Hiç Yaklaşma, Aşka Hudut Çizilmiyor Mihriban

ŞehbaL

Kıdemli Üye
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
7,330
Tepkime puanı
643
Puanları
0
Konum
Ankara
Bir dönem özel bir irşat ekibi ile gittiğimiz doğu illerinden birinde, vaaz sonrası genç bir hanım oldukça cesur bir soru sormuştu:
"-Kişi evli olduğu halde bir başkasını sevebilir mi?"



Cemaat sorudan hoşlanmasa da cevap verdim:

"-Kalplerdeki olmaz; yaşanması dinen haram olan sevgiler, sadece gönülde kalır da izhar olmaz, açığa çıkmazsa, kişi telefonla aramak, buluşmak, gizli birliktelik yaşamak şekline dönüştürmezse kalbindeki duygularından mesûl değildir. Nasıl ki kişi, bir kötülük düşünür, ama yapmazsa düşüncesinden dolayı günaha girmediği gibi..."

Sorunun sorulma sebebi ise epey üzücü idi; bir genç delikanlıyı çok sevdiği hâlde âilesi, ilçede zengin olan bir ağaya, üçüncü eş olarak vermişlerdi, on altı yaşındaki genç kızı... Genç hanımın çektiği gönül derdini anlayabilmek mümkün olmadığından olsa gerek, hanım cemaat sorudan rahatsız olmuştu.

Üniversitede yurt arkadaşım vardı, onun babaannesi gençken bir başkasını severmiş, annesinden başka kimse de bilmezmiş. Fakat işin garip tarafına bakın ki; aynı kızı bir başkası da severmiş ve âile, tercihini o gençten yana kullanmış. O zamanki aşklar şimdiki gibi değil, ayda yılda bir, belki köşe başında karşılaşabilirsin; o karşılaşma ve bakışma, yıllarca ümit olur... İşte tam da bu cinsten, ne bir söz söylemişler, ne sözleşmişler, ama birbirlerini gönüllerine yazmışlar. Olmamış. "Râmuzu'l-Ehâdîs"te geçen bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisine bir kızı beğendiğini ve o kızla evlenmek için duâ etmesini rica eden gence:

"-Sadece ben değil, Cebrail, İsrafil, Mikail, arşı taşıyan meleklerde duâ etse o kızı alman için, Allâh'ın sana takdir ettiğinden başkası ile evlenemezsin." buyurmuşlardır.Her türlü ihtimam gösterildiği hâlde kul, gayr-ı meşrû bir aşk ile imtihan olunacak olursa, aşkını izhar etmemelidir. Gerekirse böyle bir aşkı, kendinden bile saklar. Nasıl şeker hastası tatlı yiyemiyor, perhiz yapıyorsa, o da perhiz yapar; sevgisinin büyüklüğünden akıl almaz yanlışlara düşmemek için iradesini çelik gibi tutmaya çalışır. Bu mümkün müdür? Bu çok zor bir imtihandır, kalbe giren bir kişinin, o kalpten çıkması da kulun tasarrufunda değildir. Unuttum zanneder, ama yeniden depreşir ya da hiç göremese de aklından çıkaramaz. Akıldan çıkarmak için isterse yüz metot denesin, dili başka söylese de gönlü onu inkâr eder. Bundan şu anlaşılıyor: Cenâb-ı Hakk'ın yardımı olmadan, kişi, bu dertten kurtulamaz.Evlilik, kader-i mutlaklardan olduğu için kul kalem oynatamıyor. İş kula bırakılmıyor. Nitekim Allâh'ın takdir ettiği ile evlenilir. Kızın sevdiği delikanlı da evlenir, sevdiği hanımı devamlı görebilmek için onun evinin tam karşısındaki bir eve, eşi ile birlikte yerleşir. Arkadaşımın babaannesi, kocasına karşı hiçbir vazifesini ihmal etmez, ama kocasına bir kez bile onu sevdiğini söylemez. Bir sürü çocukları da olur bu arada... Babaannesi, karşı komşusu hanımla da çok iyi geçinir, eski sevdiğinin eşi olduğu hâlde... Babaanne, bir gün bile başını kaldırıp sevdiğine bakmaz, tek kelime konuşmaz.

Böyle hikâyeler hiç az değil; evli olduğu hâlde gönlünde bir başkası olanlar... Ahlâkî midir, değil midir sorulabilir. Fakültede Tefsir hocamız, vakti zamanında âlimlerin, heves eder de kocalarını aldatırlar diye Yusuf Sûresi'ni kadınların okumasını yasakladıklarını anlatmıştı. Yasaklamakla ellerine hiçbir şeyin geçmediği muhakkak... Nisâ Sûresi 25. ayeti kerimede:

"İçinizden, îmanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan îmanlı genç kızlarınız (sayılan) câriyelerinizden alsın. Allah sizin îmanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sahiplerinin izni ile onları (câriyeleri) nikâhlayıp alın, mehirlerini de normal miktarda verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır). Bu (câriye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir."

Câriyelere -evlendikten sonra- gizli dost tutmamaları şartı getiren yüce Mevlâmız, hür kadınların "gizli dost" tutmalarına aslâ râzı olmaz.



Mesnevî'de Hazret-i Mevlânâ, bir gencin gözyaşları ile inlemesini anlatır. Genç bir şeyhe gelmiş, ağlayıp sızlayıp medet istemektedir:
"-Görünmez zincirlerle sımsıkı bağlandım, çözemiyorum, bu esâretten kurtulamıyorum. Kurtulayım diyor, binlerce yemin ediyorum, ama olmuyor."

Genç, olmaz bir aşkın içindedir;, olmazı olduramadığı hâlde kalbini bu dertten arındıramadığı, kurtaramadığı için perişandır. Ne bir başkasını sevebilmekte, ne de evlenebilmektedir. Doğrusu bu görünmez esâret, esâretlerin en büyüğü...

"-Bu zincirleri kırın ve beni kurtarın!" diye yalvarır.

Şeyh Gâlib'in Hüsn-i Aşk'ı, Fuzûlî'nin Leylâ vü Mecnûn'u çok dikkatli okunmalı... İki büyük sûfî şâir, kul aşkına kafa yorup, neler yazmışlar. Sâmiha Ayverdi'nin romanlarının çoğunda, olmaz bir aşkın âşığı düşürdüğü hâller, olması gerekenler ve yapılmaması gerekenler anlatılır. Faziletli bir aşkın, kulun nasıl mânevî kazancı olduğu anlatılmaktadır.

Demek ki, kişinin gönlünde nice olmazlara dair sevgi, aşk olabilir, kul bunu dillendirmedikçe, fiiliyata geçirmedikçe, kalbindeki duygulardan mesûl değildir. Kalplerin tasarrufu, Yüce Allâh'ın elindedir. Yani o genç hanımın sorduğu gibi Züleyhâ, Yûsuf -aleyhisselâm-'a âşık olabilir, ama evli olan Züleyhâ, Yusuf'a duyduğu aşkı izhar ettiği an günah başlar. Şeyh Efendi, o gence Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e sımsıkı sarılmasını, onun bu derdine sadece Peygamber Efendimizin derman olabileceğini söyler. Olmaz aşk çekenlerin salavatlara sığınması, gönle büyük tesellî verir.



Durum bu kadar tehlikeli ise, kullara kor ateşten daha tehlikeli olan mecâzî aşkı ,elle tutmamak için gayret etmek düşer. Çünkü kul aşkı, mutlaka eli yakar, kişi kendisini kurtaramaz. O sebepledir ki, Kur'ân aşktan önceki dönem ile ilgilenir, o kısma ehemmiyet verir ve:

"-Yaklaşmayın!" der. "Zinaya yaklaşmayın!" Çünkü ona yaklaşıp da yanmayan olmadı.
Hazret-i Mevlânâ Mesnevîsinde:

"Aşk, Allâh'ın sıfatlarındandır. Âşık olup da tevbe edebilmek, sabredebilmek imkânsız bir şeydir. Çünkü tevbe bir kurtcağızdır. Aşk ise bir ejderha gibidir. Tevbe halkın sıfatı olduğu için, aşkın karşısında çaresizdir. Âşık olana, tevbe de, sabretmek de imkânsız görünür. Allah'tan başkasına âşık olunur, lâkin bu geçici bir hevestir. Mecâzî aşk dıştan süslüdür. Dışı nûrlu, güzel görünür, içi dumanla doludur. Nûr gitti de duman meydana çıktı mı, mecâzî aşk solar, donuverir."

Bu açıklamalar Mesnevî'de, Bilâl-i Habeşî Hazretlerinin Müslüman olduktan sonra ilâhî aşkın coşkusu ile:

"-Allah birdir." diye feryat ederek ağlaması üzerine Yahudi sahibi tarafından dikenli teller ile dövülmesi hadisesi anlatılırken yapılmıştır. Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Bilâl'i tenhada gördükçe:

"-Allah gizli şeyleri bilir, itikadını gizle, kendi ellerinle kendini tehlikeye atma, tevbe et!" diye nasihat ederdi.

Hazret-i Bilâl de tevbe ederdi, ama aşkın coşkusu ile nasihati de, tövbeyi de unutur yine imanını haykırırdı. Nasihat kâr etmedi, ettiği tevbeleri de defaatle bozdu, tövbeden de usandı. Yahudi'nin elinde vücudu delik deşik olmuştu. Bilâl'e nasihat kâr etmediği için satın alıp, âzât etmekten başka kurtuluşu yoktu. Çünkü aşk, ejderha kadar büyük ve güçlü iken tevbe kurtçuk gibi idi. Ne tövbe, ne sabır, aşkın yanında neredeyse hükümsüzdü.


Evli insanların, evlendikten sonra bir başkasına âşık olması tasvip edilmez, ama aslâ o insanları kınamak da olmaz. Duâ edip, Allâh'ın yardımını dilemek, en doğrusudur. Kınayıp büyük söz söylemek, o imtihana müptelâ olmaktan başka sonuç doğurmaz.

Nasıl Ramazan ayında, sırf Allah rızası için imsâktan sahura kadar hiçbir şey yemeyerek büyük sevap alıyorsak, "büyük bir aşk derdine düşüp de âşık olunan kişiden uzak durmaya çalışma orucu tutan" da büyük sevap alır. Katlanılan bir aşk, ya da süflî fiile dökülmeyen bir aşk, kişiyi mânevî basamaklarda yükseltir.

Aşk, çok büyük bir olay, süflî olanı en tehlikelisi... İnternetle olsun, iş yerinde olsun, her nerede kişiyi bulursa bulsun, kişinin o mevkiyi, o mahalli terk etmesi, çokça duâ etmesi gerekir. Allah, hepimizi olmazlara sevdalanmaktan muhafaza eylesin. Bizleri kaldıramayacağımız aşklarla imtihan edip de günahın kucağına düşürmesin. Allah -celle celâlüh- elimizi bir an olsun bırakmasın. Gizli aşk derdi çekenlerin yardımcısı olsun, aşk batağına düşüp de günah işleyen kişilere bol bol tevbe edebilmeyi nasip etsin.



Fatma Hale Liman

Kaynak
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0
Kadınların en güzel yeri evleridir. evlerinden çıkıp sosyal hayatla fazla haşırneşir olan yada internet vasıtasıyla iletişimler kuran kadınlarda bu tip durumlar gittikçe artıyor. çevremden de görmekteyim birçok olayı. ailelere yazık oluyor.
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113


Mesnevî'de Hazret-i Mevlânâ, bir gencin gözyaşları ile inlemesini anlatır. Genç bir şeyhe gelmiş, ağlayıp sızlayıp medet istemektedir:

bu hikaye mesnevinin hangi bölümündedir? bilenler varsa cevaplayabilir mi.
 

ŞehbaL

Kıdemli Üye
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
7,330
Tepkime puanı
643
Puanları
0
Konum
Ankara
Ben şahsen bilmiyorum ama @ŞehbaL biliyor olabilir.:)

ne yazık ki hikayenin geri kalanını ben de bilmiyorum. Yazıyı okurken o tarafına hiç takılmamıştım :) yazara ulaşmaya çalıştım ama adres hata veriyor. Başka bir şekilde ulaşamaya tekrar çalışır, bulunca bildiririm inşaAllah :)
 

DostunDostu

Süper Moderatör
Yönetici
Katılım
30 Eyl 2013
Mesajlar
6,183
Tepkime puanı
473
Puanları
83
Mesnevi'den bu hikayeleri okumadan evvel kastedilen nedir ona bakmak lazım. Sonra ''tekkede dervişler tarafından ifal edilen misafir'' ve ''halayık ve kabak'' hikayesine döner bütün mesele. Mesnevi gibi geniş bir yelpazeyi okumasını bilmezsek ''Aa buda varmış'' deyip nefsimize pay çıkartırız farkında olmadan. Allah korusun..

Aşk nedir önce bir onu anlıyalım. Nefsani aşk, ruhani aşk.. Nedir, ne değildir? İnsan nefsini tanımadığı vakit yaşadığı heyecanı kolayca aşk diye tanımlayabiliyor. Güzel bir kıza yada yakışıklı bir erkeğe duyulacak melankolik kara sevdaları kutsal kategorisine alarak ''aşk kural tanımaz'' sloganını da üstüne kondurdumu yeme de yanında yat. Oh ne güzel.

Mevlana Mesnevi'sinde bu nefsani aşkları, icabında en çirkin halli yansımaları ile misal vererek ruhani aşkı tarif etmiştir. Ruhumuz Allah'ı bırakmış ve Allah'ın düşmanı olan Nefs'e aşıktır. Nefis ise onu her gün ifal ediyor ve ruhumuz da buna razı. ''Allah çok kıskançtır. Sakın ondan başkasına gönlünüzü vermeyin. Bakın hele biz bile tahammül edemiyoruz eşlerimizin başka birilerine aşık olmasını. Bizim bile ağırımıza gidiyor platonik aşk yaşamak. O halde Allah'tan başka işlerle dolu olan kalbi Allah nasıl kıskanıyordur siz gerisini hesab edin.'' demeye getiriyor.

Yoksa ''Mevlana bile yazmış. Bak, varmış böyle şeyler. Hadin saldırın.'' gibi bir mana çıkartmak mazallah eşeğin yularını bırakmak olur. Yuları salınmış eşekte yoldan çıkar çayır çimene gider istediği ottan yer içer.

Nedir Platonik aşk? Nefsimizin dünya hefesi içte bir ukte olarak birikir de birikir. İbadetlerinde maraz varsa bu ukteler patlamaya hazır mayın gibi bir köşede vakti saatini bekler. Ya kocasından memnun değildir, ya karısında aradığını bulamaz, ya da zengindir ahırda ki seyise gönül kaptırır.

Ne hikmettir bilinmez zengin kadın fakir erkek klişesi vardır. Tersi çok nadir. Ben bunu şöyle yorumluyorum; Kadının nefsinde öyle bir hastalık var ki her şeyini yitirmiş bir erkeğe hakim olmak ister. Tipinden başka bir sermayesi olmayan bu erkeğin o kadının kölesi olması hoşuna gider. Hele bu erkek, bir de kaçıyorsa o kadın arkasından koşar da koşar. Çünki parayla sahip olamıyacağı bir şey bulmuştur ve onada sahip olacak ya ille. Nefsinin her arzusu yerine geldiği için bir de ava çıkıp kendi avını yemek istiyor. Erol Taş filimlerinde ağzını silerek ''Ellemeyin kaçsın. Yakalaması daha zevkli olur'' diye kahkaha attığı an...

Hz. Yusuf ve Züleyha kıssasının ana teması diyebilirmiyiz buna? Acaba Yusuf'a niçin sarayda gani gani mevcut olan her hangi bir kadın köle aşık olmuyor da kadın efendiler aşık oluyor ve ellerini kesiyorlar? Orada başka birşey var aslında! Züleyha Yusuf'a değil, tamamen nefsinin elde edemediği o ulaşılmaza aşıktır. Dolaylı yoldan nefsine..

Kadınlar ve erkekler. Bizler birbirimizde olmayan şeyi arıyoruz. O şey hiç bir zaman olmadı da zaten. Sonunda arzular kalıyor ve bizler çekip gidiyoruz.

Bu duyguların orucu falan da olmaz. ''Ne zaman iftar edeceksin a derviş'' der adama şeytan. Karışık kafaylada ''haklısın, yeter bu kadar açlık'' der mayına basarız mazallah.. ''Bu duygular niçin var'' deyip hemen namazımızı, ibadetlerimizi çekap edip nefsimizin kurduğu tuzaklardan Allah'a sığınmak lazım.

Ya Rabbi. Bizi nefsimizin eline bırakma. Sen bizi bırakırsan bizler bu nefsimize asla sahip olamayız.
 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,655
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
Lambada titreyen alev üşüyor,
Aşk kağıda yazılmıyor mihriban...

güzel konu.
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113


koskoca forumda o kadar mevlanadan felan güzel sözler paylaşanlar var.lakin hikayeyi bilen yok.

biraderler bir soru sorduk.bu hikayeyi bilen varmı,
diye.bilen yok laf yapan çok. biz mevlana hikayelerinde kusur arayanlardan değiliz.

baktığı
m kadarıyla mesnevide bu hikaye yok.belki divanı kebirde olabilir.yazara bende ulaşamadım @ŞehbaL

belki @abdullahyüce biliyordur.
 

garip70

Ordinaryus
Katılım
30 Kas 2009
Mesajlar
2,779
Tepkime puanı
309
Puanları
0
Maalesef ben de rastlamadım... Yardımcı olamadığım için üzgünüm, özür dilerim...
 

alanyali07

Kıdemli Üye
Katılım
11 May 2008
Mesajlar
6,968
Tepkime puanı
845
Puanları
0

Mesnevide okumuş muydum bilmiyorum ama yazıdaki hikaye şu olabilir. yazıyı okuyunca ilk aklıma bu geldi :
Fakir bir genç, padişahın kızına aşık olmuş. Bu ümitsiz sevdasını gidip meşhur dervişine anlatarak yardım dilemiş. Derviş: “Evlâdım, şehrin girişinde tam yol ağzında otur, kim ne derse desin sadece "Allah" diye cevap ver.” demiş.

Fakir genç, denileni yapmış. Günlerce, aylarca şehrin girişinde başka hiçbir kelime konuşmadan “Allah” demiş. Derviş, yiyeceğini, içeceğini her gün getiriyormuş. Zamanla “Allah” diyen genç halk arasında meşhur olmaya başlamış. Nihayet bir gün padişah da genci merak etmiş. Dervişten, genç hakkında bilgi istemiş.

Derviş, gencin devrin büyüklerinden olduğunu söylemiş. Padişah, kalkıp genci ziyarete gitmiş. “Kimsin? Derdin ne? Ne istersin?” demiş ise de, genç, padişaha karşı da “Allah” demekten vazgeçmemiş. Başka tek kelime konuşmamış.

Derviş akşam gencin yanına gelmiş. “Padişah sana “Kızımı vereyim” diyene kadar, sen ondan sakın ola ki bir istekte bulunma!” diye tembihte bulunmuş. Nihayet bir gün padişah gelip: “Ne istiyorsun, istiyorsan seni kızımla evlendireyim.” deyince, genç, dervişin şaşkın bakışları altında “Yok” demiş. Artık onu da istemiyorum.

"Ben başka birisinin hatırı için Allah dedim, Allah devrin padişahını ayağıma getirip, benim gibi miskin bir gence kendi kızını teklif ettirdi. Eğer Onun hatırı için Allah deseydim kim bilir ne olurdu? Ben bundan böyle Ondan başkasını anmıyor, ondan başkasını da istemiyorum.”
 
Üst