Hud Peygamber (a.s.)'in Tevhid Mücadelesi

kadem

Profesör
Katılım
19 Ağu 2006
Mesajlar
1,622
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Hud Peygamber (a.s.)'in Tevhid Mücadelesi

Yüce Allah, Hud (a.s.)'ın Ad kavmine gönderilmesiyle ilgili olarak: "Ad kavmine de kardeşleri Hud'u (gönderdik)" diye buyuruyor. Burada kardeşleri denmesinin sebebi o kavme mensup olmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de "kardeş" kelimesi bu manada daha başka yerlerde de kullanılmıştır. Buradan ulusal kimliğin bir kardeşlik bağı oluşturduğunu anlıyoruz. Ancak bu, ulusçuluğu, ırkçılığı haklı kılacak bir bağ değildir. Buradaki kardeşlik bağı beraberinde sorumluluk getiren bir bağdır. İnsanların çevrelerindekileri doğru yola çağırırken önce en yakınlarından başlamaları bir görevdir. Aynı şekilde mensup oldukları kavimleri veya ulusları doğru yola iletmek için de özel gayret sarf etmeleri gerekir. Fakat ulusal kimlikten doğan kardeşlik bağı din kardeşliğinin üstünde olmadığı gibi, insanın mensup olduğu ulusun her şeyini sahiplenmesini, benimsemesini de gerektirmez.

Ayetin devamından, Hz. Hud (a.s.)'ın da davete önce insanları tevhid inancına çağırmakla başladığını anlıyoruz. Çünkü tevhid inancı, yani Allah'ın bir olduğu, O'ndan başka ilah olmadığı ve akıl sahibi, buluğa ermiş bütün insanların O'na kulluk etmekle, ibadette O'na hiçbir şeyi ortak koşmamakla yükümlü oldukları ilkesi her şeyin temelini oluşturur. Bu temel sağlam atılmadıktan sonra birtakım iyilikler yapılsa da Allah katında bir geçerliliği olmayacaktır. Nitekim bu şekilde sağlam temel atmadan amel işleyenlerin amellerinin sonunun nasıl olacağı hakkında Yüce Allah şöyle buyurur: "Onların işlediği her ameli ele alıp savrulmuş toz haline getiririz." (Furkan suresi, ayet: 23) Nasıl binaların bir temeli varsa tevhid inancı da dinin ve tüm iyiliklerin temelidir.

Hud (a.s.) insanları tevhid inancına çağırdıktan sonra bunun için bir ücret istemediğini kendilerine hatırlatıyor. Bu, Allah'ın bütün peygamberlerinin ortak özellikleridir. Peygamberler yaptıklarından dolayı insanlardan en ufak bir karşılık istememişlerdir. Herhangi bir dünyalık beklentisi içinde de olmamışlardır. Onlar bu görevi sırf Allah kendilerine emrettiği için yerine getirmiş ve yaptıklarının karşılığını Allah'ın vereceği inancı içinde olmuşlardır. Bu onları, peygamberlik iddiasındaki yalancı ve sahtekarlardan ayıran temel özelliklerinden biridir. Bilindiği üzere insanlık tarihi boyunca hak peygamberlerin yanı sıra, peygamberlik iddiasında bulunan yalancılar da ortaya çıkmışlardır. (Yalancı peygamber isimlendirmesi yerinde değildir. Çünkü bir insan yalancıysa peygamber olamaz, peygamberse yalancı değildir. Bundan dolayı "peygamberlik iddiasındaki yalancılar" denmesi daha uygun olur.) Altının hakikisi olduğu gibi sahtesi de vardır. Ama, bu işin ustaları hakiki altını sahtesinden nasıl ayıracaklarını bilirler. Bu konuda belli kriterleri vardır. İşte hak peygamberleri sahtekarlardan ayırmada da belli kriterler mevcuttur. Bunlardan biri de hak peygamberlerin hiçbir dünya çıkarı beklentisi içinde olmamaları, insanlardan davetlerine karşılık bir şey talep etmemeleridir.
 
Üst