İmam Şatıbi Hz., El-İ’tisam, Kitap Dünyası Yayınları: 1/264-266.’den:
Bid'atçilerin yöntemlerinden birisi de şudur:
Allah ve Resulü’nün kastettiği şeyi anlamaya yarayan Arapça ilmini bilmedikleri halde Arapça olan Kur'an ve Sünnet hakkında yalan yanlış şeyler uydururlar; [1] kendi bildikleri şeylerle şeriatın aleyhinde bulunurlar, uydurdukları şeyleri kendilerine din edinirler ve ilimde yeterli seviyede olan kişilere muhalefet ederler. Kendi nefislerine çok güvendikleri ve hiç de öyle olmadıkları halde kendilerini içtihat (Kitap ve Sünnetten hüküm çıkarmak) ve istinbat (manayı meydana çıkarmak, kaynaklardan açıklığa kavuşturmak) yapabilecek kişiler olarak gördükleri için böyle bir tavrın içine girerler.
Nitekim onlardan birisine Ali İmran, 117. [2] ayeti hakkında sorulunca şöyle demiştir: Buradaki "sır" sarsar, yani geceleyin öten cırcır böceği demektir, der.
Nazzam'dan [3] rivayet edildiğine göre o da şöyle demiştir: "Kişi Allah'ın ismini anmaksızın îlâ [4] yaparsa îla yapmış sayılmaz."
Çünkü îlâ, Allah isminden türemiştir. Bazıları da "Âdem Rabbine başkaldırdı ve yolunu şaşırdı." [5] âyetini tefsir ederken yasaklanmış ağaçtan meyveyi çok fazla yedikleri için Adem'in yolunu şaşırdığını söylerler.
Çünkü ayette geçen ve "başkaldırdı, âsi oldu" anlamına gelen (ğavâ) kelimesini Arapların, annesinin sütünü çatlayıncaya kadar emen ve hatta bu yüzden bazen hayata veda eden deve yavrusunu anlatmak için kullandıkları (ğave'l-fasilü) tâbirine takılarak yorumlarlar. [6]
Halbuki bir insan hakkında bu tâbir kullanılamaz. Bu kelime Ayet-i Kerimede, başkaldırmak, âsi olmak anlamına gelen "ğayy" mastarındandır. Bunlar "And olsun, biz insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık" [7] âyetini "Biz insanlardan pek çoğunu cehenneme attık, saçtık, dağıttık" şeklinde yorumlarlar. Sanki onlar âyette "ze-ra-e" kelimesindeki hemzeyi görmezler, bu yüzden Arapların "rüzgar bir şeyi saçtı, dağıttı anlamında kullandıkları" zerrathü'r-rîhü" tabirinden yola çıkarlar. Halbuki (zerae) "yarattı" " (zerâ) ise "saçtı" "dağıttı" anlamına gelir. Araplar "hayvan sırtındakini attı" anlamında da " (ezrathu d-dabbetü) derler.
İbn Kuteybe'nin anlattığına göre Bişr el-Muraysi arkadaşlarına: "Allah Teala sizin ihtiyaçlarınızı en güzel şekilde karşıladı" anlamında bir söz söylerken Arapça kurallarına aykırı bir cümle kurdu. Orada bulunan topluluğun buna güldüğünü gören Kasım et-Timar güya el-Muraysi’yi savunmak için Arapça bir şiir okudu, fakat aynı kural hatasını kendisi de bu şiiri okurken yaptı.
Kâsım'ın okuduğu şiir meâlen şöyle idi: "Süleymi'yi Allah himaye ediyor. O hiçbir şey vermediği halde Allah onu mahrum bırakmadı." Bişr el-Muraysi akılcıların reisiydi. Kasım et-Timar ise kelamcıların reisiydi.
İbn Kuteybe der ki: Kasım'ın, Bişr'i savunmak için okuduğu şiirdeki hatası Bişr'in hatasından daha da tuhaftır.
Bunlardan bazıları "Leş, kan ve domuz eti size haram kılındı" [8] âyetinin domuz yağının helâl olduğunun delili olarak ileri sürerler. Bu âyette domuzun sadece eti haram kılınmıştır, başka şeyi haram kılınmamıştır, dolayısıyla bu âyet domuz yağının helal olduğuna delildir, derler. Bazen bazıları da onların söylediklerini kabul ederler ve domuz yağının sadece icmâ ile haram kılındığını zannederler. Halbuki mesele basittir. “Lahm” yani “et” kelimesi hakiki anlamıyla yağı ve başka şeyleri de içine alacak şekilde kullanılır. Tâ ki özel ismiyle anıldığı zaman “şahm”, yani “yağ” denilir. Nitekim damar, sinir ve deri de böyledir. Şayet onların dedikleri gibi olsaydı “damar”, “sinir”, “cild”, “ilik”, “beyin” gibi özel ismi olan şeylerin hiçbirisi domuzda haram olmazdı. Bu ise domuzu tamamen haram olmaktan çıkarırdı.
Hâricilerin "Hüküm ancak Allah'ındır" [9] âyetini delil göstererek hakem tayin etmenin gayri meşru olduğunu iddia ederken sinsice bir yol tutuklarını söylemek mümkündür. Çünkü bu Ayet-i Kerimede hüküm lafzı genel bir anlam ifade edecek şekilde kullanılmıştır. Bu kelimenin özel anlamlı olarak kullanıldığı yerler buna dahil edilemezler. Onlar hepsini aynı kategoride gördükleri için şu âyetlerden yüz çevirmişlerdir:
"Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin." [10]
"İçinizden adalet sahibi iki kişi buna hükmeder." [11]
Şayet genel anlam ifade eden lafızlarla özel anlam ifade eden lafızların reddedilemeyeceğine dair olan Arapça kuralını araştırarak bilmiş olsalardı özel hükümleri hemen inkara koşmazlardı ve kendi kendilerine: "Acaba bu genel hüküm başka hükümlerle tahsis edilmiş midir?" diye sorarlardı da sonra onu tevil ederlerdi. Bu konuda başka bir şey daha vardır ki yeri gelince o da zikredilecektir.
Arap kelamıyla ilgili cehaletin pek çoğu mecaz konusunda ortaya çıkar ki aklı başında olan bir kişi buna razı olmaz. Allah Teala lutf u ihsanıyla bizi cehaletten ve cehaletle amel etmekten korusun.
Buna benzer istidlallerin (delile dayanarak netice çıkarmak) hiçbir kıymeti yoktur, konuşanların seviyesini düşürür, emsallerine aykırı bir görüş olarak bile kabul edilemez. Bu tür istidlallerle ortaya konulan inanç ve amelle ilgili hükümler bid'atin ta kendisidirler.
Çünkü bunlar hevâ ve hevese uyarak Arapçanın genel-geçer kurallarının dışına çıkmak demektir. Hz. Ömer'den nakledilen şu söz ne kadar doğrudur: “Bu Kur'an bir sözdür. Onu yerli yerine koyunuz. Onu hevâ ve hevesinize uydurmayınız. Yani bu kelama kendi anlamlarını veriniz ve anlamlarının dışına çıkarmayınız. Çünkü Kur'an'ı kendi anlamlarının dışına çıkarmak demek onun doğru olan yolundan çıkıp hevâ ve hevese uymak demektir.”
Yine Hz. Ömer'den rivayet edilmiştir: “Ben sizin içinizden sadece iki adamın durumundan korkarım: Kur'an'ı yanlış tevil eden adam ve malı kardeşinden kıskanan adam.” El-Hasen'den (r.a) rivayet edilmiştir.
Ona sorulur: “Dilini ve mantığını düzeltmek için Arapça öğrenen adam hakkında ne dersin?”
Şöyle cevap verir: “Evet öğrensin. Çünkü bir adam ki Kur'an'ı okur da yanlış manalara çekerse helak olur.”
Yine ondan rivayet edilmiştir: “Kur'an'ı yanlış tevil eden acemler (Arap olmayanlar) sizi helake sürüklediler (sürüklerler).”
Dipnotlar
[1] Arapçayı bilmemek, Kur'an ve sünnet hakkında bilgisizce konuşmaya cüret eden yabancıların ve diğer kişilerin yol açtıkları kötülüklerin en önemli sebeplerinden birisidir. Bu yüzden onlar hem kendileri sapıtırlar, hem de başkalarını saptırırlar. Bu sebeple İmam Şafii'nin şöyle dediği rivayet, edilir: Arapçayı öğrenmek, şer'î ilimleri tahsil etmek isteyen herkesin üzerine farz-ı ayındır.
[2] Ali İmran: 117. Halbuki "sır'" kelimesi burada şiddetli soğuk rüzgar anlamına gelir, (el-Lisan 4/2429)
[3] en-Nazzam: Ebu İshak İbrahim İbn Seyar el-Basri. Kelama ve Mutezile şeyhidir. Bazıları onun kâfir olduğunu, bazıları da Brahman dinine mensup olduğunu söylediler. Sarhoşken balkondan düştüğü ve öldüğü rivayet edilir. 220 küsurlarda vefat etti. (İhtilafu'l-Hadis, 17; el- Milel ve'n-Nihal, 1/53; el-Farkbeyne'1-Firak, 113)
[4] el-îlâ: Bir adamın hanımına yaklaşmayacağına dair yemin etmesidir. Fıkıhta buna dair hususi hükümler vardır. (Lisanu'l-Arab. 1/117)
[5] Tâhâ: 121
[6] Bu kelimelerin anlamları için bakınız: el-Lisan 5/3320 ve 3423.
[7] A'raf. 179.
[8] Maide: 3
[9] En’am: 57, Yusuf 40, 67.
[10] Nisa: 35
[11] Maide: 95