Hz. Mevlana

Nuryolum

Üye
Katılım
20 Tem 2006
Mesajlar
18
Tepkime puanı
0
Puanları
0
011.jpg
 

emmargah

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
3,348
Tepkime puanı
6
Puanları
0
elhamdulillah yaa.bu gözyaşlarının sonu nereye varacak diye düşünüyordum hep şimdi birazda olsa rahatladım.teşekkür ederim
 

emmargah

Profesör
Katılım
17 Haz 2006
Mesajlar
3,348
Tepkime puanı
6
Puanları
0
Nuryolum
gerçekten Allah senden razı olsun
 

Kimya_ı Saadet

Ordinaryus
Katılım
1 Nis 2013
Mesajlar
2,052
Tepkime puanı
219
Puanları
0
UÇAN ADAM


Mevlana denilince; yüzü aydınlık bir perde arkasında kalmış, yeşil kavuklu, yeşil kaftanlı, aksakallı bir dede gelir gözümün önüne. Tam olarak göremem ama ışığı parlar; nur inmiş gibi görünen ciddi ama sevimli yüzüne. O hep gözüme aksakallı dede gibi gözükür; fakat gerçekten ihtiyarlamış biri gibi değil. Niçin böyle hissederim, bilmiyorum. Sanki edepten aklanmıştır sakalları, sanki omuzları çökük duruşu sırf zikrindendir.


Mevlana’yı düşününce birde uçmak gelir aklıma. Hani her küçük çocuğun hayallerine kıyısından köşesinden bir şekilde girmiştir ya uçmak… Sanırım Mevlana beni daha bir hayalperest yaptı. Semazenleri görürüz hep, Mevlevi kültürü olduğunu da biliriz. Onları izlerken manevi bir şeyler canlanır içimizde ama Mevlana’nın hissettiklerine yaklaşamayız bile. Sanki Mevlana sadece huzurlu değildi o anlarda, onun huşusu da bizimki gibi değildi. Sanki bir şeyler daha vardı onun semasında, bizim ne olduğunu anlayamadığımız. Hani namaza başlarken tekbir alıyoruz ya, hani her şeyi geride bırakıyoruz ya; sanki Mevlana da bedenini döndüğü yerde bırakıp ruhuyla tekbir aldığı âleme geçiyordu.


Mevlana’yı uçar görüyorum ben. Sağ elini indirip sol elini kaldırdığında uçup gidiyor bence ruhundan yapılmış, sürekli kıvrılarak dönen bir aşk rüzgârında. Hani aslında birileri söyler, Mevlana sema yaparken yükselirmiş diye de, bize hep hikâye gibi gelir. Ama kim ne derse desin, o hikâye benim çocukluğumun en güzel hikâyesi, hayallerimin en özel öznesi ve manevi âlemimin en baş nişanesi.


Aslında Mevlana bir çocukluk hikâyesinin öznesi olmaktan çok daha fazlası… Yazdığı o çok değerli Mesnevi’si tek başına, kendisinden habersiz insanlara onun özel kimliğini göstermeye yeter. Sadece çok iyi bir şair olmadığına, Allah aşkını nasıl içinde yoğurup kalbine sığdıramadığına ve o muhteşem dizelerine taşırdığına bütün dünya şahitlik etmiştir. Daha küçücükken tasavvufçular tarafından fark edildiğine, en özel eğitimlerden geçtiğine, dost hasretiyle yanıp tutuşup, kavuştuktan sonra onunla nasıl sınandığına tarih şahitlik etmiştir. Dahası Şems gibi bir dostu hak edecek önemde olmasına Allah şahittir.


Mevlana babası gibi büyük bir ilim adamıydı. Camilerde vaazlar verir, insanları iyiye-doğruya çağırırdı. Ama kuru kuruya bir ilim, elbette hayallerimde uçurduğum bir insana yetecek bir yemek değil. O aşkı da kana kana içmek istiyordu. Susamıştı buna. Bir zaman geldi Allah o susuzluğu yeterince çektiğini düşünmüş olacak ki, Mevlana’ya Şems’i gönderdi. Mevlana susuzluğunu onunla giderdi. Şems ile yaptığı ilimler üstü sohbetlerinin temelinde daima ve en güçlü biçimde Allah sevgisi vardı.


Aşk, tabiri caizse, Rabbimiz hakkında bir bilgi edinme yöntemidir. Mevlana aşkıyla, aynı tecrübelerden geçmeyenlerin asla anlayamayacağı bilgiler edindi. Tasavvufuyla, irfan ve aşk âleminde olgunlaştı. Belki Şems’ini kaybedince çok üzüldü, ama Mevlana asıl o zaman gerçek Mevlana oldu. Zaten Mevlana için ölüm yeniden doğmadır, gerçek sevgiliyle buluşma… İnsan ölünce, ruhu beden hapishanesinden kurtulup mutluluğa erişir. Şems’in ulaştığı mutluluğa, bir gün gelir, Mevlana da yetişir.


Mevlana’nın en büyük özelliği devrinin âlimleri gibi kitabi bilgiyle yetinmeyip tasavvuf yoluyla ilahî aşka yönelmesidir. Onun dünyayı tarifi tasavvufunun da özünü anlatır bize: “Suyun gemi içinde olması geminin helakidir, gemin altındaki su ise geminin yürümesine yardımcıdır.”


Mevlana, Belh’ten Anadolu’ya uzayan yolları aşarken büyümüş; Konya’da vuslatı bulmuş; 67 yıllık hayatını “hamdım, piştim, yandım” sözleriyle özetleyivermiştir.



Elif Gönül



 
Üst