dedekorkut1
Doçent
HÜRRİYETİN İLK KAPISI TEVBE
SELİM GÜRBÜZER
Tevbe, her kötülüğün kapatılmasına ve her iyiliğin açılmasına vesile olan kapıdır. Yeter ki içten bir yakarışla af dileyenlerden olalım mutlak hürriyete yelken açılırda. Çünkü tevbe ederek tüm sahte mabutlardan kurtuluş olacağından hürriyette beraberinde gelecektir.
Sadece günahlardan değil her hayrın başlangıcında ve sonunda tevbe etmekte gerekir. Madem öyle yapacağımız hayırlı bir işte olsa her fırsatta tevbe etmekte fayda var. Çünkü yapılan hayırlı ameli Allah’a karşı layığı veçhiyle yerine getiremediğimiz içinde tövbe etmek icab eder. İster günah işleyelim isterse hayırlı işlerde bulunalım her iki durumda da tevbe zırhımız içimizdeki ve dışımızdaki tüm sahte mabutlardan sıyrılmamıza vesile olup mutlak hürriyete giden yolda birinci basamağımız olur bile. Malum, beşer olmamız hasebiyle günahlardan arı değiliz. Kaldı ki günah işlemesek de yapacağımız hayırlı amellerimizi riyadan arındırmamız lazım gelir. Öyle ya, madem Yüce Allah (c.c) kullarına tevbe etmesi için böyle bir fırsat vermiş, o halde bize düşen nasıl ki bütün işlenen günahlardan tevbe etme ihtiyacını hissettiğimiz gibi her ifa edilen hayırlı amellerin başında ve sonunda da tövbe edip tam manasıyla arınmamız mecburidir. Aksi halde içimizde ve dışımızda ki Allah’tan gayrı tüm sahte mabutların boyunduruğundan kurtulamayız. Dolayısıyla tüm esaret zincirlerini kırıp tevbe zırhıyla gerçek manada mutlak hürriyete yol almalıyız. Her şeyden önce tevbe kulun Allah huzurunda layıkıyla ibadet edemedim kaygısının ifadesidir.
İnsan şu fani dünyada yaşadığı müddetçe günah ve sevap ikilemi içerisinde gidip gelmekte. Zaten istesek de bu iki ikilem etkisinden kurtulamayız. Zira insan ruhunu emdiren iki kuvvet vardır. Bunlardan hayra teşvik eden melek-i âlem birinci kuvvet olurken, şerri teşvik eden şeytani vesvese ise ikinci kuvvet olmaktadır. Malum melekler cemal sıfatına haizdirler, şeytanlarsa celâl sıfatına. İnsansa bu iki kuvvetin ortasında hem cemal, hem de celâl sıfatına haizdir. Şayet insanoğlu celal yönü ağır basarsa günahlarla iç içe olması an meselesidir, yok eğer cemal yönü ağır basarsa sevaplarla iç içe olacağı malum. Anlaşılan tüm kötülükler insan ruhunu esir edip köle yaparken, Allah için yapılacak her iyilikler de insan ruhunu hür kılıp emniyetimiz sağlanmakta.
Adem (a.s.) topraktan yaratıldığından yaratılış mayasına uygun Allah’ın hem cemal hem de celâl sıfatıyla kodlanmıştır. İşte bu iki yol ayırımının tecellisidir ki Habil’de merhamet ve iyilik, Kabil'de ise kin, nefret ve gazab olarak tezahür etmiştir. Yani cemal Habil'de, celâl Kabil'de zuhur etmiştir. Bu yüzden Kabil esaretin ve hürriyetsizliğin sembolü, Habil ise Allah’a abd olma manasına hürriyetin sembolü olarak karşımızda durur. Hele bir insan dünyaya doğa gelmeye dursun hemen şeytan ona bir dokunmadan boş durmaz da. İşte dünyaya gelen çocuğun bağırıp çığlık atması bundan dolayıdır. Hatta çocuklarda görülen acelecilik, heyecanda böyledir. Nitekim Hz. Mevlana şöyle der: ''İnsan ruhunu iki emdiren kuvvet var; biri melektir, diğeri de şeytandır.'' Gerçekten de ruhumuzun aydınlanmasına yardımcı olan melek-i kuvvetle, ruhumuzu esir etmeye çalışan şeytanı kuvvetin arasında tercihimizi birincisinden yana kullanmak gerekir.
Melekler günahsız, masum, erkek ve dişiliği olmayan varlıklar olup her birinin emri ilahi gereği ayrı ayrı vazifeleri vardır. Keza melekler ne kadar masumsalar şeytanlar da bir o kadar asidirler. İnsanlar malum; hem nur hem de nar (ateş) yapıdadır. Bu yüzden insan nar ile nur arasında sürekli mekik dokumakta. Nitekim insanın iç dünyasına hayrı emdiren ‘Levvame ve mutmainne kuvvet’, şerri emdiren 'Nefsi emmare kuvvet' mevcuttur. Dolayısıyla helal ve haram bu emzirmelerden tezahür etmekte. Nefs-i emmare, sürekli kötülüğü teşvik eden nefistir. Nefs-i levvame ise nefsi emmarenin bir üst aşaması olup bu tip nefiste bazen kalbe itaat halleri, bazen de kalbe itaatsizlik halleri görülür. Şayet bir insan kötülüğe karşı yenik düşmeden nefsi levvamenin bir adım ötesine sıçramayı başarırsa biranda ‘Nefsi mutmainine’ mertebesine yükselebiliyor. Böylece bu nefis aşamasına gelen bir insan kalbi huzura ermiş pozisyona erişir. Demek oluyor ki; İnsanoğlu sürekli sevaplarla iştigal ederek nefsine çeki düzen vermesi mümkün. Yeter ki azmini yitirmesin, safi gayretinden dolayı şeytan kaçar da. Böylece uzun süren nefis ıslah çalışmaları netice verdiğinde iç dünyasında Sultan-ı ruhu galip kıldığında gerçek anlamda nefsin esaretinden sıyrılıp hürriyete kavuşmuş olacaktır..
SELİM GÜRBÜZER
Tevbe, her kötülüğün kapatılmasına ve her iyiliğin açılmasına vesile olan kapıdır. Yeter ki içten bir yakarışla af dileyenlerden olalım mutlak hürriyete yelken açılırda. Çünkü tevbe ederek tüm sahte mabutlardan kurtuluş olacağından hürriyette beraberinde gelecektir.
Sadece günahlardan değil her hayrın başlangıcında ve sonunda tevbe etmekte gerekir. Madem öyle yapacağımız hayırlı bir işte olsa her fırsatta tevbe etmekte fayda var. Çünkü yapılan hayırlı ameli Allah’a karşı layığı veçhiyle yerine getiremediğimiz içinde tövbe etmek icab eder. İster günah işleyelim isterse hayırlı işlerde bulunalım her iki durumda da tevbe zırhımız içimizdeki ve dışımızdaki tüm sahte mabutlardan sıyrılmamıza vesile olup mutlak hürriyete giden yolda birinci basamağımız olur bile. Malum, beşer olmamız hasebiyle günahlardan arı değiliz. Kaldı ki günah işlemesek de yapacağımız hayırlı amellerimizi riyadan arındırmamız lazım gelir. Öyle ya, madem Yüce Allah (c.c) kullarına tevbe etmesi için böyle bir fırsat vermiş, o halde bize düşen nasıl ki bütün işlenen günahlardan tevbe etme ihtiyacını hissettiğimiz gibi her ifa edilen hayırlı amellerin başında ve sonunda da tövbe edip tam manasıyla arınmamız mecburidir. Aksi halde içimizde ve dışımızda ki Allah’tan gayrı tüm sahte mabutların boyunduruğundan kurtulamayız. Dolayısıyla tüm esaret zincirlerini kırıp tevbe zırhıyla gerçek manada mutlak hürriyete yol almalıyız. Her şeyden önce tevbe kulun Allah huzurunda layıkıyla ibadet edemedim kaygısının ifadesidir.
İnsan şu fani dünyada yaşadığı müddetçe günah ve sevap ikilemi içerisinde gidip gelmekte. Zaten istesek de bu iki ikilem etkisinden kurtulamayız. Zira insan ruhunu emdiren iki kuvvet vardır. Bunlardan hayra teşvik eden melek-i âlem birinci kuvvet olurken, şerri teşvik eden şeytani vesvese ise ikinci kuvvet olmaktadır. Malum melekler cemal sıfatına haizdirler, şeytanlarsa celâl sıfatına. İnsansa bu iki kuvvetin ortasında hem cemal, hem de celâl sıfatına haizdir. Şayet insanoğlu celal yönü ağır basarsa günahlarla iç içe olması an meselesidir, yok eğer cemal yönü ağır basarsa sevaplarla iç içe olacağı malum. Anlaşılan tüm kötülükler insan ruhunu esir edip köle yaparken, Allah için yapılacak her iyilikler de insan ruhunu hür kılıp emniyetimiz sağlanmakta.
Adem (a.s.) topraktan yaratıldığından yaratılış mayasına uygun Allah’ın hem cemal hem de celâl sıfatıyla kodlanmıştır. İşte bu iki yol ayırımının tecellisidir ki Habil’de merhamet ve iyilik, Kabil'de ise kin, nefret ve gazab olarak tezahür etmiştir. Yani cemal Habil'de, celâl Kabil'de zuhur etmiştir. Bu yüzden Kabil esaretin ve hürriyetsizliğin sembolü, Habil ise Allah’a abd olma manasına hürriyetin sembolü olarak karşımızda durur. Hele bir insan dünyaya doğa gelmeye dursun hemen şeytan ona bir dokunmadan boş durmaz da. İşte dünyaya gelen çocuğun bağırıp çığlık atması bundan dolayıdır. Hatta çocuklarda görülen acelecilik, heyecanda böyledir. Nitekim Hz. Mevlana şöyle der: ''İnsan ruhunu iki emdiren kuvvet var; biri melektir, diğeri de şeytandır.'' Gerçekten de ruhumuzun aydınlanmasına yardımcı olan melek-i kuvvetle, ruhumuzu esir etmeye çalışan şeytanı kuvvetin arasında tercihimizi birincisinden yana kullanmak gerekir.
Melekler günahsız, masum, erkek ve dişiliği olmayan varlıklar olup her birinin emri ilahi gereği ayrı ayrı vazifeleri vardır. Keza melekler ne kadar masumsalar şeytanlar da bir o kadar asidirler. İnsanlar malum; hem nur hem de nar (ateş) yapıdadır. Bu yüzden insan nar ile nur arasında sürekli mekik dokumakta. Nitekim insanın iç dünyasına hayrı emdiren ‘Levvame ve mutmainne kuvvet’, şerri emdiren 'Nefsi emmare kuvvet' mevcuttur. Dolayısıyla helal ve haram bu emzirmelerden tezahür etmekte. Nefs-i emmare, sürekli kötülüğü teşvik eden nefistir. Nefs-i levvame ise nefsi emmarenin bir üst aşaması olup bu tip nefiste bazen kalbe itaat halleri, bazen de kalbe itaatsizlik halleri görülür. Şayet bir insan kötülüğe karşı yenik düşmeden nefsi levvamenin bir adım ötesine sıçramayı başarırsa biranda ‘Nefsi mutmainine’ mertebesine yükselebiliyor. Böylece bu nefis aşamasına gelen bir insan kalbi huzura ermiş pozisyona erişir. Demek oluyor ki; İnsanoğlu sürekli sevaplarla iştigal ederek nefsine çeki düzen vermesi mümkün. Yeter ki azmini yitirmesin, safi gayretinden dolayı şeytan kaçar da. Böylece uzun süren nefis ıslah çalışmaları netice verdiğinde iç dünyasında Sultan-ı ruhu galip kıldığında gerçek anlamda nefsin esaretinden sıyrılıp hürriyete kavuşmuş olacaktır..