" için değil, aksine tebyin içindir. Buna göre bunun manası, "Muhacir ve ensâr olarak tavsif edilen sabikûn (öncüler)..." şeklindedir. Bu tıpkı, "O halde murdar putlardan kaçınınız" (Hacc, 30) ayetinde olduğu gibidir. Alimlerin çoğu bu görüşü benimsemişlerdir.
Humeyd b. Ziyâd'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir gün Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'ye, aralarında çıkmış olan fitneyi (kargaşayı) kastederek, "Resûlullah'ın Ashabının aralarında meydana gelen şey hususundaki durumlarını bana söyle" dedim. Bunun üzerine o da bana: "Allah Teâlâ onların hepsini bağışlamıştır. Onların iyi davrananlarına da, kötü davranmış olanlarına da cenneti vâcib (kesin) kıldığını Kur'an'ında bildirmiştir" dedi. Ben ona, "Allah, Kur'an'ın neresinde, onlara cenneti vacib kıldığını belirtiyor?" dediğimde de, o: "Sübhanallah! Sen, Cenâb-ı Hakk'ın, "İslam'da birinci dereceyi kazanan, muhacirler ve ensar ile, onlara güzellikle tabi olanlardır. Allah onlardan razı olmuştur. Onlarda Allah'dan razı olmuşlardır. Allah bunlar için -kendileri, içinde ebedi kalıcı olmak üzere- altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı, işte bu en büyük bahtiyarlıktır" ayetini okumaz mısın? Allah, Peygamber efendimizin bütün Ashabına bu ayette cenneti ve rıdvanını (rızasını) vâcib kılmış, onlara tabi olanlara da, onlara şart koştuğu şeyi şart koşmuştur" dedi. Ben. "O şart nedir?" deyince de o, "Tabiîne, onlara ibadetle ihsan ile tâbi olmalarını şart koşmuştur ki bu da, tabiînin, Sahabe-ı Kiramın iyi işlerinde onlara uyup, başka hususlarda onlara uymamalarıdır" dedi. Şöyle de denilebilir: Bundan murad, tabiînin (Sahabeye uyanların), onlara söz hususunda güzellikle tâbi olmalarıdır. Bu da o tabiînin ashab hakkında kötü söz söylememeleri ve onları, yaptıkları bazı şeyler hususunda ta'n etmeye (kötülemeye, tenkide) yönelmemeleridir. Humeyd b. Ziyâd: "Ben o anda sanki bu ayeti hiç okumamışım gibi hissettim" dedi.
...
Bir başka rivayette de, bu ifadeye, "Onlara, dinleri hususunda Kıyamete kadar güzel bir şekilde tabî olanlar..." manası verilmiştir. Bil ki bu ayet. onlara (yani sahabeye) tâbi olanların. rıza-yı ilâhiye ve mükafaata hak kazanmalarının, onların sahabeye güzellikle tâbi olmaları şartına bağlı olduğunu gösterir. Biz ayette geçen "ihsan" (güzellik) lafzını, "onlar hakkında güzel sözler söylemek" manasında tefsir ettik. Çünkü dindarlar, Resûlullah'ın ashabına saygıda ellerinden geleni yapmışlar, onlar hakkında dillerini tutmuşlar ve onları, onlara yakışmayan şeylerle yâd etmemişlerdir.
***
Hz. Muaviye hakkındaki görüş
Soru: Hz. Muaviye hakkında çok sözler vardır. Acaba biz, Onu İslam dostu mu sayalım, yoksa düşmanı mı? Sen ne diyorsun?
El-Cevap: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Sahabilerim hakkında Allah’ın azabından, Allah'ın azabından, Allah'ın azabından sakının. Benden sonra onları tenkit ve ağır ifadelerinize hedef almayın.”
Başka bir hadis-i şerif’te de şu ifade geçiyor.
‘Hiçbir Sahabime küfür etmeyin.’
Efendimiz diğer bir Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyuruyor:
‘Sahabilere küfür eden, dil uzatanları gördüğünüz zaman onlara hitaben şöyle diyin: Hanginiz şerli ise, Allah’ın laneti onun üzerine olsun’
Yetkili alimlere göre Müslümanların, bir Sahabiyi kötülemesi veya seb etmesi haramdır, caiz değildir.
Dünya hayatında iken ona düşen, Sahabilerin aralarında çıkan ihtilafların hükmünü Allah’a havale etmesidir”
İbn Hacer, “Takribüt Tehzib” adlı eserinde Muaviye hakkında şöyle konuşuyor:
“O (Hz. Muaviye) Sahabidir. Müslümanların halifesidir. Mekke fethinden önce İslamiyet’e girmiş ve aynı zamanda Hz. Peygamber için vahiy katipliğini de yapmıştır.”
İmam-ı Nevevi de “Tehzibül Esma vel Lugat” adını taşıyan kitabında Hz. Muaviye’nin hayat tercümesine geniş bir şekilde yer vermiştir. Şöyle başlıyor:
“Hz. Muaviye, Hubeydiye gününde İslamiyet’e girmiştir. Fakat İslamiyet’ini kendi babasından ve annesinden Mekke fethine kadar gizlemiştir. Rasulullah’ın mahiyetinde Huneyn savaşında da bulunmuştur. Hz. Peygamber’in vahiy katibi idi. Efendimi’den rivayet ettiği hadisler 163’ü bulmuştur. Dört tanesi Buhari ve Müslim arasında müttefekun aleyh’dir dört tanesini de yalnız Buhari, Beş tanesini de sadece Muslim rivayet etmiştir. Hz. Muaviye, hadislerini bir grup sahabiden rivayet ediyor. İbn Abbas, Ebud Derda, İbn Ömer ve İbn Zübeyr gibi. Bir grup tabiinde ondan rivayet ediyorlar. Hz. Ebu Bekir, Onu Şam valiliğine tayin etti. Hz. Ömer de, kendi hilafeti zamanında Onu vazifesinde bıraktı. Hz. Osman, başa geçince Onu vazifeden almadı. Hz. Ali zamanında da yine Şam valiliğinde kaldı.” (Sadreddin Yüksel hoca)