Hizmetimiz Kadar Mükâfatımız Olacak

Amine1

Doçent
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
1,228
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
Konum
UZAK DİYARLAR
Hizmetimiz Kadar Mükâfatımız Olacak


Kâinattaki hiçbir şeyin boşuna yaratılmadığı, yüce rabbimizin Kitab-ı Mübîn’indeki beyanlarından biliyoruz. Zerreden gezegenlere kadar her şeyin bir varlık hikmeti bulunmaktadır. Ayrıca bir ölçüye ve mizana göre yaratılmış durumdadır.

İnsanoğlu çeşitli bilim dallarında gelişmeler sağladıkça, varlıkların yaratılış hikmetlerine ve hangi hizmeti gördüklerine dair sırları öğrenmektedir. Artık biliyoruz ki, okyanusun derinliklerindeki bir yosundan, dağların zirvelerinde yaşayan böceğe tadar her şeyin bir var oluş hikmeti var. En önemsiz gözüken bir bitki veya hayvan türü bile yok olduğunda tabii denge zarar görmektedir. O türün gördüğü hizmet yerine getirilemiyor. İşte bu sebeple günümüz dünyasında, tabiattaki dengeyi, bitki ve hayvan cinslerini korumaya yönelik tedbirler alınmaya çalışılmaktadır.

Bu noktada insanın aklına şu sorular geliyor: Her şeyin yaratılış sebebini anlamaya çalışan insanoğlu, kendi varlık sebebi üzerinde niçin düşünmez? Kâinattaki her şeyin bir hizmeti yerine getirdiğini görürken, kendinin hangi hizmeti görmesi gerektiğini niçin araştırmaz?

Hakikat şu ki, canlı cansız bütün varlıklar gibi bizim de bir yaratılış sebebimiz var. Denizlerdeki gözle görülemeyecek kadar küçük ve basit bir canlının bile çok önemli vazifeler için yaratıldığını düşünürsek, kâinattaki en üstün, en mükemmel varlık olarak bizlerin amaçsız ve mânasız bir hayat için var edildiğimizi elbette düşünemeyiz.

İnsanoğlunun kendi yaratılış gayesini araştırmadaki tembelliğini bilen yüce rabbimiz, bu gayeyi doğrudan açıklıyor:
“Ben insanları ve cinleri, yalnız bana kulluk için yarattım.”
İlk yaratılış macerasını anlatırken de, meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” diye beyan buyuruyor. Halife, yani kendi temsilcisi...

Yeryüzünde kendimize bir hayat programı çizerken, dikkate almamız gereken en temel ve en büyük hakikat işte budur. Ne yapacağımızı, kendimizi nasıl ve neye göre ayarlayacağımızı düşünürken, mihengimiz bu olmalıdır.

En mükemmel varlık olarak yaratılan, âlemlerin rabbine kulluk için seçilen, dahası yeryüzüne O’nun halifesi olarak gönderilen insan, hiç şüphesiz başıboş değildir. Büyük vazifeler ve önemli hizmetler için var edilmiştir. İslâm, bütün bu hakikatleri açıklayan ve bunlara göre bir hayat programı sunan yegâne dindir.

Rabbi ile irtibatını sağlam tutmaya çalışan, O’nun dinini hayatının merkezine koyan bir mümin, bu yaratılış gayesini bilen ve kendisini ona göre ayarlayan kişidir. Zerreden küreye kadar bütün mevcudat nasıl boyun eğiyorsa, o da rabbine boyun eğmiştir, O’na teslim olmuştur. Zaten İslâm kelimesinin bir anlamı da budur. Kalbi, kendisinden beklenen ilâhî vazifelere hassas ve açıktır. 0nun için hayat, doğum ve ölüm bir zaman diliminden ibaret değil, ebediyetin tarlasıdır. Burada yaptığı her şeyin toprağa atılan tohum mesabesinde olduğunun farkındadır. Âhiret ise hasadını devşireceği yerdir.

Bu açıdan bakıldığında denilebilir ki, müminin hayatı hizmetten ibarettir. Mümin, evvelâ güzel kullukla, taat ve ibadetlerle kendi ebedî hayatına hizmet eder.

“O gün insanlar, yaptıklarının karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük dönecekler. Kim zerre kadar iyilik yaparsa onun mükâfatını görecek. Ve kim zerre kadar kötülük yaparsa, o da onun karşılığını görecek” ilâhî fermanı gereği, âhiret yurdunda iyilik ve güzelliklere erişmek için çabalar. O’nun çizdiği emir ve yasaklar dairesini, yani Allah’ın sınırlarını gözetir. Bütün bunları yaparken amellerine güvenmek yerine, yüce rabbinin rızasını, rahmet ve şefkatini kazanmayı amaçlar.
 
Üst