Hüseyin Kaya - Cizre'de tekerrür eden tarih

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Hüseyin Kaya - Üç silahşörlerin Sonu

Suriye Çevresinde Derin Hesaplar

Suriye`nin Türkiye`ye ait bir askeri uçağı düşürmesi üzerine ortalıkta yeni hesaplarla ilgili konuşulmaya başlandı. Yüzler büyük oranda berraklaştı.

Milliyetçi dalganın yükselmesi üzerine farklı görüşlere sahip olanlar genellikle ya sustu, ya da sükûnet çağrısında bulundu.
Aslında tam da bu sırada yapılan kamuoyu araştırmalarında savaş isteyenlerin oranı yüzde 3-5 olarak açıklandı.
Halk savaş istemiyor; ama birileri kışkırtıcılık yapıyor.

Garip bir süreç yaşanıyor.

Biz de burada sürecin içindekilerle ilgili kısa bir değerlendirme yapacağız.

Yazının içeriğine girmeden önce hatırlatmamızı yapalım:

Bize göre zalim Baas rejiminin savunulacak bir tarafı yoktur.

Liberal, milliyetçi ya da sosyalistlerin değil; ama Müslüman halkın Esad adındaki tağutu devirip İslami yönetime kavuşması en büyük dileğimizdir.

Biz burada çelişkilerden ve hedefin saptırılması çabalarından söz ediyoruz sadece. Sığ sularda derin siyaset yaptıklarını sananlar ile gerçek derin hesaplar arasındaki farklara değinmek istiyoruz.


YETERİNCE DERİN DEĞİLMİŞ!
Ahmet Davutoğlu, Dış İşleri Bakanlığına geldiğinde, onu tanıyanlar büyük beklenti içine girmişlerdi. Hariciyede taşların yerinden oynatılacağı iddia ediliyordu. Türkiye’nin Davutoğlu ile yeni bir vizyon yakalayacağı, “durağanlıktan etkin bir dış politikaya” geçişin başlayacağı söyleniyordu.

Gerçekten de taşlar yerinden oynadı Dış İşlerinde. 150 yıldır belli ailelerin kontrolünde olan diplomatik kadrolarda daha geniş kesimler, daha açık ifade ile “halk” yer bulmaya başlıyordu.

“Monşer”ler sıkıntıdaydı. Bazı kadrolar ellerinden bir süreliğine çıkıyordu. Onlar sistemin bu “ayak takımı” ile yürümeyeceğini, kendilerine yeniden ihtiyaç duyulacağını, derin siyasi güçlerle olan dirsek temaslarının faydasını da göreceklerini düşünüyorlardı.

Dudak büküyorlardı yeni konsepte, alaya alıyorlardı harcanan çabaları.

Ama umdukları olmadı.

Ahmet Davutoğlu, bazılarının hiç ummadığı kadar hazırlıklıydı. Adımları kararlı idi ve iyi hesaplanmış intibaını veriyordu.
Türkiye, bir anda uluslararası arenada önemli bir aktör haline geldi. “Komşularla sıfır problem”, düşüncesi iyi diplomatik ataklarla pratiğe geçirildi.

Türkiye, istikrarlı ekonomisi ve başarılı diplomasisi ile parlayan yıldız haline geldi. Birçok ülke imrenerek bakıyordu Türkiye’ye ve idarecilerine.

Ne zamana kadar mı sürdü bu durum?

Gazze savaşına ve “one minute” krizine kadar… İsrail’e tepki gösteren Türkiye, İslam dünyasında ne kadar sempati toplamışsa, küresel sistemin aktörlerinin de o kadar tepkisini çekti.

Türkiye’nin kulağını çekmeye karar verdiler. Sınırları aşmış, belirlenmiş alanın dışına çıkmaya çalışmıştı.
Yeni projeler devreye girmeye başladı.

Dış İşleri, kendi projeleriyle kendisinden istenenler arasında bocalamaya başladı.

Bir taraftan Irak’ın iç dengeleriyle oynadı, öte tarafta Nato için radar üssüne izin verdi.

Kuzey Afrika’da kendisini aşan işlere girişti.

Taliban bile neredeyse Türkiye’nin arabuluculuğuna razı olacaktı.

Ama diplomasi rahat durmuyordu.

Rumlarla, Ermenilerle, AB ile uğraştı.

İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda arada kaldı. İran’ı bazı konularda ikna ederek Batı’nı tecrit planlarının bir süreliğine bozulmasına neden oldu. Nükleer konuda İran’ın üzerine gidemezdi, çünkü kendi nükleer hesapları da vardı.

Kimseyi ikna edemedi.

“sıfır problem” “sıfır iyi niyet”e dönüştü.

Davutoğlu’nun “Stratejik derinliği” yetersiz kalmıştı.

Daha “derinlerde” iş görenler girmişti devreye.


LİBERAL DERİNLİK!
Türkiye’ye ait keşif uçağının düşürülmesi üzerine Dış İşleri yoğun bir mesaiyle çalışmaya başladı. Konuyu izah etme, uluslararası platformlarda girişimlerde bulunma amaçlı çabalar için hazırlıklar yapıldı.

Farklı bilgiler, farklı ve amaçlı bilgilendirmeler ortalığı karıştırmıştı.

Hükümet ve Dış İşleri sözcüleri olayı anlatmaya çalışıyorlar, atılacak adımlarla ilgili net ve kesin bir şey söylemiyorlar.
Birçok yerden “itidal” açıklamaları gelirken, liberaller ilginç çıkışlarda bulunuyorlar. Pkk ile ilgili meselelerde her zaman çatışmaya taraf olmadıklarını, görüşmeleri ve uzlaşmayı desteklediklerini söyleyen yazarlar bir anda savaş çığırtkanı kesildi.

Örnek olarak iki yazardan kısa alıntılar yapacağım.

İşte Taraf Gazetesinden Ahmet Altan’ın yazısından bir bölüm:

“Türkiye, Suriye sınırına asker sevk etmeye başlamış.

Bence doğru ama geç kalmış bir karar.

Devletin “reaksiyon süresinin” epey uzun olduğu anlaşılıyor.
Bu harekât, uçağın düşürüldüğü gün başlamalıydı bence.”

İkinci alıntıyı Cengiz Çandar’dan yapacağım:

“Türkiye’nin “ciddi” bir devlet olduğunu anlatma ihtiyacı şu anda nereden kaynaklanıyor? Suriye’ye karşı bir “misilleme”ye geçmeyeceğini, “intikamcı” davranmayacağını göstermek için. “Türkiye kabile devleti değildir” sloganından çıkarılacak, çıkarılması gereken sonuç, “Suriye’ye girmeyecek olduğumuzdur.

Slogan ve aktarmak istediği mesaj, gerçi “hoş” da, tek başına bir “doğruluk” ifade etmiyor. Benzeri bir durumda “misilleme”de bulunacak ülkeler, “kabile devleti” midir? Aklınıza İsrail’i getirin bir an için… İsrail’i sevmeyebilirsiniz ama İsrail bir “kabile devleti” değildir. Şayet. Suriye hava sahasını birkaç dakika ihlal etmiş olan bir İsrail savaş uçağı

düşürülmüş olsaydı, İsrail’in “misilleme” yapacağından herhalde emin olurdunuz. Aksi düşünülemezdi.
“Misilleme”, bir “kabile devleti” davranışı değildir yani.”

Cengiz Çandar’a israil’in tabii ki kabile devleti olmadığını, uluslararası hukuku ve insan haklarını hiçe sayan dört başı mamur bir terör yapılanması olduğunu söylememize gerek yok. İnanın ki bunları bizden daha iyi biliyor.

Ama kıblesi değişmiş Cengiz Çandar’ın.

Solculuktan liberalliğe geçişte “derin” sulardan geçmiştir.

DERİN KULAÇLAR KİME “HİZMET”?
Hükümet ile Gülen cemaati arasındaki çekişme karşılıklı hamle ve girişimlerle sürüyor.

Hükümetin Özel Yetkili Mahkemeleri kaldıracağı yönündeki haberler mezkur grubun medyasında eleştirel bir şekilde yer alıyor. Hükümetin Ergenekoncuları cezaevinden çıkarmaya çalışarak kendi ayağına kurşun sıktığını iddia ediyorlar.
Çekişme batı basınında da yer bulmaya başladı.

Erdoğan ve Ak Parti hükümeti ile ilgili değerlendirmelerin de yapıldığı bir yazı yayınlandı Financial Times gazetesinde. Yazıda Erdoğan’dan övgüyle söz edilirken son zamanlarda dış politikada sıkıntıların yaşandığı ifade edildi.

‘Türkiye’de Erdoğan’ın pek çok kurulu düzene meydan okuduğu iddia edilen haberde, başbakanın karşısındaki esas zorluğun pek çok devlet kurumunda örgütlü Fethullah Gülen cemaati olduğu ifade ediliyor.’

Bu tartışmalar devam ederken Gülen cemaati, kendilerini tanımlamak için “Cemaat”, Camia” ve “Hizmet” arasında gidip geldi ve sonuncusunda karar kıldı.

Tabii bu arada kamuoyunda “kime hizmet?” şeklinde soruların da sorulması kaçınılmaz oldu.

Nitekim Suriye’nin keşif uçağını düşürmesinden önce ve sonra Zaman Gazetesi yazarları kime “hizmet” ettikleri konusunda çok da net davranışlar sergilemediler.

Abdülhamit Bilici, müdahale istediğini net bir şekilde ifade etti:
“Türkiye, her önüne gelenin maliyet ödemeden zarar verebildiği bir ülke olmak istemiyorsa zamanını ve şeklini kendinin belirleyeceği bir tarzda bu düşmanca tutuma cevap vermelidir.”

Hedefi büyüten Hüseyin Gülerce kendisini aşan laflar etti:
“Tamam, İran ile iyi geçinelim. Ama İran’ın zamirinde ne var, asıl ne yapmak istiyor, İslamî söylem, Fars milliyetçiliği için perde mi değil mi, bunu sorgulamayalım mı?

Suriye, tuzakta kapandır. Kapanı değil, tuzağı kuranları görebilmeliyiz...”

İbretlik sözler, öyle değil mi?

İslami söylem, Fars milliyetçiliği için perde imiş.
Türkçe olimpiyatlarını göz önüne alıp Fars kelimesi yerine Türk kelimesini koyun.

Ne kadar da uydu, öyle değil mi?

Bülent Keneş ise bir ay önceki yazısında bakın neler söylüyor?
“Suriye ve İran’daki anti-demokratik rejimlerin yakın zamana kadar Türkiye ile iyi olan ilişkilerinden yararlanarak Türk toplumuna ne kadar nüfuz ettiklerinin de somut bir göstergesi oldu. Sadece 2011 yılında Türkiye’de faaliyete başlayan İran menşeli firma sayısının 590 olduğunu ve bu rakamın mevcut İran şirketlerinin sayısının yüzde 40’lık bir artış gösterdiği anlamına geldiğini hatırlamamız ne demek istediğimi anlatmaya yeter.”

Keneş, acaba hiç İsrail menşeli firmalarla ilgili bir araştırma yaptı mı?

Böyle bir şey yaparsa reklam gelirlerinde ciddi azalmalar olabilir mi?
İran menşeli firmaların esas suçu malum medya gruplarına reklam vermemesi mi?

Çok karıştı değil mi?

Fazla mı derinlere daldık?

Aslında çok fazla derinlere dalmaya gerek de yok. Liberal ve malum odakların attığı kulaçların kime “hizmet” ettiği çok belirgin bir şekilde ortada!

Amaç lokal anlamda çıkarları korumaksa bu İslami ahlak açısından çok kötü bir şey.

Yok, eğer işin içerisinde başkalarının hesabına boru öttürmek varsa bu daha da kötü.

Hüseyin Kaya / Doğruhaber

______________
@SesS!zL!k...
Hüseyin Kaya isminde bir yazarın makalelerinden alıntılarınızı gördüm. Ancak doğruhaber gazetesindeki Hüseyin Kaya ile alıntı yaptığınız yazarın aynı kişi olmasından emin değilim. Konuları birleştirirken bu durumu dikkatinize sunuyorum.
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Hüseyin Kaya - Komedyenin Trajedisi

Hüseyin Kaya : Komedyenin Trajedisi

Yıllarca komedyenlik yaparak hayatını sürdüren biri, bir gün ciddi laflar etmeye kalkışırsa kimse ciddiye almaz sanırım.


Bazıları “Yine mesleğini icra ediyordur” diye düşünebilir mesela.

Ya da gündeme gelme çabası olarak algılanabilir o tavır.

Ben ise biraz daha farklı bakıyorum.

Komedyenin “ciddi” lafları ciddiye alınmamalıdır.

Güldürmediği gibi, insanda acıma hislerinin harekete geçmesine neden olur.

Geriye sadece acı bir gülümseme kalır.

Aşağıya komedyen Müjdat Gezen’in sosyal medyadaki bir mesajını alıyorum.

“Cık cık”larınızı ve yüzünüzdeki acı gülümsemeyi görür gibiyim:

“Mustafa Kemal! Sana ulaşamıyoruz. Şu anda neredesin? Acele gelmen lazım! Gelemiyorsan zihniyetini göster! Çok yalnızız.”

Yazının şerhini yaparsak…

Mustafa Kemal’e ulaşamazsın, çünkü 74 sene önce öldü.

Şu anda anıtkabirde olduğu söyleniyor. Her ne kadar bazıları “yüreğimizde yaşıyor” diyorsa da inanma, çünkü hortumcuların hemen hepsi de böyle diyordu; ama herkes gördü ki, yüreklerinde yalnızca para yaşıyormuş.

Çağırsan da gelemez, boşuna nefes tüketme! Neden gelemeyeceği konusuna ise girmek istemiyorum.

“Zihniyetini göster” meselesine gelirsek… İşte burada komedi yok!

Müjdat Gezen, 80 yıl öncesinin sistemini, baskılarını, idamlarını istiyor.

Yani o bir gerici!

Ortaçağ zihniyetinde bir ispritizmacı!

Ya da en yalın haliyle,

Askeri darbe çağrısında bulunan klasik bir solcu!

Hangisini alırsanız…

Ama komedyenlik kalmamış.

Görünen ise sadece komedyenin trajedisi…



Hüseyin Kaya / Haber - Yorum
http://www.dogruhaber.com.tr/Haber/Komedyenin-Trajedisi-50141.html
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Hüseyin Kaya - Üç Silahşörlerin Sonu

Üç Silahşörlerin Sonu
Resim_1350027939.jpg




Önder Aytaç ismini hatırlarsınız.

Taraf Gazetesinin eski yazarlarındandı.

Bir köşeyi Emre Uslu ile beraber hazırlardı. Halen (bu yazıyı hazırladığım zamana kadar) Samanyolu Haberde program yapıyor.

Emre Uslu ile beraber “The Cemaat”in derin kanadının tetikçileri olduklarına dair ciddi iddialar var.

İkisi de polis kökenli, ikisinin de Amerika’da çok zamanı geçmiş.

Sanırım Emre Uslu halen oralarda.

Bu arada aynı takımdan olan Mehmet Baransu’nun da yolu düşmüş oralara.

“Birileri” yollarını kesiştirdi mi bilmem; ama yazıları birbirini destekleyecek nitelikte genellikle.

Üçü de hükümeti eleştiriyor ve üçü de keskin bir şekilde Hakan Fidan’a karşı.

Önder Aytaç diğerlerine göre son derece ağzı bozuk biri.

Saygı Öztürk’le yaptığı bir televizyon programında şunları söylemişti:

“Herkes biliyor ki zaten bunu. 15 km ilerdeki dağdan, adam döner yemek istiyor. Dönerini yiyip gidiyor, bunu da herkes biliyor. Ben de bunu söylemek istiyorum. Ve bu “ağzına tükürdüğüm” diyeceğim şimdi kusura bakmayın; ama oradaki devletin güvenlik güçleri bilmiyor mu bunu.”

Taraf Gazetesindeki yazılarına son verilince “Taraf beni *** gibi ortada bıraktı” diye yazmıştı.

Son yazılarının birinde Erdoğan’a Sokak ağzıyla küfür etti.

Eleştiriler karşısında geri adım attı ve “Ellerim klavyeye büyük geldi, sehven oldu” türünden şeyler yazdı.

Ama olan oldu bir kere.

Polis akademisindeki görevine son verildi. Yani daha açık ifadeyle kovuldu.

Dostları ona destek verdi tabii.

“Dostları kim?” diye mi soruyorsunuz?

Az önce söylediğim gibi: Emre Uslu ile Mehmet Baransu.

Önder Aytaç ile beraber “Üç silahşörler” işte! Emre Uslu, başbakanın öfkesinden söz etti ve bunu “Sır küpü Berlin’den eli boş döndüğü için” şeklinde özetledi.

“Sır küpü” bildiğiniz gibi MİT müsteşarı Hakan Fidan’dır.

Baransu ise Önder Aytaç’ı eleştiren Star yazarı Elif Çakır’ı diline doladı ve “Fatih Çekirge’yi teknesindeki doğum günü partisine davet eden başörtülü yazarımız henüz konuşmadı” şeklinde bir mesaj verdi.

Oysa aynı Baransu geçen sene şunları yazmıştı: “Elif’le konuştum. Partiyi arkadaşları organize etmiş ve kimin katılacağından haberdar değilmiş. Bu notu düştüm, çünkü yazacaklarımın Çakır’la bir ilgisi yok.”

Baransu, üç topsakallı, üç silahşörlerden Aytaç’ı koruma ve kollama derdindeyken daha önce yazdıklarını hatırlamadı tabii.
Ve geldik sona doğru.

Emre Uslu, dönmeye korkuyor.

Pkk “karakollara saldıracak” diyor, Pkk karakollara saldırmaya başlıyor.

“Bombalar patlayacak” diyor, bombalar patlıyor.

“Pkk okullara saldıracak” diyor, Pkk okullara saldırıyor.

Eğer bu sadece istihbarat ise neden “önleyici istihbarat”a dönüşmüyor?

Bunlar istihbarat değil de talimat olarak anlaşılabilir mi?

“Sır küpü”nün elinde bu konuda bir bilgi olabilir mi?

Emre Uslu, bundan dolayı mı dönemiyor?

Önder Aytaç, ortada kaldı ve ipliği pazara çıkmak üzere.

Denizde boğulan yılana sarılırmış.

Bakın Ulusalcı Önkibar şunları yazdı:

“Malum pazartesi akşamları Ulusal Kanal’da program yapıyorum. Geçen gün kanalın bulunduğu Ankara’daki binadan içeri girerken danışmadaki gençlerden biri “Önder Aytaç bir süre önce buraya geldi” demez mi?

“Olamaz” dedim. Araştırdım, doğruydu.

Peki Önder Aytaç o binaya niye mi gitmiş?

Tayyip Erdoğan’ı şikâyet etmek için!”

Mehmet Baransu, en büyük destekçisi Ahmet Altan, gazete yazarlarıyla problem yaşarken rahat rahat çalışamaz.
“Sır küpü” boş durmuyor.

Yakında “üç silahşörlerin sonu”nu izlemeye başlarsanız sakın şaşırmayın.

Hüseyin Kaya / doğruhaber

 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Hüseyin Kaya - İhvan`ın Partisinin Lideri

İhvan`ın Partisinin Lideri

"Mısır İhvanı yeni liderini seçti. Mursi`nin cumhurbaşkanlığına seçilmesi üzerine boşalan İhvan liderliğine eski parlamento başkanı Saad El-Katatni seçildi."
Resim_1351250627.jpg






Gerek yazılı gerekse de görsel basın haberi bu şekilde verdi.

Oysa içerik yanlış!
Hem öyle bir yanlış ki, bu yanlıştan başka birçok yanlışa ulaşılabilir.
Mısır İhvanı’nın lideri seçilmedi.
Mısır İhvanı’nın lideri Dr. Muhammed Bedii’dir.

İhvan-ı Müslimin hareketi çok yönlü bir harekettir.
Hareketin Hürriyet ve Adalet Partisi adında bir de siyasi partisi vardır.
Muhammed Mursi, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra partinin başkanlığı için seçim yapıldı.
Yani Saad el Katatni, İhvan liderliğine değil Hürriyet ve Adalet Partisi genel başkanlığına seçildi.
İkisi arasında çok fark var, öyle değil mi?
Mısır’da partinin İhvan’ı yok, İhvan’ın partisi var.
Muhammed Mursi, partinin kararıyla değil İhvan’ın kararıyla Cumhurbaşkanlığına aday olmuştu.

Analiz/ Hüseyin Kaya- Doğruhaber


 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Kılıçdaroğlu Kimin Adamı?

Deniz Baykal`ın yakın çalışma arkadaşlarından, CHP eski MYK üyesi Savcı Sayan, şok edici bir iddia ortaya attı. Sayan`ın söyledikleri yenilir, yutulur cinsten değil.
Resim_1342601352.jpg


Sayan, Deniz Baykal`ın CHP genel başkanlığından komplo ile uzaklaştırıldığını, bunun İsrail gizli servisi MOSSAD tarafından parti içindeki uzantılarla birlikte gerçekleştirildiğini ileri sürdü.

Bir tür paranoya ya da şizofreni diyebilirsiniz; ama söylenenler bu kadar da değil.

Sayan, Baykal`a düzenlenen komplonun bir sebebinin de 2009 yerel seçimleri öncesinde çarşaflı ve tesettürlü bayanlara parti rozeti takması olduğunu öne sürdü ve şunları söyledi: "Baykal`ın muhafazakar kesimi kucaklaması, Kutlu Doğum Haftası`nda çok güzel bir konuşma yapması, parti içinden bazılarını hem de İsrail, ABD, İngiltere, Almanya gibi dış güçleri rahatsız etti."

Olabilir mi?

Ben olmaz demem.

Bir süre önce MHP ve Baykal kasetleriyle ilgili Önder Aytaç’ın ismi dolaşmıştı medyada.

Aytaç’ın kimlerle irtibat kurduğu pek belli değil.

Yani işler bayağı karışık.

Biz bunları bir tarafa bırakalım da Kemal Beye gelelim.

Deniz Baykal’ı devirenler Mossad ajanıysa, Baykal’ın yerine geçecek olan kişiye de onlar karar vermiş olmalı.

Yani şimdi Kemal Kılıçdaroğlu’nu Mossad mı destekliyor?

Aslında bunun belirtileri de yok değil.

İsrail`in TV2 Kanalı`na röportaj veren Kılıçdaroğlu, Mavi Marmara baskınında asıl sorumlunun Türkiye olduğunu belirterek, “Ben olsam bu gemiyi göndermezdim. İsrail ile ilişkilerin bozulmasına izin vermezdim” demişti.

Bu açıklama “Beni göreve getirdiğiniz için teşekkür ederim” anlamına gelebilir mi?

Olabilir, tabii.

Ama Savcı Sayan, sadece israil’den söz etmiyor; ABD’den, İngiltere ve Almanya’dan da söz ediyor.

Hatırlarsanız Onur Öymen, Kılıçdaroğlu’nun bir Amerikan projesi olduğunu söylemişti.

CHP’nin Alman vakıflarından yardım aldığı da söz konusu olmuştu.

Tüm bunlardan sonra ne mi demek istiyorum?

İnanın bana Kemal Beyin kimin adamı olduğunu bilmiyorum. Hüseyin Kaya / doğruhaber
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Hüseyin Kaya - Karar Verin: Kürt Hamas’ı mı, Kürt IŞİD’i mi?

Resim_1413614508.jpg

PKK siyaseti ve medyası toplumsal hafızanın zayıflığından faydalanıp algı operasyonlarına girişiyor.
Çağımız da reklam ve vahşi rekabet çağı olduğu için kimin sesi fazla çıkıyorsa o haklı sayılıyor, onun argümanları ve referansları geçerlilik kazanıyor.
İki örnekten söz edeceğim.
Birincisi “Kürt siyasal hareketi” söylemi ve oturduğu düzlem. Söylem tümüyle yanlış ve yanlış zeminde tartışılıyor.
Bir defa PKK bir Kürt hareketinden çok ideolojik yönü ağır basan Marksist bir harekettir. Marksist hareketler ise öz itibariyle enternasyonalisttirler ve faşizme kadar yolu uzayan ırka dayalı hareketlere düşmandırlar. Diyebilirsiniz ki, “Sovyetler ’de komünizmin çöküşünden sonra ideolojilerde değişim ve dönüşümler yaşandı, belki PKK de bunu yapmıştır.”
Yanlış.
Evet, birçok harekette dönüşümler yaşandı; ama PKK ekleme-çıkarmalarla bir ucubeye dönüştürdüğü “bilimsel sosyalizm”i ile yoluna bir süre daha devam etti. Sonra nisbi bir milliyetçi söylem gözüktü; ama bir süre.
Çatılarda buluşma kararları alındıktan sonra Türk solu ile ittifaka girildi ve önceliklerin başına “eşcinsel haklarını savunma” getirildi.
Bunda batılılarla haşır-neşir ola ola doğulu değerlerin tümünden soyutlanmış olan “diaspora”nın da büyük payı vardı. Şimdi Ertuğrul Kürkçü’lerin, Önder’lerin, Kışanak’ların at koşturduğu bir siyasal harekete “Kürt siyasal hareketi” demek doğru olur mu?
Ama dedik ya bu bir algı işidir ve “beyaz Türk” çevrelerde çok sayıda PKK muhibbi reklamcının olması işleri bu hale getiriyor.
________

İkinci mesele PKK çevrelerinin Hizbullah ve HÜDA PAR çevresine yönelttiği ve birbiriyle çelişik duran suçlamalardır.
Bir süre önce Ahmet Türk başta olmak üzere seküler Kürt düşüncesindeki siyasetçiler, seküler düşüncedeki Türklere, “Bize yol açmazsanız Kürt Hamas’ı gelir” diyorlardı. Kürt Hamas’ından maksatları Mustazaflar Hareketi ve HÜDA PAR camiasıydı.
Hasip Kaplan, Genelkurmay’a bile laik düşüncedeki ortaklıklarını hatırlatıyordu.
Aysel Tuğluk, Kemalistlere, kendileriyle ittifak kurmalarını, aksi takdirde dincilerin geleceğini söylüyordu.
En büyük tehlikeyi ifade etmek için en yaygın kullanım “Kürt Hamas’ı” idi.
Hamas, hem Siyonist terör şebekesine hem de ulusalcı ve laik olan Filistinli gruplara karşı mücadele ediyor ve Müslüman halkın köklerine dönmesini istiyordu ya… Hem İslami olan hem de Siyonistlere karşı duran tehlikeli bir hareketti Hamas.
PKK çizgisinin Siyonistleri rahatsız eden bir hareketten rahatsız olmaları ayrıca değerlendirilmesi gereken bir mesele.
“Kürt Hamas’ı”nın ne anlama geldiğini artık siz bulun.
Neyse, gelelim bugüne.
Bu günlerde PKK-HDP çizgisi, Kürtlerin onurlu Müslümanlarını “Kürt IŞİD’i” diye tanımlıyor ve suçluyor.
IŞİD’in keskin ve uzlaşma bilmez tutumunu bilmeyen yok!
Gerek Hizbullah hareketi, gerekse de Hür Dava Partisi sözcüleri IŞİD konusunda nerede durduklarını, IŞİD’le düşünce ve pratik anlamda aynı yerde durmalarının mümkün olmadığını defaatle ifade ettiler.
HÜDA PAR’ın IŞİD’e yakın olmadığını DTK başkanı Hatip Dicle de söyledi.
Ama birçok kişi aynı dili kullanmaya devam ediyor. Karar verin, diyoruz bu adam kılıklılara. Yarın yeni bir düşmanınız olduğunda bu kez de Müslümanları onunla mı suçlayacaksınız?
Hem size bir şey söyleyeyim mi?
Müslüman Kürtleri ne ile vasıflandıracağınız çok da önemli değil.

 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0
Hüseyin Kaya - Seküler Kardeşlik Çağrısı

Bazıları itiraz etse de öncelikle şunun ortaya konması gerektiğini düşünüyoruz: Aysel Tuğluk, PKK zihniyetinin en gerçekçi, en doğal halini resmediyor.

Resim_1415721121.jpg


Kendisi Marksist, laik, ulusalcı, Kemalist, dinden uzak, dayatmacı, tahammülsüz ve Batıcı bir profil çiziyor.

Polise ve jandarmaya taş atarken resimleri çıkıyor, kendisine sorulduğunda “kendimi savundum” diyerek halkın zekâsıyla alay ediyor.

Alan hâkimiyeti konusunda o kadar kendinden emindi ki, Müslüman öğrencilerin PKK protestosu karşısında öfkeden deliye dönüyor, ne diyeceğini şaşırıyor “Burası Amed!” deyip duruyordu.

İşte o Aysel Tuğluk’un ‘Çözüm sürecinde AKP’nin kesin olarak partner olmaktan çıktığı, seküler güçlerin hızla sorumluluk alması’ yönündeki açıklaması aslında çok da şaşırtıcı olmasa gerekir.

Bazıları şaşırıyor. N. B. Karaca “Şeyh Said’e karşı da seküler güçler göreve der miydin?” diye sorarak tepkisini dile getiriyor.
A. Selvi, “Sizin seküler komutanların Yeşilyurt’ta Kürtlere ne yedirdiğini hatırlıyor musunuz?” diye sarsıcı bir soru soruyor.
Eleştirenler şunu unutuyor: Seküler ulusalcı Kemalistlerin Kürtlere yaptığının bir benzerini seküler Marksist PKK’liler Kürtlere yaptı.

30 yıllık çatışma ortamında PKK tarafından öldürülen binlerce mazlumun yaşadıkları ne de çabuk unutulmuş! İslam’a ve İslam’ın değerlerine düşman PKK’nin yaptıklarının Kemalistlerin işledikleri katliamlardan aşağı kalır yanı yoktur.

PKK ve diğer seküler güçler IŞİD’in arkasına saklanarak kendi katliam ve vahşetlerini gizleyemezler. Öldürülen bebekler, gözlerine naylon damlatılanlar, derileri soyulanlar…

Seküler güçlerin en büyüğü olan Amerika’nın Afganistan ve Irak’ta öldürdüğü insan sayısı 2 milyonu geçmiş durumdadır. En büyük seküler katil ile ittifak kurmanın özgüveni ile Türkiye içindeki seküler güçleri de sorumluluk almaya çağırıyor PKK zihniyeti.

Eskide yaşananlar çok da önemli değildir. Dinciliğe karşı tarihteki tatsız hatıraların unutulması ve kalıcı bir ittifaka girilmesi gerekir. Aysel Tuğluk 2008’de Radikal gazetesinde yazdığı yazılarda bu konuyu vurgulamış ve Kemalistlerin kendileriyle ittifak yapması gerektiğini söylemişti.

Sizleri A. Selvi’nin yazısından bir bölüm ile baş başa bırakıyorum.

“Aysel Tuğluk 27 Mayıs 2007 tarihinde Radikal’de yazdığı bir yazıda, ‘Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir’ demişti.

Kemalist Türk milliyetçilerini görmüştük de Aysel Tuğluk sayesinde Kemalist Kürt milliyetçilerinden de haberimiz oldu.
Aysel Tuğluk, Trabzon’daki Atatürk Köşkü’nü gördü mü bilmem. Ama orada Atatürk’ün kendi eliyle çizdiği ‘Dersime Harekât Planı’nın orijinalinin sergilendiğinden haberi vardır.

‘Dersim’in kayıp kızları’ belgeselini izlediniz mi Aysel Hanım? İşte sizin göklere çıkardığınız Uluslaşma, önce yetim bırakılıp sonra evlatlık verilen Dersimli çocukların üzerinden gerçekleştirildi.

Bilmem İhsan Sabri Çağlayangil’i hatırladınız mı? Hani Dersim katliamıyla ilgili olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun röportaj yaptığı İhsan Sabri Çağlayangil. Ne demişti? ‘Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi.’

21.12.2011 tarihli Radikal’de, Dersim’de zehirli gaz kullanıldığı haberine yer verilmişti. Hem de 29 Ocak 1947 tarihli İngiltere Büyükelçiliği’nin yazışmalarına dayanılarak.

Aysel Tuğluk, sizin sekülerler, uluslaşma bilincini Kürtlere zehirli gazı layık görerek yapmışlardı.
O uluslaşma bilinci, ‘Zilan Deresi’ndekiler tamamen imha edildi’ raporlarıyla sağlandı. Günlerce kan aktı Zilan deresi Aysel Tuğluk, kan...

Göreve çağırdığınız seküler güçlerin işbaşında olduğu Tek Parti devrinde, Kürtler, tehdit olarak görülüyor, Türkleştirilmeleri için projeler yürütülüyordu. İsmet Paşa’nın Doğu Raporunu okuduğunuzda ne dediğimi anlarsınız.

Yine sizin göreve çağırdığınız darbeciler ne zaman işbaşına gelse ilk işleri Kürtleri cezalandırmak oldu. 27 Mayıs’ta darbe yaptıklarında Kürtleri toplamışlardı Sivas kampına.

Cemal Gürsel, Ankara’nın göbeğine, ‘Kürdüm diyenin yüzüne tükürün’ pankartını astırmıştı.

Sizin göreve çağırdığınız seküler güçler, 12 Eylül darbesini gerçekleştirdiklerinde Kürtlere nasıl baktıklarını Diyarbakır Cezaevi’ndeki uygulamalarıyla göstermişlerdi. Cezaevi Komutanı Esat Oktay Yıldıran’ın köpeği Co’nun karşısında esas duruşta İstiklal Marşı okutmak suretiyle. Ne yaptıklarını Gültan Kışanak’a, Ahmet Türk’e sor. Ya da kendini yakan Kemal Pir’in bedeninden öğren.

90’lı yıllarda da görevlerinin başındaydı sizin seküler güçler.

OHAL rejimiyle, faili meçhul cinayetlerle, bir binenin bir daha gelmediği Beyaz Toros’la yönettiler bölgeyi.
Bırakın Kürtçe konuşmayı, Kürt demenin bile yasak olduğu yıllardı. Sizin seküler komutanların Yeşilyurt’ta Kürtlere ne yedirdiğini hatırlıyor musunuz?”

Hüseyin Kaya / Doğruhaber
 

Muminaga

Yeni
Katılım
19 Ara 2006
Mesajlar
8,208
Tepkime puanı
989
Puanları
0



Cizre'de gözü dönmüş PKK vahşeti yaşandı/yaşanıyor.


Çeteler, uluslararası emperyalizm ve istihbaratlar nezdinde meşruiyet kazanmış olmanın verdiği kudurganlıkla kendilerine itaat etmeyen Müslüman halka yönelik vahşi saldırılar gerçekleştirdiler.


Bir bölge kuşatma altına alındı ve insanlar evlerinin içinde yakılmaya kalkışıldı.


Bu bir yönüyle yirmi yıl önceki tarihin tekerrür etmesiydi.


Cizre'nin kendisi bir tarihtir aslında. Meşhur tarihçi İbn-i Esir, büyük bilgin Ebu'l İzz Cezeri, şiir dâhisi Melayê Cezeri Cizre'de doğan tarihi şahsiyetlerdir. Şeyh Ahmedê Xanê, “Mem û Zîn” adlı eserinde Cizre'de yaşanan bir olayı konu edinmiştir.


Bediüzzaman Said Nursi de bir süre Cizre'de kalmış ve ders vermiştir.


Aslında tarih, Cizre'de daha da eskidir.


Nuh aleyhisselam dönemindeki Tufan anlatılırken Hud Suresi 44. ayette şöyle buyurur Rabbimiz: “Denildi ki: Ey yer suyunu çek! Ey gök, sen de tut! Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cudi'ye oturdu. Zalimler güruhu Allah'ın rahmetinden uzak olsun, denildi.”


İşte Cizre, geminin indiği yer olan Cudi'nin yanındaki yerleşim yeridir. Önemli bir yerdir Cizre ve önemli insanlar çıkarmıştır bağrından.


Marksist PKK'nın ifsat ideolojisiyle ortaya çıkıp, derin devletin en korkunç yüzünün sergilendiği günlere kadar dindar kimliği ile bilindi Cizre.


Sonra kirli bir savaş başladı.


İnsanlar iki taraftan birini seçmeye zorlandı.


Buna karşı direnen ve İslami kimliğini muhafaza etmeye çalışan yiğit insanlar da vardı Cizre'de.


Zulmün iki tarafını da kabul etmediler. Yiğit Müslüman öncülerden Şeyh Zeki, bir PKK saldırısında şehid edildi.


Muvahhid Müslümanlar, Marksist Pkk çetesi tarafından bir bölgede kuşatma altına alındı.


Aylarca çevreyle irtibatları kesildi.


Kuşatma altındaki bölgeye yiyecek girişine bile izin verilmedi.


Yardım götürmek isteyen Müslümanlar kaçırılıp vahşice katledildi.


Müslümanların izzetli direnişi karşısında PKK çeteleri gerilemeye başladı.


Jitem'in başını çektiği kirli yapılanmalar, bu kez Müslüman halka karşı kirli bir savaş başlattılar. Çok sayıda dindar insan “kirli savaş”ın önünde engel olarak görüldüğü için zindanlara atıldı.


Uluslararası “zındıka komitesi” yeniden dizayn edilmiş PKK üzerinden tüm bölgede yeni bir operasyon başlattı.


Tam da “Taşların bağlandığı ve itlerin salındığı” bir ortam oluşmuştu.


Güce boyun eğmek zorunda kalan halk için “Bölgenin tek gücü Pkk'dır” algısı oluşturuldu. PKK da bu güç zehirlenmesinin etkisiyle muhalif hiçbir güç bırakmama operasyonuna başladı. Aşiretler ve korucular PKK'ya “Bağlılık bildirmek” zorunda kaldılar.


Artık her alan açılmıştı Marksist örgüt için.


Köy ve mahallelere kadar örgütlenmeye girişildi.


Muhalif gibi duranlara “Çatı örgütlerde” belirlenmiş alanlarda faaliyet gösterme izni verildi.


Siyasetçiler kaçırıldı, yakınları tehdit edildi.


Serbest bırakılanlar “Tam hidayete ermiş” şekilde hemen ilk iş olarak “sistem partileri”nden istifa edip PKK'ya yakın partiye geçtiler.


Muvahhit Müslümanlar tehditlere boyun eğmeyip teslim olmadılar.


Dernekleri, parti binaları yakıldı, bombalandı; Ubeydullah Durna gibi güzel bir insan şehid edildi.


Cizre'nin yiğit Müslümanları hep direndi. Yirmi yıl önce canları pahasına direndikleri gibi direndiler.


Yetmiş yaşındaki şehidin pak kanı, Marksist örgütün kirli yüzünü bir kez daha ortaya çıkardı.


Evet, Cizre'de tarih tekerrür ediyor.


Allah'ın izniyle “Zındıka komitesi”ne taşeronluk yapanların zillete düşmesi yakındır.


Hüseyin Kaya / Doğruhaber / Haber Yorum
 
Üst