asiL
Üye
- Katılım
- 27 Kas 2006
- Mesajlar
- 27
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 38
Asıl adı Muhammed Celaleddin olan Mevlana 30 Eylül 1207 yılında bugünkü Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasanın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Asil bir aileye mensup olan Mevlana’nın annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kizi Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan’dır. Babası ise hayatta iken "Bilginlerin Sultânı" unvanını almış olan Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabası, Ahmet Hatibi oğlu Hüseyin Hatibi'dir. Bahaeddin Veled, yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmış; Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrılarak ilk olarak Nişâbura gelmiştir. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Küfe yolu ile Kâbe’ye hareket ederek Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, Şam'a geçmiştir. Şam'dan sonra sırasıyla Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende’ye yani Karamana gelmiştir. Karaman'da Subaşı Emir Musa’nın yaptırdıkları medreseye Ailesi ve dostlarıyla beraber yerleşmiştir. Karamanda hayatlarına devam etmekteyken Karaman'da bulundukları 1225 tarihinde Mevlana, babasının buyruğu ile itibarlı, asil bir zat olan Semerkantli Hoca Şerafeddin Lala'nin, kızı Gevher Banu ile evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yapmıştır. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi. Bu yıllarda Anadolulun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında iken Devletin baş şehri Konya idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkârlarla dolu bir şehir idi. Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd, Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi. Bahaeddin Veled, Mevlana’nın ilk mürşididir. Yani Mevlana’ya Allah yolunu öğretip, tasavvuf usulünce hakikatleri ve sırları gösteren hocası idi. Bütün İslam âleminde yüksek bir itibar ve şöhrete sahip olan Bahaeddin Veled, Selçukluların Sultani Alaaddin Keykubat'tan yakin alaka ve sonsuz hürmet görür. Bahaeddin Veled, 1228 yılının mayıs ayında Selçukluların bas şehri Konya’yı şereflendirip yerleştikten kısa bir süre sonra, son derece samimi dindar olan Sultan Alaaddin Keykubat (saltanat müddeti: 1219–1236), sarayında Bahaeddin Veled'in şerefine büyük bir toplantı tertip etti ve bütün ileri gelenleriyle birlikte onun manevi terbiyesi altına girdi. Sultanü'l-Ulema'ya gönülden bağlı olan Sultan Alaaddin onu hayranlıkla söyle över: "Heybetinden gönlüm tir tir titriyor; yüzüne bakmaktan korkuyorum. Bu eri gördükçe gerçekliğim, dinim artıyor. Bu alem, benden korkup titrerken ben, bu adamdan korkuyorum; ya Rabbi bu ne hal? İyice inandım ki O, nadir bulunan ve esi benzeri olmayan bir Allah dostudur." Dünya sultanına hükmeden, essiz Allah dostu mana ve gönül sultani Bahaeddin Veled, 24 subat 1231 tarihinde ebedi aleme göçtü. Selçuklu Sarayının Gül Bahçesine defnedildi. (Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı). Geride Muhammed Celaleddin gibi bir hayırlı oğul ile Maarif gibi bir eser bıraktı. Mevlana üzerindeki tesiri bakımından büyük bir önem taşır. Bahaeddin Veled,in vefatında Mevlana yirmi dört yasında idi. Babasının vasiyeti, dostlarının ve bütün halkın yalvarmaları ile babasının makamına geçti. Mevlana, babasından sonra, Seyyid Burhaneddin ile buluşuncaya kadar, bir yıl mürşitsiz kaldı. 1232 tarihinde babasının değerli halifesi Seyyid Burhaneddin Konya'ya geldi. Mevlana onun manevi terbiyesi altına girdi. Seyyid Burhaneddin, mertebesi çok yüksek, bir kâmil mürşit idi. Kendisine daima kalplerde bulunan sırları bilmesinden dolayı, Seyyid Sirdan denirdi. Seyyid Burhaneddin, ta çocukluk yıllarında bir lala gibi omuzlarında taşıyıp dolaştırdığı, Mevlana’ya dedi ki ."Bilginde eşin yok, seçkinsin Ama baban hal (manevi makam) sahibiydi; sen de onu ara, kalden (sözden) geç onun sözlerini iki elinde kavramışsın; fakat benim gibi onun haliyle de sarhoş ol. Böylece de ona tam mirasçı kesil; cihadına ışık saçmada güneşe benze. Sen zahiren babanın mirasçısısın; ama özü ben almışım; bu dosta bak bana uy." Mevlana babasının halifesinden bu sözleri duyunca samimiyetle onun terbiyesine teslim oldu. (Genç yaşında Mevlana ve Rumi ismi kendisine verildi. Efendimiz manasına gelen Mevlana; Mevlana’nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyarı Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısminin orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.Bu isim Şems-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana’yı sevenlerce kullanılmış; Adeta adi yerine sembol olmuştur.) Mevlana babasının halifesinden bu sözleri duyunca samimiyetle onun terbiyesine teslim oldu. Mevlana candan, samimiyetle, Seyyid Burhaneddin'i babasının yerine koydu ve gerçek bir mürşit bilerek gönülden, tam dokuz yıl ona hizmet etti. Bu zaman zarfında, o kâmil mürşit’in kılavuzluğu ile mücahede (nefsi yenmek için gayret sarf ederek) ve riyazetle (dünya lezzetlerinden ve rahatından sakınarak perhizle) meşgul olup, o kâmil arifin feyizli sohbet ve nefesleriyle pisti, olgunlaştı, bastan ayağa nur oldu; kendinden kurtuldu, mana sultani oldu. Nitekim Mesnevi'sindeki su iki beyit, piştiğinin, kâmil insan mertebesine ulaştığının ifadesidir: "Piş ol da bozulmaktan kurtul... Yürü, Burhan-i Muhakkik gibi nur ol." Kendinden kurtuldun mu, tamamıyla burhan olursun. Kul olup yok oldun mu, sultan kesilirsin. Mevlana, yüksek ilimlerde daha çok derinleşmek için, Seyyid Burhaneddin'in izniyle Halep'e gitti. Haleviyye Medresesi'nde, fıkıh, tefsir ve usul ilimlerinde üstün bir alim olan Adim oglu Kemaleddin'den ders aldı. Mevlana, Halep’teki tahsilini bitirdikten sonra sam'a geçti. Burada, ilmi incelemeler yapmak için dört yıl kaldı. Bu zaman zarfında sam'daki alimlerle tanışıp, onlarla sohbet etti. Yedi yıl süren Halep ve sam seyahatinden sonra Konya'ya dönen Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in arzusu üzerine birbiri arkasına, candan istekle ve samimiyetle, üç çile çıkardı. Yani üç defa kırkar gün (yüz yirmi gün) az yemek, az içmek, az uyumak ve vaktinin tamamını ibadetle geçirmek suretiyle nefsini arıttı. Üçüncü çilenin sonunda Seyyid Burhaneddin, Mevlana’yı kucaklayıp öptü; takdir ve tebrikle: "Bütün ilimlerde esi benzeri olmayan bir insan; nebilerin ve velilerin parmakla gösterdiği bir kişi olmuşsun... Bismillah de yürü, insanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete boğ; bu suret âleminin ölülerini kendi mana askınla dirilt."dedi ve onu irşad ile görevlendirdi. Seyyid Burhaneddin, daha sonra, Mevlana'dan izin alıp Kayseri'ye gitmiş ve orada ebedi âleme göçmüştür. (1241, 1242). Türbesi Kayseri'dedir. Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in Konya'dan ayrılısından sonra, irşad (Allah yolunu gösterme) ve tedris makamına geçti. Babasının ve dedelerinin usullerine uyarak beş yıl bu vazifeyi başarı ile yaptı. Rivayete göre dini ilimleri tahsil eden dört yüz talebesi ve on binden çok müridi vardı. Hz. Mevlana ve Şemsi Tebrizi: Sems-i Tebrizi: Bu zatin adi, Şemseddin Muhammed olup doğumu 1186'dir. Tebrizli Melekdad oğlu Ali'nin oğlu olan Şems, tahsilini bitirdikten sonra, zamanın yegâne şeyhi olarak gördüğü Tebrizli Şeyh Ebu Bekir Sellebaf (selle ve sepet örücüsü)'a intisap etti ve onun terbiye ve irşadıyla yetişip olgunlaştı. Şems, ulaştığı manevi makama kanaat etmediğinden daha olgun mürşitler bulmak arzusuyla seyahate çıktı. Senelerce, takati tükenircesine birçok yerler dolaştı; zamanın arifleriyle görüştü. Bu arifler, mana âlemindeki uçuşundan kinaye olarak Şems'e, Sems-i Perende (Uçan Güneş) adini vermişlerdir. Şems, ta çocukluğundan itibaren fikren ve ruhen hür bir derviş, kendinden geçercesine ilahi aska dalarak yasayan bir şahsiyettir. Şems, kendini ruhen tatmin edecek seviyede bir hak dostu bulamayan ve hep kendi mertebesinde bir sohbet arkadaşı arayan kâmil velidir. Yana yakıla, kendisine muhatap olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost arayan Şems'in bir gece kararı elden gitti, heyecan içinde idi. Allah’ın tecellilerine gömülüp mest olmuş bir halde münacatında: "Ey Allah’ım! Kendi, örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum." diye yalvardı. Allah tarafından, istediğinin, Anadolu ülkesinde bulunan, Belh'li Sultanü'l-Ulema'nin oğlu Muhammed Celaleddin olduğu ilham edildi. Bu ilham ile Şems, 1244 yılı Konya'ya geldi. Mevlana ile Şems, bu iki kabiliyet, bu iki nur, nihayet buluştular; görüştüler. Bu iki ilahi aşık, bir müddet yalnızca bir köseye çekilerek kendilerini tamamıyla Hakk'a verdiler ve gönüllerine gelen ilahi ilhamlarla sohbetlere koyuldular. Sultan Veled der ki: "Ansızın Şems gelip ona ulaştı; ona masukluk (sevilen, sevgili olmanın) hallerini anlattı, açıkladı. Böylece de sırrı yücelerden yüceye vardı. Şems, Mevlana yi şaşılacak bir âleme çağırdı, öyle bir âleme ki, ne Türk gördü o âlemi ne Arap." "Âlemdeki erenlerin derecelerinden üstün bir derece vardır ki o, masukluk durağıdır. Âleme bu masukluk durağına dair haber gelmemiş; bu durakta bulunanların ahvalini hiçbir kulak işitmemişti. Tebrizli Şemseddin zuhur edip, Mevlana Celaleddin'i âşıklık ve erenlik mertebesinden, bu zamana kadar duyulmamış olan. Masukluk mertebesine eriştirmiştir. Esasen Mevlana, ezelde, masukluk denizinin incisiydi; hersek döner, aslına varır." Diyen Sultan Veled Hz. Mevlana’nın Masukluk mertebesine erişmesine bu sözleriyle yorumlar. Mevlana, manevi yolculuğunu, olgunluğa ermesini, su sözünde toplamıştır:"Hamdım, pistim, yandım." Mevlana’nın pişmesi, babası Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled ve Seyyid Burhaneddin'in feyizli nefesleriyle; yanması da Şems'in nurlu aynasında gördüğü kendi güzelliğinin ask ateşiyledir. Mevlana, Şems ile Konya'da buluştuğu zaman tamamıyla kemale ermis bir sahsiyetti. Şems, Mevlana'ya ayna oldu. Mevlana, Şems’in aynasında gördüğü kendi essiz güzelliğine âşık oldu. Diğer bir ifadeyle Mevlana, gönlündeki Allah askını Şems’te yaşattı. Mevlana'nin Şems’e karsı olan sevgisi, Allah'a olan askının miyaridir (ölçüsüdür); çünkü Mevlana, Şems’te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu. Mevlana açılmak üzere bir güldü. Şems ona bir nesim oldu. Mevlana zaten büyüktü, Şems onda bir gidiş, bir nesve değişikliği yaptı. Şems ile buluşan Mevlana, artik vaktini Şems’in sohbetine hasretmiş, Şems’in nurlarına gömülüp gitmiş, bambaşka bir âleme girmişti. Şems’in cazibesinde yana yana dönüyor, ilahi askla kendinden geçercesine Sema ediyordu. Bu iki ilahi dostun sohbetlerindeki mukaddes sırrı idrakten aciz olanlar, ileri geri konuşmaya başladılar. Neticede Şems, incindi ve Mevlana’nın yalvarmalarına rağmen, Konya'dan sam'a gitti. Şems'in ayrılığından derin bir ıstıraba düsen Mevlana, manzum olarak yazdığı güzel bir mektubu, Sultan Veled’in başkanlığındaki kafileyle sam'a, şems’e gönderdi. Sultan Veled, kafilesiyle sam'a vardı. Şems’i buldu ve babasının davet mektubunu, hediyelerle birlikte şems’e sundu. Şems: "Muhammed-i tavırlı ve ahlaklı Mevlana’nın arzusu kâfidir. Onun sözünden ve işaretinden nasıl çıkılabilir?" diyerek, Mevlana’nın davetine icabet etti ve 1247'de, Sultan Velet’in kafilesiyle, Konya'ya döndü. Şems'in Konya'ya geri gelmesine herkes sevindi. Mevlana da hasretin sıkıntılarından kurtuldu. Artik şems’in şerefine ziyafetler verildi. Sema meclisleri tertip edildi. Fakat huzurlu, muhabbetle, dostluk içinde geçen günler uzun sürmedi; dedikodular ve can sıkıcı durumlar yeniden başladı şems, o bahtsız dedikoducu topluluğun yine kinle dolduğunu, gönüllerinden sevginin uçup gittiğini, akılarının nefislerine esir olduğunu anladı ve kendisini ortadan kaldırmaya uğraştıklarını bildi. Sultan Velede dedi ki; Gördün ya, azgınlıkta yine birleştiler. Doğru yolu göstermekte, bilginlikte esi olmayan Mevlana’nın huzurundan beni ayırmak, uzaklaştırmak, sonra da sevinmek istiyorlar. Bu sefer öyle bir gideceğim ki, hiç kimse benim nerede olduğumu bilemeyecek. Aramaktan acze düşecek, kimse benden bir nisan bile bulamayacak. Böyle birçok yıllar geçecek de yine izimin tozunu bile göremeyecek." iste Sultan Velet’e böyle yakınan şems, 1247–1248 tarihinde, Konya'dan ansızın gidip kayboldu. şems’in kayboluşundan sonra Mevlana, herkesten onun haberini soruyordu. Kim onun hakkında asli esasi olmayan bir haber bile verse ve şems’i falan yerde gördüm dese, bu müjde için sarigini ve hırkasını vererek sükranelerde bulunuyordu. Bir gün, bir adam, Şems-i sam'da gördüm, diye haber verdi.