Hüseyin Kaya / Seyr-i Adem

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
116793.jpg


Ocak 2011

Seyr-i adem modern zamanların kuşatması altındaki insanoğlunu, son sığınağa yani kalbe davet ediyor... kitap içerisindeki her bir öykü insanın yeryüzündeki yolculuğunda uğradığı durakları bir fotoğraf berraklığıyla okura aktarıyor. Aşk, vefa, mektup ve modernizm kavramları etrafında örgülenmiş, farklı bakış açılarının merceğinde çoğalan öykülerden oluşan bir kitap; modern zamanlarda yitirdiğimiz samimiyetin ve sadeliğin bir tezahürü...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
HÜSEYİN KAYA'DAN ÖYKÜ
23497.jpg

Roman bekliyorduk öykü geldi
Temrin dergisinden Hüseyin Kaya'nın öykü kitabı çıktı. Şimdi Kaya'nın romanını bekliyoruz.

Âdem’den âleme bir yolculuk
Aslında ondan bir roman bekliyordum. Üç-dört yıldır üzerinde çalıştığı, dönüp dönüp yeniden yazdığı “Griyi Hiç Sevmedim” isimli romanına idi içimde biriktirdiğim merak ve heyecan. Ha bugün, ha yarın çıkacak derken bir öykü kitabı ile çıkageldi Temrin dergisi yayın yönetmeni V. Hüseyin Kaya. Dergâh, Türk Edebiyatı, Varlık ve Temrin dergilerinde sürdürdüğü öykü serüveninin hâsılası “Seyr-i Âdem”. Öncelikle ilgimi çeken kitabın ismi oldu.

İnsanın hayat durakları

Seyr-i Âdem’i meydana getiren on beş öyküde genel olarak hüzün ön plana çıkıyor. Unutmadan şunu da belirteyim; kitapta Seyr-i Âdem başlığını taşıyan bir öykü yok. Bu ismi yazar, kitabın genelini kapsayacak şekilde düşünerek koymuş ve ilk öyküden önceki girizgâhta da âdemin yani insanoğlunun âlemdeki yolculuğuna dikkat çekmiş. Sonrasında her bir öyküyü bir durak (âdemin, yolculuğunda uğradığı duraklar) olarak ele alan yazar bu duraklara kendine göre isimler vermiş. İlk durak ‘aşk’ ve son durak ise ‘ölüm’... Aşk temalı bir öykü ile başlayan kitap ölüm temalı bir öykü ile son buluyor. Bunun yanında ilk öykü ile son öykü birbiri ile bağlantılı yani biri diğerinin devamı niteliği taşıyor. Ayrı iki bağımsız öykü olarak da okunabilecek bu öyküler kitabı daha anlamlı bir hale getiriyor. Her insanın ilk durağı mutlaka aşktır. Zira insanın sebeb-i telifidir aşk. İki insan arasındaki aşkın meydana getirdiği bireyleriz hepimiz. Bu bakımdan kitabın ilk durağının aşk olması âdemin seyrine anlamlı bir başlangıç olmuş. “Her nefis ölümü tadacaktır.” demiyor mu Kitab-ı Ekber? Son öykü de tam bu noktaya işaret ediyor.

Mektuplar hislerin hayat damarlarıydı
Öykülerin genelinde hüzün var demiştim. Evet, kitabın dekorunu hüzün oluşturuyor. İlk öykü olan “Yitik Sevda” her ne kadar bir aşk öyküsü olsa da öykünün ana karakterlerinden Yalnız Necati’nin ölümü ve peşi sıra gelişen olaylar bu öyküde de hüzne kapı aralıyor. Öykünün en can alıcı noktası ise mektuplar. Yalnız Necati ve Nalân hanımın birbirlerine yazdıkları, yazıp da yollayamadıkları mektuplar...

Kaya, öykülerinde mektuba çok sık yer veriyor. Hatta “Yazılmamış Mektuplar” başlığını taşıyan bir öykü de var kitapta. Bu öyküde öğrencilerinden başka hiç kimsesi olmayan dul bir öğretmenin öğrencilerinden mektup beklentisi konu ediniyor. Öğretmenliğinin ilk yıllarında öğrencilerinden bolca mektup alan yaşlı kadın, modern zamanların insanların zihninden mektup ve postacı kavramlarını silmesiyle birlikte kendini sorgulamaya başlıyor ve Ali Ural’ın bir zamanlar okuyup zihninde yer edinen "Yazmamak da bir mektuptur; yazılandan daha güçlü satırlar içeren." cümlesi hatırına geliyor. “Kara Delik” başlıklı bir diğer öyküde ise yazar askerde birbirine söz veren iki arkadaşı anlatıyor. Birbirlerinin adreslerini alan ve yirmi yıl sonra birbirlerine mektup yazıp tekrar buluşmayı hayal eden ve bu doğrultuda söz veren iki asker arasındaki mektuplaşma da okunmayı hak ediyor.

Gerçek hayattan manzaralar
Yitik Sevda öyküsünde geçen mekânlar gerçek hayattan seçilmiş. Sadece bu öyküde değil daha birçok öyküsünde yazar çocukluğunun geçtiği kendi mahallesinin, köyünün, uğradığı mekânların isimlerini kullanıyor. Vezirköprü, Taşkale Mahallesi, Boğa köyü, Köprülü Mehmet Paşa Bedesteni…

Ömer Lekesiz Farklı dünyaların insanları bir arada
Ömer Lekesiz’e ithaf edilmiş olan ve “Ya Kebikeç!” başlığını taşıyan öyküde ise yazar -yer belirtmemekle birlikte, verdiği ipuçları doğrultusunda- muhtemelen İstanbul’da yaşayan bir papaz ile bir imamın dostluğunu aktarıyor bizlere. Cami ile kilisenin sırt sırta olması ve imamla papaz arasındaki muhabbet ortamı hoşgörünün enginliğini yansıtıyor. Öyle bir muhabbet ki bu, kimi zaman papaz camiyi, kimi zamansa imam kiliseyi temizliyor. İmamın kitaplara olan düşkünlüğü ile konu şark mitolojisinde kitapları, kitap kurtlarından ve kötülüklerden koruduğuna inanılan Kebikeç isimli kitap sevdalısı cine bağlanıyor. Şunu da söylememek olmaz; yazar bu öyküde olduğu gibi diğer öykülerinde de karakterlerine bir kısım yazarların kitaplarını okutturuyor ve isimlerini zikrediyor. Sezai Karakoç, Cemil Meriç, Tanpınar, Semiha Ayverdi bunlardan sadece bir kaçı.

Sadık Yalsızuçanlar Kaya’nın öyküleri hüzün, aşk ve değerler üzerinden ilerliyor. Modern öyküyü Türkiye'den izleyen kimi kompleksli acemilerin takıntısı olan değer iletmekten ürkme hali Kaya'da pek yok. Meşhur "sanat eserinde mesaj olmalı mı olmamalı mı" saçma tartışmasının dışında durmayı seçmiş yazar.
Üslup olarak tanıdık isimlerin de etkisi gözden kaçmıyor. Örneğin Virgina Woolf, Sait Faik, Sabahattin Ali gibi usta öykücülerin kokusunu duyabilirsiniz Seyr-i Âdem’in sayfaları arasında. Son sözü usta öykücü Sadık Yalsızuçanlar’a verelim; “Seyr-i Âdem, Âdemoğlunun hallerini gerçekçi bir bakışın ve yalın bir dilin içinden anlatıyor. Aşina olduğumuz hallerin… Bu iki nitelik de geleneksel edebiyatımızdan bize miras kalmıştı. Modern zamanlarda yitirdiğimiz samimiyetin ve sadeliğin Kaya’nın öykülerinde tekrar karşımıza çıktığını görmek sevindirici…”
 
Üst