Bîçâre
Profesör
Bu senaryonun Derviş Vahdeti'si de var mı?
Geçtiğimiz on yılda göreve gelen koalisyon hükümetlerinin ve yaşanan üzücü olayların sayısını bilen var mı? Şöyle zihninizi bir yoklayın ve aklınıza gelen ilk üç şeyi sıralayın dense neleri sayardınız? 5 Nisan ya da 21 Şubat krizini mi? MGK’da anayasa kitapçığının fırlatıldığında gerçekleşen diyalogları mı? Susurluk’u mu? 28 Şubat’ı mı?
Brife edilmek için karargâha çağrıldığı için elini cebine koyup göğsünü kabartarak yürüyen gazetecileri mi? İrticaî sermaye adı altında alım yasağı konan firmalar listesini mi? Batan şirketleri, iflas eden tüccarları mı? İrticacılar her tarafı sardı diye fişlenen, hakkında soruşturma açılan, işinden olan kamu çalışanlarını mı? Artan işsizliği mi?
Sahi neydi o günler? Her tarafı sarıklı ve çarşaflılar sardı, İHL mezunları devlet kadrolarını doldurdu, tarikatçılar sokaklarda zikir çekmeye başladı, handiyse şeriatın gelmesine ramak kaldı diye yayın üstüne yayın yapılıp, ha bire demeçler verilirdi! Oysa bugün, hem de bir dönemin mürteci sayılan kadroları arasında bulunanlar yeni bir parti kurup iktidara gelince, aniden Türkiye Hıristiyan olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Tahran’a varmak üzereyken birdenbire kendimizi Vatikan’ın eşiğinde bulduk.
Sizce ne oluyor? “Türkiye’yi parçalamak için misyonerlik faaliyetleriyle adım adım Hıristiyanlaştırıyorlar” diyenler, yaşanan bunca olayla, dini ile dünyası arasında gerilime itilen insanların ruhunda açılan boşluğu görmüyorlar mıydı? Her şeyi devletler arasında oynanan siyasî satranca bağlı olarak değerlendirenler, yoksa bu sefer de küresel emperyalizmin öncü kolu olarak gördükleri misyonerlik faaliyetlerini fazlasıyla abartıp, oyunun daha başında kafası karışmış, art arda yanlış hamleler yaparak kendi kendisini bitiren bir oyuncu durumuna mı düşmüşlerdi? Hem de dini ve vatanı kurtarma adına!..
Bu soruları neden mi soruyoruz? Çünkü din değiştirenlerin sayısını gösteren dizi ve haberleri okuyup araştırma gereği duyduğumuz zaman, bazılarının, dinî ve millî duyguları güçlü insanlar arasında “güvenilirlik” esası üzerine dağıttığı propaganda CD’leri elimize geçti. Şaşırdık kaldık. Bir taraftan misyonerlik vasıtasıyla yayıldığı söylenen küresel emperyalizm karşı konulamaz bir güçmüş gibi abartılıyor, diğer taraftan da habire milleti bir birine düşürmek üzere içe dönük kışkırtıcı propaganda yapılıyordu. Tarihler ve kavramlar saptırılıyor, alıntılar tamamen farklı takdim edilerek insanlar bir tek noktaya doğru tahrik ediliyordu. Kurgu, ses, efekt, animasyon, harita, resim ve grafiklerle desteklenen propaganda metni en sonunda Kur’an ayetleriyle noktalanıyor ve nihai hüküm konuyordu: Yetişin din elden gidiyor, vatan parçalanıyor!..
Ve iliklerinize kadar korkun! Çünkü yüzyıl savaşlarını yaşayanlar asla bu Hıristiyanlar değildi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda birbirine girenler de asla bunlar değildi. Bunlar din-devlet çatışmasını hiç yaşamadılar. Tarihlerde yazılanların hepsi kandırmaca. İkinci Dünya Savaşı’nda birbirlerine girip milyonlarca insan öldürdükleri zaman aslında bizi kandırmak için yapıyorlardı. Bunlar üç bin yıllık bir planı uyguluyorlar. Bunlarla asla mücadele edemezsiniz!...
CD’ler incelendiğinde görülüyor ki, hedef kitle olarak seçilenler, Abdülhamit hayranı, dindar ama dini bilgisi kıt, tarih bilgisinden yoksun, analitik düşünemeyen ve 45 dakikalık bir propaganda CD’sini bütün olarak kavrayamayacak kimseler. Aynı zamanda bunlar, halen hakkında “Nihaî amacı şeriat devleti kurmak” olan, “Bunun için dünya çapında örgütlendiği” söylenen, “eğitimli ve seçkin kadrolara sahip olduğu için diğer dincilerden daha tehlikeli” bulunduğu bazılarınca her mahfilde ifade edilen Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tesirinde kalabilecek kimselerdir. Bununla birlikte, erken davranıp onlara “Fethullah Gülen’in aslında papalığın amaçları için çalışan” birisi olduğu anlatılırsa hemen inanacak düzeyde basiretten, irfan ve iz’andan yoksundurlar. Peki böyle bir kitle profesyonelce hazırlanmış ama kasıtlı olarak yanlış bilgiler veren CD’lerle ve “güvenilen” insanlar aracılığıyla provoke edilirse ne olur?
İşte bu sorunun cevabı, CD’lerde yer alan bir yanlışı çağrıştırıyor. Bundan 97 sene evvel yaşanmış meşhur 31 Mart vakasına götürüyor CD bizi. Verilen bilgiye göre 31 Mart vakasında yargılanan Said Nursi, Abdülhamit hakkında “Zalimler için yaşasın cehennem” diye bağıracak kadar cinnet getirmiş. Halbuki o olay üzerine İstanbul’a gelen Hareket Ordusu aynı zamanda Abdülhamid’i de tahttan indirmişti. Bediüzzaman o sözü, kendisini darağacında asılmış insanların arasından geçirerek mahkemeye çıkaran ve asılsız isnatlarla yargılayanlara karşı mahkeme çıkışında söylemişti. İşte burada düşünmesi de, cevaplanması da insanı derinden yaralayan bir soru akla geliyor: Eğer bugün de “Din elden gidiyor” diyerek tahrik edilenlerin içinden, bir Vahdeti çıkarsa bu kim olabilir ve öyle bir olayın bir kere daha yaşanması nelere sebep olur?
CD muhteşem kurgusuyla ama yanlış yapmaktan asla çekinmeksizin devam ediyor: Abdülvahhab’ı gece Safiye ile gündüz de casus Humper’la kandıranlar, onun vasıtasıyla Osmanlıyı ayakta tutan gücü ortadan kaldırmak istemişler. Aynı zihniyette olanlar bir “kimya çalışması” yapmışlar ve “Hz. Peygamberin Osmanlıyı ayakta tutan güç unsuru olduğunu” görmüşler. Bu sebeple ne yapıp edip o gücü ortadan kaldırmak için Said Nursi, Fethullah Gülen ve onun sağ kolu olan Ahmet Şahin Hoca’yı bulmuşlar. Said Nursi’yle başladığı iddia edilen ve bugün başarıya ulaşmak üzere olduğu söylenen “İslam’ı tahrif etme planı” başarıya ulaşsın diye “Komünist blokunu oluşturmuşlar ve Türkiye’nin karşısına bir tehdit olarak dikmişler.” Bunun delili de Rusya’nın tek kurşun bile atmadan bir gecede ABD’ye teslim olması ve hemen arkasından da misyonerlerin Türkiye’ye üşüşmesiymiş. Ayrıca evlerde nur dersleri yapılıyor ve bu derslerde imanın şartlarından dördü ortadan kaldırılıyor, Allah’a ve Ahiret gününe iman olmak üzere iki tane olduğu öğretiliyormuş.
Halbuki Bediüzzaman’ın risalelerinin baştan sona iman esaslarının ispatıyla dolu olduğunu hedef kitlenin bilemeyeceği düşünülüyor. Bediüzzaman’ın iman esaslarından hangisi alınırsa alınsın o esasın diğer beş esası da ispat ettiği üzerinde ısrarla durduğu hiç önemli değil. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Hz. Peygamber’e olan sevgisini, değil ona söz söyletmek, Sahabe, Tabiin ve Selef-i salihinin alimlerini onun etrafındaki surlar gibi gördüğünden onlara bile saygıda kusur etmediği de önemli değil. Yıllarca kürsülerde ashap efendilerimiz diyerek anlatan sanki o değildi ve Müslüman Türk halkı onu tanımıyordu. Türkiye’yi bölünmekten ve çocuklarımızı misyonerlerden korumak için yapılacak bir tek şey var CD’yi hazırlayanlara göre: Said Nursi, Fethullah Gülen ve Ahmet Şahin’i düşman bilmek.
Eğer bir gün “güvenilir” bildiğiniz bir dostunuz size “Bunu mutlaka seyretmelisin.” diyerek bir ya da üç adet CD verirse, “Hıristiyanlığın Truva Atı mı?” sorusunu mutlaka sorun. Eğer “evet” manasında bir işaret alırsanız, muhatabınızın gözlerine iyice bakın. Çünkü siz de doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edemeyecek “dostlar” kategorisinde yerinizi almış oluyorsunuz. Yine de -eğer alınganlık göstermezseniz- CD’leri alın ve iyice seyredin. Sonra televizyonlarda bağıra bağıra konuşan ve köşelerde asla başka bir ihtimal yokmuş gibi yazanları tetkik edin. Seyrettiklerinizi satır satır işlediklerini göreceksiniz. Sizi seven “güvenilir dostunuza” son bir soru yöneltin: “Falan cemaatte idim, filan tarikattaydım, ya da milliyetçi bir insandım şimdi ev kilisesinde ayin yöneten bir ‘Türk Protestanı’, ‘İsevi bir Müslümanım’ diyecek kişileri ne zaman televizyonlara çıkartacaksınız?”
“Öyle şey olur mu?” demeyin. CD’leri seyredince siz de göreceksiniz ki, bu çalışma asla tek başına bir CD çalışması değil.
Geçtiğimiz on yılda göreve gelen koalisyon hükümetlerinin ve yaşanan üzücü olayların sayısını bilen var mı? Şöyle zihninizi bir yoklayın ve aklınıza gelen ilk üç şeyi sıralayın dense neleri sayardınız? 5 Nisan ya da 21 Şubat krizini mi? MGK’da anayasa kitapçığının fırlatıldığında gerçekleşen diyalogları mı? Susurluk’u mu? 28 Şubat’ı mı?
Brife edilmek için karargâha çağrıldığı için elini cebine koyup göğsünü kabartarak yürüyen gazetecileri mi? İrticaî sermaye adı altında alım yasağı konan firmalar listesini mi? Batan şirketleri, iflas eden tüccarları mı? İrticacılar her tarafı sardı diye fişlenen, hakkında soruşturma açılan, işinden olan kamu çalışanlarını mı? Artan işsizliği mi?
Sahi neydi o günler? Her tarafı sarıklı ve çarşaflılar sardı, İHL mezunları devlet kadrolarını doldurdu, tarikatçılar sokaklarda zikir çekmeye başladı, handiyse şeriatın gelmesine ramak kaldı diye yayın üstüne yayın yapılıp, ha bire demeçler verilirdi! Oysa bugün, hem de bir dönemin mürteci sayılan kadroları arasında bulunanlar yeni bir parti kurup iktidara gelince, aniden Türkiye Hıristiyan olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Tahran’a varmak üzereyken birdenbire kendimizi Vatikan’ın eşiğinde bulduk.
Sizce ne oluyor? “Türkiye’yi parçalamak için misyonerlik faaliyetleriyle adım adım Hıristiyanlaştırıyorlar” diyenler, yaşanan bunca olayla, dini ile dünyası arasında gerilime itilen insanların ruhunda açılan boşluğu görmüyorlar mıydı? Her şeyi devletler arasında oynanan siyasî satranca bağlı olarak değerlendirenler, yoksa bu sefer de küresel emperyalizmin öncü kolu olarak gördükleri misyonerlik faaliyetlerini fazlasıyla abartıp, oyunun daha başında kafası karışmış, art arda yanlış hamleler yaparak kendi kendisini bitiren bir oyuncu durumuna mı düşmüşlerdi? Hem de dini ve vatanı kurtarma adına!..
Bu soruları neden mi soruyoruz? Çünkü din değiştirenlerin sayısını gösteren dizi ve haberleri okuyup araştırma gereği duyduğumuz zaman, bazılarının, dinî ve millî duyguları güçlü insanlar arasında “güvenilirlik” esası üzerine dağıttığı propaganda CD’leri elimize geçti. Şaşırdık kaldık. Bir taraftan misyonerlik vasıtasıyla yayıldığı söylenen küresel emperyalizm karşı konulamaz bir güçmüş gibi abartılıyor, diğer taraftan da habire milleti bir birine düşürmek üzere içe dönük kışkırtıcı propaganda yapılıyordu. Tarihler ve kavramlar saptırılıyor, alıntılar tamamen farklı takdim edilerek insanlar bir tek noktaya doğru tahrik ediliyordu. Kurgu, ses, efekt, animasyon, harita, resim ve grafiklerle desteklenen propaganda metni en sonunda Kur’an ayetleriyle noktalanıyor ve nihai hüküm konuyordu: Yetişin din elden gidiyor, vatan parçalanıyor!..
Ve iliklerinize kadar korkun! Çünkü yüzyıl savaşlarını yaşayanlar asla bu Hıristiyanlar değildi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda birbirine girenler de asla bunlar değildi. Bunlar din-devlet çatışmasını hiç yaşamadılar. Tarihlerde yazılanların hepsi kandırmaca. İkinci Dünya Savaşı’nda birbirlerine girip milyonlarca insan öldürdükleri zaman aslında bizi kandırmak için yapıyorlardı. Bunlar üç bin yıllık bir planı uyguluyorlar. Bunlarla asla mücadele edemezsiniz!...
CD’ler incelendiğinde görülüyor ki, hedef kitle olarak seçilenler, Abdülhamit hayranı, dindar ama dini bilgisi kıt, tarih bilgisinden yoksun, analitik düşünemeyen ve 45 dakikalık bir propaganda CD’sini bütün olarak kavrayamayacak kimseler. Aynı zamanda bunlar, halen hakkında “Nihaî amacı şeriat devleti kurmak” olan, “Bunun için dünya çapında örgütlendiği” söylenen, “eğitimli ve seçkin kadrolara sahip olduğu için diğer dincilerden daha tehlikeli” bulunduğu bazılarınca her mahfilde ifade edilen Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tesirinde kalabilecek kimselerdir. Bununla birlikte, erken davranıp onlara “Fethullah Gülen’in aslında papalığın amaçları için çalışan” birisi olduğu anlatılırsa hemen inanacak düzeyde basiretten, irfan ve iz’andan yoksundurlar. Peki böyle bir kitle profesyonelce hazırlanmış ama kasıtlı olarak yanlış bilgiler veren CD’lerle ve “güvenilen” insanlar aracılığıyla provoke edilirse ne olur?
İşte bu sorunun cevabı, CD’lerde yer alan bir yanlışı çağrıştırıyor. Bundan 97 sene evvel yaşanmış meşhur 31 Mart vakasına götürüyor CD bizi. Verilen bilgiye göre 31 Mart vakasında yargılanan Said Nursi, Abdülhamit hakkında “Zalimler için yaşasın cehennem” diye bağıracak kadar cinnet getirmiş. Halbuki o olay üzerine İstanbul’a gelen Hareket Ordusu aynı zamanda Abdülhamid’i de tahttan indirmişti. Bediüzzaman o sözü, kendisini darağacında asılmış insanların arasından geçirerek mahkemeye çıkaran ve asılsız isnatlarla yargılayanlara karşı mahkeme çıkışında söylemişti. İşte burada düşünmesi de, cevaplanması da insanı derinden yaralayan bir soru akla geliyor: Eğer bugün de “Din elden gidiyor” diyerek tahrik edilenlerin içinden, bir Vahdeti çıkarsa bu kim olabilir ve öyle bir olayın bir kere daha yaşanması nelere sebep olur?
CD muhteşem kurgusuyla ama yanlış yapmaktan asla çekinmeksizin devam ediyor: Abdülvahhab’ı gece Safiye ile gündüz de casus Humper’la kandıranlar, onun vasıtasıyla Osmanlıyı ayakta tutan gücü ortadan kaldırmak istemişler. Aynı zihniyette olanlar bir “kimya çalışması” yapmışlar ve “Hz. Peygamberin Osmanlıyı ayakta tutan güç unsuru olduğunu” görmüşler. Bu sebeple ne yapıp edip o gücü ortadan kaldırmak için Said Nursi, Fethullah Gülen ve onun sağ kolu olan Ahmet Şahin Hoca’yı bulmuşlar. Said Nursi’yle başladığı iddia edilen ve bugün başarıya ulaşmak üzere olduğu söylenen “İslam’ı tahrif etme planı” başarıya ulaşsın diye “Komünist blokunu oluşturmuşlar ve Türkiye’nin karşısına bir tehdit olarak dikmişler.” Bunun delili de Rusya’nın tek kurşun bile atmadan bir gecede ABD’ye teslim olması ve hemen arkasından da misyonerlerin Türkiye’ye üşüşmesiymiş. Ayrıca evlerde nur dersleri yapılıyor ve bu derslerde imanın şartlarından dördü ortadan kaldırılıyor, Allah’a ve Ahiret gününe iman olmak üzere iki tane olduğu öğretiliyormuş.
Halbuki Bediüzzaman’ın risalelerinin baştan sona iman esaslarının ispatıyla dolu olduğunu hedef kitlenin bilemeyeceği düşünülüyor. Bediüzzaman’ın iman esaslarından hangisi alınırsa alınsın o esasın diğer beş esası da ispat ettiği üzerinde ısrarla durduğu hiç önemli değil. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Hz. Peygamber’e olan sevgisini, değil ona söz söyletmek, Sahabe, Tabiin ve Selef-i salihinin alimlerini onun etrafındaki surlar gibi gördüğünden onlara bile saygıda kusur etmediği de önemli değil. Yıllarca kürsülerde ashap efendilerimiz diyerek anlatan sanki o değildi ve Müslüman Türk halkı onu tanımıyordu. Türkiye’yi bölünmekten ve çocuklarımızı misyonerlerden korumak için yapılacak bir tek şey var CD’yi hazırlayanlara göre: Said Nursi, Fethullah Gülen ve Ahmet Şahin’i düşman bilmek.
Eğer bir gün “güvenilir” bildiğiniz bir dostunuz size “Bunu mutlaka seyretmelisin.” diyerek bir ya da üç adet CD verirse, “Hıristiyanlığın Truva Atı mı?” sorusunu mutlaka sorun. Eğer “evet” manasında bir işaret alırsanız, muhatabınızın gözlerine iyice bakın. Çünkü siz de doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edemeyecek “dostlar” kategorisinde yerinizi almış oluyorsunuz. Yine de -eğer alınganlık göstermezseniz- CD’leri alın ve iyice seyredin. Sonra televizyonlarda bağıra bağıra konuşan ve köşelerde asla başka bir ihtimal yokmuş gibi yazanları tetkik edin. Seyrettiklerinizi satır satır işlediklerini göreceksiniz. Sizi seven “güvenilir dostunuza” son bir soru yöneltin: “Falan cemaatte idim, filan tarikattaydım, ya da milliyetçi bir insandım şimdi ev kilisesinde ayin yöneten bir ‘Türk Protestanı’, ‘İsevi bir Müslümanım’ diyecek kişileri ne zaman televizyonlara çıkartacaksınız?”
“Öyle şey olur mu?” demeyin. CD’leri seyredince siz de göreceksiniz ki, bu çalışma asla tek başına bir CD çalışması değil.