dedekorkut1
Doçent
HÜCRE İÇİNDE TEKNE TURU
SELİM GÜRBÜZER
Değişik türden canlıların hücre yapılarının içinde tekne turu yapıp kromozom sayısını incelediğimizde türden türe değişkenlik gösterdiğini pekâlâ görebiliyoruz. Örnek mi? Mesela insan genomunun birçok canlı türünden farklı olarak sayıca 46 kromozomlu olması bunun en tipik örneğini teşkil eder. Ve bu sayı eşey hücreleri yoluyla yarı yarıya pay edilip 23’ü anneden, 23”ü de babadan gelmek suretiyle sabit sayıda 46 kromozomlu vücut hücreleri oluşmuş olur. Dikkat edin sabit sayıda dedik, zira insan vücut genomunu oluşturan 46 kromozomlu yapının ne bir eksik ne bir fazlalığa evrilmesi asla söz konusu değildir. Belli ki her yaratılan canlı türünde olduğu gibi insanın yaratılışında da kromozom sayısı bakımdan belirli ölçü tayin edilmiştir. Rastgele tayin olmadığı gayet net bir şekilde ortada. Öyle ki, insan genomunu oluşturan cinsiyet hücrelerinin şayet kromozom sayıları mayoz bölünmeyle yarıya indirgenmemiş olsaydı 46 kromozoma sahip erkek ve dişi bireylerin birleşmesinden (44+XY) + (44+XX) = 88 + XXXY = 92 kromozomlu canlı oluşumunun ortaya çıkması gerekirdi. İşte bu gibi durumlara meydan vermemek için belli ki; Yüce Yaradan yarattığı her tür canlıya ta baştan bir ölçü tayin etmiştir. Dolayısıyla insan genomuna yönelik dışardan herhangi bir müdahaleyle ne kadar oynanırsa oynansın 92 kromozomlu bir canlı oluşumunun vuku bulması asla mümkün değildir. Hadi vuku bulduğunu varsaysak bile ikinci bir kuşak nesilde mevcudun iki katı diyebileceğimiz 184 sayıda kromozomlu bir tabloyla karşı karşıya kalınırdı ki; bu durum başlı başına insan genomunun sonunu getiren bir felaket tablosu olurdu. Derken böylesi bir felaket tablo karşısında ne bir sağlıklı bir bebeğin dünyaya gelmesinden söz edebilirdik ne de her hangi bir neslin kuşaklar boyu sürdürebilirliğinden.
Malumunuz günümüzde hızla gelişen teknolojiyle birlikte laboratuvar analiz çalışmalarıyla gelinen noktada hücre bölünmeleri çok yakından izlenebildiği gibi hücre bölünmeleriyle start alan kromatin ve kromonemanın oluşturduğu çok sayıda iplikten oluşan kromozomların keşfini de beraberinde getirmiştir. Tabii böylesi iplik ağıyla örülmüş kromozom dünyasının keşfi iyi hoşta bu sözü edilen iplikler acaba nasıl meydana gelmiştir sorusunun cevabını bulmak için de bir başka dalga boyunda tekne turuna ihtiyaç vardır. Tabii bunun içinde yine yola çıkıp günümüzün ileri düzeyde gelişmiş laboratuvar teknik metotlarının ortaya koyduğu doneleri de kendimize pusula yapmak gerekir ki bu amaç doğrultusunda yola çıktığımız hücre içi tekne turundan maksat hâsıl olsun. Nitekim laboratuvar analiz çalışmalarıyla belirlenen verilere baktığımızda her bir hücrenin kromozomundaki kromonemaların arka arkaya uzunlamasına birkaç kez bölünmesini gösterir tablo “endomitoz” olayı olarak karşılık bulduğunu görürüz. Öyle ki bu tabloda endomitoz hadisesi bölünmeler eşliğinde meydana gelen ipliklerle birlikte bant oluşturarak kendini gösterecektir. Değim yerindeyse söz konusu bant oluşumu iplik paketinden oluşan politen kromozomların kromonema ipliklerinde kromatinlerin birbiri ardı sıra dizilimi şeklinde sahne alınmış olur. Hele ki günümüzde genetik analizör cihazlarla kayıt altına alınan ve kromozom haritalarında yerleri gösterilen gen ve bant dizilimleri adeta sahnelip gözlemlenebildiği gibi bu bant diziliminde her bir şahsa ait lokus allellerinin diğer şahıslara ait lokus alelleriyle birebir karşılaştırılması yapılabiliyor da. Böylece bu yapılan birebir karşılaştırmalar sayesinde interbantların lokus haritaları çıkarılıp çok rahatlıkla her bir bireye ait lokus alleller tespit edilebildiği gibi nesep davalarında çocuğun ebeveynlerinin kim olduğu çok rahatlıkla belirlenip bir rapor halinde ilgili mahkemelere sunulmakta bile. Hele bilhassa Adli Tıp veya Kriminal laboratuvarlarda DNA izolasyon analiz çalışmaları ve PCR işlemleri sayesinde STR denilen kısa tekrar gen bölgelerini temsilen DNA üzerindeki fiziksel özel konumunu gösteren pik şeklinde lokus alellerin birebir karşılaştırmaları eşliğinde kimlik tespit işlemleri neticelendirilmiş olunmakta. İşte kimliklendirmeye yönelik çalışmalarla ortaya konan pik görüntülerin haricinde birde farklı branşta ki genetik çalışma alanlarında gözlemlenen lamba fırçası şeklinde görünüm sergileyen dev kromozomların varlığından da söz edilir ki, bu sözü edilen kromozomlar politen kromozomlardan daha uzun olup dört kromatit halde sahne alırlar. Hani her devasa oluşumun bir büyüleyici yanı olduğu gibi cüceleşme yanı da olur denir ya hep, aynen öyle de lamba fırçası kromozomların da diploten oluşumundan sonra küçülme eğilim içerisine girdiği gözlemlenmiştir. Her neyse kromozomlar ister devasa görüntü versin ister cüce görüntü, sonuçta kaynağında spiral halkalar şeklinde görüntü veren kromozomlar metafaz ve anafaz safhasındayken sıcak su, asit buharı, alkolik çözeltiler ya da potasyum siyanür türü maddelerle muamele edildiğinde bu kez irili ve küçüklü pikler şeklinde görüntü verecektir. İşte bu tür cihaz görüntüleri eşliğinde veya cihaz çıktısı olarak gözlemleyebileceğimiz her hangi bir şahsa ait DNA profilinin gen bölgelerinde bir büyük bir küçük olacak şekilde kromozomu temsilen dizilim gösteren her bir pik görüntüsü (lokus alleli) aslında kaynağındaki kromonema görüntülerinden başkası değildir. Hele PCR ve denatürason işlemlerinden sonra genetik okuyucu cihazlara yürütmek için konulan DNA örneklerinin ekran görüntülerine göz atıp monotörden kromonemaların yapısında yer alan küçücük spirallerin döngü sayısının (kıvrım sayısının) kısa tekrarlı diziler halde artış kaydettiklerini izledikçe büyük spirallere dik bir şekilde uzandıklarını gözlemlemiş oluruz da. Böylece bu sayede büyük spirallerin döngü sayısının da mayoz bölünmenin profaz safhasında kromonema üzerinde sıralanan genlerin düğüm benzeri kısımlarında tekrarlanan polimeraz zincir reaksiyonun DNA replikasyonunu olarak görüntü vermiş olduğunu fark etmiş oluruz.
Görüldüğü üzere sırf canlının temelini hücreler oluşturmaktadır demekle hücre içi tekne turumuzu tamamlamış saylımayız. Bikere hücre içi turumuzdan beklenen hedefe varmak için mutlaka “Bir ben vardır bende, benden içeru” diyen Yunus misali hücre içerisinin daha da dip dalgalarına yelken açmamız gerekiyor. Neyse ki artık gelinen noktada günümüz teknolojik laboratuvar uygulamaları sayesinde hücre âleminin derinliklerine artık girilebiliyor. Öyle ya, madem gelişmişlik yönünden iyi bir noktadayız, o halde daha ne duruyoruz tez elden hücrenin başkenti diyebileceğimiz çekirdeğin içerisine günümüz gelişen laboratuvar teknik metotlarını da en iyi bir şekilde kullanaraktan yelkenler fora deyip girmeli ki hücre yapılarının merkezden nasıl idare edildiğini daha da yakından gözlemleyebilmiş olabilelim. Hatta derya-i umman olarak nitelediğimiz hücre âleminin merkezinin de merkezine, çekirdeğinin de çekirdekçiğine dalıp tekne turumuzu devam ettirmeli ki hücre yapılarının beyni mesabesinden sayılan DNA’nın sırrına vakıf olabilelim. Nitekim tekne turumuzu devam ettirdiğimizde ilk etapta DNA’nın merdivenimsin spiral yapısını yakından gözlemlemiş oluruz da. Hele günümüz gelişen laboratuvar teknik uygulamaları sayesinde turladığımız hücre sarayının her bir durağında soluklayıp konakladığımızda biyolojik hayatın derin bir yapı üzerine kurulu bir yapının nasıl düzenli bir şekilde işlerlik kazandığını, hücrenin tüm elemanlarının hiç şaşırmadan rotasını nasıl belirleyip ne şekilde seyri âlem eylediklerini yakından gözlemleme fırsatı da bulmuş oluruz. Hücrenin derinliklerinde yetmedi sadece bir iki durak değil daha birkaç durak daha dalıp seyri âlem eylediğimizde rotamızın varacağı nokta yaratılış gerçeğini daha da yakinen idrak etmek olacaktır. Derken hücre âlem deryasına dalmaktan elde edilecek en güzel ecir “Allah” adını anmak olacaktır.
Gerçekten de tekne turuyla hücre âleminin engin deryalarına daldığımız her bir durakta neler yok ki, mesela durakların birinde nükleik asitlerle yüzleştiğimizde, Deoksiribonükleik asit (DNA) ve Ribonükleik asitin (RNA) bünyesinde taşıdıkları iki tip şeker molekülüne göre (riboz ve deoksiriboz) 5 C’lu (beş karbonlu) şeker moleküllü bir yapıda olduğunu gözlemlemiş oluruz. Ancak her iki molekül arasındaki ayırımını yapabilmek için her ikisine daha da yakından baktığımızda ribozun aynı karbon atomuna karşılık gelen OH (hidroksil) grubu yerine deoksiribozun bir hidrojen molekülününe (H) karşılık geldiğini görürüz.
Aslında nükleik asitlerin hidrolizle ayrıştırılmasıyla birlikte 5’C’lu şekerli oluşumunun yanı sıra fosforik asit ve organik bazlarla da bir bütünlük arz eden iki esas molekül olarak sahne aldıklarını görürüz. Böylece organik bazlar pürin ve pirimidinler olarak karşımıza çıkıvermiş olurlar. Öyle ki, pirimidinler bir halkada sıralanan 4 C ve 2 N atomundan meydana gelmiş bir temel iskelet yapıyla karşımıza çıkarken, pürinler de çift halka şeklinde karşımıza çıkar. Öyle ki çift halkadan biri pirimidinlerle aynı olup ikinci halkası ise 2 N ve 1 C atomlu yapıdan ibaret bir halkadır. Derken bu temel iskelet yapının serbest temel bileşenlerine çeşitli atomların bağlanmasının ardından tıpkı sofilerin zikir halkasıyla özdeş diyebileceğimiz pürin ve pirimidin tarzında halka kurulmuş olunur. Ve bu halkada yer alan adenin, guanin bazları “pürin baz” olarak addedilirken, stozin, timin ve urasil bazlar ise “primidin baz” olarak addedilirler. Yani bu demektir ki, nükleik asitler nükleotidlerin kondansasyonu ile meydana gelmiş olup bu sayede nükleik asitler yapılarında bulunan şeker molekülleri ve organik baz durumuna göre halka kurulumu gerçekleşmiş olur. Netice itibariyle DNA’yı oluşturan ve yapısında deoksiriboz şekeri bulunan nükleotidler “Deoksiribonukleotid” olarak addedilirken, RNA’yı oluşturan ve yapısında riboz şekeri bulunan nükleotidler ise “Ribonükleotid” olarak addedilirler. Bu arada nükleotitler yapılarında bulunan organik baz durumuna göre de adenin, guanin, stozin ve urasil olarak adlandırılırlar. Değim yerindeyse “Adı güzel ismi güzel Muhammed aşkına” nükleotidleri yapısına göre şeker tadında bir isimlendirme yaptığımızda bunun adı Fen bilimlerinde “deoksiribonükleotit” olarak karşılık bulurken “Topraktan geldik toprağa döneceğiz aşkına” toprağın bağrındaki azot içerikli organik baz içeriğine göre toprak tadında isimlendirme yaptığımızda bunun adı bu kez “adenin nükleotid” olarak karşılık bulur. Madem hem şeker tadında hem de toprak tadında DNA bu denli beynelmilel Tıbbi isimlerle anılmakta, o halde hücrenin ana kumandan merkezine doğru rotamızı çevirip tekne turuyla dalış yapalım ki DNA’nın meşhurluğu neymiş yakından bir görmüş olalım:
SELİM GÜRBÜZER
Değişik türden canlıların hücre yapılarının içinde tekne turu yapıp kromozom sayısını incelediğimizde türden türe değişkenlik gösterdiğini pekâlâ görebiliyoruz. Örnek mi? Mesela insan genomunun birçok canlı türünden farklı olarak sayıca 46 kromozomlu olması bunun en tipik örneğini teşkil eder. Ve bu sayı eşey hücreleri yoluyla yarı yarıya pay edilip 23’ü anneden, 23”ü de babadan gelmek suretiyle sabit sayıda 46 kromozomlu vücut hücreleri oluşmuş olur. Dikkat edin sabit sayıda dedik, zira insan vücut genomunu oluşturan 46 kromozomlu yapının ne bir eksik ne bir fazlalığa evrilmesi asla söz konusu değildir. Belli ki her yaratılan canlı türünde olduğu gibi insanın yaratılışında da kromozom sayısı bakımdan belirli ölçü tayin edilmiştir. Rastgele tayin olmadığı gayet net bir şekilde ortada. Öyle ki, insan genomunu oluşturan cinsiyet hücrelerinin şayet kromozom sayıları mayoz bölünmeyle yarıya indirgenmemiş olsaydı 46 kromozoma sahip erkek ve dişi bireylerin birleşmesinden (44+XY) + (44+XX) = 88 + XXXY = 92 kromozomlu canlı oluşumunun ortaya çıkması gerekirdi. İşte bu gibi durumlara meydan vermemek için belli ki; Yüce Yaradan yarattığı her tür canlıya ta baştan bir ölçü tayin etmiştir. Dolayısıyla insan genomuna yönelik dışardan herhangi bir müdahaleyle ne kadar oynanırsa oynansın 92 kromozomlu bir canlı oluşumunun vuku bulması asla mümkün değildir. Hadi vuku bulduğunu varsaysak bile ikinci bir kuşak nesilde mevcudun iki katı diyebileceğimiz 184 sayıda kromozomlu bir tabloyla karşı karşıya kalınırdı ki; bu durum başlı başına insan genomunun sonunu getiren bir felaket tablosu olurdu. Derken böylesi bir felaket tablo karşısında ne bir sağlıklı bir bebeğin dünyaya gelmesinden söz edebilirdik ne de her hangi bir neslin kuşaklar boyu sürdürebilirliğinden.
Malumunuz günümüzde hızla gelişen teknolojiyle birlikte laboratuvar analiz çalışmalarıyla gelinen noktada hücre bölünmeleri çok yakından izlenebildiği gibi hücre bölünmeleriyle start alan kromatin ve kromonemanın oluşturduğu çok sayıda iplikten oluşan kromozomların keşfini de beraberinde getirmiştir. Tabii böylesi iplik ağıyla örülmüş kromozom dünyasının keşfi iyi hoşta bu sözü edilen iplikler acaba nasıl meydana gelmiştir sorusunun cevabını bulmak için de bir başka dalga boyunda tekne turuna ihtiyaç vardır. Tabii bunun içinde yine yola çıkıp günümüzün ileri düzeyde gelişmiş laboratuvar teknik metotlarının ortaya koyduğu doneleri de kendimize pusula yapmak gerekir ki bu amaç doğrultusunda yola çıktığımız hücre içi tekne turundan maksat hâsıl olsun. Nitekim laboratuvar analiz çalışmalarıyla belirlenen verilere baktığımızda her bir hücrenin kromozomundaki kromonemaların arka arkaya uzunlamasına birkaç kez bölünmesini gösterir tablo “endomitoz” olayı olarak karşılık bulduğunu görürüz. Öyle ki bu tabloda endomitoz hadisesi bölünmeler eşliğinde meydana gelen ipliklerle birlikte bant oluşturarak kendini gösterecektir. Değim yerindeyse söz konusu bant oluşumu iplik paketinden oluşan politen kromozomların kromonema ipliklerinde kromatinlerin birbiri ardı sıra dizilimi şeklinde sahne alınmış olur. Hele ki günümüzde genetik analizör cihazlarla kayıt altına alınan ve kromozom haritalarında yerleri gösterilen gen ve bant dizilimleri adeta sahnelip gözlemlenebildiği gibi bu bant diziliminde her bir şahsa ait lokus allellerinin diğer şahıslara ait lokus alelleriyle birebir karşılaştırılması yapılabiliyor da. Böylece bu yapılan birebir karşılaştırmalar sayesinde interbantların lokus haritaları çıkarılıp çok rahatlıkla her bir bireye ait lokus alleller tespit edilebildiği gibi nesep davalarında çocuğun ebeveynlerinin kim olduğu çok rahatlıkla belirlenip bir rapor halinde ilgili mahkemelere sunulmakta bile. Hele bilhassa Adli Tıp veya Kriminal laboratuvarlarda DNA izolasyon analiz çalışmaları ve PCR işlemleri sayesinde STR denilen kısa tekrar gen bölgelerini temsilen DNA üzerindeki fiziksel özel konumunu gösteren pik şeklinde lokus alellerin birebir karşılaştırmaları eşliğinde kimlik tespit işlemleri neticelendirilmiş olunmakta. İşte kimliklendirmeye yönelik çalışmalarla ortaya konan pik görüntülerin haricinde birde farklı branşta ki genetik çalışma alanlarında gözlemlenen lamba fırçası şeklinde görünüm sergileyen dev kromozomların varlığından da söz edilir ki, bu sözü edilen kromozomlar politen kromozomlardan daha uzun olup dört kromatit halde sahne alırlar. Hani her devasa oluşumun bir büyüleyici yanı olduğu gibi cüceleşme yanı da olur denir ya hep, aynen öyle de lamba fırçası kromozomların da diploten oluşumundan sonra küçülme eğilim içerisine girdiği gözlemlenmiştir. Her neyse kromozomlar ister devasa görüntü versin ister cüce görüntü, sonuçta kaynağında spiral halkalar şeklinde görüntü veren kromozomlar metafaz ve anafaz safhasındayken sıcak su, asit buharı, alkolik çözeltiler ya da potasyum siyanür türü maddelerle muamele edildiğinde bu kez irili ve küçüklü pikler şeklinde görüntü verecektir. İşte bu tür cihaz görüntüleri eşliğinde veya cihaz çıktısı olarak gözlemleyebileceğimiz her hangi bir şahsa ait DNA profilinin gen bölgelerinde bir büyük bir küçük olacak şekilde kromozomu temsilen dizilim gösteren her bir pik görüntüsü (lokus alleli) aslında kaynağındaki kromonema görüntülerinden başkası değildir. Hele PCR ve denatürason işlemlerinden sonra genetik okuyucu cihazlara yürütmek için konulan DNA örneklerinin ekran görüntülerine göz atıp monotörden kromonemaların yapısında yer alan küçücük spirallerin döngü sayısının (kıvrım sayısının) kısa tekrarlı diziler halde artış kaydettiklerini izledikçe büyük spirallere dik bir şekilde uzandıklarını gözlemlemiş oluruz da. Böylece bu sayede büyük spirallerin döngü sayısının da mayoz bölünmenin profaz safhasında kromonema üzerinde sıralanan genlerin düğüm benzeri kısımlarında tekrarlanan polimeraz zincir reaksiyonun DNA replikasyonunu olarak görüntü vermiş olduğunu fark etmiş oluruz.
Görüldüğü üzere sırf canlının temelini hücreler oluşturmaktadır demekle hücre içi tekne turumuzu tamamlamış saylımayız. Bikere hücre içi turumuzdan beklenen hedefe varmak için mutlaka “Bir ben vardır bende, benden içeru” diyen Yunus misali hücre içerisinin daha da dip dalgalarına yelken açmamız gerekiyor. Neyse ki artık gelinen noktada günümüz teknolojik laboratuvar uygulamaları sayesinde hücre âleminin derinliklerine artık girilebiliyor. Öyle ya, madem gelişmişlik yönünden iyi bir noktadayız, o halde daha ne duruyoruz tez elden hücrenin başkenti diyebileceğimiz çekirdeğin içerisine günümüz gelişen laboratuvar teknik metotlarını da en iyi bir şekilde kullanaraktan yelkenler fora deyip girmeli ki hücre yapılarının merkezden nasıl idare edildiğini daha da yakından gözlemleyebilmiş olabilelim. Hatta derya-i umman olarak nitelediğimiz hücre âleminin merkezinin de merkezine, çekirdeğinin de çekirdekçiğine dalıp tekne turumuzu devam ettirmeli ki hücre yapılarının beyni mesabesinden sayılan DNA’nın sırrına vakıf olabilelim. Nitekim tekne turumuzu devam ettirdiğimizde ilk etapta DNA’nın merdivenimsin spiral yapısını yakından gözlemlemiş oluruz da. Hele günümüz gelişen laboratuvar teknik uygulamaları sayesinde turladığımız hücre sarayının her bir durağında soluklayıp konakladığımızda biyolojik hayatın derin bir yapı üzerine kurulu bir yapının nasıl düzenli bir şekilde işlerlik kazandığını, hücrenin tüm elemanlarının hiç şaşırmadan rotasını nasıl belirleyip ne şekilde seyri âlem eylediklerini yakından gözlemleme fırsatı da bulmuş oluruz. Hücrenin derinliklerinde yetmedi sadece bir iki durak değil daha birkaç durak daha dalıp seyri âlem eylediğimizde rotamızın varacağı nokta yaratılış gerçeğini daha da yakinen idrak etmek olacaktır. Derken hücre âlem deryasına dalmaktan elde edilecek en güzel ecir “Allah” adını anmak olacaktır.
Gerçekten de tekne turuyla hücre âleminin engin deryalarına daldığımız her bir durakta neler yok ki, mesela durakların birinde nükleik asitlerle yüzleştiğimizde, Deoksiribonükleik asit (DNA) ve Ribonükleik asitin (RNA) bünyesinde taşıdıkları iki tip şeker molekülüne göre (riboz ve deoksiriboz) 5 C’lu (beş karbonlu) şeker moleküllü bir yapıda olduğunu gözlemlemiş oluruz. Ancak her iki molekül arasındaki ayırımını yapabilmek için her ikisine daha da yakından baktığımızda ribozun aynı karbon atomuna karşılık gelen OH (hidroksil) grubu yerine deoksiribozun bir hidrojen molekülününe (H) karşılık geldiğini görürüz.
Aslında nükleik asitlerin hidrolizle ayrıştırılmasıyla birlikte 5’C’lu şekerli oluşumunun yanı sıra fosforik asit ve organik bazlarla da bir bütünlük arz eden iki esas molekül olarak sahne aldıklarını görürüz. Böylece organik bazlar pürin ve pirimidinler olarak karşımıza çıkıvermiş olurlar. Öyle ki, pirimidinler bir halkada sıralanan 4 C ve 2 N atomundan meydana gelmiş bir temel iskelet yapıyla karşımıza çıkarken, pürinler de çift halka şeklinde karşımıza çıkar. Öyle ki çift halkadan biri pirimidinlerle aynı olup ikinci halkası ise 2 N ve 1 C atomlu yapıdan ibaret bir halkadır. Derken bu temel iskelet yapının serbest temel bileşenlerine çeşitli atomların bağlanmasının ardından tıpkı sofilerin zikir halkasıyla özdeş diyebileceğimiz pürin ve pirimidin tarzında halka kurulmuş olunur. Ve bu halkada yer alan adenin, guanin bazları “pürin baz” olarak addedilirken, stozin, timin ve urasil bazlar ise “primidin baz” olarak addedilirler. Yani bu demektir ki, nükleik asitler nükleotidlerin kondansasyonu ile meydana gelmiş olup bu sayede nükleik asitler yapılarında bulunan şeker molekülleri ve organik baz durumuna göre halka kurulumu gerçekleşmiş olur. Netice itibariyle DNA’yı oluşturan ve yapısında deoksiriboz şekeri bulunan nükleotidler “Deoksiribonukleotid” olarak addedilirken, RNA’yı oluşturan ve yapısında riboz şekeri bulunan nükleotidler ise “Ribonükleotid” olarak addedilirler. Bu arada nükleotitler yapılarında bulunan organik baz durumuna göre de adenin, guanin, stozin ve urasil olarak adlandırılırlar. Değim yerindeyse “Adı güzel ismi güzel Muhammed aşkına” nükleotidleri yapısına göre şeker tadında bir isimlendirme yaptığımızda bunun adı Fen bilimlerinde “deoksiribonükleotit” olarak karşılık bulurken “Topraktan geldik toprağa döneceğiz aşkına” toprağın bağrındaki azot içerikli organik baz içeriğine göre toprak tadında isimlendirme yaptığımızda bunun adı bu kez “adenin nükleotid” olarak karşılık bulur. Madem hem şeker tadında hem de toprak tadında DNA bu denli beynelmilel Tıbbi isimlerle anılmakta, o halde hücrenin ana kumandan merkezine doğru rotamızı çevirip tekne turuyla dalış yapalım ki DNA’nın meşhurluğu neymiş yakından bir görmüş olalım: