"Hz. Ebubekir, Ebu Zer'den daha mı az müslüman yani?!" - İslami Sol tartışması

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Konun ilk mesajını paragraf paragraf istişare etmek isteyen varmı ?
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
ERCAN TEKİN aşağıdaki yazdıklarım sizin düşünce ve mantığınızla cevaptır.

Haşa düşüncelerim değildir. ZEKAT ını veren SADAKASINI veren kişilere en ufak negativ düşünemem düşünmetende ALLAH a sığınırım.

Şimdi sizin düşüncenizle size cevap

EBUBEKİR ra bizlere İNFAK konusunda REHBER.

Peki Cübbeli Hoca hiç çalışmamış BMV Jeep ve Harika bir evi var ( Allah cc daha fazlasını versin ZEKATINI verdikten sonra bize düşmez veya yargılamak ta bizim haddimiz değildir)

Şimdi Ebubekir ra bakıyorum Cübbeliye bakıyorum SİZİN DÜŞÜNCE YAPINIZLA KENDİ DÜŞÜNCELERİMLE değil.Ş.Eygi de dahil

Şimdi ne dersiniz?

Yine bilmeden yazıyorsun ve bilmeden belkide iftira atıyorsun, Cübbeli hocamız arabası olmadığını kendisi söylediler. Lüks evide kayıpederinin kendilerine tahsis ettiği evdir. Malum babazadeleri varlıklı insanlardan.

Şu hadisi unutma agbi,
İhtiyaç ve fakirlik ashabım için saadet, ahir zamanda ise mü'minler için zenginlik saadettir.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)



Bu zamanda zengin olmak müslüman için çok önemlidir.
Sanki dini İslamı Cübbeli hocamız bilmiyorlarda böyle yakıştırmalar yapıyorsun. Aslında seninde Cübbeli hocayla problemlerin var bu açık.
Mahmud efendi hz'lerine peki neden tenkit yapamıyorsun Efendi babamızda güzel bir evde yaşıyor ama tüm sünneti seniyyeyi işleyen nadir insanlardan. Şimdi Mahmud efendimiz yanlışmı yapmış oluyor?
Agbi bilmeden yazarsanız daima yanılırsınız, size bunu her zaman hatırlatıyorum birgün bilmeden yazmayı terkederseniz inanın hayırlı olacak.

Birde eklediğim video konuyla direk alakalıdır.
İlle muhalefetse amacanız böyle ehli sünnet konularında bile ileri gidebilecekseniz sıkıntılarınız ciddi demektir.
agbi ilmi olmayanların böyle konularda istişare etmesi sakıncalıdır. İlim lazım oda size yeterli değil. Öğrenmeniz gereken çokşey var. Eklediğim hadisi araştırmakla başlayabilirsiniz.
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Yine bilmeden yazıyorsun ve bilmeden belkide iftira atıyorsun, Cübbeli hocamız arabası olmadığını kendisi söylediler. Lüks evide kayıpederinin kendilerine tahsis ettiği evdir. Malum babazadeleri varlıklı insanlardan.

Şu hadisi unutma agbi,
Ashabım için fakirlik saadettir, ahir zaman ümmetim içinse zenginlik saadettir.

Bu zamanda zengin olmak müslüman için çok önemlidir.
Sanki dini İslamı Cübbeli hocamız bilmiyorlarda böyle yakıştırmalar yapıyorsun. Aslında seninde Cübbeli hocayla problemlerin var bu açık.
Mahmud efendi hz'lerine peki neden tenkit yapamıyorsun Efendi babamızda güzel bir evde yaşıyor ama tüm sünneti seniyyeyi işleyen nadir insanlardan. Şimdi Mahmud efendimiz yanlışmı yapmış oluyor?
Agbi bilmeden yazarsanız daima yanılırsınız, size bunu her zaman hatırlatıyorum birgün bilmeden yazmayı terkederseniz inanın hayırlı olacak.

Birde eklediğim video konuyla direk alakalıdır.
İlle muhalefetse amacanız böyle ehli sünnet konularında bile ileri gidebilecekseniz sıkıntılarınız ciddi demektir.
Allah size ehli sünnet çizgisinde daim bir yaşam nasip etsin

Yazdığımı siz iyice okuyun ne demek istediğimi anlayın.

MALININ ZEKATI verdikten sonra bizi ilgilendirmez ayrıca Kişinin mal varlığı ilede biz kimseyi yargılaya hakkımız olmadıüğınıda söylüyoruz.

Lütfen yazdıklarımı okuyun.

Ben Cübbeli ahmet Hocanın mal varlığını tenkit etmiyorum.ETMEK tende ALLAH a sığınırım.HADDİM de değil.


ERCAN TEKİN aşağıdaki yazdıklarım sizin düşünce ve mantığınızla cevaptır.

Haşa düşüncelerim değildir. ZEKAT ını veren SADAKASINI veren kişilere en ufak negativ düşünemem düşünmetende ALLAH a sığınırım.

Ercan TEKİN

Şimdi sizin düşüncenizle size cevap

EBUBEKİR ra bizlere İNFAK konusunda REHBER.

Peki Cübbeli Hoca hiç çalışmamış BMV Jeep ve Harika bir evi var ( Allah cc daha fazlasını versin ZEKATINI verdikten sonra bize düşmez veya yargılamak ta bizim haddimiz değildir)

Şimdi Ebubekir ra bakıyorum Cübbeliye bakıyorum SİZİN DÜŞÜNCE YAPINIZLA KENDİ DÜŞÜNCELERİMLE değil.Ş.Eygi de dahil

Şimdi ne dersiniz?
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
Yazdığımı siz iyice okuyun ne demek istediğimi anlayın.

MALININ ZEKATI verdikten sonra bizi ilgilendirmez ayrıca Kişinin mal varlığı ilede biz kimseyi yargılaya hakkımız olmadıüğınıda söylüyoruz.

Lütfen yazdıklarımı okuyun.

Ben Cübbeli ahmet Hocanın mal varlığını tenkit etmiyorum.ETMEK tende ALLAH a sığınırım.HADDİM de değil.


ERCAN TEKİN aşağıdaki yazdıklarım sizin düşünce ve mantığınızla cevaptır.

Haşa düşüncelerim değildir. ZEKAT ını veren SADAKASINI veren kişilere en ufak negativ düşünemem düşünmetende ALLAH a sığınırım.

Ercan TEKİN

Şimdi sizin düşüncenizle size cevap

EBUBEKİR ra bizlere İNFAK konusunda REHBER.

Peki Cübbeli Hoca hiç çalışmamış BMV Jeep ve Harika bir evi var ( Allah cc daha fazlasını versin ZEKATINI verdikten sonra bize düşmez veya yargılamak ta bizim haddimiz değildir)

Şimdi Ebubekir ra bakıyorum Cübbeliye bakıyorum SİZİN DÜŞÜNCE YAPINIZLA KENDİ DÜŞÜNCELERİMLE değil.Ş.Eygi de dahil

Şimdi ne dersiniz?

Hem Cübbeli hocamızın mal varlığı bize ilgilendirmez diyorsun hemde yanlış bilgiler veriyorsun. Bende yanlışlarını düzeltiyorum yani iyi okuyorum merak etmeyin.
Asıl sen okumuyorsun herhalde.
Şu hadisi bir okurmusun:
İhtiyaç ve fakirlik ashabım için saadet, ahir zamanda ise mü'minler için zenginlik saadettir.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Hem Cübbeli hocamızın mal varlığı bize ilgilendirmez diyorsun hemde yanlış bilgiler veriyorsun. Bende yanlışlarını düzeltiyorum yani iyi okuyorum merak etmeyin.
Asıl sen okumuyorsun herhalde.
Şu hadisi bir okurmusun:
İhtiyaç ve fakirlik ashabım için saadet, ahir zamanda ise mü'minler için zenginlik saadettir.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

Getirdiğiniz HADİS e göre

Bu durumda çok yakın tanıdığım ailece de görüştüğüm VARLIKLI MAHMUD efendi müridleri NE OLUYOR açarmısınız ?
 

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
İhtiyaç ve fakirlik ashabım için saadet, ahir zamanda ise mü'minler için zenginlik saadettir.


SAADET halinde oluyorlar işte AGBİ...


ALLAHA EMANET OLUN
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
Gülzar-ı İrfan

Anlıyorum da

Hangi SAADET oluyor.

Dünyevimi Ahiretlikmi ?

Şimdi bu Hadis e göre DÜNYEVİ maddi zenginlikleri çok olanlar yandı.

Bu Hadis getiren Ercan TEKİN ben Hadis e sözüm yok ama getiriliş tarzına Ercan TEKİN in mantığına karşı aynı mantık la yazıyorum.

Demekki

Ahmet Hoca ve ERBAKAN Bu hadis e göre yandı KETEN HELVAM.

Haa ben asla C.Ahmet Hoca yı veya ERBAKAN ı veya kimseyi YARGILAYAMAM Bir Hadis getiripte İNFAZ da edemem ALLAH cc bana bu yetkiyi vermemiştir.

Galiba ERCAN TEKİN e verdi. Haşa

Zekatını veriyorsa KİM NE DİYEBİLİR.

Eee Temelinde HARAM varsa onuda bilemem yanında değildim BİLMEDİĞİM BİR ŞEY ÜZERİNE AHKAÂM da kesemem.
 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Recep ihsan eliaçık...

geçen yıl ilk kez bu adamın bir yazısını okumuştum. efsunlanmış gibiydim adeta. müthişti, söylenen her yeni sözün verdiği heyecan gibi bizi bulutların üzerine uçurmuştu adeta.

sanki çağın kokuşmuş zevahirine kılıcıyla ameliyat yapan bir paradigmaydı bu benim için.

bu adamı takibe aldım, başka yazılarını da okudum. heyecanım bir sabun köpüğü gibi yavaş yavaş kaybolmaya başladı her nedense.

söyledikleri çok etkileyiciydi belki; ama bişeyler eksikti. ne olduğunu anlamaya çalışırken... sanırım radikal gazetesinden olacak bir bayan gazeteciye verdiği röportajı okudum.

küçük dilimi yutacaktım nerdeyse! adam kurban ibadeti için "bu şamanizm'den, putperestlikten bizim dinimize karıştırılmış bir ritüel" diyordu. sonra biraz daha kurcalayınca baktım ki adam sahabelere dil uzatıyor, islam'ın ruhuna, özüne uymayan saçma sapan yorumlar yapıyor. ve bir daha sildim defterimden. söylediği her ne varsa -doğru bile olsa- değerini yitirdi benim için. gömleğinin ilk düğmesini yanlış düğümleyen kişinin bütün düğmeleri yanlış düğümlenmiştir çünki...

cübbeli hocanın yanlış bulduğum, katılmadığım birçok hali, tavrı vardır. burada hiç dillendirmesem de kişilerle olan polemikleri yüzünden tasvip etmediğim kişilerden biri olmasına rağmen bu konuda kesinlikle haklı olduğununa inanıyorum. her ne kadar tasvip etmesem de hiç olmazsa ehl-i sünnet bir insandır ve itikaden sağlam olan biridir. kur'an-ı azimüşsan'da belki on yerde kurbandan bahsedilirken, kalkıp bunu şamanist adeti diyen bir sapık için söylediklerini az ve yetersiz buldum hatta... ben böyle adamları cüppeli hocanın ayağının tozuna bile değişmem. ve bu sitede en çok karşı olduğum kişilerin başında ercan tekin gelmesine rağmen (siyasi tartışmaları ve üslubu yüzünden) bu konuda ona katılıyor ve haklı buluyorum. bir insanı sever veya nefret edebilirsiniz, ama durduğunuz yer ve taraf önemlidir asıl olan.

 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
Seyyah kardeşimizin yorumuna teşekkürlerimi sunuyorum.

O belirtmiş İhsan Eliaçık'ın batıl ifadelerinin röportajını ekliyorum:


"İslamiyet’te kandil geceleri yoktur!"

Peygamberin ana rahmine düştüğü gece diye gece olur mu?

12 Kasım 2010 Cuma, 15:52:11
571137_detay.jpg




İlahiyatçı İhsan Eliaçık Bloomberg HT'de 'Gülin Yıldırımkaya ile HT Gündem' programında Yıldırımkaya'nın sorularını yanıtladı.

Daha önce Haberturk.com’dan Hande Köseoğlu’na verdiğiniz röportajda, kurban kesmenin Şaman kültürü olduğunu, İslamiyet’le ilgisi olmadığını, sadece Hacca gidenler ve yakınlarının kesmesi gerektiğini söylediniz. Şaman kültüründen gelip de bizim İslamiyetle ilgili sandığımız başka ne var?

Herkesin kurban kesmesi gerekmiyor, dinde böyle bir mecburiyet yoktur. Hacca gidenler kurban kessin yeter. Eğer çok yardım etmek isteniyorsa birbirlerinin borçlarını ödesinler, faturalarına yardımcı olsunlar, sokak çocuklarına sahip çıksınlar…Bir sürü yardım edilebilecek, dayanışma gösterilebilecek, yardımlaşılabilecek yer var. Ben daha önce de ifade etmiştim: Türkiye’de bir derin din var, bir de görünen din var. Nasıl ki derin devlet var bir de görünen devlet var dinde aynen öyle, derin din 2000 yıldır değişmeyen Şamanizm’dir. İnsanlar değiştiklerini zannederler ama değişmez. Türkiye’de en güçlü ritüeller, Şaman ritüelleridir. Şamanlığın temelini de oluşturan beş şey var ve bunun üzerine bir İslami kılıf geçirilmiştir. Birincisi Gök Tanrı inancıdır, ikincisi Gökte Tanrı yerde Şaman inancıdır yani ‘hoca, şeyh, pir, veli, evliya, baba, dede’ bunların hepsi, eski Şamanlar’ın yerine geçmiştir. Şamanizm’de din adamı olmazsa olmazdır, tek başına Tanrı’ya ibadet edemezsin muhakkak bir aracıya ihtiyacın vardır. Üçüncüsü atalar kültüdür, atalara bağlılık esastır, doğru onlardadır, atalar şu anda türbelerde yatmaktadır ve türbelere hücumun sebebi bu atalar kültüdür.

O zaman türbe ve adak kültürü de Şamanizm’e dayanıyor?

Evet, buna bağlı olarak ataların hatıraları kutsal gün ve gecelerde yaşamaktadır ve kandil geceleri de oradan geliyor. Her bir kandil gecesinde bir atanın, ulunun anılmasıdır ve bu İslami dönemde Hz. Muhammed’e dönüşmüştür. Hz. Muhammed’in ana rahmine düştüğü gece diyor. Böyle bir gece olur mu? Her şeyden evvel bu ayıptır. Bu eski kültürden İslami kılıfa dönüşmüş bir söylemdir.

Kadir Gecesi’ni bu söyleminiz dışında mı tutuyorsunuz sadece kandillerden mi bahsediyorsunuz?

Kadir Gecesi var evet ama o da bizde bilinen anlamında değil. Esasen Kadir Gecesi’nde kandil kutlaması yapılmaz. Kadir Gecesi demek, Kuran’ın size indiği gece demektir ve toplanıp kutlamaya gerek yoktur. Kuran’ı okursunuz ve sizin ruhunuza, vicdanınıza Kuran inmeye başlar. ‘ Bu ışığı gördüm ve bundan sonra böyle yaşayacağım’ dediğiniz andan itibaren sizin Kadir Geceniz başlamıştır. Dördüncüsü de kurban kesmektir, Şamanizm’de kurban kesmek dinin direğidir. Namaz yoktur, Kâbe yoktur, kıble yoktur her yerde kurban vardır.

O zaman kurban Şamanizm’de biraz İslamiyet’teki namazın yerine denk geliyor diyebilir miyiz?

Evet, biraz öyle gibidir. Beşincisi de domuz eti yememektir. Eski Türk takviminde domuz yılı vardır, uğursuzdur ve o yılda domuz eti yenmez. Bu saydıklarımdan bazıları İslam’da da var, hacda kurban kesmek, domuz eti yememek vb. Fakat bunlar Şamanizm’deki gibi değil. Şamanizm de bütün bunları yapmanın bize sevap kazandıracağını ve bütün günahlardan arınılacağını söyler. Siz türbeye gittiğinizde, kandil gecesine katıldığınızda, hayvanın kanını akıttığınızda, domuz etini yemediğinizde günahlarınızdan tamamen arınırsınız. Her günah işledikten sonra siz bunları yaptığınızda temizlenirsiniz. İslamiyet’te böyle bir şey yok.

Kandil geceleri için ‘‘Peygamberimizin ana rahmine düştüğü gece’ diye anılıyor böyle gece olur mu?’ dediniz. Peki, kandil gecelerini kim çıkarmış? Bu geceyi kutlama nereden gelmiş ve kandil gecelerinde ne yapmamız gerekiyor?

Bunlar Hz. Peygamber zamanında yoktu. Sahabeden kimse kandil gecelerinde bir araya gelip kutlama yapmamıştır. Bunalar sonraki yıllarda imparatorlukların etrafındaki saray ulemasının halkı mabetlere toplamak ve orada denetimi sağlamak için icat ettikleri gecelerdir. Zaten mabetler namaz kılmak için yapılmamıştır, imparatorluğun gücünü göstermek için açılan tapınaklardır. Allah’ın gücünü görmek istiyorsanız Sultan Ahmet Camii’ne bakmaya gerek yok, gökyüzü çatı yeryüzü döşektir. Gökyüzüne bak Allah’ın büyüklüğü oradadır. Camiler imparatorun gücünü göstermek için yapılmıştır ve halk orada toplanır cuma namazlarında, kandil gecelerinde itaate alıştırılır. İşin kökenine gittiğiniz zaman yani Mekke ve Medine’de Peygamberimizin saf uygulamasına gittiğimiz zaman bunların hiçbirini göremezsiniz.

O zaman böyle bir şeyi kutlamamız mı gerekir? Kandil Gecesi’ni normal bir gün gibi o günde normal ibadetini sürdürerek geçirmeli diyorsunuz öyle mi?

Kandil gecelerinin dini hiçbir değeri yoktur ama sosyolojik değeri vardır. Halkımız o günlerde mabetleri doldurmaktadır, sosyolojik bir olaydır, insanlara ‘dağılın gidin’ demenin de bir anlamı yok, madem oraya toplandı insanlar bir şeyler anlatmak lazım denilebilinir. Ama bu sosyolojik açıdan, örfen bir şey ifade eder. Allah ‘neden kandil gecelerinde camilerde toplanmadınız, bana şu kadar ibadet etmediniz?’ diye kimseye sormaz. Böyle bir mükeffelliyetimiz yoktur. Akıp gelen tarihsel kültürden kopmak istemiyorsanız bunlara katılırsınız. Bunun kökeni İslamiyet değil, Asya halklarının, Mezopotamya havzasında yaşayan halkların kültürüdür.

http://www.haberturk.com/polemik/haber/571137-islamiyette-kandil-geceleri-yoktur-


Agbiye cevap:
Konu ihsan eliaçık adlı batıl zihniyetli bir adam ama sen gelmişsin Cübbeli hocaya oradanda şaşırtmadın bizi Erbakan hocaya kadar işi uzattın. Zaten Erbakan hocayı işe karıştırmasan olmazdı. Çünkü senin bu konuda taassup hastalığın var herşeyden Erbakanı tenkite uğraşıyorsun. Allah sana şifalar versin.
Bir hadis-i şerif ekliyorum onu anlayamıyorsun anlayamadığın gibide anlamış gibi yazıyorsun yada ben seni anlamıyorum. Hadis-i şerifde bildirildiği gibi ahir zamanda müslümanların madden güçlü olmalarıda İslam için çok önem arzetmiştir. Buna işaret ettiği çok açık. Ama o kadar alakasız yorumlarla konuya yaklaşıyorsun ki bir tanecik ihsan eliaçık denilen batıl kimseye yorum yapmıyorsun direk Cübbeli hocaya yorum yapıyorsun onu eleştirmeye uğraşıyorsun. Sıkıntıların çok ciddi agbi, Allah yardımcın olsun.
Bak eklediğim yazıyı iyi oku ve ihsan eliaçıka yönelik fikirlerini yaz. Bu batıl fikirli adamı red eden Cübbeli Ahmed hocamızı neye göre tenkit ediyorsun hangi ilme hangi bilgiye göre?
Müslüman akıllı olur böyle abuk subuk eliaçık gibi tiplemelere uymaz ve itikadını korur.
Elhamdulillah bizim milletimiz o kadar da cahil değil bu gibi insanlara çoğunluk uymaz.
Allah c.c. yardımcımız olsun.
fi emanillah
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
Peki Cübbeli Hoca hiç çalışmamış BMV Jeep ve Harika bir evi var ( Allah cc daha fazlasını versin ZEKATINI verdikten sonra bize düşmez veya yargılamak ta bizim haddimiz değildir)

Şimdi Ebubekir ra bakıyorum Cübbeliye bakıyorum SİZİN DÜŞÜNCE YAPINIZLA KENDİ DÜŞÜNCELERİMLE değil.Ş.Eygi de dahil

Şimdi ne dersiniz?

Hiç çalışmadan nasıl kazanmış acaba?
Kazanç şekli önemli değil mi?
Sadece zekatını vermesi kazancı aklıyor mu?
Devletin , vergisini veren genelev patronlarını ve çalışanlarının yaptıkları işi meşru görmesi gibi zekatı verince her şey meşru ve helal mi oluyor?
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Daha önce forumda İhsan Eliaçık efendi hakkında bir yazı iktibas etmiştim.Tekrarında fayda mülahaza ediyorum.


İstişrak Çömezliği ya da ‘Mucizât-ı Ahmediye’ye Sataşma Perişanlığı-1

Nevzuhur bir damar var…
Kur’an’a söylediğini değil, söylemesini istediğini söyleten bir damar…


Kur’an’ın farklı yaklaşımlara referans teşkil edebilecek yönlerini cımbızlamalar ve hermenötik okumalar eşliğinde istismar eden, böylelikle Kitâb’ı tanınmayacak ölçüde tahrip ve tahrif eden ‘türedi’ telakkilerden söz ediyorum.


Bunlar, Kur’an’ı keyfî yorumlamalarına engel teşkil ettiği için Sünnet’ten bahis açıldığında evvelâ ‘bir sürü uydurma hadisin piyasada mütedâvil olduğunu’ dolarlar dillerine…

İcma’ gibi hayâtî bir kavramı da türlü tekellüflerin yedeğinde ademe mahkûm ettikleri için, selefin daha önce dillendirdiği hakikatlere tümüyle muhalif hezeyanları gündeme getirmenin, onların yüzünü kızarttığına da kimse tanık olmamıştır.

Bir de itiyad hâline getirdikleri ‘acınası’ bir çabaları vardır: Kadim ulemâ ve fukahaya ta’n-u teşnîde bulunmayı vazife addederler.

Sanki bu dini bir tek kendileri doğru anlamaktadır!
Şimdiye kadar gelenlerin ve İlâhî mesajın günümüze dek taşıyıcılığını üstlenenlerin tek yaptığı, bu dini aslından uzaklaştırmak (!) ve mesajın özünü tahrif etmek (!) olmuştur!


Herkes, asırlardır yaşaya gelen herkes, yanlışın ateşine odun taşımış, sadece bunlar doğrunun savunuculuğuna soyunmuşlardır!


Bunların birçokları da ‘dini ideolojikleştirme’ üstâdıdırlar.
Çağları aşan vahyin mesajını, bir ‘kapitalizme itiraz’ manifestosuna indirgeme merakındadırlar.
Sanki sırf bu dünyayı imar adına gönderilmiş bir dindir insanlığın muhatap olduğu…

Merkezinde zayıfı güçlüye karşı koruma çabası olan, servet düşmanlığına odaklanmış, kurgusal bir dine inanırlar.

Mucizeleri inkâr ederek ve peygamberin beşer olduğunu vurgulama kisvesi altında O’nu sıradanlaştırarak kendi Kur'an anlayışlarınamünhasır bir din yordamı îcad ederler.
Hevâlarını tanrı edinmiş, kurgularını dinleştirmişlerdir.

İsmet Özel, ‘Taşları Yemek Yasak’ adlı kitabında bu tür ideolojik zihinlerin fikrî acziyetlerini çok güzel teşhir eder.

Kısaca ve mealen şunu söyler: [Eğer bir kimse çıkıp, “Yahu arkadaş! Sosyal adâlet mi istiyorsunuz? Onun âlâsı İslam’da var” derse, biliniz ki onun zihninde İslâm değil, sosyal adâlet merkezî bir konum ihrâz etmektedir.]

*
Yazının burasında lafı, İhsan Eliaçık adlı şahsın -bu kelimeyi kullanmak zorundayım- hezeyanlarına getirmek istiyorum.

Onun dine sosyalizan bir bağlam atfeden söylemlerini bir kenara koyalım.

Dini ideolojikleştirerek içeriksizleştiren beyan ve yazıları da bahs-i diğer…


Ama gözüme bir yazısı çarptı ki; bu türden bir ifsada sessiz kalmanın mü’min sorumluluğu ile bağdaşmayacağı bedîhidir.

Onca âyet ve hadisin teyidiyle sabit ‘mucize’ meselesini “İslâm’ı yıkan üç şeyden biri” olarak gösteren[1] bu zât, aynı yazısında aşere-i mübeşşere (ki ona göre, cennetle müjdelenen bu tür bir grubun varlığı da tamamen uydurmadır) içindeki bazı sahabilerden de ‘toprak ağası’ diye söz etme talihsizliğine düçar olmuştur.


Aynı sahabileri kastederek “Nasıl Harun g

elip Karun oldular?” türünden ‘edep sınırlarını zorlayıcı’ sorular da mezkûr şahsın mârifetiyle ortaya atılmıştır.

Kafasında öyle bir din algısı vardır ki, bu algıya göre, ‘mütekaddim ulemâ’ ve bu dini şimdiye kadar tefakkuh eden seleflerimiz, Ehl-i Kitab’ın yaptığı türden bir tahrif ameliyesine soyunmuş, önceki elçilerde görüldüğü gibi bu ümmetin de peygamberi irtihâlinden sonra yüceltilerek hayatın dışına itilmiş, mesajı çarpıtılmış ve vahiy tanınmayacak kadar özünden uzaklaştırılmıştır!


Birazdan kendisinin ağzından bu ‘hezeyanlara’ yer vereceğim ama burada şu soruyu sormanın tam zamanıdır: Kardeşim, bizden önceki nesiller ve ilmî namus ve kapasiteleriyle yolumuzu aydınlatan âlimlerimiz sizin dediğiniz şekilde bu dini toptan yanlış anlamışlarsa ve hatta zımnen ifadelendirdiğiniz türden kahir ekseriyeti bir hıyânetin öznesi iseler, siz bu dini kimden öğrendiniz?


Mesajını bu türden ‘nâehil’ ellere teslim etmiş bir dinse karşımızda duran, nevzuhur tenkidleriniz bu dine de râci olmuş olmaz mı?

*
Gelelim bir talihsizliğin belirtisi şu beyanlara:
1) “Bu açıdan bakıldığında ‘âlemlere rahmet’ olarak gönderilen yani insanlıkta sevgi ve merhameti yaymak/yerleştirmek/yaşamak/yaşatmak için gönderilen ‘Allah’ın kulu ve elçisi’ bir harikalar diyarı kahramanı değildir!

“Bir tavşan deliğinden geçerek masal adasına gitmiş ve orada fantastik bir hayat sürmüş değildir. Doğduğunda ne Kisra’nın ateşi sönmüş, ne Bizans’ın gölleri kurumuş, ne de yıldız kaymıştır.
“Hepimiz gibi bir ‘beşer’ olarak doğduğunda hiçbir şey olmuş değildir.

“Kâinat onun ‘yüzü suyu hürmetine’ de yaratılmış değildir.” [2]
2) “Oysa…


“Ne olduysa onun ‘öksüz yüreğinde’ olmuştur. Esasında Muhammed, insanlığa dair esaslı sorular ve büyük arayışlar içinde çıktığı, derin vicdani sorgulamalar ve metafizik gerilimler yaşadığı ‘Hira’ da dünyaya gelmiştir. Oradan şehre inmiş, büyük hareketini başlatmış, iddialarının arkasında durmuş, Bedir’de, Uhut’da vuruşa vuruşa tarihin meydanına çıkmış, böyle böyle ‘doğmuş’tur!” [3]


(Bu sözlerdeki ideolojik zihnî arka plâna dikkatinizi çekerim. M.T)
3) “Bunların farkında değilseniz peygamberi harikalar diyarında dolandırır, eski peygamberlik anlayışı ile karıştırır, böylece bir masal kahramanı haline getirmiş olursunuz. Nitekim ‘sorgulanmamış’ dinî kültürümüzün bunu başardığını (!) görüyoruz.” [4]


(Bu sözlerdeki ‘sorgulanmamış dinî kültür’ terkibinin ne denli genelleyici/tehlikeli/geçmişi toptan itham edici olduğu izahtan vârestedir. M.T)


4) “Peygamberin sağlığında inkârcıların sürekli istedikleri; yerlerden pınar fışkırtmak, Uhud dağını altın yapmak, ayı yarmak, parmaklarından su akıtmak, bir kap hurma ile binlerce kişiyi doyurmak, gelecekte kimin başına ne geleceğini haber vermek gibi birçok mecnunluk, kâhinlik, sihirbazlık ve muallemlik gösterilerinin, vefatından sonra bizzat Müslümanlar tarafından ona yaptırıldığını görüyoruz.


“…Demek ki beklenti hiç değişmiyor.
“İnkârcıların bütün taleplerinin, sonraki yıllardaki kimi ‘sorgulanmamış’ kaynaklarca peygambere isnad edilmiş olması dehşet verici, dramatik ve bir o kadar da hazin bir durumdur.

“…Durum buyken inkârcılarla aynı ağızla bizzat Müslümanların ‘Sadece bir beşer, sadece bir elçi’ yetmez, buna inanamayız; ayı yarmalı, parmaklarından su akıtmalı, odunu yanına çağırdığında gelmeli, tükürüğü deva, idrarı şifa olmalı ki peygamber olduğuna inanalım!’ dercesine ‘Mucizât-ı Ahmediye’ yarışına girmeleri de ne oluyor?


“Bunların inkârcıların taleplerinden ne farkı var?
“Sadece bir beşer, sadece bir elçi olsa -ki öyle- inanmayacak mısınız?


“İnanamıyor olunmalı ki düzmüş de düzmüşler:
“Mecnunluk yapmış: Cinlerle konuşmuş! Hani o cinlerle konuşan değildi? Nusaybin’den gelen ve cinlere inanan yabancı bir heyetle görüşmesini cinlerin kendisi sanıyor garibim!

“Kâhinlik yapmış: Kimin nerede öle
ceğini bir bir haber vermiş… Osman’ın halife olacağını, Muaviye’nin başa geçeceğini, Yezid’in kan dökeceğini, Emevilerin, Abbasilerin zuhur edeceğini, İstanbul’un fethedileceğini, Fatıma’nın en önce öleceğini, Ammar’ı baği bir taifenin katledeceğini, İsa’nın nüzulünü, Deccal’in zuhurunu, Türklerle savaşılacağını, daha nice nice olayları haber vermiş…

(Said Nursi; Risale-i Nur Külliyatı, Ondokuzuncu Mektup; Mucizat-i Ahmediye bölümü, Hadis kitapları; El-Fiten Ve’l-Melâhim bölümleri, Suyuti; Hasaisu’l-Kübra, 3 cilt birarada).


“Sihirbazlık yapmış: Eliyle ayı işaret edince ikiyi bölmüş… Bir kap yemeğe elini dokunmuş ve üçyüz kişi doymuş… Parmaklarından sular akıtıp orduyu doyurmuş… Tükürüğü şifaymış, idrarını içen kadın bir daha hasta olmamış… Bir keçinin sadece ciğer ve böbreklerini bir kaba koymuş ve ondan yüz otuz sahabe doymuş… Hz. Cabir borcunu

ödeyemiyormuş; peygamberimiz tarlasında gezmiş ve o yıl mahsul öyle artmış ki Cabir’in hiç borcu kalmamış… Çölde susuz kalınca bir kap suya üfürmüş, elini sokup çıkarınca çeşmeden akar gibi şarıl şarıl su akmış… Def-i haceti için bir yere

oturmuş; civardaki iki ağaç hemen gelerek onun üzerini örtmüş kalkınca da ağaçlar tekrar yerine gitmiş… Zehirli bir keçi ona ‘ben zehirliyim beni

yeme’ demiş… Hz. Ali’nin gözüne tükürmüş ve gözü iyileşmiş… Bir çocuğun koluna kaynar tencereden su dökülmüş; peygamberimiz çocuğun kolunu


tükürüğü ile iyileştirmiş… Güvercin mağaranın kapısını örmüş… Kurt onun peygamberliğini haber vermiş… Deve ona salavat getirmiş… Arslan, ceylan, keler onunla konuşmuş ve risaletini haber vermiş… Ölmüş kızı çağırmış ve dirilip ona buyur (lebbeyk)

demiş… Ölmüş adam kalkmış yanında Hz. Enes olduğu halde peygamberle yemek yemiş……( Said Nursi; Risale-i Nur Külliyatı, Ondokuzuncu Mektup; Mucizat-i Ahmediye, Hadis kitapları; El-Fiten Ve’l-Melâhim bölümleri, Suyuti; Hasaisu’l-Kübra, 3 cilt birada)…



“Daha neler neler…
“Tam bir ‘Muhammed harikalar diyarında’ kıvamı…” [5]

(Bu satırlar, yoruma ihtiyaç bırakmayacak kertede hazindir; acınılası bir zihnî dezenformasyona delâlet eder. Müellifin güya ironik, aslında müstehzî bir edayla diline doladığı ‘mucizat’ bahsi, Mu’tezile’nin bile peygamberliğin ön şartı olarak gördüğü, hiçbir aklı başında âlimin reddetmediği, âyet ve hadislerle varlığı sarih bir meseledir. Bu hezeyanlara cevap teşkil eden bölümleri bir sonraki yazıda ele alacağız ama şunu şimdiden


söylemekte fayda var: “Mu’cizat-ı Ahmediye yarışına girmek” türünden ‘yakışıksız’ terkiplerle muhtemelen Bediüzzaman (da) kastediliyor. Şu gayet açıktır ki, ne Bediüzzaman ne de bir başka Ehl-i Sünnet âlimi, denildiği türden ‘mucize

istismarcılığı’ yapmıştır. Mucizeler, muannidleri ikna içindir, Allah’ın bir lütfudur. Bu gerçekleri dile getiren ulemânın beyanlarını, ‘inkârcıların talepleri’ ile bir tutmak, en hafif deyimiyle akıl tutulmasıdır ve hakikate saygısızlıktır. Onların hepsi atılan bu ‘çamur’dan Allah’ın izniyle berîdir. M.T)



5) “Bana öyle geliyor ki Musa’dan sonra Yahudilerin, İsa’dan sonra Hıristiyanların ‘sadece bir beşer, sadece bir elçi’ olan bu peygamberlerin çarşıda pazarda dolaşmalarını yetersiz bulup harikalar diyarına göndermeleri, masal adası kahramanları haline getirmeleri, uçtukça uçurmaları gibi Muhammed’ten sonra da Müslümanlar aynı şeyi yaptı.


“Biraz kanatıyor ama bu tesbiti yapmadıkça mesafe alamayacağız.

“…Ben de diyorum ki bu zaten hep böyleydi.
“Hiçbir Peygamber yoktur ki kendisinden sonra getirdiği din ters yüz edilmemiş olsun!” [6]


(Bu pasajda Allah Resulü’nden (s.a.v) söz edilirken, salt ismiyle bahsedişteki müsteşrikvâriçirkinliği bir kenara not edelim. Bir de şu: “Hiçbir Peygamber yoktur ki kendisinden sonra getirdiği din ters yüz edilmemiş olsun!” cümlesi İslâm’ın da tahrif edildiğini iddia ediyor. Bu hezeyan değilse nedir?

M.T)


Ne Eliaçık’tan yapacağımız alıntılar bitti; ne de biz bunlara cevap teşkil edecek bölümleri nakledebildik. Fakat ciddi bir zihni teşevvüşle karşı karşıya olduğumuz âşikârdır. Bu tür yaklaşımlara karşı uyanık olunmalı, retoriğe aldanılmamalıdır. Konunun devamını diğer yazıda ele alalım.

Murat Türker
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
İstişrak Çömezliği ya da ‘Mucizât-ı Ahmediye’ye Sataşma Perişanlığı – 2


Elbette amacımız herhangi birinin kişiliğini hedef almak değil…


Ama “İsimler üzerinden spekülasyon yapmayalım” diyenlere de şu soruyu sormak durumundayım: “Birilerinin belki onlarca insanda ‘itikâdî bozulma’ meydana getirecek ifsâd edici yazılarına sessiz mi kalalım?”


Hakk’ın, bâtıl kadar olsun, sesinin çıkması gerekmiyor mu?

Arkadaşlar, bu tür retoriksel çıkışlar ve janjanlı ifadeler, sanıldığından daha fazla zihni etkisi altına alıyor.


Eliaçık ve onun gibi düşünenler, kendilerine emanet edilen köşelerden, “Yaşayan Kur’an” gibi ‘büyülü’ ve ‘câzip’ terkipler yedeğinde sahih din telakkisine sataşıyor ve kelimenin tam anlamıyla bir ifsad ameliyesinin mümessilliğini üstleniyorlar.


Dikkat ediniz, söylemlerinin tesiri, hitap ettiği modern zihinlerdeki din şablonu ile örtüşmesinden ileri geliyor.


Vahyi değil aklını, nassı değil hevâsını merkeze alan bir tasavvurun, Eliaçık ve onun gibi düşünenlerin mantığını göklere çıkarmasından daha doğal ne olabilir?

Nasıl bir dine inandıklarını ben size söyleyeyim:


Tek güvenilir kaynağı kendi Kur’an anlayışları olan, peygamberinden rivâyet edilen devâsa birikimin ezici kısmı uydurmalardan müteşekkil (!) bir din bu…




Şimdiye kadar mesajı üzerinde kafa yoran âlimlerin tahrip ve tahrifinden kurtulamamış (!), öncekiler tarafından hep yanlış anlaşılıp yanlış yorumlanmış (!) bir din…


Merkezî teması, zayıfı güçlüye karşı korumak; en temel gâyesi toplumda sosyal adâleti tesis etmek olan ideolojik bir din…


Tefakkuhunda nassın değil aklın hakem olduğu ve rasyonalist bakışa kurban edilmiş bir din…

Sakın ola ki, “Bunlara kim inanır?” demeyin…


Bu boyuttaki bir tahribin tezâhürü olarak okuyabileceğiniz, İhsan Eliaçık’ın yazılarına getirilen iki yorumu –sadece imlâlarını düzelterek- buraya dercedelim ki, neyle mücadele ettiğimiz daha iyi anlaşılsın:


“İhsan Hocam, sizi uzun zamandır takip etmekteyim. Çok beğeniyorum yazılarınızı… Ben, (…) İHL’de okuyorum; sizin görüşlerinizi insanlara anlatıyorum, anlamak istemiyorlar, ne yapmalıyım? Teşekkür ediyorum”

“Beyninize ve yüreğinize sağlık… Sorgulama ve tefekkür etme melekelerini harekete geçirmeye gayret ediyorsunuz. Allah yardımcınız olsun fakat yıllarca ruhban sınıfları tarafından mübarek İslâm dininin tapınma dini haline getirilmesinin, mukaddes ve zaman üstü Kur’an-ı Kerim’in ölülerin arkasından okunması veya ambalajlanıp yatak odalarına veya kapı üstlerine asılmasının sonuçlarını ibretle izliyorum”

Tahrip böyle etkili oluyor.


Şimdi yazının sınırlarını zorlamadan, madde madde bazı hususlara değinelim:

1) Önce Hz. Süleyman’ın birtakım mucizelerini konu edinen Sebe Suresi 12 ve 13. âyetlerinin meallerini verelim:


“Süleyman'ın emrine de rüzgârı verdik. Sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü bir aylık yol idi. Erimiş bakır kaynağını da ona sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle elinin altında cinlerden de çalışan vardı. Onlardan da her kim emrimizden saparsa, ona ateş azabım tattırırız. Onlar, ona mihraplar, heykeller, havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın ey Davud hanedanı, şükür için çalışın! Kullarım arasında şükreden azdır.” (Elmalılı Meali)

Bakın Eliaçık bu âyetlerin temas ettiği hakikatleri nasıl keyfî olarak ‘çarpıtıyor’:


“Süleyman merkezi Kudüs olan bir devlet kurmuştu. Böylece bölgeyi bir adalet ve barış yurdu (Daru’s-Selam) haline getirmiş ve bunun için Kudüs’e bu anlamda Jerusalem denmişti. Güneyde Sebeliler (karıncalar), kuzeyde Hititler (kuşlar), doğuda Babilliler (cinler/periler) ve batıda Fenikeliler (yelkenli gemi ve rüzgarlar) emrine girmişti. Çünkü bu devletler o dönemde böyle anılır ve bilinirlerdi. Onlarla çeşitli zamanlarda temaslarda bulunmuş ve konuşmalar yapmıştı.” [1]

Bakın şu işe!


Meğerse Kur’an, aslında Sebeliler’i kastederek karıncalardan, aslında Hititleri kastederek kuşlardan, aslında Babillileri kastederek cinlerden bahsediyormuş! (Eliaçık’ın yorumundaki ‘peri’ kavramı da çok hoş doğrusu! Kur’an ve periler!) Yani Hz. Süleyman aslında kuş, karınca ve cinleri değil, çevresindeki kavimleri emri altına almış!


Allah’tan bu ‘orijinal’ yorum dile getirilmiş de, bizi asırlardır karanlıkta bırakan bu ehl-i tahrip müfessirlerin tezgâhı bozuluvermiş!!!

Meğer yıllardır bize Sebeliler’i karınca diye yutturmuşlar!!!


Bir de müfessirlerin yorumlarından birini verelim de –birini vermek yeterli, çünkü hemen hepsi aynı yaklaşıma sahip-, Eliaçık’ın gözümüzü açmasının kıymeti daha iyi anlaşılsın (!):


“Allah Teala bundan önceki âyetlerde Hz. Davud'a verdiği nimetleri zikretmiş, bu ve bundan sonra gelen âyetlerde ise Hz. Davud'un oğlu Süleyman'a, lütfuyla vermiş olduğu nimetleri zikretmiştir. Bunlardan biri, rüzgârın, onun emrine amâde kılınmasıdır. Hz. Süleyman bir gün içinde, rüzgardan istifade ederek iki aylık bir yola gidebiliyordu. Hasan-ı Basrî diyor ki: [Hz. Süleyman, sabahtan öğleye kadar rüzgarla ‘İstahr’ şehrine gider, öğleden sonra da ‘Kâbil’e varırmış.] Hz. Süleyman'a verilen nimetlerden biri de, cinlerden bir kısmının, Allah’ın emretmesiyle onun emrinde çalışmalarıdır. Hz. Süleyman'ın emrine verilen cinlerin, onun emrine itaat etmedikleri takdirde, Allahın emrine karşı gelmiş olacaklarından, cehenneme atılacakları beyan edilmektedir.



“[Cinler, Süleyman'ın istediği gibi saraylar, heykeller, havuzlar kadar büyük çanaklar ve sabit kazanlar yaparlardı. Ey Davud ailesi, Allah’ın nimetlerine şükretmek için çalışın. Kullarımdan hakkıyla şükreden pek azdır.] âyetinde de (Sebe/13) Allah Teala, Hz. Süleyman'ın emrine verilen cinlerin yaptıkları işlerden bir kısmını zikretmektedir. Cinler, Hz. Süleyman için güzel binalar yapıyorlardı. Bu binalar Mücahid'e göre köşk gibi binalardı. Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre, meskenler, Katade'ye göre ise mabedlerdir. Ayrıca cinler, Hz. Süleyman için bakırdan veya topraktan yahut camlardan heykeller yapıyorlardı. Cinler, Hz. Süleyman için havuzlar kadar büyük çanaklar ve yerinden kaldırılamayacak kadar büyük sabit kazanlar yaparlarmış. Bu da Hz. Davud ailesinin ordusunun ve etrafının çok kalabalık olduğunu göstermektedir.” (Taberî Tefsiri/ Sebe Suresi tefsirinden…)


Zuhaylî, Sâbûnî ve Semerkandî gibi müfessirlerin tefsirleri de Taberî gibi…

Ama Eliaçık farklı…

Yalnız ne kadar sevinsek azdır; yalnız değil!!!


Sebe Suresi’nin mezkûr âyetleri ile ilgili o kadar müfessir taradım; hiçbiri İhsan Eliaçık’ın baktığı orijinal zâviyeyi yakalayamamıştı!

Tam Eliaçık’ın yalnız olduğunu düşünüyordum ki, gözüme Mustafa İslâmoğlu’nun ‘çok satan’ meali, “Hayat Kitabı Kur’an” takıldı.

Bir yerlerde okumuştum ama nerede olduğunu hatırlayamıyorum. İslâmoğlu, Eliaçık’tan “Zihnini vahyin inşâ ettiği bir arkadaşımızdır” diye söz ediyordu.


Her neyse, İslâmoğlu, tebcil ettiği dostunu tefsir tarzı itibariyle de yalnızlıktan kurtarıyordu:


“Hayat Kitabı Kur’an” müellifi, Sebe Suresi 12. âyette geçen, “Süleyman'ın emrine de rüzgârı verdik. Sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü bir aylık yol idi.” bölümünü şöyle açıklamayı uygun görmüş: “Hz. Süleyman’ın inşâ ettirdiği dillere destan deniz ticaret filolarına atıf olsa gerektir.”(Bkz. “Hayat Kitabı Kur’an” sf. 848, 9 nolu dipnot)

Bu yorum ‘orijinal’ geldiyse mutlaka şunu da okumalısınız:


İslâmoğlu, aynı âyetin devamında yer alan “…Rabbinin izniyle elinin altında cinlerden de çalışan vardı.” kısmını da şöyle yorumlamış: “Burada Hz. Süleyman’ın emri altında çalışan ‘cin gibi ele avuca sığmayan’, ‘cin fikirli’ birileri kastedilse gerektir.” (Bkz. “Hayat Kitabı Kur’an” sf. 848, 11 nolu dipnot)

Sizi bilmem ama ben bu ‘cin fikirli’ yoruma bayıldım doğrusu!


Eliaçık’ın başka âyetlerle ilgili de, okuyanlara hayret ve hayranlıktan takla attıran değerlendirmeleri var. Kur’an’da geçen hemen hemen bütün mucizelerle ilgili bu tersten bakan yorumları merak edenler yazı sonunda linkle gönderme yapılan adreslere bakabilirler.


Burada yer darlığı nedeniyle hepsini aktaramadığımız için elbette üzülüyoruz.


Ama bir tanesi var ki, onu buraya kaydetmezsek işlerimiz rast gitmez:

2) Önce Bakara Suresi 156 ve 157. âyetlerinin mealini verelim:


“Bir de inkârlarından ve Meryem'e büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah'ın peygamberi Meryemoğlu İsa Mesih'i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler.” (Diyânet Meali)

Şu satırlar da Eliaçık’tan:

“…Fakat ‘engerek soyu’, Bizans’la işbirliği yaparak onu yok etmek istedi. Mahkeme kurup yargıladılar ve Babil’in asilere verdiği ceza olan ateşte yakarak idam gibi, İsa’yı da Bizans’ın asilere verdiği ceza olan çarmıha germe ile cezalandırdılar. Acılar içinde ellerine ayaklarına çiviler çakılmış halde çarmıhta son nefesini verdi. Fakat şunu bilmiyorlar ki onu gerçekte öldürmediler, asmadılar, öyle olduğunu sandılar. Allah ona çok yüce, çok yüksek bir paye verdi çünkü şehitler ölmez! Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Gerçekte onlar yaşıyor, fakat siz bunun farkında değilsiniz (2/154). Bütün şehitler Allah’ın katına yükselir ve Allah onları kendi katından rızıklarla yaşatır…” [2]


Kur’an, “Onu öldürmediler ve asmadılar” diyor. Eliaçık, “Çarmıhta son nefesini verdi” diyor. Aslında Eliaçık’ın tavrı, “Kur’an’da Hz. İsa’nın öldürülmediği lafız olarak geçer ama bunu O’nun öldürüldüğüne hamletmek gerekir” gibi hayli ‘ilginç’ bir sonuca yol açıyor!


Aynı şeyi biz de yapsak ve Eliaçık’ın Kur’an’a uyguladığı yöntemi, biz de Eliaçık’a uygulasak şunu demeliyiz: “Eliaçık, Hz. İsa çarmıhta son nefesini verdi diyor ama aslında bu ifadeyle O’nun göğe yükseltildiğini anlatmak istiyor!!!”

Bu böyle uzayıp gider…

3) Söylenecek başka şeyler de var ama yazı bitmek bilmeyecek.


Bari Eliaçık’ı okurken beni iyiden iyiye duygusallaştıran ve gözlerimi nemlendiren şu satırlarla bitireyim yazıyı:

“Bu açıdan bakılınca Enver Paşa benim için şu demektir: İdealizm, büyük muhayyile, nizam-ı âlem, direniş, serdengeçtilik, büyüyerek kurtulma, imparatorluk vizyonu…

“Mustafa Kemal Paşa da şu demektir: Realizm, taktik düşünme, derlenme, toparlanma, tutunma, akılcılık, bağımsızlık, özgürlük, çağdaşlık…

“‘Gayr-ı şahsi egemenlik’e inandığım için, bu tür dönemlerden daha çok alacağım evrensel değerlere bakarım, tarihsel olay ve şahsiyetleri kendi döneminde bırakırım.



“Mesela devrimlerden alacağımız şu beş şeydir: TBMM’nin açılışı (1920), yeni anayasa (1921 Teşkilat-ı Esasiye), saltanatın kaldırılması (1922), cumhuriyetin ilanı (1923), Hilafetin kaldırılması (1924)…
“Bunlar milletimizin büyük kazanımları olup evrenseldirler.


Bunlardan daha geriye dönülemez. Bunların ifade ettiği mana şekil bakımından değişebilir ama esastan değişmesi gerçekten geriye dönüş yani irtica olur. Mesela her ne surette olursa olsun TBMM’yi kapatmak, anayasayı rafa kaldırmak, saltanatı geri getirmek, cumhuriyeti lağvetmek veya peygamberin makamı adına kendini halife ilan etmek 1920 öncesine dönüş olacağından olacak iş değildir. Halifelik, ihya çağlarının yani Müslüman askeri tarım imparatorlukları döneminin birleşme formülü idi. İnşa çağında illa öyle olmak zorunda değildir.” [3]
Ne dersiniz?
Duygulanmamak mümkün mü!?
Murat Türker
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
İstişrak Çömezliği Ya Da ‘Mucizât-ı Ahmediye’ye Sataşma Perişanlığı - 3


Ahmed Davudoğlu merhum, ‘din tahripçileri’ni tâdâd ettiği değerli çalışmasında [1] Muhammed Abduh’la ilgili şunları söyler:


“Şeyh Abduh, his ve tecrübe ile anlaşılamayan melek, şeytan ve mucize gibi şeylerin birçoğunu kabul etmemiştir. Mesela, Süleyman (a.s) ile Belkıs bahsinde, tahtın Hz. Süleyman’a (a.s) getirilmediğini, bilakis bir mislinin yapıldığını iddia etmiş; Hz. Musa’nın (a.s) âsâsı ile denizi yarması mucizesini med ve cezir hâdisesidir diye te’vilde bulunmuştur.


“…Şeyh Abduh, mucizeyi te’vil ve inkâr konusunda samimi bir fikrin peşindedir: Avrupalılara İslâm’ı sevdirmek! Ona göre Avrupalılar harikalara inanmazlar. İslâm’da ise harikalara, mucizelere yer verilmiştir. Onun nazarında bu ‘mucizecilik’ İslâm’ın alnına sürümüş bir lekedir. Onu ne suretle olursa olsun silip temizlemelidir. Peygamberimize mucize nâmına Kur’an-ı Kerîm yeter!


“İşte Abduh’un yaptığı en büyük ‘inkılap’lardan biri budur. Umûmî bir af, hapishane kaçkınlarını ne derece sevindirirse, Şeyh Abduh’un bu yeniliği de, Mısır’ın Avrupa hayranı din kaçağı –diğer bir tâbirle irtidâd meraklısı- bütün edip ve şairlerini memnuniyete gark etmiştir. Adamlar sanki o zamana kadar zindanlarda zincirbend imişler… Artık Abduh’un lehine yazmadık medhiyeler, vermedik pâyeler bırakmamışlar; Peygamber ve dine nasıl saldıracaklarını şaşırmışlardır. Ezher’den yetişen birçok şaşkınlar da bunlardan aşağı kalmamışlardır. Binnetice kimisi peygamberin dâhiliğinden dem vurmuş, kimisi Mısır kadınlarının tesettürünü kaldırmaya muvaffak olduğu için Allah’tan sevap beklemiş, bazısı şeytanı inkâr etmiş, birtakımı da ansiklopedi şeklinde Kur’an tefsiri yazmıştır.” [2]


İşbu değerlendirmeler, şâhit olduğumuz zihnî dejenerasyon sürecinin tezâhürlerini ortaya koyuyor.
Bu vetirenin önceki evrelerinde başat unsur olarak arz-ı endâm eden müsteşrikler, modern zihinlerin kabulde zorlanacaklarını keşfettikleri ahkâmı speküle ederek işe başlamışlardı.
Batı uygarlığının göz kamaştıran terakkisinin oluşturduğu projeksiyonu, İslâm dünyasındaki zâhirî geri kalmışlıkla aynı fotoğraf karesinde mütâlâa eden ‘içimizden birileri’ ise, problemin bu ümmetin öteden beri sahiplendiği din anlayışında olduğu teşhisine gönül eğdirmişti.


Bu çığır öylesine dizginlenemez bir şekilde ilerledi ki, oryantalist güruh eliyle gündemimize sokulan her mesele, selef âlimlerine atıp tutan nâehil odaklar tarafından didik didik edilir oldu.
Ve zaman içerisinde öyle bir noktaya gelindi ki, artık o noktada müsteşriklere gerek kalmamıştı!


Müslüman anne babadan doğan, müslüman bir ada ve kimliğe sahip birileri, oryantalistlerin kötü birer kopyası olarak, ‘tahrif nöbeti’ni devralmakta çok istekli görünüyorlardı.


Bu meş’um süreçte, İslâm’ın hukukî düzenlemelerinden tutunuz, muamelâta dair ahkâmın ezici bir kısmı ‘masaya yatırıldı’.

Evvelâ Kur’an’ı tarihsel bir metin olarak lânse eden ‘içimizdeki istişrak çömezleri’, ikinci aşamada Sünnet’in tekinsizliği iddiasını ortaya attılar.


Sünnet’in bile böylesine kaygan bir zemine çekilmeye çalışıldığı vasatta, icma’ kavramının lafı bile edilemezdi!

Daha sonra fıkhın beşerî olduğu ve yeni bir fıkıh müdevvenâtı teşkil edilmesi gerektiği türünden nevzuhur/köksüz yaklaşımlar tedâvüle sokuldu.

Bu arada geçmişte bu
işe kafa yormuş ulemâyı töhmet altına itecek iftiralar da özenle piyasaya sürüldü.
Âlimleri ‘saray ulemâsı’ türünden kem sözlerle zan altında bırakmaya çalıştılar.


Bir taraftan mucizeleri inkâr ediyor, öte yandan akıllarına sığıştıramadıkları rivâyetleri yok sayıyorlardı. Müktesebat ve ilmî namuslarıyla yolumuzu aydınlatan seleflerimizi hafife alıyor, onları dini tahrif etmekle suçluyorlardı.

Tabi ki bu’ türedi söylem’, çağın modern kabulleriyle örtüştüğü için arafta kalmış zihinlere göz kırpıyor, hakikatten uzaklaşmış gönüllere câzip geliyordu.


Öyle ya, modern tasallutun tesiriyle iyiden iyiye karışmış akıllar, açıkça ifade etmekten çekinseler de, denizin ortadan ikiye yarılmasını anlayamıyorlardı!


Böyle bir şey nasıl olabilirdi!?

Bu mümkün müydü!?

Hem bunlar gerçekten vâkî ise neden günümüzde bu türden hâdiselere rastlanmıyordu!?


Derken karşılarına ‘İhsan Hoca’ çıktı; ‘Mustafa Hoca’ çıktı; Ali Hoca çıktı; Veli Hoca çıktı…
Bu ‘aydın’ hocalar, yıllardır düşünüp de söyleyemedikleri şeyleri bir çırpıda söyleyiverdiler!
Kardeşim, ne mucizesiydi!



Mucize falan yoktu; onların h
epsi sembolik anlatımları kavrayamayan geçmiş âlimlerin cehâletlerinin ürünü safsatalardı!!!
Hangi çağda yaşıyorduk!!!

Hem Din, bu tür statükocu yaklaşımlardan dolayı bu hâle gelmemiş miydi!?


Peygamber sıradan bir beşerdi; olsa olsa bazı niteliksel üstünlüklere sahipti!


Evet, modern bireyler sonunda aradıklarını bulmuşlar; hevâlarına uygun bir dine çağıran hocalarla tanışmışlardı!

Adamlara helâl olsundu; nasıl da tabuları yıkıyorlardı!




Önceki âlimler Kur’an’ı kalıplaşmış anlayışlara mahkum etmişlerdi; bunlarsa bizi “Yaşayan Kur’an’a” çağırıyorlardı!

Hem öyle güzel ve ‘çağdaş’ bir din anlayışını öne çıkarıyorlardı ki; orada ‘çok eşlilik’ yoktu, orada kadınları dövmek yoktu, orada recm yoktu, orada mucize yoktu!


Onlarla aynı perspektiften meseleye baktığınızda, mirastan erkeğe kadının iki katı pay ayıran hükmün ‘tarihsel’ olduğunu idrâk ediyor ve rahatlıyordunuz!


Hırsızın elinin kesilmesinin nüzul döneminin sosyolojik verileriyle ilgili ve o devre münhasır bir uygulama olduğunu keşfediyor (!), esas olanın Kur’an’ın ruhu olduğunu ve aynı cezalandırmanın bugün başka şekillerde de yapılabileceğini fark etmiş olmanın süruru ile sevinç çığlıkları atabiliyordunuz!

Bundan iyisi Şam’da kayısı değil miydi!?


Daha ne istiyorduk!?

Artık modern muhataplarımıza göğsümüzü gere gere (!) tebliğ edebilirdik dinimizi…

Hem bu din anti emperyalistti, anti kapitalistti, anti sosyalistti (yoksa anti sosyalist değil miydi!?)…

Hem peygamber Mekke seçkinlerine meydan okumamış mıydı!?

Biz de bu dini yorumlamayı tekellerine alan ‘din adamları’nın ilmî otoritesine başkaldırmalıydık!
Yoksa din elden gidecekti!

Zararın neresinden dönülse kârdı!
O halde daha ne duruyorduk!?

*
Evet dostlar, bu, bizim hakikatten uzaklaşma serüvenimizin hazin hikâyesidir.


Bu nevzuhur mâkuleye tüm iddialarını tek tek cevaplayacak yazılarla mukabele etmek de mümkün…
Ama buna değeceğinden o kadar emin değilim.

Sesimin ulaştığı kardeşlerime şunu derim:

Bir kâfile var, menzili Cennet olan…

Ehl-i Sünnet olan yolcular, müktesebatlarıyla göz kamaştıran âlimlerin genişlettiği bir caddede o kutlu hedefe doğru yol alıyorlar…


Ama zaman âhir zaman…
Bu caddeyle beraber bir sürü patika yol da açılmış…
Siz siz olun sahil-i selâmete ulaştıran o caddeden ayrılmayın…
Ve unutmayın, yön gösteren levhaları parlak, boyalı ve kışkırtıcı olsa da o yol patika bir yol…

[email protected]
Murat Türker

[1] Ahmed Davudoğlu; Dini Tâmir Dâvâsında Din Tahripçileri; Bedir Yayınevi, İstanbul 1997
[2] Adı geçen eser sf. 127–129
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
İstişrak Çömezliği Ya Da ‘Mucizât-ı Ahmediye’ye Sataşma Perişanlığı - 3




“Şeyh Abduh, his ve tecrübe ile anlaşılamayan melek, şeytan ve mucize gibi şeylerin birçoğunu kabul etmemiştir. Mesela, Süleyman (a.s) ile Belkıs bahsinde, tahtın Hz. Süleyman’a (a.s) getirilmediğini, bilakis bir mislinin yapıldığını iddia etmiş; Hz. Musa’nın (a.s) âsâsı ile denizi yarması mucizesini med ve cezir hâdisesidir diye te’vilde bulunmuştur.




[2] Adı geçen eser sf. 127–129

Mucize vardır ama mucize denilen her şey de mucize değildir.
Bir kısım her şeye mucize diyor diğer kısım mucizeleri inkar ediyor.
Mucize nedir,kime gösterilir,kim gösterir ne amaçla gösterir...gibi sorulara cevap verilip tam bir mucize tanımı yapılmadan bu kör döğüşünün sonu gelmeyecek galiba...
 

Hikem

Kıdemli Üye
Katılım
31 Ağu 2009
Mesajlar
6,073
Tepkime puanı
702
Puanları
0
Aslında mucize konusunda bir ihtilaf veya kavram kargaşası yok, taki, mısırda Abduh ortaya çıkıncaya kadar...

Mucize, Peygamberlik iddia eden kimseden , kendisini inkar edenlerin meydan okumasına karşılık onları bir benzerini getirmekten aciz bırakacak biçimde zuhur eden harikulade şeydir.
Harikulade, adete aykırı olarak vaki olan şey demektir. İktibas: şerhul Akaid ,Taftazani.
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Forumun birinde, densizin bir çıktı; orta yere İbrahim As.'ın ateşe atılması ve yanmaması bir EFSANEDİR, bir UYDURMADIR, bir SAFSATADIR, HAYAL ÜRÜNÜDÜR, HURAFEDİR vs.. deyiverdi... Duraksadık. Çünkü hakkında açık Ayetler var olan bir konuyu inkar ediyordu ve Alimlerin bildirdiğine göre, Kur'an'ın bir ayetini inkar etmek, tamamını inkar etmek gibi küfürdü... Delilin ne ki böyle ortalığa çıktın dedik. Tuttu bize İhsan Eliaçık'ın yazısını getirdi. Delili Eliaçıkmış! Eliaçık, Kur'an'daki kıssaları mucize değil de masal olarak görüyormuş da.. Falanmış da... Filanmış da...

Aklımızı başımıza alalım ey Müslümanlar. Sonra pişman oluruz ama iş işten geçer de yalvarırız. Geriye dönüş olmaz. Ehli Sünnet itikadından ve Mezheplerinden ayrılmayınız. İnancınıza sarılmakta ve sadık olmakta kocamış karılar gibi olunuz. İtikadı düzgün olmayan insanların peşlerine düşmeyelim kısaca...
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
Aslında mucize konusunda bir ihtilaf veya kavram kargaşası yok, taki, mısırda Abduh ortaya çıkıncaya kadar...

Mucize, Peygamberlik iddia eden kimseden , kendisini inkar edenlerin meydan okumasına karşılık onları bir benzerini getirmekten aciz bırakacak biçimde zuhur eden harikulade şeydir.
Harikulade, adete aykırı olarak vaki olan şey demektir. İktibas: şerhul Akaid ,Taftazani.

Bu tarifine Hz.Musanın asanın yılan şekline girmesi,elini beyaz olarak koyunundan çıkarması uyuyor fakat denizin ayrılması mucize tanımına uymuyor.Bu denizde oluşan bir deprem sonucu meydana gelen tsunamidir.
 

YagmuR

Üye
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
2,504
Tepkime puanı
586
Puanları
0
Yaş
35
Konum
¤´ UnuTuLu§taN `¤
Web sitesi
www.gencislam.com


Bu tarifine Hz.Musanın asanın yılan şekline girmesi,elini beyaz olarak koyunundan çıkarması uyuyor fakat denizin ayrılması mucize tanımına uymuyor.Bu denizde oluşan bir deprem sonucu meydana gelen tsunamidir.

Sayın Auguste Dupin, Kuranı Kerim'de de geçen ve Allah Tealanın Musa (as) mucize olarak verdiği bir olayı bu şekilde yorumlamanız, Allah'ın kelamınıda reddetmeye dayanır,
biraz daha düşünerek ve dikkat ederek yorumlar yaparsak daha efdal olacaktır...

Hiç bir şey, hiç bir olay Allah murad etmedikçe gerçekleşmez...


"Bunun üzerine Mûsâ’ya: «–Asân ile denize vur!» diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı); her bölük koca bir dağ gibi oldu.” (eş-Şuarâ, 63)

“Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.” (eş-Şuarâ, 64)

“Mûsâ ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. Sonra ötekileri suda boğduk.” (eş-Şuarâ, 65-66)

“Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gâfil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk!” (el-A’râf, 136)

“Böylece Bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık; hepsini suda boğduk. Onları, sonradan gelenler için bir selef ve ibret alınacak bir misâl kıldık.” (ez-Zuhruf, 55-56)

“Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları îmân etmiş değillerdir.” (eş-Şuarâ, 67)

“Hatırlayın ki, sizi Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar, size azâbın en kötüsünü revâ görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, (fenâlık için) kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size revâ görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. Bir zamanlar Biz, sizin için denizi yardık; sizi kurtardık. Firavun taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.” (el-Bakara, 49-50)
 
Üst