GENCAKINCI
Profesör
- Katılım
- 21 Ağu 2009
- Mesajlar
- 1,666
- Tepkime puanı
- 26
- Puanları
- 0
Hz. Aişe'ye atılan
iftira.
Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)
der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir sefere çıkacağı zaman
pâk zevceleri arasında kur'a çekerlerdi. Kime kur'a çıkarsa o hanım Hazreti
peygambere eşlik ederdi. Mustalıkoğulları gazasına giderken de adetleri üzere
aramızda kur'a çekildi ve kur'a bana isabet ettiğinden Hazreti Peygamberin
yanında ben bulundum. Beraberce Medine'den çıktık.
Bu sefer, kadınların
örtünmesi hakkındaki ayeti kerimenin inişinden sonra olmuştu. Bunun için örtülü,
hevdecli deve üzerinde gitmiştik. Mustalıkoğulları fethi tamamlandıktan sonra
Hazreti Peygamber geri döndü. Medine'ye yaklaştığımız günün gecesinde dinlenmek
için bir yerde konaklamıştık.
Bu yerden hareketimiz için adet üzere ilân
yapıldı, Bu arada onlarla yola çıkabilmek için acele olarak ihtiyacımı gidermek
maksadıyla kafile ve askerlerden biraz uzaklaştım. Hacetimi giderdikten sonra
hemen eşyam ve devemin yanına geldim. Bir de elimi göğsüme koyduğumda baktım ki,
boynumdaki Yemen yapısı kolyem kaybolmuş.
Hemen dışarı çıkmış olduğum
yere döndüm. Ben kolyemi aramakta iken, benim hizmetçilerim beni hevdec (mahfe)
içinde sanarak hevdecimi deveye yükleyerek hareket ettiler. O zaman hanımlar
çok az yemek yediklerinden vücud ağırlıkları çok hafifti. Bundan dolayı hevdecin
boş olduğunu anlayamadılar. Zaten ben daha onbeş yaşımı doldurmamıştım.
Sonra
ben kolyemi buldum. Devemin bulunduğu yere geldiğim zaman ne göreyim, ortalıkta
kimseler yok. Bir kaç defa bağırıp çağırdımsa da, hiç bir ses ve seda duyamadım.
Sonra düşündüm ve bulunduğum yerde kalmaya karar verdim. Nihayet beni
arayacaklar ve dönüp burada bulacaklar. Derken uyku bastırmış ve
uyumuşum.
Ashab-dan 'Safvan bin Muattal, askerin arkasında kalmış olduğundan
sabaha yakın bir zamanda bulunduğum yere gelir, burada bir karartı görür ve
yanıma gelince de beni tanır. Çünkü örtünmeden önce beni görürdü. Benim, bu
halime şaşarak, «İnna Lillah ve inna ileyhi raci'ûn» deyince, sesinden uyandım.
Bir de yanımda devesiyle Safvan'ı gördüm.
Devesini çöktürdü ve hareket
etmesin diye de devenin ön ayağı üzerine kendi ayağını bastırdı. Ben de hemen
deveye bindim. Safvan, devemin yularını tutup çekti. Sonra askerimizin
bulunduğu ordugâha ulaşıncaya kadar böyle önümde yürüdü. Ordumuz, güneşin
kızgın sıcağında öğleye yakın kuşluk zamanında adet üzere bir yere konmuştu.
îşte benim hakkımda iftira edip helak olanlar bu sebepten ötürü helak
oldular.
Hakkımda ilk iftirada bulunan, münafıkların başı meşhur Abdullah
bin Ubeyy idi. Ashabdan Mistah ve Hassan gibiler de ona uyarak aldanan
biçarelerdi. Sonra hepimiz Medine'ye geldik. Medine'de Hazreti Peygamberin
yanında bir ay kadar hastalandım. Meğer hastalığım halinde bir takım kimseler,
kulaktan kulağa ye ağızdan ağıza iftiracıların sözlerini
yayarlarmış.
Bundan dolayı da Medine halkı hakkımda töhmete ve
şüphelenmeğe başlamışmış. Halbuki benim bu işlerden haberim yoktu. Ancak Hazreti
Peygamberden, daha önceki hastalıklarımda görmüş olduğum şefkat ve iltifatı
görmüyordum. Yalnız, hemen yanıma gelip «nasılsınız?» diye sorup; geçerlerdi,
ismimi anmazlardı. Sonra bu hastalıktan kurtuldum, biraz iyileştim.
Ashabın
büyüklerinden ve Bedir'de savaşanlardan ünlü Mistah adındaki zatın annesi ile
ihtiyacımızı gidermek için geceleyin Medine dışında Menası denilen yere doğru
yürüdük. Çünkü Medine'de, evlerimize yakın abdesthaneler yapılmazdan önce biz
ihtiyacımızı gidermek için ancak geceden geceye taşraya çıkardık. O zamanki
hareketimiz, bedevilerin adeti gibi idi.
Böyle Mistah'ın annesi Selma
ile giderken ayağı çarşafının eteğine dolaştı ve yere düştü veya kaydı.
Arabların adeti, bir kimsenin başına bir felâket geldi mi, «lanet olsun şeytana»
veya «düşmanım helak olsun», diye beddua ederlerdi. Selma hatun da, böyle ayağı
kayıp düşünce : Oğlum Mistah helak olsun, gebersin diye kendi oğluna beddua
etmeye başladı. Hemen ben, ne yapıyorsun? Sen ne kötü söz söylüyorsun?: Bedir
savaşında bulunan iyi bir oğlun hakkında böyle kötü söz söylenir mi? dedim.
Selma Hatun bana şu cevabı verdi: Ey zavallı kadın! Senin hakkında
Mistah ve arkadaşlarının söylediklerini işitmiyor musun? dedi ve hakkımda
iftiracıların söylemekte oldukları sözleri enine boyuna bana anlattı. Bunu
işitir işitmez üzüntümden fenalaştım. Beni sıtma tuttu ve hastalığım bir kat
daha arttı. Sonra eve döndüm.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Hazretleri yanıma geldi ve adeti üzre, «Nasılsınız?» dedi. Ben de, müsaade
ediniz; artık ebeveynimin yanına gideceğim, dedim. Bundan maksadım, ebeveynimin
yanına gidip bu dedi-kodunun esasını ve kendilerinin de haberdar olup
olmadıklarını öğrenmekti.
Hazreti Peygamber benim iyileşmeme kadar
ebeveynimin yanında kalmama müsaade ettiler. Ebeveynimin yanına varır varmaz
annem Ümmü Rûman'dan sordum: Ortalıkta ne hadisler dönüyor, bu ne iştir? dedim.
Annem:
— Evladım, sen kendi sağlığını düşün, bu iş için böyle merak edip
kendini üzme Allah'a yemin ederim, böyle senin gibi güzel olup kocasının
muhabbet ve üstün teveccühlerini kazanan ve bu kadar otakları olan bir kadın
hakkında elbette böyle dedi-kodu çoğalır. Sen vücudunun afiyetini düşün,
dedi.
Ben bu işe şaştım ve üzülerek, sübhanellah dedim. Herkes hakkımda böyle
çirkin havadisler yayıyormuş meğer, dedim. Hüngür hüngür ağlamağa başladım.
Bütün gece böyle ağladım. Aralıksız göz yaşı döktüm ve sabaha kadar kederimden
uyuyamadım. Doğrusu Hazreti Peygamber bu hususta Allah'ın vahyini bekledi ise
de, hikmet icabı, o günlerde vahy gelmedi.
Vahy-i İlâhi çok
geciktiğinden işittim ki, beni boşamak hususunda istişare etmek için Hazreti
Peygamber, Ali bin Ebi Talib ile Üsame bin Zeyd'i davet ederek bunlarla meşvere
etmiş. Üsame Hazretleri, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailesine olan
sevgisini bildiğinden:
— Ya Resûlallah, bütün aile efradınız, peygamber
şanına layık iffetli ve pak kimselerdir. Ben ehliniz hakkında hayırdan başka hiç
bir şey bilmiyorum, dedi. Hazreti Ali ise, tereddüt etmeyerek:
— Ya
Resûlallah, Allah Tealâ sana dünyayı daraltmamış; ondan başka hanımlar çoktur,
(onu boşa) dedi. Tekrar Hazreti Ali söze devamla:
— İsterseniz bir de
Hazreti Aişe'nin cariyesi olan Berire'ye sorunuz. Berîre size karşı doğru olanı
söyler, dedi.
Sonra Hazreti Peygamber Berire'yi huzurlarına çağırtmış ve ona
sormuş:
«Ey Berîre, Aişe hakkında şübhelendiğin bir şey gördün mü?»
Berire
şu cevabı verdi:
— Hak Peygamber olarak seni gönderen yüce Allah adına
yemin ederim ki, Aişe'nin henüz yaşı küçük olduğundan hamur yoğururken tekne
başında uyur kalır. Evde besili koyun gelip Aişe'nin hamurunu yer. Bundan başka
benim kusur bulacağım hiç bir şey kendisinde görmedim. Sonra o gün Hazreti
Peygamber hutbe okumak üzere minbere çıkmış ve bütün, cemaata hitab
ederek:
«En önce bu iftiraya cür'et eden münafıkların başı Abdullah bin Übeyy
bin Selül aleyhinde söz söylemekte beni mazur tutunuz,» buyurdu, sonra yine
söze devamla:
«Ailem hakkında fena halde iftira ile bana eza ve cefa eden
kimseye karşı bana yardım edecek içinizde kimdir? Ben, Allah'a yemin ederim
ailem hakkında hayırdan başka hiç bir şey görmedim ve duymadım. Bir de o
iftiracılar Safvan'a da isnadda bulundular,. Vallahi onun hakkında da hayırdan
başka bir şey görmedim ve duymadım. Benim evime ve ailemin bulunduğu semte bu
adam ancak benimle beraber uğramıştır.» buyurdu.
Bunun üzerine Evs
kabilesinin reisi Sa'd bin Muaz ayağa kalkıp:' —Ey Allah'ın Resulü, size yardım
edeceklerin birincisi benim. Eğer bu yolda size eziyet eden kimse bizim
kabilemiz olan Evs -kabilesinden ise, onun boynunu vururum.- Yok, eğer bizim
Hazreç kardeşlerimizin kabilesinden ise, bize emrediniz.
Ne gerekirse o işi
yapalım demiş. Fakat bu defa Hazreç kabilesinin reisi Sa'd bin Ubade'nin bu
sözler aşiret duygusuna dokunarak, her ne kadar kendisi iyi ve kamil bir kimse
idiyse de, insanlık gereği hemen ayağa kalkıp Sa'd Muaz'a karşı son derece öfke
ile:
— Sen yanlış konuştun. Vallahi bizim Hazreç kabilesinden bir ferdi
öldüremezsin ve onu öldürmeğe gücün, yetmez, dedi. Sonra Sa'd bin Hudayır adında
bir adam ayağa kalkarak Sa'd bin Ebi Ubâde'ye sert bir cevap verdi:
— Sen
yanlış söyledin. Vallahi Peygamber emrettikten Sonra hangi kabileden olursa
olsun onu öldürürüz. Hem de sen gerçekten münafıksın ki, münafıklar taraftarı
olup bizimle mücadele ediyorsun, dedi. Böylece Evs ve Hazreç kabileleri
birbirlerini suçlayarak kavgaya tutuştular. Hatta birbirlerine saldırır oldular.
Sonra Hazreti Peygamber minberden inerek iki tarafı yatıştırdı. Hazreti
Peygamber de bu konuda artık başka bir şey buyurmadı.
Hazreti Aişe
devamla anlatır: Ben bu olup bitenleri de duydum. Artık büsbütün fenalaştım.
Gece gündüz göz yaşı dökmekte idim. Bütün geceler gözlerimi uyku tutmuyordu. Bu
şekilde bir gün iki gece ağladım. Muhakkak surette ciğerimin parçalanacağını
sanmıştım. Ben bu ızdırab halinde iken annem ve babam bulunduğum odaya girip
yanıma geldiler. îkisi de oturdular. Ben yine devamlı
ağlıyordum.
Dışardan Ensar'dan bir kadın yanıma gelip görüşmek üzere
benden izin istedi. Ben de izin verdim ve gelsin, dedim. O kadın gelip oturdu
ve o da benimle ağlamağa başladı. Biz bu halde iken, Hazreti Peygamber teşrif
buyurarak odama girdi ve oturdu. Halbuki bana bu iftira edildiği günden bu güne
kadar asla yanımda oturmamıştı. Bir ay bekledikleri halde, hakkımda herhangi bir
îlâhî vahy inmemişti. Hazreti Peygamber önce yanımda Allah'a hamd ve sena etti.
Şehadet kelimesini getirdi. Sonra bana:
«Ey Aişe! Gerçekten senin
hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaştı. Eğer sen bu iftiradan beri isen,
muhakkak surette Allah Tealâ Hazretleri seni yakında temize çıkaracaktır. Şayed
sen umulmadık şekilde böyle büyük bir günaha yaklaştın ve bulaştın ise, tevbe ve
istiğfar ederek Allah'dan mağfiret dile. Zira bir kul, Allah'a karşı
günahını
itiraf eder de arkasından, tevbede bulunursa Allah Tealâ Hazretleri o kulun
tevbesini kabul eder, buyurdu. Bu sözü Hazreti Peygamber tamamlar tamamlamaz
öfkemden göz yaşlarım tamamen kesildi. O hale geldim ki, gözlerimde bir damla
yaş hissetmez oldum.
Babama hitaben: Benim tarafımdan Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'e cevab veriniz, dedimse de babam bana:
—Kızım, vallahi,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı ne söyliyeceğimi bilemiyorum,
dedi. Sonra valideme dönüp:
— Sen bari benim tarafımdan Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve sellem'e cevab ver, dedim ve o da aynı şekilde:
— Vallahi kızım,
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı ne söyliyeceğimi bilemiyorum,
dedi.
Ben henüz genç bir kadındım ve Kur'an'dan ezbere okuyabildiğim fazla
değildi. Hazreti Peygambere, ana ve babama karşı dedim ki: Ben şübhesiz
biliyorum ki, siz insanların söylediklerini işittiniz ve dinlediniz. O sözler
artık sizin zihinlerinizde yerleşmiştir, bu sözü tasdik
etmişsinizdir.
Ben size muhakkak bu işten beriyim, demiş olsam, bu
sözümde siz beni doğrulamıyacaksımz. Halbuki Allah Tealâ Hazretleri gerçekten
benim bu işten beri olduğumu biliyor. Allah Tealâ bunu bilirken bu suçu itiraf
etmiş olsam, siz hemen sözümü kabulleneceksiniz.
Vallahi benimle sizin,
durumunuza münasip bir örnek bulamadım. Ancak Hazreti Yûsuf Alayhisselârmın
babasının «Artık (benîm yapabileceğim tek şey) güzelce sabırdır.
Söylediklerinize karşı da, yardımına sığınılacak ancak Allah'dır.» sözünü
bulabiliyorum. (Yûsuf sûresi: ayet 18)
Sonra yatağımın üstünde öbür tarafa
döndüm. İçimdeki inanç şu idi ki, muhakkak Allah Tealâ beni bu iftiradan
kurtarır ve temize çıkarır. Fakat benim hakkımda Allah. Tealâ Hazretlerinin
ayet indireceği aklımdan geçmedi; Çünkü kendimi Kur'an'da anılmaya lâyık
görmüyordum. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri belki beni temize
çıkaracak bir rüya görür ve böylece Allah beni o iftiradan kurtarır diye sağlam
bir inancım vardı.
Vallahi Hazreti Peygamber oturmuş olduğu yerden
ayrılmadan ve ev halkımızdan da hiç kimse yerinden kımıldamadan efendimize
Allah'ın vahyi geldi ve vahyin gelişindeki hal, Hazreti Peygamberde belirdi.
Hatta o gün, kış olduğu halde mübarek yüzlerinden inci taneleri gibi ter akmağa
başlamıştı. Hazreti Peygamberden o Vahy hali açılınca, gülümseyerek ilk
söylediği söz şu oldu;
Ya Aişe Allah Tealâ Hazretlerine hamd et: Allah
seni (iftira ve bühtandan) temize çıkardı.»
Sonra annem bana dedi ki, kızım
kalk da Peygmaber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e teşekkürlerini arz et. Ben
annemin bu sözüne karşı:
— Vallahi, bu hususta yüce Allah'dan başka hiç bir
kimseye şükür etmem ve bu teşekkür için Hazreti Peygamberin yanına da gitmem,
dedim. Allah Teâlâ: «(Aişe'ye) iftira haberini getirenler, içinizden (münafık)
bir zümredir...» (Nur sûresi: ayet 11) mealindeki ayeti kerimeyi
indirmişti.
Hakkımda böyle Kur'an ayetleri inince, babam Ebû Bekir evelce
fakirliği ve akrabalığı olduğu için teyze çocuğu Mistah'a yapmakta olduğu
yardımları kesmek isteyerek, mademki Mistah, kızım Aişe hakkında yapılan
iftiralara katılmıştır, bundan böyle asla ona vermem diye yemin etti.
Fakat
bunun üzerine: «İçinizde fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalara,
yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (bir şey) vermemek üzüre yemin
etmesinler. (Onların kusurlarını) affedip bağışlasınlar. Allah'ın sizi
bağışlamasını sevmez-misiniz. Allah Gafûr'dur. Rahîm'dir.» (Nûr sûresi: ayet 22)
mealindeki ayeti kerime indi.
Bu ayeti kerime nazil olunca. Ebû
Bekir:
— Evet, ya Rab! Vallahi senin bağışlamanı ve mağfiretini isterim,
dedi ve evelce olduğu gibi Mistah'a olan yardımını devanı ettirdi.
Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim halimi araştırmak üzere pak zevcelerinden
Zeyneb binti Cahş'a sormuştu:
«Aişe hakkında ne anladın, ondan ne gördün?»
Zeyneb: — Vallahi, ben kulağımı ve gözümü, görmediğim ve işitmediğim şeyden
sakındırır, korurum. Vallahi, Aişe hakkında hayır ve iffetten başka bir şey
bilmiyorum, demiş.
Hazreti Peygamberin pâk zevceleri arasında Zeyneb her
yönden bana rekabet eden, benimle denkleşme iddiasında olan bir kadın iken, onun
sahib olduğu takva sebebiyle Allah onu bu iftiraya katılmaktan
korunmuştu.
Zübdetül Buhari 722
iftira.
Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)
der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir sefere çıkacağı zaman
pâk zevceleri arasında kur'a çekerlerdi. Kime kur'a çıkarsa o hanım Hazreti
peygambere eşlik ederdi. Mustalıkoğulları gazasına giderken de adetleri üzere
aramızda kur'a çekildi ve kur'a bana isabet ettiğinden Hazreti Peygamberin
yanında ben bulundum. Beraberce Medine'den çıktık.
Bu sefer, kadınların
örtünmesi hakkındaki ayeti kerimenin inişinden sonra olmuştu. Bunun için örtülü,
hevdecli deve üzerinde gitmiştik. Mustalıkoğulları fethi tamamlandıktan sonra
Hazreti Peygamber geri döndü. Medine'ye yaklaştığımız günün gecesinde dinlenmek
için bir yerde konaklamıştık.
Bu yerden hareketimiz için adet üzere ilân
yapıldı, Bu arada onlarla yola çıkabilmek için acele olarak ihtiyacımı gidermek
maksadıyla kafile ve askerlerden biraz uzaklaştım. Hacetimi giderdikten sonra
hemen eşyam ve devemin yanına geldim. Bir de elimi göğsüme koyduğumda baktım ki,
boynumdaki Yemen yapısı kolyem kaybolmuş.
Hemen dışarı çıkmış olduğum
yere döndüm. Ben kolyemi aramakta iken, benim hizmetçilerim beni hevdec (mahfe)
içinde sanarak hevdecimi deveye yükleyerek hareket ettiler. O zaman hanımlar
çok az yemek yediklerinden vücud ağırlıkları çok hafifti. Bundan dolayı hevdecin
boş olduğunu anlayamadılar. Zaten ben daha onbeş yaşımı doldurmamıştım.
Sonra
ben kolyemi buldum. Devemin bulunduğu yere geldiğim zaman ne göreyim, ortalıkta
kimseler yok. Bir kaç defa bağırıp çağırdımsa da, hiç bir ses ve seda duyamadım.
Sonra düşündüm ve bulunduğum yerde kalmaya karar verdim. Nihayet beni
arayacaklar ve dönüp burada bulacaklar. Derken uyku bastırmış ve
uyumuşum.
Ashab-dan 'Safvan bin Muattal, askerin arkasında kalmış olduğundan
sabaha yakın bir zamanda bulunduğum yere gelir, burada bir karartı görür ve
yanıma gelince de beni tanır. Çünkü örtünmeden önce beni görürdü. Benim, bu
halime şaşarak, «İnna Lillah ve inna ileyhi raci'ûn» deyince, sesinden uyandım.
Bir de yanımda devesiyle Safvan'ı gördüm.
Devesini çöktürdü ve hareket
etmesin diye de devenin ön ayağı üzerine kendi ayağını bastırdı. Ben de hemen
deveye bindim. Safvan, devemin yularını tutup çekti. Sonra askerimizin
bulunduğu ordugâha ulaşıncaya kadar böyle önümde yürüdü. Ordumuz, güneşin
kızgın sıcağında öğleye yakın kuşluk zamanında adet üzere bir yere konmuştu.
îşte benim hakkımda iftira edip helak olanlar bu sebepten ötürü helak
oldular.
Hakkımda ilk iftirada bulunan, münafıkların başı meşhur Abdullah
bin Ubeyy idi. Ashabdan Mistah ve Hassan gibiler de ona uyarak aldanan
biçarelerdi. Sonra hepimiz Medine'ye geldik. Medine'de Hazreti Peygamberin
yanında bir ay kadar hastalandım. Meğer hastalığım halinde bir takım kimseler,
kulaktan kulağa ye ağızdan ağıza iftiracıların sözlerini
yayarlarmış.
Bundan dolayı da Medine halkı hakkımda töhmete ve
şüphelenmeğe başlamışmış. Halbuki benim bu işlerden haberim yoktu. Ancak Hazreti
Peygamberden, daha önceki hastalıklarımda görmüş olduğum şefkat ve iltifatı
görmüyordum. Yalnız, hemen yanıma gelip «nasılsınız?» diye sorup; geçerlerdi,
ismimi anmazlardı. Sonra bu hastalıktan kurtuldum, biraz iyileştim.
Ashabın
büyüklerinden ve Bedir'de savaşanlardan ünlü Mistah adındaki zatın annesi ile
ihtiyacımızı gidermek için geceleyin Medine dışında Menası denilen yere doğru
yürüdük. Çünkü Medine'de, evlerimize yakın abdesthaneler yapılmazdan önce biz
ihtiyacımızı gidermek için ancak geceden geceye taşraya çıkardık. O zamanki
hareketimiz, bedevilerin adeti gibi idi.
Böyle Mistah'ın annesi Selma
ile giderken ayağı çarşafının eteğine dolaştı ve yere düştü veya kaydı.
Arabların adeti, bir kimsenin başına bir felâket geldi mi, «lanet olsun şeytana»
veya «düşmanım helak olsun», diye beddua ederlerdi. Selma hatun da, böyle ayağı
kayıp düşünce : Oğlum Mistah helak olsun, gebersin diye kendi oğluna beddua
etmeye başladı. Hemen ben, ne yapıyorsun? Sen ne kötü söz söylüyorsun?: Bedir
savaşında bulunan iyi bir oğlun hakkında böyle kötü söz söylenir mi? dedim.
Selma Hatun bana şu cevabı verdi: Ey zavallı kadın! Senin hakkında
Mistah ve arkadaşlarının söylediklerini işitmiyor musun? dedi ve hakkımda
iftiracıların söylemekte oldukları sözleri enine boyuna bana anlattı. Bunu
işitir işitmez üzüntümden fenalaştım. Beni sıtma tuttu ve hastalığım bir kat
daha arttı. Sonra eve döndüm.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Hazretleri yanıma geldi ve adeti üzre, «Nasılsınız?» dedi. Ben de, müsaade
ediniz; artık ebeveynimin yanına gideceğim, dedim. Bundan maksadım, ebeveynimin
yanına gidip bu dedi-kodunun esasını ve kendilerinin de haberdar olup
olmadıklarını öğrenmekti.
Hazreti Peygamber benim iyileşmeme kadar
ebeveynimin yanında kalmama müsaade ettiler. Ebeveynimin yanına varır varmaz
annem Ümmü Rûman'dan sordum: Ortalıkta ne hadisler dönüyor, bu ne iştir? dedim.
Annem:
— Evladım, sen kendi sağlığını düşün, bu iş için böyle merak edip
kendini üzme Allah'a yemin ederim, böyle senin gibi güzel olup kocasının
muhabbet ve üstün teveccühlerini kazanan ve bu kadar otakları olan bir kadın
hakkında elbette böyle dedi-kodu çoğalır. Sen vücudunun afiyetini düşün,
dedi.
Ben bu işe şaştım ve üzülerek, sübhanellah dedim. Herkes hakkımda böyle
çirkin havadisler yayıyormuş meğer, dedim. Hüngür hüngür ağlamağa başladım.
Bütün gece böyle ağladım. Aralıksız göz yaşı döktüm ve sabaha kadar kederimden
uyuyamadım. Doğrusu Hazreti Peygamber bu hususta Allah'ın vahyini bekledi ise
de, hikmet icabı, o günlerde vahy gelmedi.
Vahy-i İlâhi çok
geciktiğinden işittim ki, beni boşamak hususunda istişare etmek için Hazreti
Peygamber, Ali bin Ebi Talib ile Üsame bin Zeyd'i davet ederek bunlarla meşvere
etmiş. Üsame Hazretleri, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailesine olan
sevgisini bildiğinden:
— Ya Resûlallah, bütün aile efradınız, peygamber
şanına layık iffetli ve pak kimselerdir. Ben ehliniz hakkında hayırdan başka hiç
bir şey bilmiyorum, dedi. Hazreti Ali ise, tereddüt etmeyerek:
— Ya
Resûlallah, Allah Tealâ sana dünyayı daraltmamış; ondan başka hanımlar çoktur,
(onu boşa) dedi. Tekrar Hazreti Ali söze devamla:
— İsterseniz bir de
Hazreti Aişe'nin cariyesi olan Berire'ye sorunuz. Berîre size karşı doğru olanı
söyler, dedi.
Sonra Hazreti Peygamber Berire'yi huzurlarına çağırtmış ve ona
sormuş:
«Ey Berîre, Aişe hakkında şübhelendiğin bir şey gördün mü?»
Berire
şu cevabı verdi:
— Hak Peygamber olarak seni gönderen yüce Allah adına
yemin ederim ki, Aişe'nin henüz yaşı küçük olduğundan hamur yoğururken tekne
başında uyur kalır. Evde besili koyun gelip Aişe'nin hamurunu yer. Bundan başka
benim kusur bulacağım hiç bir şey kendisinde görmedim. Sonra o gün Hazreti
Peygamber hutbe okumak üzere minbere çıkmış ve bütün, cemaata hitab
ederek:
«En önce bu iftiraya cür'et eden münafıkların başı Abdullah bin Übeyy
bin Selül aleyhinde söz söylemekte beni mazur tutunuz,» buyurdu, sonra yine
söze devamla:
«Ailem hakkında fena halde iftira ile bana eza ve cefa eden
kimseye karşı bana yardım edecek içinizde kimdir? Ben, Allah'a yemin ederim
ailem hakkında hayırdan başka hiç bir şey görmedim ve duymadım. Bir de o
iftiracılar Safvan'a da isnadda bulundular,. Vallahi onun hakkında da hayırdan
başka bir şey görmedim ve duymadım. Benim evime ve ailemin bulunduğu semte bu
adam ancak benimle beraber uğramıştır.» buyurdu.
Bunun üzerine Evs
kabilesinin reisi Sa'd bin Muaz ayağa kalkıp:' —Ey Allah'ın Resulü, size yardım
edeceklerin birincisi benim. Eğer bu yolda size eziyet eden kimse bizim
kabilemiz olan Evs -kabilesinden ise, onun boynunu vururum.- Yok, eğer bizim
Hazreç kardeşlerimizin kabilesinden ise, bize emrediniz.
Ne gerekirse o işi
yapalım demiş. Fakat bu defa Hazreç kabilesinin reisi Sa'd bin Ubade'nin bu
sözler aşiret duygusuna dokunarak, her ne kadar kendisi iyi ve kamil bir kimse
idiyse de, insanlık gereği hemen ayağa kalkıp Sa'd Muaz'a karşı son derece öfke
ile:
— Sen yanlış konuştun. Vallahi bizim Hazreç kabilesinden bir ferdi
öldüremezsin ve onu öldürmeğe gücün, yetmez, dedi. Sonra Sa'd bin Hudayır adında
bir adam ayağa kalkarak Sa'd bin Ebi Ubâde'ye sert bir cevap verdi:
— Sen
yanlış söyledin. Vallahi Peygamber emrettikten Sonra hangi kabileden olursa
olsun onu öldürürüz. Hem de sen gerçekten münafıksın ki, münafıklar taraftarı
olup bizimle mücadele ediyorsun, dedi. Böylece Evs ve Hazreç kabileleri
birbirlerini suçlayarak kavgaya tutuştular. Hatta birbirlerine saldırır oldular.
Sonra Hazreti Peygamber minberden inerek iki tarafı yatıştırdı. Hazreti
Peygamber de bu konuda artık başka bir şey buyurmadı.
Hazreti Aişe
devamla anlatır: Ben bu olup bitenleri de duydum. Artık büsbütün fenalaştım.
Gece gündüz göz yaşı dökmekte idim. Bütün geceler gözlerimi uyku tutmuyordu. Bu
şekilde bir gün iki gece ağladım. Muhakkak surette ciğerimin parçalanacağını
sanmıştım. Ben bu ızdırab halinde iken annem ve babam bulunduğum odaya girip
yanıma geldiler. îkisi de oturdular. Ben yine devamlı
ağlıyordum.
Dışardan Ensar'dan bir kadın yanıma gelip görüşmek üzere
benden izin istedi. Ben de izin verdim ve gelsin, dedim. O kadın gelip oturdu
ve o da benimle ağlamağa başladı. Biz bu halde iken, Hazreti Peygamber teşrif
buyurarak odama girdi ve oturdu. Halbuki bana bu iftira edildiği günden bu güne
kadar asla yanımda oturmamıştı. Bir ay bekledikleri halde, hakkımda herhangi bir
îlâhî vahy inmemişti. Hazreti Peygamber önce yanımda Allah'a hamd ve sena etti.
Şehadet kelimesini getirdi. Sonra bana:
«Ey Aişe! Gerçekten senin
hakkında bana şöyle şöyle sözler ulaştı. Eğer sen bu iftiradan beri isen,
muhakkak surette Allah Tealâ Hazretleri seni yakında temize çıkaracaktır. Şayed
sen umulmadık şekilde böyle büyük bir günaha yaklaştın ve bulaştın ise, tevbe ve
istiğfar ederek Allah'dan mağfiret dile. Zira bir kul, Allah'a karşı
günahını
itiraf eder de arkasından, tevbede bulunursa Allah Tealâ Hazretleri o kulun
tevbesini kabul eder, buyurdu. Bu sözü Hazreti Peygamber tamamlar tamamlamaz
öfkemden göz yaşlarım tamamen kesildi. O hale geldim ki, gözlerimde bir damla
yaş hissetmez oldum.
Babama hitaben: Benim tarafımdan Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'e cevab veriniz, dedimse de babam bana:
—Kızım, vallahi,
Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı ne söyliyeceğimi bilemiyorum,
dedi. Sonra valideme dönüp:
— Sen bari benim tarafımdan Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve sellem'e cevab ver, dedim ve o da aynı şekilde:
— Vallahi kızım,
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı ne söyliyeceğimi bilemiyorum,
dedi.
Ben henüz genç bir kadındım ve Kur'an'dan ezbere okuyabildiğim fazla
değildi. Hazreti Peygambere, ana ve babama karşı dedim ki: Ben şübhesiz
biliyorum ki, siz insanların söylediklerini işittiniz ve dinlediniz. O sözler
artık sizin zihinlerinizde yerleşmiştir, bu sözü tasdik
etmişsinizdir.
Ben size muhakkak bu işten beriyim, demiş olsam, bu
sözümde siz beni doğrulamıyacaksımz. Halbuki Allah Tealâ Hazretleri gerçekten
benim bu işten beri olduğumu biliyor. Allah Tealâ bunu bilirken bu suçu itiraf
etmiş olsam, siz hemen sözümü kabulleneceksiniz.
Vallahi benimle sizin,
durumunuza münasip bir örnek bulamadım. Ancak Hazreti Yûsuf Alayhisselârmın
babasının «Artık (benîm yapabileceğim tek şey) güzelce sabırdır.
Söylediklerinize karşı da, yardımına sığınılacak ancak Allah'dır.» sözünü
bulabiliyorum. (Yûsuf sûresi: ayet 18)
Sonra yatağımın üstünde öbür tarafa
döndüm. İçimdeki inanç şu idi ki, muhakkak Allah Tealâ beni bu iftiradan
kurtarır ve temize çıkarır. Fakat benim hakkımda Allah. Tealâ Hazretlerinin
ayet indireceği aklımdan geçmedi; Çünkü kendimi Kur'an'da anılmaya lâyık
görmüyordum. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri belki beni temize
çıkaracak bir rüya görür ve böylece Allah beni o iftiradan kurtarır diye sağlam
bir inancım vardı.
Vallahi Hazreti Peygamber oturmuş olduğu yerden
ayrılmadan ve ev halkımızdan da hiç kimse yerinden kımıldamadan efendimize
Allah'ın vahyi geldi ve vahyin gelişindeki hal, Hazreti Peygamberde belirdi.
Hatta o gün, kış olduğu halde mübarek yüzlerinden inci taneleri gibi ter akmağa
başlamıştı. Hazreti Peygamberden o Vahy hali açılınca, gülümseyerek ilk
söylediği söz şu oldu;
Ya Aişe Allah Tealâ Hazretlerine hamd et: Allah
seni (iftira ve bühtandan) temize çıkardı.»
Sonra annem bana dedi ki, kızım
kalk da Peygmaber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e teşekkürlerini arz et. Ben
annemin bu sözüne karşı:
— Vallahi, bu hususta yüce Allah'dan başka hiç bir
kimseye şükür etmem ve bu teşekkür için Hazreti Peygamberin yanına da gitmem,
dedim. Allah Teâlâ: «(Aişe'ye) iftira haberini getirenler, içinizden (münafık)
bir zümredir...» (Nur sûresi: ayet 11) mealindeki ayeti kerimeyi
indirmişti.
Hakkımda böyle Kur'an ayetleri inince, babam Ebû Bekir evelce
fakirliği ve akrabalığı olduğu için teyze çocuğu Mistah'a yapmakta olduğu
yardımları kesmek isteyerek, mademki Mistah, kızım Aişe hakkında yapılan
iftiralara katılmıştır, bundan böyle asla ona vermem diye yemin etti.
Fakat
bunun üzerine: «İçinizde fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabalara,
yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (bir şey) vermemek üzüre yemin
etmesinler. (Onların kusurlarını) affedip bağışlasınlar. Allah'ın sizi
bağışlamasını sevmez-misiniz. Allah Gafûr'dur. Rahîm'dir.» (Nûr sûresi: ayet 22)
mealindeki ayeti kerime indi.
Bu ayeti kerime nazil olunca. Ebû
Bekir:
— Evet, ya Rab! Vallahi senin bağışlamanı ve mağfiretini isterim,
dedi ve evelce olduğu gibi Mistah'a olan yardımını devanı ettirdi.
Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim halimi araştırmak üzere pak zevcelerinden
Zeyneb binti Cahş'a sormuştu:
«Aişe hakkında ne anladın, ondan ne gördün?»
Zeyneb: — Vallahi, ben kulağımı ve gözümü, görmediğim ve işitmediğim şeyden
sakındırır, korurum. Vallahi, Aişe hakkında hayır ve iffetten başka bir şey
bilmiyorum, demiş.
Hazreti Peygamberin pâk zevceleri arasında Zeyneb her
yönden bana rekabet eden, benimle denkleşme iddiasında olan bir kadın iken, onun
sahib olduğu takva sebebiyle Allah onu bu iftiraya katılmaktan
korunmuştu.
Zübdetül Buhari 722