Hristiyanların Cennete Girmeleri Hususunda Risalelerde Bilgi Var mıdır?

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Hristiyanların Cennete Girmeleri Hususunda Risalelerde Bilgi Var mıdır?

Hristiyanların Cennete Girmeleri Hususunda Risalelerde Bilgi Var mıdır?

Yazar: Sorularla Risale, 02-1-2010



"Âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (asm.) bir lakaytlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda hazret-i İsanın din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsaya mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.(1)

İslam’a göre din ve dinin kaynaklarını duymamış, görmemiş ve bilmemiş bir kimse, dinen mesul değildir. Yani İslam’ı tahkik edip değerlendirecek imkanı olmayan her insan ehli necattır ve cennete gider. İkinci Dünya Savaşı'nda demir perde denilen komünist rejimin izolesi ve baskısı altında zulüm çeken çaresiz ve habersiz Hıristiyanlar hakkında yapılan özel bir değerlendirmedir. Üstelik umumi ve genel bir hüküm irad etmiyor.

Bu hükmünü de ayet ve ehlisünnetin şu hükümleri ile teyit ediyor:

“Fakat zaman-ı fetrette وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bilittifak, teferruattaki hatiatlarından muahezeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eşarîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i ilâhî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.”(2)

Bunun gibi özel durumlarda olan bazı mazlum Hristiyanlar cennete gidebilirler. Bu Üstad'ın değil bütün ehlisünnet alimlerin ortak görüşüdür.Bunun dışında kalan ehlikitap ebedi olarak cehennemliktir.

Risale-i Nurlar bütün ehli kitabı cennetlik olarak görmüyor, bazı art niyetli cahiller bunu kasti olarak "Nurcular ehli kitabıcennetlik olarak görüyorlar" deyip avam insanları ifsat ediyorlar. Halbuki Risale-i Nur noktası noktasına ehlisünnet çizgisinde olan bir meslektir. Nurcular, hiçbir zaman İslam’ın ortak aklı olan ehlisünnete muhalefet etmemiştir ve etmezde.

(1) bk. Kastamonu Lâhikası, (76. Mektup)

(2) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup Sekizinci Kısım.




 
Katılım
20 Haz 2010
Mesajlar
12
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Neden bu forumda hep bu tür başlıklar önplanda?

Bir türlü anlayamıyorum yıllardır..
 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler
Evren, harika güzelliği ve âhengi ile bir yaratıcıya işaret ederek, insanların fıtratlarında mevcut olan yaratıcıyı kabul etme duygusunu harekete geçirir. İnsanların akılları da iyilik ve kötülük arasında bir ayırım yapabilir. Ancak, bunlar (fıtrat ve akıl), çeşitli nedenlerle fonksiyon- larını yerine getirmeyebilirler. Evrene serpiştirilmiş ayetlere (iman delillerine) dikkat edilmeyebilir. İnsanların sağlam fıtratları, saptırıcı faktörlere maruz kalabilir. Cinlerden ve insanlardan olan şeytanlar, insanların bünyelerinde yer alan zaaf noktalarına dayanarak, onları saptırır. Akıl, insanı, arzu ve isteklerin, zaafların ve şehevî ihtirasların baskısı altında bırakabilir.
İnsanların fıtratlarının ve akıllarının evrende yer alan ayetleri, yani hidayet delillerini ve iman belirtilerini araştırıp hayatlarını dayandıracakları bir sistemi belirlemesi, sonuçta hak ve
doğruluk üzere bulunmayı gerçekleştirmesi mümkün görülmediğinden, sorumlu kabul edilmesi ona yapılmış bir haksızlık olarak değerlendirilebilir. Fıtratlar ve akıllar sapabildiğinden, onlara fonksiyonlarını hatırlatan bir uyarıcı gerekir. Uyarıcı olmadan fıtratların ve akılların insanları doğruya götürememesi nedeniyle, onları cezalandırmanın zulüm olduğu söylenebilir.
Allah insanların fıtratlarını dıştan gelen sis tabakasının etkisinden, yozlaşmadan, sapıklıktan kurtarmak, aklını arzu ve isteklerin, zaafların ve şehevî ihtirasların baskısından kurtarmak amacıyla onlara peygamber göndermeden, ayetlerini açıklamadan sorumlu tutmayı dilememiştir. (3) “Biz hiçbir kenti helâk etmedik ki, onun uyarıcıları olmasın (helak etmeden önce mutlaka uyarıcı gönderdik.)(Uyarıcılar) uyarırlardı. Biz zulmedici değildik.” (26/Şuarâ, 208-209) “Bu böyledir. Çünkü Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helak edici değildir.” (6/En’âm, 131) “Biz elçi göndermedikçe azap edecek değiliz.” (17/İsrâ, 15)
Âyetlerden Allah’ın elçi göndermediği bir takım toplumlar bulunabileceği anlaşılmamalıdır. Aksine, ayetler şunu vurgulamaktadır: Eğer Allah elçi gönderip uyarmadan kentleri helâk etseydi, o kentlerin halkına zulmettiği değerlendirmesi yapılabilirdi. Allah ise zulümden münezzehtir. Bundan dolayı elçiler gönderir, insanları uyarır, onlara hak yola gelmeleri için fırsat verir, süre tanır, yola gelip gelmeyeceklerine bakar. Bütün bunlara rağmen yola gelmezlerse, o zaman cezayı hak ederler. “Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi? ‘Kendi aleyhimize şahidiz’ dediler. Dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler” (6/En’âm, 130) Ayet, insan ve cin topluluklarına elçi gönderildiği vurguluyor. Aksi takdirde insanların cezalandırılması âdil kabul edilmeyebilir. Çünkü bu durumda insanlar, doğru yola uymalarını gerektiren bilginin kendilerine ulaşmadığı, bu nedenle de cezalandırılmamaları gerektiği özrünü (veya bahanesini) ileri sürebilirler. “Dediler ki: ‘Rabbından bize bir ayet (mucize) getirmeli değil mi?’ Onlara önceki kitaplarda bulunan delil gelmedi mi? Şayet onları ondan önce bir azap ile helâk etseydik: ‘Rabbımız, bize bir elçi gönderseydin de, böyle alçak ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık’ derlerdi.” (20/Tâhâ, 133, 134)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de, kendilerinin ve atalarının uyarılmadığı bir topluma gönderilmiştir. “Babaları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik).” (36/Yâsin, 6) Ancak, peygamberimiz’in uyarısı, bütün insanlığı da içine alır. O’ndan sonra uyarıcı gelmeyeceği için, bütün toplumlar O’nun mesajını kendilerine hidayet kaynağı kabul edip, rehber edinmelidirler. Şu da bir gerçek ki, O’nun mesajının bütün insanlara eksiksiz bir şekilde açıklanması, O’ndan sonraki müslümanların görevidir. Bu yapılmadan, O’nun davetini hiç işitmemiş, işitse bile, kasıtlı bir tarzda saptırılmış olarak işiten toplumların helâk olmalarını beklemek, sünnetullahın anlaşılmaması demektir. Zira toplumların helâki ile ilgili sünnetullahın hükmü çerçevesine, davetle karşılaşan ve uyarılan toplumlar girer: “Çünkü Rabb’in, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helâk edici değildir.” (6/En’âm, 131) (4)


 

korakademik

Ordinaryus
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
2,236
Tepkime puanı
63
Puanları
0
Bu konuda sadece iki ayet meali vermeyi yeter sanırım.

Allah hiçbir nefse gücünün ötesinde yük yüklemez.” Bakara Suresi, 286
Biz elçi gönderinceye kadar azap da etmeyiz.” İsrâ Suresi, 15​

Bu ikinci ayet, “fetretle” ilgilidir. Hazreti İsa (as.) ile Peygamberimiz (asm.) arasında geçen ve çoğu insanın dini öğrenmekten mahrum kaldığı bu dönem hakkında itikat imamları iki ayrı görüş savunurlar. Birine göre ayette geçen “resulden” maksat akıldır. Allah akıl vermediği kimseyi sorumlu tutmaz. Akıl verdiği kimseler, kendilerinin bir yaratıcısı olduğunu anlayacak güçtedirler. Ayrıca, iyiyi kötüden fark etme yeteneğine de sahiptirler. Ancak bunlar ibadet ve onun teferruatını bilme gücüne sahip olmadıklarından sadece Allah’ı bilmekten ve aklın rahatlıkla anladığı iyilikleri işlemekten ve kötülüklerden sakınmaktan sorumludurlar. Mesela, her akıl başkasının malını çalmanın yanlış olduğunu bilir. O halde fetret dönemindeki bir kişi de hırsızlık yapmaktan sorumludur. Ama bu kişi namazı, orucu, haccı ve diğer İslamî hükümleri aklıyla bilemeyeceğinden bunlardan sorumlu tutulmaz.

Diğer görüş sahipleri ise ayette geçen “resul” kelimesini “peygamber” olarak anlarlar. Bunlara göre, kendilerine peygamber gelmeyen kişi, puta da tapsa ehl-i necattır, yani cehennem azabından kurtulur.

Her iki itikat mezhebi de haktır. Müslümanların bir kısmı birini, bir kısmı da diğerini tercih etmişlerdir. Her iki mezhep de “Allah’ın hiçbir nefse gücünün yetmediğini yüklemeyeceğini” bildiren birinci ayeti açıklarken aklı da bir “nefis” olarak kabul eder, ona da gücünü aşan bir yükün yüklenmeyeceğinde ittifak ederler. Ancak akıl neye güç yetirir, neye yetirmez? konusunda ihtilafa düşerler. Doğrusunu Allah bilir.
 
Üst